Mevlana ve kaynakları – Mustafa Özcan
Mevlana ve kaynakları
Mustafa Özcan
Kim Mevlana’yı Kur’an’dan başka bir ekole nispet ederse o aldanmış ve aldatmıştır. Mevlana’nın birinci kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. ‘Men bende-i Kur’anem eger candarem’ diye başlayan şiirinde şöyle der :
*Ben yaşadığım sürece Kur’an’ın bendesi ve fahr-ı kainatın yolunun tozuyum.
*Bana başka bir söz atfeden olursa eğer,
*O sözden de onu söyleyenden de bizarım
Mesnevi ile ilgili yapılan tahlillerde orada 150 ayetin yeraldığını tespit edilmiştir. Bu demektir i, sadece Mesnevi’de neredeyse Kur’an-ı Kerim’in üçte biri yeralmış durumdadır. Bu da Mevlana’nın birinci derecede kaynağının Kur’an olduğunu açıkça ve şeksiz bir şekilde ortaya koyar. Mevlana hakkında fikir yürüten ve konuşanlar bunu dikkate alarak konuşsunlar.
İKİNCİ KAYNAK : HADİSLER
Mesnevi’nin kudsi kaynaklardan ikincisi hadis-i şeriflerdir. Mesnevi hadisleri konusunda yayınlanmış bir doktora sahibi olan Prof. Ali Yardım, tadatı sonucu Mesnevi’de 168 hadisi şerife rastladığını beyan etmektedir. Ali Yardım’ın bu yöndeki tespitlerine göre bunların bir kısmının kaynağı da Kuzai’nin Şihabu’l ahbar adlı hadis derlemesi ve mecmuasıdır. Buna mukabil İranlı Mevlana uzmanı Bediüzzaman Fürüzanfer’in bu yöndeki tespitleri ise daha başkadır.Onun tespitlerine göre Mesnevi’de yaklaşık ayetlerin yarısı kadar phadis-i şerif bulunmaktadır. Onun bu meyanda vermiş olduğu sayı 745’tir. Ehadis-i Mesnevi isimli bir kitap yazan Bediüzzaman Furuzanfer kitabında Mesnevi hadislerine yer vermiş bulunmaktadır.
Bu açıkça Mevlana’nın ikinci derecede kaynak olarak hadislere başvurduğunu göstermektedir.
ÜÇÜNCÜ KAYNAK : Selefin sözleri ve kelam-ı kibardır
Mevlana’nın İslam tefekkürü içindeki yerini tespit etmek için zevresini ve kayhaklarını tespit etmemiz gerekiyor. Mevlana’nın çevresi hakkında da bir çok araştırmalar yapılmış ve makaleler yazılmıştır. Mevlana’nın Kur’n ve hadis dışında kalan kaynaklarından birisini de selefin sözleri veya kelam-ı kibarlar teşkil etmektedir. Bu bağlamda bağlısı bulunduğu en yakın ekol ise Gazali ekolüdür. Gazali de Haris el Muhasebi ve Ebu Talib el Mekki gibilerden almış olduğu yolu genişletmiş ve çığır açmıştır. Mevlana da Gazali’nin nesir olarak yazdıklarını mazmun olarak ve lisan-ı aşkla terennüm etmiştir. Bu itibarla Mevlana Gazali ve fikriyatı ve tasavvuf anlayışının bir devamıdır. Mevlana’nın fikri ve tasavvufi teşekkül ve tekamülünde Gazali’nin özel bir yeri var. Gazali Haçlı döneminin bir müceddidi Mevlana ise Moğol döneminin bir müceddididir. İslam’ın felaket ve helaket asırlarında mnevi hamleyi tutuşturmakta halef ve selef olmuşlardır.
Babası Sultnul ulema Bahaeddin Mevlana’ya Gazali’nin tasavvuf ve ehl-i sünnet telakkisini öğretmiştir ( Hazreti Mevlana, M.Kamil Yaylalı, S: 16-17). Zaten başk türlü tasavvur etmek mümkün değildir. Eser müessirini gösterir.
Babasının vefatından sonra Suriye’ye gitmiş ve burada toplam 6 sene eğitimle meşgul olmuştur. İki yılını Halep’te Hallaviye Medresesi’nde Adil Oğlu Kemaleddin’in yanında Hanefi fıkhı okumuştur. Oradan da Şam’a giderek burada Akdemiye medresesine intisap etmiş ve muhtemelen burada yine Gazali’nin eserleriyle haşir neşir olmuştur.
ÖLÜM DÖŞEĞİNDE İKİ İTİRAF
Batı dünyasında Mevlana’ya en iyi nufuz edebilmiş ve aşina isimlerden birisi müsteşrik Nicholson’dır. Mevlana ile onun kaynaklarına aynı zaviyeden bakmadıkları için hakaik-i İslamiyeyi anlamada ters düştükleri müsellem bir hakikattır. Bununla birlikte soın demlerinde iç hesaplaşmsında Mevlana’ya hak verdiği ve şöyle dediği rivayet edilir :” Mevlana sen haklıymışsın !’
Benzeri bir itiraf veya tebcil de hakkında bir eser kaleme almış bulunan Nureddin Topçu’dan nakledilir. Nakleden ise talebelerinden Prof. Dr. Sabahaddin Zaim’dir. Zaim’in bu husustaki hatıratı şöyledir :” Rahmetli Nureddin Topçu, benim felsefe hocamdı. Vefa Lisesi’nde. Hayatının sonlarında, hastnede Şadi Pehlivanlıoğlu ile vefatından beş-on gün evvel, ziyaretine gittik. Bize bir saat kadar konuştu. Kayıt için teyp olmadığına hala üzülürv e yanarım. Bir nevi vasiyetler gibi fikirler beyan etti. Orada şunları söyledi : ‘Artık ben bu dünya ile irtibatımı kestim. Bu şehirler, insanlar, kasabalar, beni hiç ilgilendirmiyor. Bu küçücük evler, çocuk oyuncakları gibi geliyor bana. Ben ruh alemini, dünyasını özlüyorum. Onlarla ilgileniyorum. Allah’ın yarattığı tabiatı, ormanları özlüyorum. Şimdi anlamaya başladım, Mevlana’yı burada. O, bir zirve imiş, dağ imiş’dedi. ‘O Kant’lar, Rene Descartes’lar vadideki çok cüce tepelermiş, Mevlana’yı şimdi daha iyi anlayabiliyorum’demişti( Gülistan, sayı 60, S: 8)”
Elbette Mevlana bir derya-ı dil ve yed-i tula sahibi mütemekkin bir İslam alimi idi. Onu selefleri olan şark klasikleri lazarları da etkilemiştir. Bunlar arasında çocukluğunda mülaki olduğu Feridüddin Attar’ı ve Senai gibi nicelerini sayabiliriz.
Mevlana’nın Arapça ve Farsça’nın yanında Türkçe’yi de bildiği müsellem ise de dördüncü bir dil bildiğine dair rivayetler de var. Bunlardan birisi o günün dünyasında Anadolu’da hala yaygın olan Yunanca’dır. Bazıları ise Mevlana’nın İbranice bildiğine de hükmetmektedir.