MEVLANA’DA AKIL (Tanımı, Fonksiyonu ve Değeri)

A+
A-

MEVLANA’DA AKIL (Tanımı, Fonksiyonu ve Değeri)

 Akıl nedir?

“Altın taç” olarak nitelendirdiği aklı Mevlânâ, Allah’ın yarattığı en yüce varlık,[1] doğru yola ulaştıran bir yoldaş,[2] inciler ve nurlar saçan, ışıklı bir ülke,[3] vücudu idare eden emir,[4] gönül padişahının veziri,[5] zorlukların aşılmasını sağlayan ve hızır gibi yol gösteren bir kılavuz[6] olarak görmektedir.

Mevlânâ aklı bir şeyin ağırlığını veya değerini tartan teraziye benzetir. “On sekiz bin âlemde, hiçbir şey yoktur ki terazisiz üstünlüğü anlaşılabilsin yahut tartılmadan bayağılığı meydana çıksın.”[7]

Akıl, en ulvi bir meleke olup insanın bütün işlerinde başvurduğu bir kaynaktır. Bir başka ifadeyle akıl, melek cinsinden olup, ruh gibi latiftir. Meleğin kuş gibi kanatları var, akıl ise, kanatsız uçar. Bunlar birbirine yardım eden iki dost gibidir. Hem melek, hem de akıl Hakkın keremi olup; Adem’e yardımda bulunmuşlar ve secde etmişlerdir. Bunların aksine nefis ve şeytan, bu iki kâfir ise Adem’e hem düşman olmuş, hem de haset etmişlerdir.[8]

Bir şeyi kavramak, anlamak, hıfzetmek, hatırlamak aklın işidir.[9] O, insanı yanlıştan, eğriden ve kötüden meneder.[10] Akıl, akıllı kişinin iyi kötü her şeyini ayarlayan bir bekçidir.[11]

Hepsinden önemlisi, akıl insana ilahi bir lütuf, bir kılavuzdur.[12] O yüceler yücesi Allah, iki dünyadan da önce aklı yaratmıştır.[13] Akıl, bir şeyi görmeyi, kavramayı, anlamayı, bellemeyi, hatırlamayı sağlayan yüce bir güçtür.[14]

Mevlana’nın düşünce sisteminin daha iyi ve rahat anlaşılması için akıl sözcüğünün zekâ ile olan ilişkisine bakmak gerekmektedir. Bu mukayeseyi yapmazsak Mevlana’nın yer yer çelişkiye düştüğü zehabına kapılırız. Zira o, aklı kritik ederken hem övmekte hem de yermektedir. Bunun sebebi ise onun aklı eleştirirken bu kavrama hem akıl manasını hem de zekâ manasını yüklemesinden kaynaklanmaktadır. Zekâ ile akıl manaca birbirine yakın olsalar da temelde birbirinden oldukça farklı kavramlardır. Zekâ kavramı her ne kadar akıl kavramının yerine kullanılsa da, onu kapsayacak kadar olaylara bütüncül gözle bakmaz. Zira yaygın ve etkili bir eğitimle desteklenen bir düşünce, yüksek zeka düzeyine ulaşsa da, bunu akıl diye nitelendiremeyiz. Zekâ, insanın bir takım ihtiyaçlarını yerine getirmek için beyin merkezli çalışan bir melekesidir.[15] O, insanın akıl, anlayış yeteneğinden daha ziyade belli bir duruma uyum sağlama yeteneğidir. Şu da bir gerçektir ki; insanın mantık kurallarına göre tutarlı olması onun hem akıllı hem de zeki olduğunu göstermez. Şizofreni ve paranoyak insanlar da son derece zeki olabilir.

Akıllı kimdir?

Mevlânâ’ya göre akıllı olan kişi, akılsız ve ahmağın aksine, aklını yerinde kullanan, elindeki (ilim) meşalesi ile örnek ve önder olan,[16] delil arayan ve delile önem veren,[17] kendini hidayete ve hakikate götürecek şekilde aklını kanalize eden, aldanmayan, aldatmayan, hem dünya hem ahiret yolunda akıldan istifade eden, şekle değil mânâya önem veren,[18] başka akıllarla dost olan ve onlarla istişare eden,[19] pişmanlık yaşamamak için işi önceden düşünen, işin sonunu önceden gören, sağlam karar alan ve iyi amelde bulunan,[20] kendini yüce hakikate verip ölümsüzlüğe eren kimsedir.[21]

Aklın fonksiyonu ve değeri

Mevlânâ’nın, akıl kavramını eserlerinde geniş boyutta ve kritiğe tabi tutarak ele aldığını görürüz. O, söz konusu eserlerinde, cüz’i, ferdi ve kazanılmış aklı eleştirse de aşağıdaki örneklerde göreceğimiz gibi, her şeye rağmen aklın hakkını teslim etmiş, yer yer akla övgülerde bulunmuş ve kişinin aklını kullanmasının gerekliliği üzerinde durmuştur.

Mevlânâ, aklın aşk sahasında ve metafizik âlemde yetersiz olduğunu her fırsatta dile getirmesine rağmen yer yer aklın önemini vurgulamayı ihmal etmez.[22] İki âlemden de önce yaratılan akıldır.[23] Allah akıldan daha yüce bir varlık yaratmamış, ondan daha sevgili bir varlık halk etmemiştir. Ona göre akıl ezelde ilk yaratıldığında Allah’ın emirlerine itaat etmesi sebebiyle yüce bir varlıktır. Allah akıl sayesinde tanınır, onunla kulluk edilir; onunla itaat olunur; onunla sevap verilir alınır, ondan dolayı azap hak edilir. Hadis-i şerife göre Allah akıldan yüce olan bir varlık yaratmamıştır.[24]

Mevlânâ Kur”an”da yerlerin ve göklerin yüklenmekten çekindikleri ancak insanın cüret göstererek yüklendiği ilahî emanetin[25] insanın akıl ve irade sahibi sorumlu bir varlık olması olduğunu belirtir.

Mevlânâ, dünya işlerinin akıl yardımıyla yerine getirildiğini, akıllı kimselerin dünyevi bazı felaketleri akılları sayesinde önceden görüp tedbirler alabileceklerini, yıkılmaya yüz tutmuş eski bir ev örneğini vererek işlemektedir.[26]

Akıl ilâhi bir lütûftur.[27] Mevlana’nın ifadesiyle “insan akıldan ibarettir.”[28] Akıl kavrar, anlar, beller, hatırlar ve tanır.[29] O, insanı yanlıştan, eğriden ve kötüden meneder.[30]

Akıl klavuzdur; ön açar, yol gösterir.[31] O kandil gibi aydınlatır.[32] O, kapalı veya bilinmeyen yerleri açan anahtar gibidir;[33] insanın kolu kanadıdır.[34]

Bu gibi önemli fonksiyonundan dolayı akıl dinin esasıdır. Zira “Aklı olmayanın dini de yani sorumluluğu da yoktur” hadis-i şerifini esas alan Mevlânâ akılsız birine dînî tebliğin bile yapılamayacağını belirtir. Ona göre akıl bir cevherdir ve Hz. Peygamberimizin belirttiğine göre namaz ve oruçtan daha kıymetlidir.[35]

Mevlânâ aklın bir usturlaba benzediğini ve varlık güneşinin yakınlığının onunla bilindiğini söyler.[36] Nasıl ki biz usturlap sayesinde güneşe olan uzaklığı ölçüyorsak akıl sayesinde hakikate olan uzaklığımızı ve yakınlığımızı biliriz.

Akıl, faydalanacağı şeyi arar.[37] Akla uyan önce daralır ama sonunda yüzlerce genişliğe uğrar.[38] O, kadının da erkeğinde emniyetini sağlayan güçtür.[39] Haliyle o insana kol, kanattır. Fakat bunu anlamak için de yine akıl gerekir.[40]

Mevlânâ’ya göre aklın rollerinden biri de işlerin sonunu veya ileriyi görmesidir.[41] Cahilin sonunda göreceği şeyi akıllılar önce görür.[42] Eşyanın arkasındaki hakikate vakıf olan akıldır.[43] Akıl, gözün göremediğini anlar. Çirkinle güzel, akla kara akılla ayırt edilir.

Akıl insanı dost iline yol gösteren bir kılavuzdur.[44] Mevlânâ’ya göre tabiat düşmandan hıncını çıkarmak ister ama akıl, nefse demirden bağdır. Akıl nefsi kötülüklerden meneder.[45] Zaten Mevlânâ’nın övdüğü akıl, nefsin heva ve isteklerine uymayan aksine nefsi kontrol eden akıldır:

İmana mensup akıl adil bir şahne[46]ye benzer, gönül şehrinin bekçisidir, hâkimidir.

Kedi gibi aklı uyanıktır onun, hırsız, fare gibi delikte kalakalır!

Nerde fare çıkar, bir şeye el uzatırsa ya orada kedi yoktur yahut varsa bile sûreti vardır!

Kedi nedir? Aslanları yıkan aslan, tendeki imana mensup akıl!

Onun görünüşü yırtıcı hayvanlara hâkimdir, narası, otlayan hayvanları meneder!”[47]

Aslını, ahdini, özünü, kaynağını unutmayan, hatırlayan ilahi bağıştır.[48]

Çalışır, çabalar akla kulluk edersen, aklın vereceği şudur: seni daha fazla doğru yola götürür…[49]

Çünkü bu hevânın, bu hevesin, gözü açtır; içinde bulunduğu çağı görür ancak; akılsa din gününü düşünür.

Aklın iki gözü de işin sonundadır; o gül için dikene katlanır, onun zahmetini çeker durur![50]

Aklın değerli olmasının bir diğer sebebi de nefsin zıddı oluşudur:

Aklın hususiyeti neticeyi düşünmektir. Nefis ise akıbeti düşünmez.[51]

Akıl galip olursa, nefsin zayıflar. Zira ağır biniciden eşek zayıf düşer.[52]

Mevlânâ insanın emniyeti ve huzuru için aklın gerekli olduğunu[53] söyleyerek akıllı kişinin dünya gamı yemeyip dünya nimetini elde edeceğini, akılsızın ise nedamet içinde bu nimetten mahrum kalacağını ifade eder.[54]

Mevlânâ’nın akla değer verdiğinin en önemli göstergesi, Dîvân-ı Kebîr adlı eserinde mürşidini, ekseriyetle akılla teşbih etmiş bulunmasıdır:[55]

Alımın eşsiz padişahsın, güzelliğin özü, toprakla, suyla nasıl nasıl karılır ezilirse sen de canla, akılla karılmışsın; can olmuşsun, akıl olmuşsun!”[56]

Eşeğin sesi kaybolduysa ne var? Aklın seni çağırışı, Mesih’in daveti gibidir sana![57]

A bukalemun, ne olur akıl gibi bir huyun, bir gönlün, bir canın olsa!”[58]

Mevlânâ akıllı kişiyi över ve akıllı insanlarla dost olunmasını ister.[59] Ona göre akıllı kişi kendisinde var olan akıl yetisiyle emniyet ve huzur içindedir. Aklı sayesinde içgörü kazanır, marifetler elde eder.[60] Yine akıllı kişi neyi, nerede, ne zaman arayacağını bilen kişidir. O, dünyanın tuzaklarına düşmeme konusunda da tedbirlidir.[61] Akıllı kişiler dert ve ihtiyaç zamanında Allah’ın huzurunda ağlayıp inlerler.[62]

Mevlânâ insanı doğru yola ulaştırmasında gerçek aklın insana önderlik etmesini ister. Gerçek akıl ise akılların aklı olan nebilerin ve velilerin aklıdır.[63] İnsana önderlik eden aklın, aklın sınırlılığını ve yetersizliğini tecrübe etmiş, bu konuda aklın nereye kadar etkin olabileceğini bilen bir akıl olması gerektiğini söyleyen Mevlânâ, aksi durumda ise karganın kılavuzluk etmesi gibi her adımda yanlış yerlere gideceğini belirtir.[64] Akıl zaten ona derler ki Allah yaylasında yayılmış, O’nun nimetlerini yemiş olsun… Utaritten gelen akla akıl demezler![65]

O, hakikate ulaşmamış önderlerin insan aklını gerileteceğini köye giden şehirli hikâyesini anlatarak uyarır ve sonuçta şöyle der:

Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hale sokar; aklı nursuz, fersiz bir hale getirir…

Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.

Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve hüccete atmış şeyh!

Akl-ı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.[66]

Akıl eserlerde Allah‘ın varlığını görür. Akıl görünmeyen varlığın eserlerini müşahede ederek Allah’a ulaşır. Her bilen kişi, her hareket edenin bir hareket ettiricisinin olduğunu bilir.[67]

Mevlânâ, aklın asıl görevinin manevi alanlarda insanı yücelere ulaştırmak, varlıktan geçip Allah’ı aramak olduğunu belirtir.[68] Ona göre akıllılar ebediliğe ulaşmışlardır.[69] Varlıkta asıl olan Hakkı bulmaktır.  Bunun vasıtaları ise akıl, aşk, bilgidir.[70] Aşk alanında her ne kadar akıl söz söyleme hakkına sahip olmasa da akıl taçtır ve insanın gayretiyle parlar, değer kazanır.[71]

Bunun yanısıra Mevlânâ’nın düşünce sisteminde aklın yetersizliği ve sınırlı oluşunu bir sonraki yazımızda irdelemek istiyoruz.

 

*   Semazen.net için 2018 yılında yazdıklarım, Mevlânâ’nın Düşünce Dünyası, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir, 2017 çalışmamdan alınmadır.

[1]      Mevlânâ Celaleddin Rûmî, Mecâlis-i Seb’a, çev. ve Haz. Abdülbâki Gölpınarlı, Konya 1965, s. 92.

[2]      Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Dîvânı Kebîr, çev. Ve haz. Abdulbâki Gölpıbarlı, Ankara 1992, c. III, s. 345, b. 3388-3389.

[3] Dîvân, c. VI, s. 7, b. 39; c. III, s. 345, b. 3388.

[4]  Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Çeviren: Meliha Ülker Anbarcıoğlu, MEB Yayınları, İstanbul, 19120, s. 84-85.

[5] Dîvân, c. I, s. 252, b. 2371.

[6]  Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Rubâiler, Çev. Nuri Gençosman, MEB Yay., İstanbul, 1974, Rubâiler-II, s. 327, Rubâi: 1575; Dîvân, c. III, s. 345, b. 3388.

[7] Mecâlis, s. 93.

[8]  Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî, Çev. Veled İzbudak (MEB Yayınları), İstanbul, l99l, c. III, s. 260, b.3193-3199.

[9] Mesnevî, c.IV, s. 185, b. 2293.

[10] Mesnevî, c.IV, s. 161, b. 1983-1985.

[11] Mesnevî, c. IV, s. 161, b. 1985.

[12] Mecâlis. s. 92.

[13] Mesnevi, c. VI, s. 154, b. 1936.

[14] Mesnevi, c. VI, s. 234, b. 2966. Bu ifadeyle insanoğlunun, elest bezminde, Rabbiyle yapmış olduğu ahidleşmeyi (misakı) hatırlaması (A’râf, 7/172); insanın akıl ve hür iradeye dayalı yükümlülüğü kabul etmesinin bilincinde olması (Ahzab, 33/72) kastedilir.

[15]    Göztepe, Yüksel, “Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Akla Eleştirel Bakışı”, Tasavvuf (Mevlânâ Özel Sayısı), Ankara 2005, s. 433.

[16] Mesnevî, c. IV, s. 177, b. 2188.

[17] Mesnevî, c. VI, s. 198, b. 2505-2509.

[18] Mesnevî, c. II, s. 279, b.  3631.

[19] Mesnevî, c. IV, s. 104, b. 1263-1264.

[20] Mesnevî, c. III, s. 176, b. 2197; c. IV, s. 132, b. 1622-1623.

[21] Mesnevî, c.V, s. 104, b.  1254-1259.

[22]    Bu konuda müstakil bir çalışma için bkz. Göztepe, Yüksel, “Mevlana Celâleddin Rumî’nin Akla Eleştirel Bakışı”, Tasavvuf Mevlânâ Özel Sayısı, Ankara 2005, s. 432 vd.

[23] Mesnevî, c.VI, s. 154, b. 1936.

[24] Mecâlis, s. 92.

[25]    Ahzâp, 33/72.

[26] Dîvân, c. III, s. 186.

[27] Mesnevî, c. IV, s. 226-227, b. 2820-2822; c. V, s. 54, b. 619.

[28] Mesnevî, c. IV, s. 288, b. 3611.

[29] Mesnevî, c. VI,  s. 182, b. 2293-2296; c. V, s. 323, b. 3978; c. III, s. 185, b. 2279; s. 285, b. 3499-3500; c. IV, s. 185, b. 2294; c. VI, s. 391, b. 41209-4910.

[30] Mesnevî, c. IV, s. 57, b. 657.

[31] Mesnevî, c. IV, s. 38, b. 465; c. V, s. 274, b. 3350.

[32] Mesnevî, c.VI, s. 206, b. 2617-2618.

[33] Mesnevî, c.VI, s. 324, b. 4077.

[34] Mesnevî, c.VI, s. 323, b. 4075.

[35] Mesnevî, c.V, s. 54, b. 619.

[36] Mesnevî, c. IV, s. 294, b. 3685.

[37] Mesnevî, c. VI, s. 157, b. 1967.

[38] Mesnevî, c. VI, s. 116, b. 1437.

[39] Mesnevî, c. IV, s. 306, b. 3861.

[40] Mesnevî, c. VI, s. 71, b. 851.

[41] Mesnevî, c. III, s. 275, b. 3372.

[42] Mesnevî, c. III, s. 132, b. 1622-1623.

[43] Mesnevî, c. VI, s. 234, b. 2966-2968.

[44] Rubâiler, c. I, s. 88, Rübâi: 427.

[45] Mesnevî, c. IV, s. 161, b. 1983-1984.

[46]    Şahne: Emniyet memuru, güvenlik görevlisi. (Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Lûgat, s. 976.)

[47] Mesnevî, c. IV, s. 161, b. 1986-19120.

[48] Mesnevî, c. IV, s. 185, b. 2289.

[49] Mesnevî, c. IV, s. 279, b. 3486.

[50] Mesnevî, c. IV, s. 103, b. 1260-1261.

[51] Mesnevî, c. II, s. 120, b. 1568.

[52] Mesnevî, c. II, s. 142, b. 1859.

[53] Mesnevî, c. III, s. 353, b. 4312.

[54] Mesnevî, c. V, s. 117, b. 1409.

[55]    Göztepe, Yüksel, “Mevlana Celâleddin Rumî’nin Akla Eleştirel Bakışı”, s. 433. Bkz. Dîvân, c. III, s. 295, 378; c. V, s. 138.

[56] Dîvân, c. III, s. 295, b. 2840.

[57] Dîvân, c. V, s. 91, b. 1035.

[58] Dîvân, c. V, s. 103b. 1193.

[59] Mesnevî, c. IV, s. 155, b. 2029.

[60] Mesnevî, c. III, s. 353, b. 4310-4316.

[61] Mesnevî, c. V, s. 117, b. 1413.

[62] Mesnevî, c. IV, s. 96, b. 1171-1173.

[63] Mesnevî, c. I, s. 200, b. 2498.

[64] Dîvân, c. V, s. 325, b. 3966-3967.

[65] Mesnevî, c. IV, s. 79, b. 3310.

[66] Mesnevî, c. III, s. 41, b. 517-523.

[67] Mesnevî, c. IV, s. 13, b. 153-155.

[68] Mesnevî, c. V, s. 29, b. 311-316; c. III, s. 353, b. 4313-1414.

[69] Mesnevî, c. VI, s. 192, b. 2426.

[70] Dîvân, c. III, s. 395, b. 3812.

[71] Dîvân, c. VII, s. 331, b. 4257; Mesnevî, c. IV, s. 185, b. 2288-22120.