MEVLANA, MEYEROVİTCH VE “ATEŞİN MÜREKKEBİ”
MEVLANA, MEYEROVİTCH VE “ATEŞİN MÜREKKEBİ”
Katharine Branning, yeni bir kitapla misafirim oldu. Daha önce, Mevlana’ya aşk derecesinde bağlı olan ve ölümünden önce açıkladığı vasiyetinde cenazesinin Konya’da Mevlana’nın türbesi yakınındaki ‘Üçler Mezarlığı’na defnedilmesini isteyen, Eva de Vitray Meyerovitch’in destanlık hayatını farklı bir bakış açısıyla romana dönüştürmüş. Bana bu hediyeyle geldi. 214 sayfalık kitabı bir günde okuyup bitirdim. Kitabı masamın üzerine koyarken, Katharine Hanımın bu olağanüstü eserinden dolayı kendisini kutlamak istiyorum.
Böyle kuşatıcı bir romanı yazabilmek için Tasavvufu bilmek yetmez, Meyerovitch gibi yaşamak da gerekir. Yakından tanıdığım Katharine Branning, Konya merkezli, daha doğrusu Mevlana merkezli Türkiye gezisini 30 yıldan buyana sürdürürken, sanırım bu merhaleyi yakalamış birisidir. Ben, bunun en az 15 yıllık dilimine şahit birisi olarak bu gözlemimi dillendiriyorum. Meyerovitch’in romanın bir diğer şansı da, böyle bir yazarın tezgâhında dokunmasıdır: Fransız kültürünü çok iyi bilen ve halen bir Fransız kurumunda çalışan Branning’in, hem bu kültürü, hem bu roman kahramanını, hem Mevlana’yı yakından tanıması ve tasavvufa vakıf bir birikimde olmasıdır. Ayrıca, bu kitabın çok önemli bir hususiyeti de tercümesinin başarılı bir şekilde Prof. Dr. Ali Çavuşoğlu tarafından yapılmış olmasıdır. Sayın Çavuşoğlu, Branning’in, ilk kitabı, bugüne kadar 6 baskı yapan ‘Bir Çay Daha Lütfen’ ile arkasından yayına giren ve büyük ilgiyle karşılanan ‘Ay Sultan’ romanını çevirmiş olmasıyla Yazar’ın ruh dünyasını biliyordu; duygularına ilmek ilmek sinmiş milletimizin geleneksel değerler manzumesinin ve tasavvuftaki derinliğinin farkındaydı. Bu üçüncü kitabıyla sadece kahramanı Meyerovitch’i değil, hem Branning’i hem de kendisini dillendirmiş oluyordu. Yani bir anlamda, iki kişinin özel dünyası içinde kendilerinin ortak düşüncenin mahsulü bir eserdi.
Katharine Branning, eserini, roman kahramanı Meyerovitch’in ağzından anlatırken, hatıra tadında ve sıkça roman kahramanı ile Mevlana diyaloglarına ağırlık vererek farklı bir kitap ortaya getirmiş. 12 bölümden oluşan eserin her bölümünün başında sema uygulamasına ait detaylı bilgileri vermesi, esere ayrı bir de değer katmış.
Yazar, eserinde Meyerovitch’in genç bir öğrenci iken, kilise otoritesinin kendisini tatmin etmediğiyle konuya girer ve şöyle der; “Bütün problemlerin kaynağı rahip ve rahibelerin, sevili büyükannemin bana öğrettiği, kişinin kendisine ve hayata karşı dürüst olması gerektiğine dair en önemli hayat dersiyle çelişik bir durum içinde olmalarıydı.” (s. 25) Arkasından kitabın ilerleyen sayfalarında Mevlana’ya yönelir ve şunları söyler: “Evet, ben aşka döndüm yüzümü, fakat önce büyükannemin öğrettiği gibi dürüstlüğe, kilisenin tehdit ve doğmalarından bir adım geride gitmeye karar verdim.” (27) Bu geri gidişi mutluluğa dönüştüren ise ‘Katolik manastır okulunun kapısından dışarı adım attığı gün ne mutlu bir gündü’ onun için. Daha üniversite çağında sorguladığı Katolik inancının, onun ruhunu doyurmadığının farkındadır. Eğitim süresi boyunca bunalımlı bir arayış devresi yaşar. Sonra karşısına birden bir Pakistanlı mütefekkir şair çıkar: Muhammed İkbal!
Batı hayat tarzı, liberal ahlakî değerlerden beslenir. İnsanlar, öncelikle ‘ben’ merkezlidir ve kendinden başkası hakkında da pek fazla önem atfedecek saygınlık duymazlar. Bu Batı bencilliğini kıranlardan birisi Eva de Vitray Meyerovitch oluyor. O bunu aşarken, Muhammed İkbal’dan ders alır. İkbal için de şunları söyler: “İlk defa sufizm diye bir kelime duyuyordum. Ruhun kemale ulaşması yolunda bir çizgi olan İslam’ın mistik boyutlarından sufizmle ilgili kanaatlerini paylaşıyordu. Bilhassa “ben” konusunu anlatmak, bireyin hakikatini bilmek, kendisinde ilahi nitelikleri kavrama kabiliyetine olan inancını anlatabilmek için ‘bensizlik’ anlamında İngilizce bir kelime üretmiş olmasına çok şaşırmıştım. İkbal için yaşamdaki amaç kendini bilmek ve fark etmekti. Olabileceğimizin en iyisini olabilmek için manevi dünyamızda kendi ‘bensizliğimizi’ keşfetmek için bu yola koyulmuştuk.” (s.64)
İkbal. Meyerovitch için boğulmakta olan okyanustaki can yeleğidir sanki. Bu yeleğe tutunurken avuçlarının içerisinde üç şiir ruhunu havalara uçurur. Bunlar Mevlana’nın mısralarıdır. İşte o mısralarla içindeki aşk, ateşe dönüşür ve mürekkep halinde duygularını yıkayıp gider.
“Üniversitenin ilk yıllarında tüm çabama ve araştırmalarıma rağmen, doğru ve tartışmasız tek şey buldum: Aşk!” (35) Bu platonik bir aşk mıydı? Görünüşe bakılırsa, onun bu aşk tutkusunu besleyen ise evlendiği Yahudi kökenli Agnostik eşi değil, bağlandığı Sufizmin ruhi disipliniydi. Bunu da şöyle anlatır: ”Aşk ebedi olan tek şeydi. Aşkla temizlenen, Tanrı’nın sıcak aşktan olan yün giysisine bürünen ve her şeyden vaz geçen sufidir. En çok istediğim şey, aydınlığının benim üzerime düşmesi ve sıcak aşk giysisini omuzlarımda hissetmek. Endişe yağmurları kalbime yağsın ve oradan bir hayat yükselsin istedim. Evet, yolu bilen bir rehbere bağlanmaya ve yolculuğa başlayacak bir derviş olmaya hazırım. Bu sen olacaksan Mevlana! Allah’la bir olma yolunda hem gani, hem fakir olma yolunda bana rehberlik edecek olan Sensin! Birden ayaklarımın önüne koyduğun içi soruşturma karşısında dinimin ve hayatımın zahiri şekli solup gitti. Seninle el ele olduğunu fark ettim.” (70)
Bu bir dönüşüm müydü, yeniden oluşum mu? Bana göre her ikisiydi. Eski kişiliğinden dönüyor ve yeni bir kimliğe kavuşuyordu. Kitabın ilerleyen sayfalarında bunun çok ilginç örneklerini görüyoruz.
Ustaca ve çok farklı bir anlatım var bu kitapta. Yazar, bir biyografi romanından çok, sosyal bir hadiselerin acılarıyla beslenen iki insanın farklı zamanlarda, yaşadıkları, daha doğrusu kader çizisi halinde kişiliklerinde yer eden ortak yönlerini de dile getiriyor. Meyerovitch’in 2. Dünya savaşında Almanların Fransa’yı işgal çılgınlığını, Mevlana’nın Moğol saldırılarıyla yaşadığı acılarıyla karşılaştırır ve ‘ikimizin kaderindeki en önemli ortak yönlerimiz bunlar galiba’,(84) şeklinde konuşur..
Branning, eserinde sosyal oluşumlar içerisinde, Şems’in Mevlana’yı nasıl yoğurup şekillendirdiğinden söz ederken, kendisinin de Muhammed İkbal’in irşadıyla çıktığı hidayet yolculuğunda, Massignon’un adeta bunalım döneminin tek ilacı olduğunu söyler. Öyle ki, onun ruh terbiyesi sonucu 44 yaşında Kelimeyi Şahadeti getirerek Müslüman olur. Onu İslam’a götüren yolun da bir rüyasına dayandığını anlatır:
Meyerovitch, geldiği noktada kararsızlık içerisindedir. Adeta bir bunalım dönemini yaşamaktadır. Bir tarafta baskın bir Katolik otoritesi, öbür tarafta aydınlığına açılan bir kapı ve bu kapının önünde içeriye buyur diyen Mevlana gibi bir Velî. Batı değerleri içerisinde yetişmiş bir insan için oldukça zor bir kararla yüz yüzedir. ‘Bu radikal adımı atabilmek için geceleri sıkça dua edip Rabbinden yardım ister. Nihayet bir gece rüyasında öldüğünü ve bir mezara konduğunu görür. Mezarının başucundaki hece taşının üzerine Arapça harflerle ‘Havva’ yazılı bir isim okur. Artık işaret verilmiştir ve Kelime-i Şahadeti getirerek yeni iman gömleğine bürünür.’ (S.88) Kuran’ın Kasas suresinde bir ayet vardır: “Allah dilediğini (dileyeni) hidayete erdirir” (Ayet 56)” diye. Demek Yüce Yaratıcı, rüyasında bu hanıma ‘gel buyur hidayete ulaş’ mesajını iletmiş oluyor. Artık çevresi dağılsa da, önemli değildir, yeni bir çevre edinecektir ve daha bir huzurla hayatının yarıda kalan kısmını mutluluk içerisinde iman şemsiyesinin kuşattığı huzur gölgesinde sürdürecektir. İşin ilginç yanına bakın, yıllar sonra geldiği İstanbul’da bir Mevlevi dergâhını gezerken rüyasında gördüğü ‘Havva’ yazılı mezar taşıyla karşılaşmasıdır. Bu olay, yukarıda sözünü ettiğimiz Ayetin tecellisinden başka bir şey olabilir mi?
Katharine Branning, romanın devam eden kısmında, kahramanının 120 yaşına kadar uzanan serüvenine ayrıntıya kaçmasa da, bize bir biyografi romanında bulunması gereken hususiyetlerini anlatarak tamamlar.
Romanı ikinci defa okuduğumda, birincide fark edemediğim gizli bir felsefi disiplinin İslam’ın uhreviyetiyle nasıl bağdaştırıldığının derin izlerini gördüm. Başarılı bir roman, güzel bir tercüme ile bir hidayet hikâyesi olarak artık elimizdedir.
Böyle bir eseri kültürümüze kazandırdığı için Kimlik Yayınlarını da
kutluyorum. Esere İnternet kitapçılarından ulaşabilirsiniz.
___________________________
Katharine Branning, Ateşin Mürekkebi, (roman) Çev: Prof. Dr. Ali Çavuşoğlu; Kimlik Yayınları, Kayseri-2019 (WWW.kimlikyayinevi.com)