MEVLÂNÂ’DA AKIL – NEFS MÜCADELESİ

A+
A-

MEVLÂNÂ’DA AKIL – NEFS MÜCADELESİ

Nefsin ve duyguların etkisi altında kalan aklın bazen kişiyi istenmeyen taraflara sevk ettiği görülmektedir. Mevlânâ’ya göre insan nefsi neye meylederse, meylettiği o şeyle aynileşir. Kişi Hâmân’a meylederse Hâmân’dan, Musa’ya meylederse Sübhan’dandır. Kişi eğer her ikisine de meylederse onda hem akıl hem nefis katışık durumdadır. Karanlıklar ilindeki nefis aydınlık akla galebe çalmamalıdır.[1] Bu durumda insana düşen kendine gelip nefsini yenmesidir.[2] Bunu başaramayanı Mevlana “Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma. Çünkü o seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil!”[3] diyerek şiddetle kınamaktadır.

Akıl- nefs ilişkisinde, Celaleddin Rumî, aklın önündeki engeller işlenirken nefse uyma başlığı altında da üzerinde duracağımız gibi, nefsi aklın hedeflerine ulaşmasında engel olarak görmekte ve bu engelin de ancak nefsin terbiye edilmesiyle aşılacağını ifade etmektedir. Fakat aklın nefis karşısında savaşması da o kadar kolay değildir.[4] Nefis kendi evinde, aklın ise kendi yurdunda olmayıp garip olduğundan dolayı akla göre daha etkin olmaktadır.[5] Oysa aklın yeri fani dünya âlemi değil aşkın olanın yanıdır. Akıl bu dünyada aşkın olana ulaşmak için çaba harcamak zorundadır. Bu çabalardan biri de nefis engelini aşmasıdır. Tabi burada kastedilen cüz’i akıl değil, toza toprağa bulanmamış akıldır.[6] Tabiat, düşmandan hıncını çıkartmak ister ama akıl, nefse demirden bir bağ olup onu kötülükten men edip zapta çalışan emniyet görevlisi gibidir.[7]

Mevlânâ aklın nefisle savaşını Mecnun’la devesi arasında geçen bir olayı örnek göstererek somut bir şekilde anlatır. Devesini süren Leyla, Mecnunun sevdasıyla kendinden geçince deve geri dönüp arkasında bıraktığı yavrusuna dönmeye çalışır; Mecnun ayılınca devesinin yönünü gönderir ve yolculuk veya yol alamama bu şekilde tekrarlar durur. Deve geride olan yavrusuna dönmek isterken Mecnun’da Leyla’sına kavuşmak istiyor. O, bu benzetmeyle nefsin hedefiyle aklın hedefinin tamamen zıt yönde olduğunu belirtmek ister. Bu zıt yönlü ilişkide Mevlânâ aklın nefsi terk etmesi gerektiğini Mecnun’un dilinden ifade eder.[8] Zira nefis, aşağılık cinstendir, aşağılık âlemine gider![9]

Mevlânâ’ya göre Benî İsrail kavminin Allah’ı bırakıp öküzü kendilerine Rabb edinmeleri aklı devre dışı bırakıp, heva ve heveslerine uyarak inat etmeleri (Mevlânâ’nın ifadesiyle eşeklikleri) yüzündendir. Bunu şöyle anlatır:

Nefsini öldür de âlemi dirilt. Nefis, efendisini öldürmüştür, sen onu kendine kul köle yap!

Kendine ge, öküzü dâva eden, senin nefsindir; o, kendisini efendi yerine koymuş, ululuk taslamaktadır.

Öküzü öldüren de aklındır. Hadi artık, beden öküzünü öldüreni inkâr etme.

Akıl bir esirdir; boyuna Allah’tan zahmetsizce bir rızık, tabak tabak nimetler ister”[10]

Kendini beğenen, aklını herkesin aklından üstün gören, enaniyet sahibi kişinin aklını Mevlânâ kabul etmez.

Kendi aklını, benim aklımdan üstün görmüşsün ama şu kısa akıllıyı da nasıl görmüşsün; bir de onu söyle.

Çirkin kurt gibi üstümüze atılma; senin gibi, insanı utandıracak akla sahip olmaktansa, akılsız kalmak daha iyidir!

Çünkü aklın, insanlara ayakkabı olunca o akıl, akıl değildir,  yılan ve akreptir.[11]

Mevlânâ Habil ile Kabil olayını anlatırken nefsi kavgaya benzetmekte ve metaforik bir ifadeyle nefse uyan aklı, karga kuyruğuna takılan akıl olarak anlatmaktadır:

Allah, Akl-ı Küll’e “Mazağal basar[12] (Gözü ne kaydı, ne yanıldı)” dedi; fakat cüz’i akıl, her yana bakar durur.

Has kişilerin nuru, “Mazağal basar (kaymayan, yanılmayan) aklıdır; karga aklıysa ölülere mezar kazma ustasıdır.

Kargaların kuyruğuna takılıp uçan akıl yok mu; karga o aklı mezarlığa götürür.

Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma, Çünkü o seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil.[13]

Mevlana’ya göre kişi nefsin isteklerine uymakta serbesttir fakat aklın istediği şeyde mecburdur.[14] O, aklın nefisle savaşını anlatırken bunu bir başka hikâyeyle daha müşahhas hale getirmeye çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak “birisi Bey’den at istedi. Bey “şu gördüğün güzel atı al dedi. Adam, “Ben onu istemem deyince “Neden?” dedi. Adam dedi ki: “Bu hayvanın tuhaf bir huyu var. Geri geri gidiyor.” Bey dedi ki: “sen de kuyruğunu eve çevir!” Bu hikâyeden nefsin akılla nasıl savaştığını ve bu savaşta aklın ne yapması gerektiğini öğreniyoruz: “Senin nefis atının kuyruğu da şehvettir. Bu sebepten o kendine tapan, geri geri gider. Şehvet aslında sana kuyruk olduysa o şehveti çok çevir, ona uyma. Ahiretle nasiplen. Şehvetini yemeden, içmeden kestin mi şehvet, yüce akıl cihetine düşer, oradan baş gösterir. Hani bir ağacın kötü dallarını budarsın da iyi dallarından dal budak verir, o dallar kuvvetlenir ya. Kuyruğunu o tarafa çevirdin mi geri geri gitse bile sığınılacak yere varır, dayanır. Ne mutludur binicisine ram olan ve doğru giden atlar. Onlar ne geri giderler, ne huysuzluk ederler.[15]

Aklın his ve hasselerimize yani duyu ve duygularımıza karşı tepkisini de aklın nefisle savaşı cümlesinden sayabiliriz. Mevlânâ’ya göre akıl ve duygu insan davranışlarını düzenleyen, insanı harekete geçiren iki temel faktördür. Akıl, işlerin sonunu araştırması yönüyle, Mevlânâ’nın ifadesiyle akar durur ve bu özelliğiyle değerlidir. Buna karşın duygu ıssı (sahibi) ise geçici heveslere aldandığı için olduğu yerde durur ve haliyle ilerleyemez. Akıl, insanı doğru yola götürmesi fonksiyonundan dolayı, sürekli gelişmeye açıktır. Duygu ise kendi dilediği şeyi gördüğünden dolayı akla zıt bir özellik taşımaktadır.[16]

Mevlana’nın belirtmesine göre, aklını kullanmayan ahmak kişiler, dış görüntüleri (duyguları) ele aldıklarından, tahminler ve varsayımlarla zamanlarını harcadıklarından asıl gerçekler onların gözüne görünmemiş haliyle onlar asıl gaye ve hedeflerine ulaşamamışlardır.[17]

Kısacası, Mevlânâ’ya göre, akıl ve duygu birbirine düşmandır ve Hz. Muhammed’le Ebu Cehil’lerin savaştığı gibi birbirleriyle sürekli savaş halindedirler.[18] Bu savaşta üstünlük ise aklın elindedir. Mevlânâ’ya göre duygu akla esirdir. Ona göre duygu ve düşünceler suyun yüzünü çerçöpün kapladığı gibi gönlü kaplar. Akıl, suyun yüzündeki çerçöpü giderir, suyu meydana çıkarır. Burada akıl, duygu ve düşüncelerin olumsuz etkisini giderdiği için gönülde gayba ait sırlar zuhur eder.[19] Mevlânâ “hizmetkârın âkil olursa sana galip olan duygular da mahkûmun olur”[20] diyerek insanda aklın etkinliğinin artırılmasıyla istenen sonuca ulaşılabileceğini vurgular.


[1]      Mesnevî, c. III, s. 207, b. 2557.

[2]      Yanlışlara düşmemek veya yanlışlardan korunmak için nefse uymama ile ilgili bilgi için bkz. Emiroğlu, Yanlış Düşünce ve Davranışlar Karşısında Mevlânâ, s. 165-171; “Mevlânâ’ya Göre Yanlışlara Düşmemek İçin Nefsi Eğitme”, s. 15 vd.

[3]      Mesnevî, c. IV, s. 106, b. 1312

[4]      Mesnevî, c. V, s. 315, b. 3877-3879.

[5]      Mesnevî, c. III, s.  207-208, b. 2556-2557.

[6]      Mesnevî, c. III, s. 266, b. 3263.

[7]      Mesnevî, c. IV, s. 161, b. 1984-1989.

[8]      Mesnevî, c. IV, s.126, b. 1533-1543.

[9]      Mesnevî, c. IV, s. 218, b. 2704.

[10]    Mesnevî, c. III, s. 203-204, b. 2504-2507.

[11]    Mesnevî, c. I, s. 187, b. 2327-2329.

[12]    Necm, 53/17 âyeti kast edilmektedir.

[13]    Mesnevî, c. IV, s. 107-108, b. 1309-1313.

[14]    Mesnevî, c. IV, s. 115, b. 1401.

[15]    Mesnevî, c.VI, s. 92, b. 1120-1126.

[16]    Dîvân, c. III, s. 495, b. 6473-6475. Bkz. Çelik, Zuhal, Mevânâ’da Akıl-Aşk İlişkisi, Deü Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2006 (Basılmamış YL Tezi, Danışman: Prof.Dr. İbrahim Emiroğlu), s. 13.

[17]    Mesnevî, c. II, s. 4-5, b. 47 vd.; s. 88, b. 1150-1151; s. 208, b. 2717; s. 237, b. 3096.

[18]    Mesnevî, c. II, s. 123, b. 1605.

[19]    Mesnevî, c. III, s. 148-149, b. 1824-1829.

[20]    Mesnevî, c. III, s. 148-149, b. 1832.