MEVLÂNÂ’DA AKIL-AŞK İLİŞKİSİ

A+
A-

MEVLÂNÂ’DA AKIL-AŞK İLİŞKİSİ

Tasavvufî düşüncede şüphesiz en çok tartışılan konulardan biri de akıl ve aşk ilişkisidir. İslam tasavvufunda aklın hakikati tecrübe etmede yetersiz kaldığı her halükarda vurgulanmaktadır. Mevlâna’da aşk her şeyden önce akla karşılık gelen bir yeti görünümündedir. İlahi aşkı en derin anlamda tecrübe eden, bu tecrübenin tecellileri karşısında aşk sarhoşluğuyla kendinden geçen Mevlânâ öteleri kavramanın ve bu alanda birtakım feyizler alabilmenin tek yolunun aşk olduğunu savunur. Onun, akıl-aşk ilişkisinde tercihini aşktan yana yaptığını görmekteyiz. O duygu ile iradeyi ön planda tutar, aşk ile fikrin, iman ile aklın terkibini savunur. Ancak buna bakılarak Mevlâna’nın aşk adına aklı inkâr eden bir sûfi olduğunu söylemek yanlış olur.[1] Mevlâna bu noktada akıl ile aşk terkibini, bu ikisinin kucaklaşmasını önermektedir.

Mevlânâ gerçek âlemde Allah’a ulaşmak için çok farklı bir yol olduğunu söylese de öncelikle aşka, ardından da bilgiye ve hakiki akla vurgu yapar. Allah’ın insanoğluna en büyük lütfu şüphesiz akıldır, fakat akla anlayışı, hoş geçimi, hoşgörüyü, sabrı, hilmi, birliği-beraberlik düşüncesini ihsan eden sevgidir, aşktır. İnsanoğlu, bezm-i ezelde, herhalde özündeki bu aşktan ötürü olacak, bütün ilâhî teklifleri teslimiyetle kabul etmiştir.

O deme erişen, o makamda Allah velisi olan kişide de, insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır.[2]

Akıl pervane, sevgili de mum gibidir. O, hiçbir akla sığmaz, hiçbir akılla anlaşılmaz.[3]

Akıl yüzlerce mühim işe dağılmış binlerce isteğe, mala mülke bölünmüş!

Bu cüzleri aşkla bir araya toplamak gerek ki Semerkant ve Dımışk gibi hoş bir hale gelesin![4]

Şu aklın yettiği şeylerden başka akıl edilecek şeyler var; onları parlak değerli aşkla bulabilirsin ancak.

Allah senin şu aklından başka akıllar da yaratmıştır ki gökyüzü onlarla düzene girer.

Rızıklarını bu akılla elde edersin; öbür akılla da yedi kat gökleri döşeme edinirsin.

Aklını hiç bir şeye muhtaç olmayan, herkesin kendisine muhtaç olduğu Allah’ın aşkıyla oynar, ululatırsan, Allah sana o aklın onlarca fazlasını, hatta yedi yüz mislini ihsan eder.[5]

Aşkı seç, aşkı ki, sen de seçilmiş bir insan olasın. (Bil ki) sana en sağlam fikri aşk verir.[6]

Mevlana’nın yazdıklarına dayalı olarak akıl ile aşk arasında şu tür karşılaştırmaları sıralayarak sunmak istiyoruz:

  • Akıl dünyevi şeylere odaklıdır, faydayı gözetir, kendisini riske atmaz. Aşk ise İlâhî menşeli olup, İlâhi olana odaklıdır, yönelişi hasbîdir, korkusuz ve pervasızdır.[7]
  • Akıl pratik fayda gözetir, aşk ise faydayı aşmış sevgiliye, ulvi şeylere odaklanmıştır.[8]
  • Akıl zahiri ve cüz’i şeyleri bilir, aşk ise derinlere dalmıştır.[9]
  • Aklın huyu yani zeki olmak, akıllı geçinmek İblis’tendir; aşk ve kulluk da Hz. Âdem’dendir. Şeytan gibi zeki olanlar, denizde yüzenler gibidir. Koca bir denizde yüzen kimsenin kurtulması nadirdir. İlahî aşk, seçkin müminler için bir gemi gibidir. Bu gemiye binenler felâkete uğramazlar; kurtuluşa ererler.[10]
  • Akıl, yüksek hakikatlere ulaşamaz, onların sırrına vakıf olamaz; zira o, varlığından geçmemiş, henüz vahdette fâni olmak sırrına erememiştir. Aşk ise hâlis ve saf şarabı kendinde bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda akıl kaybolur. Haliyle akıl zekî, bilici fakat hal bahislerinde bir hiçten ibarettir.[11]
  • Akıl gölge, aşk güneştir. Gölge, güneşe karşı dayanır, durabilir mi hiç?[12]
  • Akıl, mâhiyeti îcâbı şüphecidir. Ama şüpheye tahammülü olmayan konularda ne yapacağız? “Vesvesenin ağzını bağlayan ancak aşktır. Yoksa vesveseyi kim bağlayabilmiştir ki?”[13]
  • Aklın ileriyi görüşü, mezara kadardır; fakat gönül sahibinin veya aşkın aklı, sûr üfürülünceye kadar ne olacaksa görür.[14]
  • Akıl şahne (güvenlik görevlisi), aşk ise Sultandır; amir gelince güvenlikçi bir kenara çekilir.
  • Akıl dayanıklı değildir, aşk ise yılmaz, yanar, yakılır ve canını sakınmaz. Değirmen taşının altındaki buğday gibi, ezilir, belalara katlanır, sabreder.[15]
  • Akıl, riske girmez, düzenli yaşar ve sağlığına dikkat eder; aşk riske girer; istikrarlı bir hayatı yoktur; inişli çıkışlı, deli-dolu yol alır. Ancak onun deliliği, herkesin bildiği delilik değildir. Tıp bilgisinde aşk derdine deva yoktur. Akıl onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.[16]
  • Akıl bazen de küçük hesaplara takılıp kalır, risk ve umut bahşetmeyen yola girmez; o, faydalanacağı şeyi arar. Aşk ise küçük hesaplara takılıp kalmaz, pervasızdır, geniş ufukludur; yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez.[17]
  • Akıl, aşkın hallerine şaşkınlık içinde izler ve işleyişini kavrayamaz. Bir başka ifadeyle, salt akıl, aşığın hallerini idrak edemez. Akıl konuşur, aşk ise yaşanır, bunun için aşkı akıl değil yine aşk anlatır.[18]
  • Aklın huyu yani zeki olmak, akıllı geçinmek İblis’tendir; aşk ve kulluk da Hz. Âdem’dendir. Şeytan gibi zeki olanlar, denizde yüzenler gibidir. Koca bir denizde yüzen kimsenin kurtulması nadirdir. İlahî aşk, seçkin müminler için bir gemi gibidir. Bu gemiye binenler felâkete uğramazlar; kurtuluşa ererler.[19]
  • Akıl, yüksek hakikatlere ulaşamaz, onların sırrına vakıf olamaz; zira o, varlığından geçmemiş, henüz vahdette fâni olmak sırrına erememiştir. Aşk ise hâlis ve saf şarabı kendinde bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda akıl kaybolur. Haliyle akıl zeki, bilici fakat hal bahislerinde bir hiçten ibarettir.[20]
  • Akıl tedbire, çareye, ilaca başvurur; aşkta, gönül gamında ise beden ilâcı vermenin faydası yoktur.[21]
  • Akıl ecelden korkup, kerpiç gibi yağmur/ölüm karşısında erir, aşk ise taş gibi onun karşısında etkilenmez.[22]
  • Aklın sahası maddiyât, ilâhî aşkın sahası ise nihayetsiz ruhaniyet âlemidir. Cüz’î akıl her ne kadar zeki olsa da, ilâhî aşkı anlayamaz.
  • Akıl manevi hazları ve sırları bilemez; yüce şeyleri idrak edemez; o, vücudun malıdır. Aşk, aklın üstünde bir neş’edir. Akıl aşkın zevkinden sırrı anlamadığı için, onu bilmek ister, fakat bilemez, bilemeyince ona düşman kesilir.[23]
  • Akıl denizde kulaç atarak, yüzerek yol almak; aşk ise gemiye binerek yol almaktır. Yüzmek bir meziyettir, ama uzun bir yolculuk için kâfi değildir, sonunda yorulmak kaçınılmazdır. Aşk ileri gi­denler için gemiye benzer, gemiye binen kişinin bir afete uğraması nâdirdir, çok defa kurtulur.[24]
  • Aklın (Hz. Nuh’un oğullarından Kenan gibi) gemiden baş çekme gibi) benlik ve gurura kapılma gibi zaafları vardır. Aşkta ise (Nuh’a minnet edip gemiye binen gibi) kendinden geçiş ve teslim oluş vardır.[25]

Mevlânâ, aklı atarak, aşkın ikizi olan hayranlığı satın almayı tavsiye eder. Hayranlığı satın almak demek, muhakeme ve kıyasla sonuç elde eden aklın zıddına, ilim ve yakînin üst sınırına yani kemâle ulaşarak ilâhî cemâli ve sıfatları müşahede etmektir.[26] Mevlana, bununla da yetinmeyip aklın kurban edilmesini ister.[27]

Mevlânâ, aklın ne kadar çaba gösterirse göstersin belli sınırını ve gücünü aşıp hakikate ulaşamayacağı düşüncesini Hz. Muhammed (aleyhi’s-selâm)’in meşhur miraç yolculuğunu anlatarak açıklar. Ona göre akıl, Mi’râc gecesine Sidretü’l-Müntehâ’[28]dan öteye geçemeyip, belli bir noktada kalan Cebrâil gibidir. Burada Hz. Muhammed (aleyhi’s-selâm) saf aşkı temsil ederken, Cebrail aklın temsilciliğini yapmaktadır. Cebrail bu sınırda kalıp refakat ettiği Hz. Peygambere: “Ey Ahmed, bir adım daha atarsam yanarım! Sen beni bırak, bundan sonra ileri yürü. Ey can sultanı, benim haddim bu kadardır” demesi aşkın, aklı aşarak daha geniş ve ulvi alana açılma niteliğini göstermektedir.[29]

Haliyle Mevlana’nın düşünce sisteminde aşk esastır. İnsan aşk olmadan hayatın sırrını kavrayamaz. Aşk oluşun, büyümenin tekâmülün ana ilkesidir. Kâinat çarkını çeviren hayatı bir safhadan ötekine yükselten cansızdan canlıyı çıkaran hep aşktır. O halde kâinatı anlamak için akıl ve mantık tek başına yetmez.

Ey Saki aşk şarabını ver; ver de akıl lafı bir yana gitsin.[30]

Akıl daha başlangıcında bile baştanbaşa şaşkınlıktır; akıl akla karşı şaşırıp; can aptallaşır-gider.[31]

Aşk Mevlânâ’da Allah sırlarının usturlabı[32] olduğuna göre bu aşkı yaşayan aşığın da akıllılardan ileride olması gerekmektedir. Mevlânâ’ya göre aşkın sarhoşluğuyla kendinden geçen âşık yüce bir yere sahiptir. Aşk etkin olduğu alanda kendinden başka ne varsa yok ettiği için orada akıllıca ve mâkul davranışlar aramak doğru değildir. Bundan dolayı âşık bazen yerinde olmayan davranışlar sergileyebilmektedir.

Mevlânâ, aşkın ilahi olana ulaşmada tek hükümran olduğunu savunmasına rağmen, aklın fonksiyonunu tamamen reddetmemektedir. O, Mi’râc gecesinde Sidretü’l-Müntehâ örneğinde gösterdiği gibi, ilahi yolculukta aşka kılavuzluk yapan aklın sınırını göstermeye çalışmış ama onu tamamen saf dışı etmemiştir. Aklın fonksiyonu ve değerinde gördüğümüz gibi akıl, Allah’ın yarattığı en yüce varlıktır. Akıl sayesinde insan pratik hayattaki işlerini düzenler. Aynı zamanda insan akıl vasıtasıyla hataya düşmekten korunur. Akıl sayesinde insanlar kendileri için gerekli ve faydalı olan sanatları öğrenirler. Toplumun sosyal açıdan devamının ve birliğinin sağlanması yine akıl sayesinde gerçekleşir. Akıl bizim bütün işlerimizde başvurduğumuz bir emir (bir idareci/bir görevli) vazifesi görmektedir.

Sonuç olarak Mevlânâ’nın akıl konusundaki eleştirileri, aklın, mahiyeti gereği ilahî yolculukta insanı engelleyici rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü akıl sınırlı bir yetiye sahiptir. Zira aklın ortaya koyduğu çözümler bazen makul sayılırken başka bir dönemde veya başka bir kişiye göre ise akıldışı görülebilmektedir. Pratik hayatta bile aklın getirdiği çözümler tartışılırken ilahî alan söz konusu olunca akıl bu sahada söz söyleme, etkin olma yetkisine sahip değildir. Sınırlı olan bir akılla sınırsız bir varlığı tecrübe etmek de mümkün değildir. Bunun için de bu konuda bütün bağlardan sıyrılmış olan aşk gerekir.[33] Aşkın yeri gönüldür ve kutsi hadiste olduğu gibi Allah yere göğe sığmamış müminin kalbine sığmıştır. Mevlânâ’ya göre aklın etkin olamayacağı alan olan aşk, yüce Allah’ı vasıtasız tecrübe edişin, varlıktan geçişin ve Hakk’ın benliğinde yok olmanın tek yoludur.

 

[1]      Küçük, Osman Nuri, Fîhi Mâ Fîh Ekseninde Mevlânâ’nın Tasavvufî Görüşleri, Konya 2006, s. 152.

[2]      Mesnevî, c. IV, s. 34, b. 410.

[3]      Fîh, s. 56.

[4]      Mesnevî, c. IV, s. 263, b. 3288-3289.

[5]      Mesnevî, c. V, s. 264-265, b. 3233-3236.

[6]      Eflâkî, Ahmet, Âriflerin Menkıbeleri (Menâkıbu’l-Ârifîn), Çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul, 1995, c. I, s. 408.

[7]      Mesnevî, c. V, s. 179-180, b. 2184-89; c. VI, s. 157, b. 1968-1969.

[8]      Mesnevî, c. VI, s. 157, b. 1966-1970.

[9]      Mesnevî, c. VI, s. 63, b. 757-758.

[10]    Mesnevî, c. IV, s. 115, b. 1402-1406.

[11]    Mesnevî, c. I, s. 158, b. 1981-1985.

[12]    Mesnevî, c. IV, s. 171, b. 2110-2111.

[13]    Mesnevî, c. V, s. 264, b. 3230.

[14]    Mesnevî, c. IV, s. 265, b. 3311.

[15]    Mesnevî, c. VI, s. 41, b. 489, s. 75, b. 911-912; s. 157, b. 1967-1968.

[16]    Mesnevî, c. VI, 481, 1945-1947.

[17]    Mesnevî, c. VI,1966-69

[18]    Dîvân, c. III, s. 438, b. 4214; Mesnevî,  c. IV, s. 172, b.  2124. Bu konuda fazla bilgi için “Mevlânâ’da Aşkı İfade Etme İmkânı ve AŞK  Betimlemeleri”, DEÜ. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, İzmir 2009, Sayı: XXVII, Yıl:  2008 yazımıza bakılabilir.

[19]    Mesnevî, c. IV, s. 115, b. 1402-1406.

[20]    Mesnevî, c. I, s. 158, b. 1981-1985.

[21]    Mesnevî, c. VI, s. 24, b. 27l.

[22]    Mesnevî, c. V, s. 343, b. 4226.

[23]    Demirci, Mehmet, Mevlana’dan Düşünceler, İzmir 1997, s. 37-38.

[24]    Mesnevî, c. IV, s. 115, b. 1406.

[25]    Mesnevî, c. IV, s. 116, b. 1409-14.

[26]    Demirci, Mevlana’dan Düşünceler, s. 39.

[27]    Mesnevî, c. IV, s. 115, b. 1407-1408.

[28]    Bkz. Necm, 53/13.

[29]    Mesnevî, c. I, s. 86, b. 1066-67; c. IV, s. 304, b. 3800-3804.

[30]    Mecâlis, s. 79, V. Meclis.

[31]    Dîvân, c. V, s. 63, b.753.

[32]    Gök cisimlerini ölçmede kullanılan astronomi aracı.

[33]    Çelik, Zuhal, Mevânâ’da Akıl-Aşk İlişkisi, Deü Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 2006 (Basılmamış YL Tezi, Danışman: Prof.Dr. İbrahim Emiroğlu), s. 74.