MEVLÂNÂ VE KLASİK ŞAİRLER; DOČUDAKİ KLASİK ŞİİR GELENEČİNE BİR ÖRNEK

A+
A-

MEVLÂNÂ VE KLASİK ŞAİRLER; DOĞUDAKİ KLASİK ŞİİR GELENEĞİNE BİR ÖRNEK

Adnan KARAİSMAİLOĞLU

Özet

“Doğu Edebiyatı” isimlendirmesi içinde yer alan “Klasik Türk Edebiyatı”, başta İslam dini ortak inancı olmak üzere Arap ve Fars edebiyatlarıyla önemli beraberliklere sahiptir. İlk hicri asırlardan itibaren coğrafi beraberliğin yanında Türklerin siyasi hâkimiyetinin ve tercihlerinin bu mazide dikkat çekici bir önemi ve yeri vardır. Bu süreçte, Belhî, Rûmî ve Konevî nisbeleriyle anılan Mevlânâ Celâleddîn Muhammed (1207-1273), şiir tarihi açısından dikkatlerin üzerinde toplanması gereken çok yönlü bir şahsiyettir. Mevlânâ’nın şiirinde Doğu şiir geleneğinin varlığı ve izleri açık bir şekilde görülmektedir. Mevlânâ şiirlerinde dil olarak Arapça, Farsça, Türkçe ve Rumcayı kullanmıştır. Mevlânâ’nın daha önce yaşamış Arapça veya Farsça şiir söyleyen şairlere olan ilgisini gösterecek çok sayıda şiirini ve beytini burada aktarmak mümkündür. Bu yazıda adı anılacak olan Mevlânâ’nın okuduğu ve beraberlikler oluşturduğu Arapça söyleyen şairlerden ilki İslam öncesi, yani miladi altıncı asır şairi İmruu’l-Kays’dır (ö. 540 civarı, Ankara). Farsça söyleyen şairlerden ilki ise VIII. Asrın ikinci yarısında şiir söylemeye başlayan ve ileri yaşlarda vefat eden Rûdekî-i Semerkandî’dir (ö. 329/941). Mevlânâ, şiirde ve şairlik anlayışında ulaştığı üstün kimlikle Türkler arasında şiirin olgun bir muhtevaya kavuşmasına öncülük etmiş ve yollar açmıştır. Onun Anadolu’daki varlığı ise, genel olarak Doğu şiirinin ve özelde Türkçe şiirin tarihi süreçteki durumunu ve geçirdiği evreleri yakından görmek adına büyük imkan oluşturmaktadır.

Anahtar kelimeler: Mevlânâ, klasik şairler, doğu edebiyatı, Türk edebiyatı.

Mevlana and Classical Poets: An Example from the Eastern Classical Poetry Tradition Abstract

“Classical Turkish Literature”, which is included in the category of “Eastern Literature”, has important relations with Arabic and Persian literatures, especially with the common belief of Islam. In addition to the geographical unity, since the first Hijri centuries the political dominance and preferences of the Turks have a remarkable importance and place in this past. In this process, Mevlânâ Celâleddîn Muhammed (1207-1273), who is known with the names Belhî, Rumi and Konevî, is a versatile personality that should be focused on in terms of the history of poetry. The existence and traces of the Eastern poetry tradition are clearly seen in Mevlânâ’s poetry. Mevlana used Arabic, Persian, Turkish and Greek languages in his poems. It is possible to cite many poems and couplets of Mevlânâ that will show his interest in poets who had lived before him and who recited Arabic or Persian poetry. The first of the Arabic-speaking poets, whose name will be mentioned in this article, read by Mevlânâ and with whom he formed relationships, is the pre-Islamic, the pre-Islamic poet of the sixth century, Imruu’l-Kays (d. circa 540, Ankara). The first of the Persian-speaking poets is Rûdekî-i Semerkandî (d. 329/941) who started to tell poetry in the second half of the eighth century and died at an advanced age. With the superior identity he reached in poetry and his understanding of poetry, Mevlânâ led the way for poetry to reach a mature content among the Turks. His presence in Anatolia, on the other hand, provides a great opportunity to see closely the situation and phases of Eastern poetry in general and Turkish poetry in particular.

Keywords: Mevlânâ, classical poets, eastern literature, Turkish literature.

 

 

“Doğu Edebiyatı” isimlendirmesiyle vurgulanan edebiyat içinde “Klasik Türk Edebiyatı”, başta İslam dini ortak inancı olmak üzere Arap ve Fars edebiyatlarıyla önemli beraberliklere sahiptir. Coğrafi beraberliğin yanında Türklerin siyasi hâkimiyetinin ve tercihlerinin bu mazide dikkat çekici bir önemi ve yeri vardır. Özellikle Selçukluların XI. Asrın ilk yarısında başlayan etkili varlığı, zaten daha önce Gaznelilerle başlayan yeni tercihlerle asırlar boyu Doğu şiirinde yeni anlayış ve üsluba zemin oluşturmuştur.1

Bu güzergahta, Belhî, Rûmî ve Konevî nisbeleriyle anılan Mevlânâ Celâleddîn Muhammed (1207- 1273), şiir tarihi açısından dikkatlerin üzerinde toplanması gereken çok yönlü bir şahsiyettir. Onun gözlerini dünyaya açtığı Büyük Horasan’da XII. yüzyılın ilk yıllarında Doğu edebiyatı artık belirli bir istikamete yönelmişti. Arapça, Farsça ve Türkçe şiir, müşterek kaynaklardan beslenerek anlam dünyasında yeni özellikler kazanmaya devam etmişti. Mevlânâ Anadolu’da, Konya’da hayatının hemen tamamını sürdürürken bu maziye ait büyük birikimi bünyesinde barındırmış ve gelişmesine katkılar sağlamıştır. Bu nedenle Mevlânâ’yı merkeze alarak Doğu’nun edebiyat tarihi için önemli tespitler yapmak mümkündür. Zira o, Arapça ve Farsça şiir mirasını göz önünde tutmuş, Doğu şiir geleneğinin bütün özelliklerini barındırmış ve manevi varlığıyla yanında şair kimliğiyle de sonraki asırlarda Türkçe, Farsça, hatta Arapça şiirde örnek alınan bir yol açıcı olmuştur. Onun Doğu şiirinde sonraki asırlardaki yeri ve örnekliği bu çalışmanın dışındadır.

Mevlânâ şiirlerinde dil olarak Arapça, Farsça, Türkçe ve Rumcayı kullanmıştır. Ona ait olarak bilinen şiirler 66 bin beyit kadardır. Farsça dışındaki şiirleri arasında Divan-ı Kebîr’de yaklaşık bin iki yüz elli beyit ve Mesnevî’de üç yüz elli beyit civarında olmak üzere bin yedi yüz civarında Arapça beyit mevcuttur. Çok az sayıda olsa da Türkçe 21 mısra kadar2 ve Rumca ise 17 mısra kadar3 şiiri mevcuttur. Ayrıca Türkçe olarak yüzlerce, belki de binlerce ifade, terkip ve kelime onun eserlerinde mevcuttur.4

Mevlânâ’nın şiirinde Doğu şiir geleneği bariz bir şekilde görülmektedir. Konuya önce şairler üzerinden isimler düzeyinde yaklaşırsak, Mevlânâ’nın şiirinin mazisi için birçok şairin adını anmak gerekecektir. Farsça şiirden Hekîm Senâî (ö. 525/1131) ve Şeyh Attâr (ö. 618/1221) başta olmak üzere Rûdekî-i Semerkandî (ö. 329/941), Kisâî-i Mervezî (ö. 391/1001?), Firdevsî (ö. 411/1020?), Fahr-i Gurgânî (ö. 446/1054’ten sonra), Nâsır-ı Husrev (ö. 465/1073’ten sonra), Edîb Sâbir (ö. 546/1151- 1152?), Reşîd-i Vatvat (573/1177), Enverî (ö. 582/1186-1187?), Mucîruddîn-i Beylekânî (ö. 586/1190), Hâkânî (ö. 595/1199), Nizâmî-i Gencevî (ö. 611/1214?) gibi şairlerin adları zikredilebilir. Bu isimlere araştırmacıların tespitlerine göre Ferruhî-i Sîstânî (ö. ö. 429/1037-1038), Abdülvâsi-i Cebelî (ö. 555/1160), Seyyid Hasan-ı Gaznevî (ö. 565/1170), Cemâleddîn Abdürrezzâk-ı Isfahânî (ö. 588/1192), Mes’ûd-i Sa’d-i Selmân (ö. 515/1121) isimleri de eklenmelidir.5

Arapça şiirden ise İmruu’l- Kays (ö. 540 civarı, Ankara), Tarafe b. Abd (ö. 564?), Lebîd b. Rabî’a (ö. 41/661), Adî b. Rukâ’ (ö. 95/714), ‘Urve b. Uzeyne (ö. 130/747 civarı), Ebû Nuvâs (ö. 198/813?), Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922), Mütenebbî (ö. 354/965) ve Ebu’l-‘Alâ’ el-Ma‘arrî (ö. 449/1057) gibi adlar sıralanabilir.6

Mevlânâ’nın daha önce yaşamış Arapça veya Farsça şiir söyleyen şairlere olan ilgisini gösterecek çok sayıda şiirini ve beytini burada aktarmak mümkündür. Onun bu köklü irtibatını açık bir şekilde görmek için burada Arapça ve Farsça şiirden tarihi sırayla verilecek az sayıdaki örnek yeterli olacaktır.

 

Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümünde yayınlanmıştır.


1  Farsça şiirde Sebk-i Selcûkî/Selçuklu Üslubu, daha genel isimlendirmeyle Sebk-i İrâkî/Irak Üslubunun mana açısından temel özellikleri kastedilmektedir. Bk. Sîrûs Şemîsâ, Sebkşinâsî-i Şi’r (Tahran: İntişârât-i Firdevs, 1384hş), s. 91-98.; Adnan Karaismailoğlu, “Üslup (Fars Edebiyatı),” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt 42, s. 385-387.

2  Yakup Şafak, Mevlâna ve Sultan Veled’in Türkçe Şiirleri (Konya: 2008), s. 6 vd.

3  Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1985), s. 260-261.

4  İlgili yayınlardan sadece iki araştırma: Mecdut Mansuroğlu, “Mevlâna Celâleddin Rumî’de Türkçe Beyit ve İbareler,” Türk Dili ve Edebiyatı Arşivi Dergisi (TDAY), 1954, ss. 207-220.; Fahrettin Coşguner, “Mesnevî’de Türkçe Kelimeler,” Mevlânâ Araştırmaları-1 (Ankara: Akçağ Yayınları, 2007), ss. 310-350.

5 Abdulhuseyn-i Zerrînkûb, Sirr-i Ney, I-II (Tahran: 1372hş), I, 246-258; II, 806-807.; Ziyâuddîn Seccâdî, “Celâleddîn Muhammed-i Mevlevî ve Diğer Şâ’irân,” Şi’r, Sayı 9, ss. 10-15.; Türkçeye çeviri: “Mevlânâ’nın Şiirlerinde İz Bırakanlar veya Onunla Görüşen İranlı Şairler,” çev. Yakup Şafak, Nüsha, Sayı 13, 2004, ss. 71-90.; Tevfik H. Subhânî, “Teesur-i Mevlânâ ez Dîgerân,” Nâme-i Encumen, 7/3, ss. 33-44.

6 Abdulhuseyn-i Zerrînkûb, Sirr-i Ney, I, 235-246; II, 802-806.; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, ss. 255-256.; Mevlânâ Celâleddîn, Mektuplar, çev. Abdülbâki Gölpınarlı (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1999), s. 282. (Mektuplarda Geçen Arapça Şiirler).

7  Mevlânâ. Mesnevî-i Ma’nevî. Haz. Adnan Karaismailoğlu-Derya Örs. I-III. Ankara: 2007.