MEVLÂNÂ’DA AKIL VE AKLIN KRİTİĞİ

A+
A-

8. MİLLÎ MEVLÂNA KONGRESİ

MEVLÂNÂ’DA AKIL VE AKLIN KRİTİĞİ

 

   1- Aklın Semantiği ve Tanımı

Akıl kelimesi Arapça “Ukl” kökünden gelir ve semantik olarak “bağlamak” anlamındadır. İlkin deveyi bağlamak veya “deve kösteği” olarak kullanılan bu kelime bilâhere duyguları, düşünceleri, kavramları ve olayları birbirine bağlayan ruhi melekeye verilen bir isim olmuştur.

Türkler bu melekeye “us” adını veriyorlar. Olumsuz şeklini kullanmaksızın, davranışları kontrol eden mekanizmaya bu adın verildiği anlaşılıyor. “Uslu ol”, “uslu adam”, “uslu çocuk” tabirlerinde olduğu gibi.

Batılılar bu kavrama intelligence, intelligent adını veriyorlar. Latince intellectus’tan alınma bir kelimedir. Bu da Grekçe selectus“tan geliyor. (Seçme, ayıklama) demektir. Nitekim “selection” tabiri de buradan alınmış. Dolayısı ile Batı dillerinde akıl, iyi ile kötü, büyük ile küçük, doğru ile yanlış arasında seçim yapan melekeye verilen addır.

İster kavramlar, duyular, fikirler ve olaylar arası bağlantı yapan, ister davranışları kontrol eden ahlakî bir mekanizma olsun; isterse kavramlar, olaylar, değerler ve fikirler arası seçim yapsın, akıl, Tanrı’nın insanoğluna bağışladığı en büyük nimettir.

İnsanoğlu, vücut fızyonomisiyle tabiatta en zayıf ve aciz bir varlıktır. Güçlü bacak kasları yoktur ki uçup kaçabilsin. Kuvvetli zehiri yoktur ki düşmanlarını korkutabilsin. Kuvvetli dişleri ve pençeleri yoktur ki avını parçalayabilsin ve kendini koruyabilsin. İşte Tanrı, insana “akıl” adı verilen görünmez bir silah bağışladı ki bununla hem kendini koruyor hem de diğer varlıklara ve tabiata hakim oluyor.

İnsan günlük maişetini, kazancını ve hatta davranışlarını hep akla göre ayarlıyor. Yanlış yapınca “hay akılsız kafam, kafamızı çalıştıramadık” vs. diyor.

İnancını yine akılla tayin ediyor. Hangi dine gireceğine yine aklıyla karar veriyor. Böyle olmasaydı Kuran’da 750’den fazla yerde “düşünün, akledin”, “bağlantı kurun”, “aklınızı kullanın” denir miydi? Hz. Peygamber “Kişinin dini aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur” der miydi?

Akıl, insanı diğer canlılardan ayırdığı gibi, ilim ve teknoloji adına insanlığa mal olabilecek ne varsa hepsi akıldır, aklın ürünüdür. Altımızdaki arabalar akıldır, fezaya gönderdiğimiz füzeler akıldır, bilgisayar akıldır, aklın ürünüdür. Hatta bir Alman fılozolunun dediği gibi “ampulde yanan tungsten madeni değil insan aklıdır.”

Akıl bu derece önemli ve ulvî nimet iken acaba akıl, bizim herşeyimizi halletmeye, maddi ve manevi problemlerimizi çözmeğe, bizi hakikate götürmeye muktedir midir ? Düşünce tarihi boyunca çok tartışılan, çok çiğnenen bu yoldan geçmeyen bilgin, mutasavvıf ve filozof kalmadı. Her biri aklı, kendi sistemleri, kendi dünya görüşleri ve mensup oldukları ekoller açısından ele aldılar. Onu bir yere oturtmaya, ona bir sınır çekmeye çalıştılar. Bunlar arasında zaman zaman ifrat ve tefrit kutupları oluştu. Zaman zaman da araya köprüler kuranlar yetişti. İşte bu tebliğimiz boyunca ele alacağımız “Hz. Mevlânâ’da akıl ve aklın kritiği”nde, onun bir yandan akılla ilgili fikirlerini görürken, öte yandan da düşünce tarihindeki hakkını teslim etmeye gayret edeceğiz.

II- Mevlânâ’da Aklın Nitelikleri ve Değeri

A-) Aklın Tanımı ve Nevileri

Mesnevî’nin bir çok yerinde akıl konusunda örnekler veren Mevlânâ, aklı Allah’ın ilk yarattığı varlık olarak görür:

“O yüceler yücesi, iki dünyadan da önce aklı yaratmadı mı?

Bu sözün anlamı, hem apaçıktır, hem pek gizli:Çünkü sinek,

zümrüdüankaya mahrem olamaz ki!” (Mesnevi, VI/ 1940-1941)

Mevlânâ aklı “küllî” ve “cüz’i olarak iki kategoride ele alır. Külli akıl ona göre bütün âlem Akl-i Küll’ün görünüşünden ibarettir. Kâinatı ihata eden aklı, küllî akıl kabul eden Mevlânâ, ferdi akılları da cüz’i akıl kategorisinde ele alır.

Küllî akıl cüz’î akıl arası karşılaştırmalar Mesnevî’nin birçok yerinde görülür:

“Bu yanlış görmekse, görenin aklındaki zayıflıktan ileri gelir. Küllî akıl özdür. İçtir, parça buçuk akılsa deridir, kabuktur.

Haberleri tevil etme, kendini tevil et; kendi kafana, kendi beynine kötü de, gül bahçesine değil.

Ey Ali, Sen tamâmiyle akılsın, tamâmiyle gözden ibaretsin, gördüğünün birazcığını söyle.” (Mesnevi I/3756-3758)

Filozoflar küllî aklı yaratıcı kudretin aktif tecellisi olarak ele alırken mutasavvıflar onu insan-ı kâmilin her türlü kayıttan âzâd olmuş aklı olarak görürler ki o aynı zamanda Tanrı bilgisinin mazharıdır ve Cebrail’e benzetirler. Mevlânâ da “külli aklı” Cebraille birlikte anar. Sidretû’l-Müntehâ da akılla anlaşılmaz şeylerin sınırıdır, nihâi çizgisidir. Ondan öteye aşk refrefıyle gidilir. Vahdet, her türlü vehmi varlığın yok olmasıyla gerçekleşir, (Gölpınar, Mesnevi Şerhi I/s.293)

Nitekim şu beyitlerde bu tema işlenir:

“Aklı önce ona muallimdi, ondan sonra akıl ona bir şakirt kesilir.”

“Akıl cibril gibidir. Ahmed der, bir adım daha atarsan yakar yandırır bir adım beni.

Artık beni bırak bundan böyle sen yürü ileriye; a can padişahı, benim sınırım burasıydı.” (Mesnevi I/1069-1071)

A yol arayan! Mehdi de odur, Hâdi de o; hem gizlidir, hem de yüzüne karşı oturup durur o.

O ışık gibidir, akıl. Cebrail’idir onun; ondan aşağı derecede bulunan eser de kandilidir onun.” (Mesnevi II/820-821)

“Abdal’ın aklı, Cebrâil”in kanadına benzer; mil-mil, tâ Sidre”nin gölgesine uçar. (…)                                                                                                     (VI/4150)

Çin ülkesinde rezil etme kendini, bir akıllı ara, ayrılma ondan.

O ne derse, o zamanın Eflâtun’u, ne buyurursa ona uy, onun buyruğuyla yürü, bırak şu havana uymayı.” (Mesnevi VI/4154-4155)

Cüz’î akıllar arasında da derece farklarını belirten Mevlânâ bu konuda şunları kaydeder:

İyi bil ki akıllardaki bu ayrılık, bu aykırılık, mertebe ve derece bakımından, yeryüzünden gökyüzüne dektir.

Akıl vardır, güneş değirmisine benzer; akıl vardır, Zühre yıldızından da aşağıdır, akan yıldızdan da aşağı.

Akıl vardır, sarhoş kandiline benzer; akıl vardır, ateş gibi parıl parıl parlayan bir yıldıza benzer.

Önünden bulut kalktı mı, Tanrı tecellîsini gören bir ışık kesilir; akıllara faydalar verir.

Ama cüz’i akıldır ki aklın adını kötüye çıkarmıştır; dünya dileğinin, insanı dileksiz bir hâle getirdiği gibi. (Mesnevi V/459-463)

“Güzellerin, nasıl birbirinden farkları, üstünlükleri varsa insanların akıllarında da fark vardır.” (…) (Mesnevi III/1538)

Akıllardaki fark, asıl bakımındandır; bunda, Sünnîlerin sözlerini dinlemek gerek.

İ”tizal ehlinin sözüne aykırı olarak… Çünkü onlar, akıllar, asıl bakımından eşittir derler:

Derler ki: Tecrübe, bellemek, aklı çoğaltır, azaltır : böylece de birisi, öbüründen daha bilgili olur.” (Mesnevi III/1540-1542)

B- Aklın Mahiyeti ve Kuvveler

1-) Akıl- Melek- Nefs ve Duygular

Hz. Ali’nin, “Allah meleklere şehvetsiz akıl verdi; Ademoğullarınaysa ikisini de yükledi; kimin aklı şehvetinden üstün olursa o, meleklerden hayırlıdır; kimin şehveti aklından üstün olursa o, hayvanlardan da kötüdür” sözünü ele alan Mevlânâ kişinin aklıyla yükselip, nefsiyle düşebileceğini belirtir. (Ahâdis-i Mesnevî s. 118-119) Gölpınarlı Mesnevi Şerhi, III. s. 134

“Ateş, İbrahim’e ziyan vermedi; kim Nemrud’sa sen, ona kork de.

Nefis Nemrud’dur; akılla cansa Halil… Can, işin tam içindedir; nefisse delil peşinde. ” (Mesnevi II/3314-3315) Mevlânâ melekle aynı mahiyete sahip aklın, sadece nefisle savaştığını değil, aynı zamanda duygularla da savaşı olduğunu belirtir. Bu konuda şunları söyler: 

“Çünkü bu bölükten olan canın aklı üstündür; şüphe yok ki akıl da, yaratılışta melekle aynı cinstendir.” (Mesnevi IV/2703)

“Aklın, temizlikle, bir başka akılla bitişip buluşması, sevgiyi gün geçtikçe arttırır.

Fakat nefsin, aşağılık nefislerle bitişip buluşması, iyice bil ki soluktan soluğa, sevgiyi azaltır.” (Mesnevi III/2960-2691)

“Hüdhüd’ün bedenini hüdhüd gördü, canınıysa zümrüdü anka; duygusu, bir köpük gördü onu; gönlüyse deniz.

Akıl!, bu iki renkli tılsımlar yüzünden duyguyla Muhammed’in Ebû- Cehille savaştığı gibi savaşır durur (…)

Duygu gözüne toprak serp; duygu gözü, aklın da düşmanıdır, dinin de.” (Mesnevi II/1604-1607) 

2– Aklın gücü ve değeri

a) İnsan akıldan ibarettir.

“Çünkü sen, o akıldan ibaretsin, başka neyin varsa aklı örter. Kendim yitirme, saçma sapan şeylerle uğraşma.

Bil ki her şehvet, şaraba, afyona benzer; aklın perdesidir; akıllı, onun elinden şaşırır gider.” (Mesnevi IV/3611-3612) 

b) Akıl ilâhi bir lütûftur.

Lûtfuyla cansızlara akıl yaratır; kahrıyla akıllının aklını alır.

Lûtfuyla cansızlarda akıl’belirir; kahrıyla akıllardan akıl da kaçar, bilgi de.

Buyruğuyla oraya yağmur gibi akıl yağar; bu yanın aklıysa

Tanrı gazabını görür de kaçar.”(Mesnevi IV/2820-2822)

c) Akıl kandil fitilidir.

Şu akıllar, aydın kandillere benzer; yirmi kandil, elbette bir kandilden daha artık aydınlık verir. 

Olabilir ya; belki de aralarında, gökyüzünün ışığından uyanmış bir kandil bulunur.” (Mesnevi VI/ 2619-2620)

d) Akıl kavrar ve anlar.

“Birşeyi kavramak, anlamak, bellemek, hatırlamak aklın işidir; bunları yücelten akıldır. 

İnci yoksa parıltısı nasıl olur? Hatırlatan olmadıkça bir şey den kaçınılır mı hiç?

Şu istek de akılsızlığından ileri gelir; çünkü ahmaklık nasıl bir huydur, göremez ki. 

O pişman oluş, zahmetin sonucudur; define gibi apaydın akıldan değildir” (Mesnevi VI/2293-2296) 

“Bu baş ağrısının, hangi tohumun meyvası olduğunu aklı fikri olan tanır, anlar.

Dalla meyve, tohuma benzemez ki… erkil suyu, insanın bedenine benzer mi hiç?

Hayâle, esere benzemezken, tohum hiç ağaca benzer mi?” (Mesnevî V/3978-3980)

“Aklı keskin kişi, tencerede tatlı yemek mi var, sirkeli, ekşi yemek mi; dumanından kokusundan anlar.

Yiğit, bir yeni çömlek mi alacak, alırken eliyle vurur, çıkardığı sesinden çatlak olup olmadığını anlar.” (Mesnevi VI/41209-4910)

“A ihtiyatlı kişi, köpeğe bile bir lokma ekmek atsan, önce koklar da sonra yer. O burnuyla koklar, bizse akılla… Evet, birşeyi biz, herşeyi inceden inceye anlayan akılla koklarız.” (Mesnevi III/3499-3500) 

e) Akıl anahtardır.

“Akıl anahtarı olmadıkça bu kapıyı açmaya kalkışmak, boş emektir; doğru değildir de.”(Mesnevi VI/4088)

f) Akıl klavuzdur.

“Kendine gel, yola düş de sakaldan vaz geç; bırak şu benliği- bizi iği, vesveseyi.

Bırak da gül kokusu gibi âşıklarla beraber ol, onların önüne geç; götür gül bahçesine onları, yol göster onlara.

Gül kokusu nedir? Aklın fikrin soluğu; ölümsüzlük mülküne bir güzel kılavuzdur aklı.” (Mesnevi V/3349-3351)

“Serkeş ata gem vurmadan pek binme; aklı, dîni kendine kılavuz edin vesselam.” (Mesnevi IV/465)

“Eyvanlar olsun o kuşa ki, kanatları çıkmadan yücelere uçmaya kalkar da tehlikeye düşer. İnsanın kolu kanadı akıldır; aklı yoksa, başka bir aklı kılavuz edinmesi gerek.

Ya üst ol, ya bir üstünü ara; ya görüş sahibi ol, ya bir görüş sahibini ara.” (Mesnevi VI/4085-4087) 

g) Akıl dinin esasıdır.

“İnsanın insanlığı aklıyladır. Aklı olmayanın dini de yoktur” hadis-i şerifini esas alan Mevlânâ akılsız birine dînî tebliğin bile yapılamayacağını belirtir. Ona göre akıl bir cevherdir ve belirttiği bir hadise göre de namaz ve oruçtan daha kıymetlidir. O aynı zamanda Arş’tan ışık alır. Mevlânâ’yı dinliyoruz:       

“İyi işleri caiz gören peygamber, ne de güzel söyledi:

Aklının bir zerresi, oruçtan da yeğdir, namazdan da.

Çünkü akıl cevherdir, bu ikisiyse araz; bu ikisi, onun tam oluşuyla farz olur.” (Mesnevi V/619)

3-Akıllı kimdir?

Mevlânâ’ya göre akıllı olan kişi, aklını yerinde kullanan, hem dünya hem ahiret yolunda ondan istifade eden, kendini hidayete ve hakikate götürecek şekilde aklını kanalize eden, aldanmayan, aldatmayan, derûnû manadan anlayıp, kendini yüce hakikate verip ölümsüzlüğe eren kimsedir.

Mesnevî’nin muhtelif yerlerinde bunu dile getirir. Birkaç örnek verirsek:

“Akıllı ona derler ki elinde meşalesi olsun; o meşaleyle öne düşsün, yolculara kılavuzluk etsin.

O öne düşen, kendi ışığının peşine düşmüştür; o kendinden geçmiş kişi, kendisine uymuştur.

O kendisine inanmıştır; siz de onun canının elde ettiği nura inanın. 

Yarım akıllı da, bir akıllıyı kendisine göz edinmiş, ona uymuş kişidir.

Kör, kendisini yedenin elini nasıl tutarsa o da, elini o akıllıya vermiş, onunla görür bir hâle gelmiş, onunla çevikleşmiş, yücelmiştir.” (Mesnevi IV/2188-2192) 

“Bu Kelile ve Dimne, tamamiyle yalan; yoksa kargayla leylek nasıl savaşır?

Yâni böyle mi diyorsun sen? A kardeş, hikâye, masal, bir ölçeğe benzer; mânâ ise içindeki buğdaydır. 

Akıllı kişi mânâ buğdayını alır; alınıp götürülse bile ölçeğe bakmaz.” (Mesnevi II/3629-3631)

“Akıllı kişinin katında senin delilin, gerçekte, o hekimin delilinden daha da kokmuş bir delil.” (Mesnevi VI/2511)

“Halil gibi aklı başında bir ersen ateş, suyundur senin, sen de pervanesin.” (Mesnevi V/438) 

“Akıllılar, ebedî olarak ölümsüzlüğe ermişlerdir; bu yüzden anlam bakımından bu dünya da ölümsüzdür.” (Mesnevi VI/2431)

Aklın varsa bir başka akılla dost ol da işlerini onunla danışarak yap babacığım. 

İki akılla pekçok belâlardan kurtulursun; ayağını göklerin yücesine basarsın.” (Mesnevi IV/1262-1263) 

4- Akıllı- ahmak çatışması.

Mevlânâ aklın ve akıllının ehemmiyetini, akıl ve akılsızlık ve akıllı ile ahmak arasında yaptığı mukayeselerde ortaya koyar.

Akıllı kişinin düşmanlığı, bilgisizin doğruluğundan hayırlıdır” hadis-i şerifini zikreden Mevlânâ (Gölp, II/s.294):

“(…) Akıllı birinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir.

Peygamber, akıldan doğan düşmanlık, bilgisizin sevgisinden daha iyidir demiştir.” (Mesnevi II/1874-1875) . 

Akıllı ve akılsızı işin sonunu önceden görme konusunda da değerlendirir:

“Akıllılar, önceden ağlarlar; bilgisizlerse işin sonunda başlarını vururlar.

İşin başlangıcında sonucu gör de ceza gününde pişman olma.” (Mesnevi III/l623-1624)

“Bilgisizin sonunda göreceği şeyi, akıllılar önceden görürler.

İşlerin sonu başlangıçta bilinmez, görünmez ama akıllı, işin sonunu önceden görür suça batansa, en sonra görür.

İşlerin önü gizlidir; fakat sonunu, akıllı da apaçık görür, bilgisiz de. 

A inatçı, gizli şeyi görmüyorsan ihtiyatı da sel alıp götürmedi ya. 

İhtiyat dediğin nedir? Dünya işine karşı kötü zanda bulunmak; soluktan soluğa ansızın gelebilecek belâları görmek.” (Mesnevi III/2198-2202)

“Sana aynada görünen bu takdiri ben, kerpiçte gördüm.

Akıllı kişi, işin sonunu gönlüyle önceden görür; bilgisi az olan kişiyse işin sonunda, o iş olup bitince görür.” (Mesnevi III/3372-3373)

“Hani aklı kıt kişi gibi aklının azlığından her solukta tövbesini bozar da suç işler.

Kararının zayıflığı yüzünden o tövbesini bozan kişi, zamanede İblis’in maskarası olur gider.” (Mesnevi IV/3384-3385)

Akılsız insanı ve ahmakları hiç sevmeyen Mevlânâ yeri geldikçe onlara en ağır eleştiriler yapar. Bunlardan en çarpıcı olanı Hz. İsa’nın bir ahmaktan dağa kaçışını hikâye edişidir. Hz. Mevlânâ’yı dinliyoruz:

“Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da onlardan kaçıyormuş gibi bir dağa kaçıyordu.

Birisi, ardından koşup dedi ki: “Hayrola.. peşinde kimse yok, neden böyle kuş gibi kaçıyorsun? “

İsa, öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi.

Adam bir müddet İsa’nın peşinden koştu, ardını bırakmayıp bağırdı: 

“Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun? Merak ettim.

Ardında ne aslan var, ne düşman, ne bir şeyden korkmana lüzum var, ne bir şeyden ürkmene sebep! O tarafa doğru neden koşuyor, kimden kaçıyorsun a kerem sahibi? “

İsa dedi ki: “Bir ahmaktan kaçıyorum. Yürü, benim yolumu kesme, kendimi kurtarayım!”

Adam dedi ki: “Körün gözlerini, sağırın kulağını açan Mesih sen değil misin? ” dedi.

İsa, “Evet benim” dedi. Adam “Gayb afsunlarına me’va olan.

O afsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp dirilten padişah sen değil misin!”

İsa, “Evet benim”dedi. Adam “Peki, öyleyse ey tertemiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun?

Âlemde bu kadar mucizelerin varken senin kullarından olmayan kim?”

İsa dedi ki: “Teni eşsiz örneksiz yaratan, canı ezelden halkeden Tanrı ‘nın tertemiz zatına and olsun.

Onun pak zatiyle sıfatları hakkı için, felek bile yenini, yakasını yırtmış, ona âşık olmuştur.

O afsunu, o Ism-i Azam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu.

Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı!

Ölüye okudum, dirildi. Hiçbir şey olmayan, vücudu bulunmayan şeye okudum, meydana geldi, bir şey oldu!

Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi; (Mesnevî III/2570-2588) (izb.)

III-Mevlânâ’da Aklın Kritiği

Yukarıdaki beyitlerden de anlaşılacağı gibi akla çok fazla değer atfeden, onu Allah yolunun kandili yapan Mevlânâ aklı kritik etmeden de edemez. Bugüne kadar Mevlânâ’da akıl konusunda yapılan çalışmalarda önemli bir eksiklik ise Mevlânâ’nın aklı hem övdüğü hem de pek itibar etmediğinin vurgulamasıdır ve Mevlânâ’nın çelişki yaratan bir dilemma içine itilmiş olmasıdır. Halbuki Mevlânâ’nın akıl anlayışı tam olarak incelenmiş, aklın çeşitleri, fonksiyonları, değer ve sorunları tam olarak ele alınmış olsaydı, onun hakkında daha isabetli karar verilmiş, Hz. Mevlânâ daha iyi anlaşılmış olurdu.

“Hz. Mevlânâ’da aklın kritiği” konusunda yapılması gereken iki husus vardır. Birincisi, aklın zaafları ve hangi akılda bu zafiyetler vardır? İkincisi de aklın sınırı ve nerelerde yetersiz kaldığıdır. Şayet aklı kullanmayacaksa, akla niye bu kadar övgüler yağdırıyor?

A- Aklın Zafiyetleri

Mevlânâ aklını dünya işlerine kaptırmış olan kişilerin vehim ve şehvet karanlığında kıvrananların aklını, fikrini nefsin arzularını, hevâ ve hevesine kaptırmış olanların akıllarını zafiyet içinde görür. Akıllarını başlarına almalarını, şayet bu mümkün görülmüyorsa, o aklı terketmelerini öğütler.

“Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır. Şehveti dokuyan akla akıl deme! (…)

Vehimle akıl, mihenkler olmadıkça meydana çıkmaz. Her ikisini de mihenge vur!” (Mesnevi IV/2301-2303 (Izb))

“Akıl keskindir ama ayağı gevşek; çünkü gönül yıkılmıştır da beden sağlamdır.

Halkın akılları, dünya işinde kıvranır durur; ama şehvetten geçmek hususunda düşünceleri, hiç mi hiç yoktur.” (Mesnevi VI/119-120) 

Mevlânâ insanı aldatan, emel, hırs, benlik ve bencilliğe bağlanmış akla yalancı akıl adını vermekte ve böyle aklın ise insana herşeyi ters göstereceği kanaatindedir.

“A ahmak, yalancı akıl, herşeyi ters görür, diriliği de ölüm sanır ” (Mesnevi II/1764) 

“O pis adam, şeyh hakkında herzeler savurmasaydı… Eğri akıl, boyuna eğri görür zâten.” (Mesnevi II/3403) 

Mevlânâ, Tanrı’yı bırakıp öküzü kendilerine Rabb ittihaz eden Benî İsrail kavminin, inatları (Mevlânâ’nın ifadesiyle eşeklikleri) yüzünden akılları Sâmirî’nin büyüsüne yenik düşmüştür. Bunu şöyle anlatır:

“Bir lâfla öküz, sence Tanrılığa lâyık oluyor da benim peygamberliğimi nasıl kabul etmiyorsun?

Eşekliğinden bir öküzün karşısında secde ettin; aklın Sâmirî’nin büyüsüne av oluverdi.” (Mesnevi II/2046-2047)

“Nefsini öldür de dünyayı dirilt… O, efendisini öldürmüştür, sen onu kendine kul köle et.

Öküzü dâva eden, nefsindir; o, kendisini efendi yapmıştır, ulu sanmıştır; kendine gel

Öküzü kesense aklındır senin; yürü, beden öküzünü keseni inkâr etme.

Akıl tutsaktır, boyuna Tanrı’dan zahmetsiz tabak tabak nimet ister, rızıkdiler.” (Mesnevi III/2505-2508) 

Kendini beğenen, aklını herkesin aklından üstün gören kişinin aklını Mevlânâ kabul etmez.

“Aklını, benim aklımdan üstün görmüşsün ama şu kısa akıllıyı da nasıl görmüşsün; bir de onu söyle.

Hiç bir şeyden haberi olmayan kurt gibi üstümüze atılma; senin gibi, adamı utandıracak bir akıllı olmaktansa, akılsız kalmak daha yeğdir. 

Çünkü aklın, insanlara ayakkabı kesilmiş. Ona akıl demezler; yılandır, akreptir o.” (Mesnevi I/2336-2338)

Mevlânâ Habil ile Kabil olayını anlatırken nefsi kavgaya benzetmekte ve metaforik bir ifadeyle nefse uyan aklı, karga kuyruğuna takılan akıl olarak anlatır.

“Tanrı, Akl-ı Küll’e “Gözü ne kaydı, ne yanıldı” dedi; cüz’i akılsa her yana bakar durur.

Hasların ışığı, kaymayan, yanılmayan akıldır; karga akılsa, ölülerin mezar ustasıdır. .

Kargaların kuyruğuna takılıp uçan akıl yok mu; karga o aklı mezarlığa götürür.

Kargaya benzeyen nefsin ardından koşma, kendine gel. Çünkü o seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil.

Gideceksen, gönül zümrüdüankasının peşinden Kafdağı’na, gönül Mescid-i Aksâ’sına git.” (Mesnevi IV/1309-1313)

B- Aklın Yetersizliği

1- Aklın Sınırı

Mevlânâ’ya göre akıl her ne kadar, insanın her zaman başvurduğu güçlü bir yardımcısı olsa da kendine bir rehber almaksızın, bir yol gösterici edinmeksizin hedefe varması pek mümkün olmaz. Hatta dünyanın tılsımının ve efsunlarının düğümlerinin çözülmesi hep bu rehberin, Peygamberin yardımıyladır. Hatta Kur’an’ın en derin anlamını bilge aklın idrak etmesi mümkün olmaz. Mevlânâ Mesnevî’de şunları yazar:

“Bir büyücü karı olan dünya, pek bilgiç bir kadındır; onun büyüsünü çözmek, halkın harcı değil.

Akıllar, onun düğümünü çözebilseydi Tanrı, peygamberi yollar mıydı hiç? ” (Mesnevi IV/3196-3197)

“Bu arı duru tertemiz denize, bu temizlik denizinde kaptan ol. Çünkü ey Mustafa, ikinci Nuh’sun sen buyurdu.

“Akıllara bir yol gösterici gerek; her yolda böyledir bu; hele

deniz yolu olursa.

Kalk da yolu vurulmuş kervana bir bak; her yanda kaptan kesilmiş bir gulyabanî var.” (Mesnevi IV/1458-1460)

“Kur’an’ın harfleri, bil ki görünür; fakat bu görünen harflerin, onlardan çıkan mânânın altında, pek kahredici, pek güçlü bir de iç mânâsı var.

Onun altında bir iç mânâ daha, ondan sonra bir üçüncü iç mânâ var ki orada bütün akıllar yiter gider.” (Mesnevi III/4245-4246) 

Görüldüğü gibi, Mevlânâ’nın bazı konularda aklı yetersiz görmesi, ona bir rehber önermesi aklın bir nevî imkânı değil, bilâkis akim bir kritiğidir. Kısaca akla bir sınır çekme keyfiyetinden ibarettir. Zaten akıl, fonksiyonlarını kendi faaliyet alanı içinde gösterecektir. Sınırını aştığında aklın yanılması mukadderdir. 

2- Akıl ve Metafizik Âlem

Mevlânâ aklın yetersizliğinin en bariz örneklerinin metafizik alanda olduğunu söyler. O alan aklın değil aşkın hüküm sürdüğü alandır. Orada hayalin, vehmin karanlığı ve tuzağından uzak, mutlak varlığın aşkının şuuruyla dolu bir psikoloji hâkimdir. Mevlânâ:

“Çünkü ölümden önce göçmüş o; öldükten sonra anlaşılır, akılla anlaşılmaz” (Mesnevi IV/748) 

“Akıl oldun mu, bütün olgunluğuyla aklı bilirsin, âşık oldun mu, aşkın yanıp kavrulmuş fitillerini anlarsın.” (Mesnevi VI/761) 

“Âşıktan daha deli kimse yoktur; ama akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.” (Mesnevi 297)

“Akıllıyım ama Tanrı delisiyim; bunu aklında tut da kendimde olmayışımı mazur gör. ” (Mesnevi III/670) 

demektedir.

Mevlânâ   aklın   metafizik   sahada   yeterli   bir   idraka   sahip olamayacağını, her

Tanrı’yı arayışında O’na ulaşamayacağını belirtir.

“Akıl, Tanrı gölgesidir, Tanrı ‘ysa güneşe benzer; gölgenin, onun güneşine karşı parlaklığı mı olur, ona karşı dayanabilir mi? (Mesnevi IV/2110-2111)

“O birlik, aklın anlayacağı birlik değil; bunu anlamak, adamın ölümüne bağlı.

Bunu akılla anlamaya imkân olsaydı, nefsi öldürmek vacip olur muydu hiç?

Akılların, fikirlerin padişahı, bu kadar merhametliyken,

lüzumsuz yere nasıl olur da nefsi öldür der? ” (Mesnevi VI/ 2689-2691) 

“Allah aşkına gülü anlatmayı bırak, gülden ayrılmış bülbülü anlat. 

Bizim coşkunluğumuz ne gamdandır, ne neş’eden. Bizim aklımız, fikrimiz, hayalden, vehimden meydana gelmez. 

Pek az bulunur bir halden meydana gelir; bunu inkâr etme; çünkü Tanrı ‘yı da pek az kişi bulabilir. “

O hali, insan hali ile kıyaslama; cevirde, ihsanda konaklama.” (Mesnevi I/1810-1813)

Mevlânâ mutlak hakikati idrakte aklı değil aşkı tavsiye eder. “Hastanın aklı onu hekime çeker, götürür ama aklı, kendisine ilâç olmaz” (Mesnevi IV / 3323) der. Bu konuda bir deniz yolculuğunu misal olarak verir. Ona göre denizde iki şekilde ilerlemek mümkündür. Yüzerek ve gemiye binerek. Yüzmek iyi bir meziyettir ama fazla yol alınmaz. Garkolmak bir gün mukadder olur. Gemiye binerek yol almak ise daha uygundur. “Aşk ileri gidenler için gemiye benzer. Gemiye binen kişinin bir âfete uğramsı nadirdir, çok defa kurtulur. Aklı, zekâyı sat da hayranlığı satın al.. Akıl ve zekâ zandır, hayranlıksa bakış, görüş!” (Mesnevi IV, 1403-1407) (İzb.)

Görüldüğü gibi metafizik âlem için akıl ancak zanda bulanabiliyor. Zira akıl sırrını aşmıştır. Aşkın sahasına girmiştir. İşte bu durumda Mevlânâ: “Aklı, Mustafa’nın önünde kurban et. Hasbiyallah de, yani Allah bana yeter!” (Mesnevi IV/1408) (İzb.) Mevlânâ bu durumda bile akıl ötesi bir akıl anlayışı getirmektedir. Böyle bir akıl, dostu neredeyse ordadır. Nitekim diyor ki:

“Aklı, dostun aşkıyla kurban et: zâten akıllar, dost ne yandaysa o yandadır.

Akıllar, akıllarını o yana yollamışlar: Buyanda kalan akılsa, sevilmeyen ahmak olan akıldır.

Şu aklın şaşkınlıkla başından giderse saçının her teli bir baş olur, bir akıl kesilir. ” (Mesnevi IV/1424-1426)

“Nitekim yokluktan varlığa geldin… Kendine gel de söyle bakalım: Nasıl geldin? Sarhoş geldin. Geldiğin yollar hatırında kalmadı ama sana bir işaret vereceğiz; bir sözceğiz söyleyeceğiz. Aklını fikrini bırak da ondan sonra akıl et…

Kulaklarını tıka da ondan sonra kulak ver. ” (Mesnevi III / 12120-1292) 

IV- SONUÇ

Mevlânâ’da akıl ve aklın kritiği üzerine yapmış olduğumuz araştırmayı sonuca götürmek istediğimizde görülüyor ki, Mevlânâ aklı en ulvî meleke olarak kabul etmekte, onu insanın bütün işlerinde başvurduğu bir kaynak olarak ele almaktadır. Akıl insana ilahî bir lütuf, bir kılavuzdur. Ancak akıl ilahî varlığa olan vuslat konusunda yetersizdir. Oraya aşkla ulaşmalıdır. Akıl sahasını aşan yerlerde doğru kararlar veremez. Onun için hakikate ulaşma ve onu idrak konusunda akıl yetersiz kalmaktadır. Orada akıl yerini aşka terketmelidir. Mevlânâ’nın akla yönelttiği kritikler ona bir sınır çekme keyfiyetinden ibarettir. Aklı hor gördüğünden, tamamen terk edilmesi gerektiğinden değil. Zaten akla verdiği bu değerler ve akılla aşk arasında kurmuş olduğu köprü onu diğer mutasavvıflardan ayırmakta ve Türk – İslam düşünce tarihinde kendisine has bir yer kazandırmaktadır.