MEVLÂNÂ VE ORUÇ – Mehmet Demirci
MEVLÂNÂ VE ORUÇ
Mevlâna Celâleddin’in eserlerinde bütün ibadetlere, bilhassa namaza, özellikle de oruca geniş yer verdiği görülür. Ona göre oruç, ibadetlerin en büyüğü sayılır. Divan-i Kebir ve Mesnevi adlı kitaplarında oruçla ilgili pek çok beyit bulunmaktadır. Hz. Mevlâna bu bölümlerde orucu bütün özellikleriyle, insana sağladığı büyük manevi kazançlarla ele alır. Ramazan ayını, başlangıcından bayrama kadar, arada çeşitli geleneklere yer vererek anlatır. Ayrıca özellikle Kadir gecesinin değerlendirmesini yapar.
Fîhi Mâfih adlı kitabındaki ifadeye göre, oruç insanı bütün zevklerin ve güzelliklerin kaynağı olan, varlıktaki yokluğa götürür. Orucun dayanağı sabırdır. Yüce Allah da sabredenlerle beraberdir. Bu husus Kur’an’da sıkça tekrarlanır.
Mevlâna’ya göre oruç, nefsi yenmek için en önemli silâhtır ve nefsi yendikten sonra ulaşılan bir manevi haz kaynağıdır.
Bilindiği gibi orucun amaçlarından biri de insan varlığında madde-mânâ dengesini sağlamaktır. Oruç, insanın ruhanileşmesini, manen letafet kazanmasını sağlar. Çünkü bir ölçüde sırf bedene hizmet etmekten ve beden bağımlılığından kurtulmayı hedefler. Beden yeme içme ve cinsi arzuların tatmini ile üstünlüğünü devam ettirir. Oruç la bu durum makul bir seviyede tutulmuş olur. Açlığın bir çok hastalıklara deva olduğunu belirten Mevlana şöyle devam eder:
“Açlık zahmeti hem güzellik, hem hafiflik hem de tesir bakımından o hastalıklardan yeğdir. Açlıkta yüzlerce fayda vardır. Açlık ilaçların padişahıdır; açlığı canla gönülle benimse, onu hor görme. Bütün hastalıklar açlıkla iyileşir, bütün güzel yemekler acıkmadıkça hoşa gitmez.”
Madde-mana, nefis-ruh mücadelesinde galip gelip manevi yönümüzü ezdirmememiz hayattaki en önemli işlerimizden biridir. Bu mücadelenin adına dinde “büyük cihad” denmiştir. Hz. Mevlana küçük cihadla büyük cihadı , oruç vesilesiyle yan yana zikreder ve orucu bir bakıma büyük cihadın bir sembolü sayar:
“Cihad ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allah’ın, kulu kendisinden uzaklaştırmasından daha iyidir.”
Mevlâna, Ramazan ayının bir yol gösterici olduğunu, eğer onun yüzü atlas gibi sararmışsa, bunun oruç kumaşından bir elbise giymesinden ileri geldiğini, bu ayda duaların kabul göreceğini anlatır. Oruç kuyusunda sabreden kişiyi, Mısır melikinin yani Tanrı’nın, Yusuf peygamberi sevdiği gibi seveceğini müjdeler ve şöyle der:
“Ey efendi!. otuz gün bu denizde bu baştan öte uca, öte uçtan bu başa yüzersin de, sonunda oruç incisine, yani inci gibi sevaba ulaşırsın.
Oruç kalkanı önünde şeytanın bütün düzenleri, hileleri, tezvirleri ve okları kırıldı”
Mevlâna bir başka gazelinde ramazanın gelişini ve insanlara kazandırdıklarını şöyle müjdeler:
“Ramazan geldi fakat bayram bizimle birlikte; kilit geldi, fakat anahtar bizde.
Oruç ağzı bağladı, gönül gözünü açtı, gözün gördüğü o nur bizimle birlikte.
Oruç tutmak zahmetlidir ama, görünmeyen gönül definesi bizimle birlikte.”
Oruca övgüler düzdüğü bir şiirinin bazı bölümleri şöyledir:
“Oruç can gözünün açılması için bedenleri kör eder, senin gönül gözün kör olduğu için hiçbir ibadet seni aydınlatamıyor.
İslâm beş direk üstüne kurulmuştur, ama vallahi o direklerin en büyüğü oruçtur.
Oruçlunun gülüşü, oruçsuzun secdedeki halinden daha iyidir, çünkü oruç onu Rahman’ın sofrasına oturtmaktadır.
Oruç hamama benzer, bütün kötülüklerden, içini dolduran yiyeceklerin pisliklerinden seni yur ve arındırır.”
Mevlâna’nın, oruç ve namazın da üstünde tuttuğu yegâne değer “muhabbet”tir, Allah sevgisidir. Fîhi Mâfih‘te Hz. Ebu Bekir’in üstünlük nedeninin oruç, namaz ve yardımdan ileri gelmediğini; onun ashab içinde seçkin bir yer almasının asıl sebebinin imanı, Allah’a ve resulüne olan sevgisi olduğunu belirtir ve ekler:
“Kıyamette namazları, oruçları ve sadakaları teraziye koyarlar. Muhabbeti teraziye getirdikleri vakit ise, muhabbet teraziye sığmaz. Demek ki asıl olan muhabbettir. O halde muhabbetini arttırmaya çalış!.”
Sonuç olarak Mevlâna’ya göre oruç, insanların arzuları ve nefisleriyle yaptıkları savaştır; onlara taze can bağışlar, onları olgunlaştırır. Varlıkta yokluğa ulaştırır. Oruç ayı olan Ramazanın manevi değeri büyüktür. Bu aydaki Kadir gecesini Mevlâna Tanrı’nın gecesi olarak kabul eder.
Fîhi Mâfih’te Karadeniz fıkralarını aratmayacak bir olay anlatılır. Konu adak orucuyla ilgilidir. Bilindiği gibi, önem verdiğimiz bir şeyin, bir arzumuzun gerçekleşmesi durumunda şu kadar gün oruç tutacağım.. diyerek, kendi kendimizi sorumlu hale getirebiliriz. Buna “adak orucu” denir. Bazılarına göre adağın önceden yerine getirilmesi daha uygun düşer. Mevlâna’nın anlattığı hikâye şöyle:
Adamın biri eşeğini kaybetmiş ve onu bulmak niyetiyle üç gün oruç tutmuştu. Üç günün sonunda eşeğini ölü olarak buldu. Çok üzüldü ve bu üzüntü içinde yüzünü göğe çevirip şöyle seslendi: “Eğer bu tuttuğum oruç yerine Ramazan’da altı gün yemezsem insan değilim! Bakalım benden kârlı mı olacaksın!..” (Bu konuda başka bir yazı için bk. Müjgân Cumbur, “Mevlâna ve Oruç Ayı”, 1.Milletlerarası Mevlâna Kongresi Tebliğleri, Konya 1988.)