Mevlana ile Nasreddin Hoca arasında fark var mı?

A+
A-

Mevlana ile Nasreddin Hoca arasında fark var mı?

Yazının başlığını garip veya ilginç bulanlarınız olabilir. Mevlana’nın ve Nasreddin Hoca’nın tarihi şahsiyetlerini merak edenler tarihçilerin yazdığı kitapları okusunlar. Benim dikkatinizi çekmek istediğim konu başka. Beni meselenin hakikat yönü ilgilendiriyor. Lafı daha fazla uzatmadan iki küçük örnek vererek meramımı ifade etmeye çalışacağım.

Mevlana, Mesnevi’nin beşinci cildinin 1089. beytinden itibaren adalet ile zulüm arasındaki farkı bizlere şöyle anlatır:

1089-1096 Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak. Adalet bir nimeti yerine koymaktır, her su çeken tohumu sulamak değil. Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yere koymak. Bu da ancak belaya kaynak olur. Tanrı nimetini cana, akla ver, iç ağrısına uğramış, düğümlerle, sıkıntılarla dopdolu olmuş tabiata değil. Dünya gamının savaşını bedenine yükle. O can çekişmeyi gönlüne, canına az tattır. Yük dengini İsa’nın başına koymuş da; tekme atan, yuvarlanıp kalgıyan eşeği çayıra salıveriyor. Sürmeyi kulağa çekmezler. Gönül işini bedenden istemek şart değildir. Gönülsen yürü, nazlan, horluk çekme. Bedensen şeker yeme, zehir tat! Zehir bedene faydalıdır, şeker zararlı. Bedenin yardım görmemesi daha iyidir. Cehennem odunu bedendir, onu azalt, bir odun daha biterse hemen kes!

Nasreddin Hoca ise aynı konuyu şu şekilde ifade eder.

Hoca bir gün vaaz ederken “Ey Müslümanlar Hak Teâlâ’ya şükredin ki deveye kanat vermemiş. Eğer vermiş olsaydı evlerinize yahut bahçelerinize konarak başlarınıza yıkardı” demiş.

Fıkra bu kadar. Hoca’nın fıkralarını tasavvufi açıdan yorumlayan Mevlana’nın torunlarından Seyyid Burhaneddin Çelebi ise konuyu şöyle izah eder:

Allah’ın büyüklüğünü müşahede edin. Her kuluna mal ve mevki vermediğine şükredin. Deveye kanat verir gibi kabiliyetsize de mal ve mevki verseydi sığınacağımız yer olan ülkeyi başımıza yıkarlardı. (Türkmen 1999: 45)

Burada deve, ehliyeti ve liyakatı olmadığı halde bir mevki veya rütbeye nail olan kimseye, evler de idare edilen topluma, evin çökmesi de toplumun idaresinin bozulmasına benzetilmiş. Deveye kanat takmak, dikene su vermek ile bir   tutuluyor. Develere kanat takmak ise zulüm etmek, yani, dikene su vermek gibi bir şey. İkisi de bir temsili hikaye anlatım tarzı. Sadece seçilen örnekler farklı. Ama anlatılmak istenen hakikat aynı.

Hakikat ve hikmet böyledir zaten. Yalın bir şekilde insanlara anlatıldığında bir çok insan için idraki müşkül olur. Onun için büyükler söylecekleri hikmetli sözleri elbiselere büründürürler. Bu elbise Mevlana’da şiir olur, Nasreddin Hoca’da ise fıkra. Hakikat ve öz ise aynı, değişen bir şey yok.

Bir de ehl-i hakikatin kendi elbiseleri olur. Ehl-i hakikat arasında na-mahrem olmadığı için herkes birdir, elbiseye gerek yoktur. Nadanlar için ise namahrem olurlar. Bu yüzden elbise giymek zorunda kalırlar. Elbiseler de, nasıl yöreye, iklime göre farklı ise meşrebe, fıtrata göre de farklı olur. Hakikat birinde Mevlana elbisesine bütünmüş, diğerinde de Nasreddin. Yunus Emre de zaten aynı şeyi söylemez mi?

Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm

Şimdi başlıktaki sorumuza geri dönelim. Mevlana ile Nasreddin Hoca arasında fark vardır diyenler de haklıdır, fark yoktur diyenler de. Eh, siz de bana sorabilirsiniz. Hem onlar hem bunlar aynı anda nasıl haklı olur diye. Cevabımı söylememe gerek var mı? Siz de haklısınız.

ETİKETLER: