Mevlânâ ve Renksizlik – Ethem Cebecioğlu

A+
A-

Mevlânâ ve Renksizlik

Literatürde Mevlânâ”nın pek işlenmemiş, anlatılmamış çok zâtî bir yönüne işaret etmek istiyoruz. Konunun derin inceliklerle örülü felsefî bir yapıyı içinde bulundurması, onu anlama ve anlatma/anlatabilme yönüyle oldukça karmaşık hâle getirmektedir.

Mevlânâ ve onun renksizliğinin bir yönünü açığa çıkaran Eflâkî”deki şu olayla konumuzu açalım.

Moğollar, Anadolu”da baskılarını iyice artırmışlar, Anadolu Selçukluları siyasî, iktisâdî, ve sosyal açıdan şiddetli bir sarsıntıya maruz kalmışlardır.

Bu durum muvacehesinde Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, emniyet açısından hükümet merkezini Konya”dan Kayseri”ye nakletme ihtiyacı duyar. Bu hususla ilgili istişâreler yapar. Neticede yönetim merkezinin nakli mes”elesi ciddileşir gibi olunca, özel bir muhabbetle bağlandıkları Mevlânâ”dan ayrılmaları gündeme gelir. Eşi Gürcü Hatun”la beraber üst üste gelen bu sıkıntılarla üzüntüleri iyice artar. Kayseri”ye gitmek bir yana çok sevdikleri Mevlânâ”dan da ayrılacaklardır.

Sultan ve eşi düşünüp taşınıp sonunda bir karara varırlar: Hiç olmazsa, derler, saray ressamına Mevlânâ”nın bir resmini yaptıralım, özledikçe resmine bakarız, bu şekilde biraz da olsa teselli buluruz.

Bu fikir Hazret-i Mevlânâ”ya arz edilir, o da şefkat ve rahmet yüklü bir muvafakatla bu teklifi kabul eder.

Mevlânâ Hazretleri”nin resmini çizme işi saray ressamı Nakkâş Aynûddevle”ye havale edilir. Nakkaş resmini yapmak üzere gittiğinde Hazret-i Mevlânâ gülümseyerek; “Yapabilirsen ne âlâ!” yani, “Yap da görelim!”der.

Nakkaş, Mevlânâ”yı resmetmeye başlar. Portre resimlerinin altın kuralına uygun olarak önce gözleri sonra yüzü çizer. Resim bitince kendinden emin bir edâ ile resimle Mevlânâ”yı karşılaştırır. Bakar ki resim Mevlânâ”ya benzememektedir.

Aynûddevle yeniden bir tabaka kâğıt alır, yine ressamlık ustalığı ve sezgisiyle Mevlânâ”yı yeniden resmeder. Resmin bitiminde kontrol edince karşısında Mevlânâ”nın daha bir değişik göründüğünü fark eder.

Yeniden bir tabaka kâğıt alır. Yine çizer, fakat yine muvaffak olamaz. Bu şekilde yirmi civarında resim yapar. Ama hepsi de başarısızdır. Hayatında ilk defa başına böyle bir olay gelen Aynûddevle, şaşkınlık içinde bocalar, sonunda elindeki ustalık kalemini kırar, çaresizlikle Hazret-i Mevlânâ”nın dizlerine kapanır. Anlayamadığı bu durumu açıklamasını ister. İşte Hazret-i Mevlânâ bu keyfiyete açıklık getirmek üzere şu gazeli söylemeye başlar:

Ah, ben ne de renksizim ve belirsizim

Ben bile kendimi olduğum gibi göremem

Bana sırlarını ortaya koy açıkla diyorsun

Fakat bulunduğum yerde sırları koyacak yer bile yok!”

Tibyanu Vesali”l-Hakâik müellifi Harîrîzâde Kemaleddin Efendi, eserinde tasavvufî olgunluk makâmlarında “Bilâ levn” diye bahsettiği Renksizliği, varılacak son makâm olarak gösterir ki bu Allah”ın Boyası (Sıbğatullah) dır. O renge boyanan sûfîlerin hepsinde Mevlânâ”daki bu hâl zuhûr etmiştir.

Renksizlik makâmı nedir? Bilâ levn diye tasavvuf ıstılâhlârı arasında yer alan, mahiyeti ancak erbabınca tahkîken mâlum olabilen bu makâmla olgunluğun hangi basamağı anlatılmak istenmiştir. Evet, nedir bu makâm? Ancak, burada ihtirâzen Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan İslâm Ansiklopedisinde “Bilâ levn” maddesinin olmadığını bir sitem kaydı olarak ifade etmek isterim.

Tasavvufta renkler, beşerî bağlar, ilişkileri ve adetleri ifâde eder, bu durumda renksizlik, beşeriyetten sıyrılış, mânevî yüksek ve ileri bir kemâlâta ulaşıp orada mekân tutmayı ifâde eden, bir makâm olmaktadır.

Harîrîzâde Tibyan”ında nefs makâmlarına ait renkleri anlatılırken, onun tekâmül ettikçe farklı kozmik renklere sahip olduğunu kaydeder.

Ona göre nefs-i emmârenin rengi mavi iken, levvâme”ninki sarı, mülhime”ninki kırmızı, mümâinne”ninki siyah, râziyye”ninki yeşil, marziyye”ninki beyaz, kâmile”ninki ise “bilâ levn”, yani renksizliktir.

Nefsin bu renkleniş tablosuna benzer şekilde, aynı keyfiyeti rûhun tekâmülünde de görürüz. Lâtifelerin uyanışında sadırda zuhûr eden bazı renkler şöyledir: kalb lâtifesi sarı, rûh kırmızı, sır siyah, hâfî beyaz, âhfa yeşildir. Bunlar, “emr âlemî”ndendir. Ayrıca halk âlemine ait olan nefs-i natıka için gri, cesed için, turuncu renkler söz konusudur.

Rüyâlarda da renkler tâbirde mühim rol oynarlar. Meselâ, Kırmızı aşka, yeşil ve beyaz huzura yorumlanır.

Tasavvufî tekâmülde “ölmeden önce ölmeyi” ifâde eden dört fenâ merhalesi vardır. Bu dört merhaleyi aşanlar, fenâ makâmını tamamlar. Sonunda bekâ”ya ulaşırlar. Bekâda ise olgunluk sonucu “kulluk” yani, Allah”ın esmâsının tamamının kâmil bir mazharı olan “renksizlik” ortaya çıkar.

Aşılması gereken o fenâ”daki bu dört merhale teknik sıralamasıyla şöyle ifâde edilir.

1. el- Mevtu”l-Ebyâz (Beyaz Ölüm): Açlık içindir. Az yemek içi aydınlatır, kalbin yüzünü parlatır. Firaset daha açık hale gelir.

2. el-Mevtu”l-Esved (Siyah Ölüm): Halkın ezâ ve cefasına katlanmayı ifade eder. Halktan gelen ezâyı, Hakk”dan gelen bir hediye olarak kabul etmek bu makâmdadır.

3. el-Mevtu”l-Ahmer (Kırmızı Ölüm): İbâdete iştiyâk duyup çokça ibâdet etmek makâmıdır.

4. el-Mevtu”l- Ahdâr (Yeşil Ölüm): Nefsin her isteğine karşı çıkıp direnmek ve bunlara dur demek makâmıdır. Bu, dervişlik hırkasında yama üzerine yama atmayı ifâde eder.

Tasavvufî kemâlât yolundaki bu renkliliklerin en sonunda bekâ”yı ifâde eden bir makâm vardır. Bu makâmda sâlik yek renk (tek renk) olmaktan kurtulmuş, imkan dairesini aşmış her renk olmuştur. Yani Hakk”ın boyasına boyanıp renksiz olmuştur.

Hacı Bayram-ı Veli”nin Hakk”ın rengine boyanmakla ilgili olarak söylediği dörtlük şöyledir:

Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm

Yanmada derman buldu bu gönlüm

Gerçi ki yandı gerçeğe yandı

Rengine aşkın cümle boyandı

Tasavvuf aşkın, imanın rengine boyanmak, yanan yani, tekâmül eden gönlün yandığı şeyin rengine bürünüp onun rengini alması, renksizliğin oluşumuna gösteren süreci belirler.

Allah”a âşık bir sâlikin O”nun rengine boyanmasını sembolik dille anlatan Hacı Bayram-ı Veli Bakara suresinin 138 nci âyetindeki “Sıbgatallah” ifâdesine telmihde bulunmaktadır:

Allah”ın rengi(yle boyanmışızdır.) O”nun renginden daha güzel bir renk var mı? Biz O”na boyun eğen (ibâdet eden) kullarız” (Bakara, 138)

Altınoluk Dergisi