MEVLANA DÜŞÜNCESİNDE İNSAN’IN ÖZGÜRLEŞMESİ VE İLAHİ AŞK
MEVLANA DÜŞÜNCESİNDE İNSAN’IN ÖZGÜRLEŞMESİ VE İLAHİ AŞK
Yrd. Doç. Dr. Muammer CENGİL[1]
Giriş
Bir sevgi insanı olan Hz. Mevlana kendisine daima, Kur’an-ı ve Hz. Muhammed’in örnek hayatını rehber edinmiş bir İslâm düşünürüdür.
Mevlana düşüncesinin temelinde aşk vardır. Mevlana’ya göre Tanrıya ulaşmak için gerekli olan en önemli şey aşktır. Hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem de belleğiyle sevebilen tek varlık insandır. Mevlana her türlü sevgiyi yüceltir; çünkü bir başkasını seven insan kendisini, tüm insanlığı, evreni ve Tanrıyı sevebilir. O, tüm insanlığa derin bir sevgi beslemiştir ve insan sevgisini bir aşka, tutkuya dönüştürmüştür. Mevlana ancak yüreği sevgi ile dolu olan bir kimsenin gerçek anlamda “İlahi Aşk”a sahip olabileceğine inanıyordu. Ayrıca insanın gerçek anlamda özgürleşmesi de bu “İlahi Aşk” ile mümkün olacaktır. Çünkü ancak kişi “İlahi Aşk” vasıtasıyla kendisini bu dünyaya bağlayan ve bu geçici dünyanın kölesi haline getiren her türlü gelip geçici şeylerden sıyrılıp, gerçek özgürlüğe kavuşabilir.
İnsanın özgürlüğü kavramı kelam, İslam felsefesi ve din felsefesinin klasik konularından birisidir. Biz ise tebliğimizde insanın özgürlüğü meselesini psikoloji ilmi açısından ele alacağız. Yani insanı bir davranışta bulunmaya yönelten motive edici güç anlamında konu ele alınarak değerlendirilecektir.
Tebliğimize öncelikle aşk kavramı ve Hz. Mevlana’da aşk ve ilahi aşk konuları ile başlamak daha sonra da insanın özgürleşmesi bağlamında ilahi aşk konusuna geçmek istiyoruz.
Hz. Mevlana’da Aşk
Aşk kelimesi sözlükte; müfrit mahabbet, aşırı sevgi, sevgin son mertebesi, sevginin insanı tam olarak hükmü altına alması, varlığın aslı ve yaratılış sebebi gibi anlamlara gelmektedir.[2]
Aşk maddi ve manevi şekillerde olur. Bir kadın yada erkek göz önünde bulundurularak zevki ve cinsi cazibe ön planda tutulmak suretiyle oluşan aşk maddidir. Bu aşk genelde mecazidir. Hakiki aşk ise, Allah aşkıdır. Cenab-ı Hak bir kudsi hadiste, “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ettim, âlemi yarattım” buyurmaktadır ki İlâhi aşkın kaynağı budur. Çünkü Allah’ı bilmek, tanımak ancak aşk ile olur. Allah’ı gerçekten seven kişi O’nun yarattıklarını da aynı şekilde sever. Yaratandan ötürü yaratılanı sever. Bu aşk güzele değil, güzelliğedir. Herkesi, her şeyi sevmektir.[3]
Sufilere göre tüm yüceliğine rağmen akıl insanı tek başına Allah’a götüremez. Allah yolunda ne akla ne de onun elini bulaştırdığı ibadetlere güvenebiliriz. İbadet, dua… bütün bunlar Allah’a giden yolda yürüyebilmek için birer vasıtadır. Vasıtaya sarılmak gayeyi elde etmek değildir. Allah’a varabilmek, aşk mertebesine yükselmekle mümkündür. Aşk, ilâhi güzelliğin sarayına girmek için emin delil, yolu yürüyebildiğimize inanılır tanıktır.[4]
Aşk sevginin yoğun şeklidir ve her sevgi aşk olarak nitelendirilmez.[5]Sevgi damarlarda dolaşan kan gibi maddi-manevi insanın bütün varlığına yayılırsa, o zaman aşktan sözedilebilir.[6]
Mevlana aşkın tanımının herkese göre değiştiğini, kendisine göre ise aşkın dermanı olmayan bir dert olduğunu belirtir.[7]
Mevlana aşkı yokluk alemine adım atmak olarak ifade eder:
“Aşk ruhun nurudur, sevgi sabah şarabımdır benim; aşk öyle ümittir ki bütün ümitler onda toplanır.
Aşk nedir bilir misin? Ben’i, biz’i, varlık davasını bırakmaktır; güzellikleri, güzellikleri yaratanda her dileği, her isteği yok etmektir”[8]
Mevlana’ya göre aşk gerçek varlığa ulaşabilmek için diğer her şeyden vazgeçebilmektir. Çünkü ancak maddi varlıklardan geçildiği taktirde gerçek varlığa ulaşmak mümkün olmaktadır.
“Aşk ölümden kurtuluştur, baştaki taçtan düşme korkusundan emin oluştur.”[9]
“Aşk dileği, isteği, yapıp yapmamak arzusunu, iradeyi, ihtiyarı terk etmektir”[10]
“Aşk, göğe uçmak, her solukta yüzlerce perdeyi yırtmaktır.
İlk solukta nefisten kurtulmaktır, ilk adımda ayaktan geçmektir aşk.
Şu dünyayı görülmemiş saymaktır, kendi gözünü görmektir aşk.”[11]
Mevlanaya göre aşkın tercümanı yine aşktır.[12]Aşk hayatın aslıdır[13]ve Mevlana’ya göre aşk ister Hakk’la ister halkla olsun, karşılıklı yaşanır, tek taraflı olmaz.[14]
Mevlana aşkın anlaşılmasının çok zor olduğunu ve cihanda kapalı kalmış bir sır olduğunu ifade eder.[15]
Aşk, insanın manevi alanda ilerleyebilmesi için ruhunun gerekli olduğu gıdadır.[16]
Aşk, çorak toprağı gül bahçesine çevirir.[17]
Aşk varlıktan sıyrılmaktır:
“Sofi dedi ki: “Yürü git be… sen, manasız bir suretten ibaretsin… sen varlık peşinde koş, aşık değilsin sen.
Aşığın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi, varlığa bağlanmaz.
Âşıkların varlıkla işi yoktur… âşıklar, kârı sermayesiz elde ederler.
Kanatları yoktur, âlemin etrafında uçarlar… elleri yoktur, topu meydandan kaparlar!
Mana kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya!
Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar… onlar, yokluk gibi renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!”[18]
Mevlana beşeri aşkı küçümseyerek insanın asıl gayesinin ilahi aşka ulaşmak olduğunu ifade etmektedir.
“Elinin gözünün, ayağının çift olması yerindedir. Ama gönül ve sevgili iki olunca iş değişir, bu uygunsuz düşer. Sevgili bir bahanedir. Sevgili yalnız bir bahanedir. Sevgili yalnız bir Tanrı’dır. O’nu iki sananlar ancak ateşe tapanlarla inkarcılardır.”[19]
Mevlana’ya göre asıl aşk yaratıcıya duyulan aşktır.
“Onun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkıyla kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular”[20]dizeleriyle bunu çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.
“Aşk renge ve kokuya bağlı (zahiri) olursa, o aşk değildir. Kişiye bir utançtır.”[21]Diyerek Allah aşkı dışındaki aşkların gerçek anlamda aşk olarak ifade edilemeyeceğini belirtmektedir.
“Zannetmeyesin ki ben varlıkta ikilik görüyorum. Her an yeni bir ilham yeni bir gelişme buluyorum kendimde. Görüyorum ki benim canım da, gönlüm de sensin. Gözüm, başım, bütün benliğim hep sensin.”[22]
“… sen onun dışında değilsin, sen kimi arıyorsun?”[23]dizeleriyle Mevlana Allah’ın insanın içinde olduğunu ifade etmektedir.
Mevlana aşk ile kendinden geçtiğini şu dizelerle ifade etmiştir;
“O şarabı içitim ki can, onun kadehidir;
O şarapla sarhoş oldum ki akıl, ona deli divane olmuştur.
Bir duman geldi, bürüdü beni, ateşledi beni
O mumdan ki güneş, ona pervane kesilmiştir.”[24]
“Tanrı aşkından hiçbir ziyan görmiyeceksin. Nerde cansız kalacaksın? Sen kendin can olacaksın. Önce göklerden yere inmiştin. Sonra da yerden göklere gideceksin.”[25]Mevlana bu dizelerle insanın tekrar Tanrı katındaki yüksek derecesine Aşk ile ulaşabileceğini belirtmektedir.
Mevlana yeryüzündeki her şeyin Allah aşkıyla dolu olduğunu şu dizeleriyle ifade eder:
“Havada, ovada gördüğün her zerre, iyi bakarsan bizim gibi âşıktır. Gönlü hoş olsun, paslı olsun hiçbir zerre yoktur ki o ezeli ve ebedî güneşten başı dönmüş olmasın.”[26]
Mevlana, asıl olanın Tanrı’ya olan aşk olduğunu, surete olan aşkın ise gelip geçici olduğunu belirtmektedir.[27]
Mevlana şu dizeler ile Tanrı aşkından başka her şeyin gelip geçici ve boş olduğunu ifade etmektedir:
“En güzel olan (Güzeller güzeli) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!”[28]
“Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir.”[29]Dizeleriyle aşkın yalnızca Allah’a ait bir vasıf olduğunu belirtmektedir.
Mevlana’ya göre Aşk kendinden geçmektir;
“Hekime gittim, sordum: Aşk hastalığına tutulmuş zavallıya ne buyursun? Ey keskin görüşlü üstad! Bana dedi ki: sıfatlarından geç, varlığını yok et! Yani neyin varsa hepsini dışarı at. İyice bir sarhoş olayım diye yâre uğradım. Çekil kapımdan dedi. Şimdi sarhoşluk zamanı mı? Hayır, aç kapıyı; ben sarhoş değilim dedim. Öyleyse git dedi, Madem ki kendindesin, varlığından geçmemişsin demektir.”[30]
İnsan ancak ilahi aşk sayesinde benliğinden sıyrılarak gerçek varlığa kavuşmuş olur.
“Ey bu cihanın canı ile diri olan zavallı; Yazıklar olsun sana niçin böyle yaşıyorsun? Aşıksız yaşama ki ölmeyesin. Bâri aşk yolunda öl ki, ebedi hayata kavuşasın!”[31]
Aşk gamı kederi alıp götürür:
“İsterse her iki cihan gam dikenleriyle dolsun. Devenin dikenden ne korkusu olur. Can ve cihan, keder ve üzüntülerle bulaşsa bile yine tertemiz kalır. Çünkü aşk temizleyicidir.”[32]
Mevlanaya göre aşık, kendi benliğinden geçen, varlığı terk eden kimsedir.[33]
Dünyaya aşık olan kişi mevlanaya göre maskaralaşmakta ve başkalarına kul köle olmaktadır.
“Kül âşığı olanlar, bu cüz’e müştak olmazlar, Cüz’e müştak olan, külden mahrum kalır.
Cüzü, cüze âşık olunca mâşuku, çabucak küllüne gider, âşık ayrılığa düşer.
Cüz’ü seven, maskaralaştı, başkalarına kul oldu. Denize düştü, boğulmak üzere; eline geçen ota yapışmakta.
O zayıf mâşuk, hakim değildir ki âşığın derdine derman olsun. Efendisinin işini mi görsün, kendi işini mi?”[34]
Mevlana dünyada herkesin farklı sevgilere yöneldiğini şu dizeleriyle ifade etmektedir:
“Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost yüzünden ova olur,
Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler.
Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
Gece gelsin de ay (yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
Esnaf gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkanda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
Tacir, deniz demez, kara demez yürü durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.”[35]
Görüldüğü gibi aşk gönle açılan bir kapıdır ve o kapıdan içeriye girmek kolay değildir. Aşkın ne olduğunu bilmek onu yaşamakla mümkün olmaktadır. İnsanın olgunlaşması esastır ve bu olgunluğa ulaşmak ancak ilahi aşkın cezbesiyle olur. Bu ise yaşamayı yani kötülüklerden arınmış bir gönülle yaşamayı gerektirir. Heves ve isteklerden dünyaya bağlılıktan kopmayı gerektirir. İnsanı insan yapacak olan da bu aşktır.[36]
Mevlana’da aşk ve ilahi aşka bu şekilde kısaca değindikten sonra insanın özgürlüğü meselesine geçmek istiyorum.
İnsanın Özgürlüğü
“Mevlâna sadece büyük bir şâir,
eşsiz bir mutasavvıf değildir.
O aynı zamanda
insan tabiatının derinlerine inmiş, insanın iç yüzünü keşfetmiştir.”
Erich Fromm
İnsanı bir yönde harekete sevk eden faktörler psikolojide; ilgi, istek, ihtiyaç, arzu, dilek, emel, dürtü… vb. kavramlarla ifade edilmektedir ve bunlar şuurlu yada şuursuz, fizyolojik, duygusal, zihinsel veya sosyal nitelikli olabilmektedirler. Bu şekilde davranışlarımızın temelinde yer alan bütün bu faktörleri ifade etmek için genel olarak “güdü” kavramı kullanılır ve bir ferdin davranışlarını belirleyen dinamik faktörler bütününe ise “güdülenme” denilmektedir.[37]
Psikanalitik kurama göre insanoğlu zevk ilkesine göre işleyen ve hiç geciktirilmeden bütün isteklerinin yerine getirilmesini isteyen idile toplumun inandığı, “doğru” ve “yanlış” kararlarının kaynağını teşkil eden üst-ben(süper ego)’in etkilerine göre davranışta bulunmaktadır. Ego ise burada adeta cambazlık görevi görmekte ve hem id’i memnun etmeye çalışır, hem de üst ben tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.[38]
Davranışçı psikoloji kuramının moden psikoloji içerisinde etkili bir yere gelmesinde büyük bir payı olan B.F. Skinner’a göre ise insanoğlu kişisel pekiştirilme süreci, tabii seleksiyon veya türlerin evrimleşme süreci ve sosyal veya kültürel çevrenin etkisiyle davranışlarda bulunur. Skinner’a göre insanın mutlak özgürlüğü sözkonusu değildir. İnsanlar mutlaka yukarıda ifade ettiği üç hususun etkisiyle davranır ve önemli olan kontrolün kimin elinde olacağıdır.[39]
Mevlana’ya göre ise insanı bir davranışta bulunmaya motive eden hususlar ya şehvet, öfke vb. nefsin arzu ve istekleri yada Tanrı’nın rızasına uyma gayretidir. Ve Mevlana’ya göre insan ancak Tanrı’nın rızasına uygun bir şekilde davranmaya başladığı zaman gerçek anlamda özgürlüğünü elde etmektedir. O bu hususu şu dizeleriyle ifade etmektedir:
“Mevlâ kimdir? Seni azadeden, ayağındaki kulluk prangasını çözüp atan!
Hürlük yolunu gösteren peygamberliktir. Müminler, peygamberlerden azatlık bulurlar.
Ey inananlar, sevinin. Selvi gibi, süsen gibi hür olun.”[40]
Mevlana aşağıdaki dizelerde de dünyaya, arzu ve isteklerine tapanlara özgür denildiğini fakat bunların gerçekte hür kimseler olmadığını şu dizeleriyle ifade etmektedir.
“Padişah, zaten bu temiz kişidir… hür olan da odur… ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar… Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!…
Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler.
O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
Canı, papuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.”[41]
Mevlana dünya hayatına ait maddi değerlerden, benlikten uzaklaşıldıkça gerçek anlamda özgürlüğün elde edileceğini aşağıdaki dizelerde çok güzel bir şekilde ifade etmeye devam etmektedir.
“Dallar, yapraklar, toprak hapsinden kurtulunca başlarını yükseltir, rüzgârın eşi, arkadaşı olurlar.
Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın tâ üstüne çıkarlar.
Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı’nın şükrünü terennüm eder;
Bizim aslımızı, ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de.
Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde.
Tanrı aşkının havasında raksederler, ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler.”[42]
“Sen de eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırları denizi, seni başının üstüne kor.”[43]
“Çiçekler, akarsu zinciri gibi parlamak, meyveler, tomurcuklanmak için hep baharı isterler.
Baharda çiçek dökülünce meyve baş gösterir. Ten de harap olunca can görünür.
Meyve mânadır, çiçek onun sûreti. O çiçek, müjdedir, meyve de nimeti”
Çiçek döküldü mü meyve meydana çıkar. O kayboldu mu bu fazlasıyla görünür.
Ekmek kırılıp yenmeyince kuvvet verir mi; salkımlar sıkılmadıkça şarap olur mu?
Helile, ilâçların arasında kırılıp ezilmedikçe ilâçlar, nereden sıhhati artıracak?”[44]
“Kendini unuttun mu seni anarlar… kul oldun mu azat ederler!”.[45]
“Can der ki: “Ey benim şu yeryüzüne mensup cüz’lerim benim garipliğim sizin garipliğinizden daha acı… ben, arşa mensubum.”
Tenin meyli, yeşilliğe, akarsuya… çünkü aslı ondan.
Canın meyli ise diriliğe, diriye. Çünkü aslı Lâmekân’ın canı!
Can, hikmete, bilgilere… ten, bağa, bahçeye, üzüme meyleder.
Can, yücelmeye, yükselmeye can atar; ten, kazanca, ota, yiyeceğe, içeceğe!
O yücelmenin aşkı, o yücelmenin meylide canadır. “Allah onları sever onlar da Allah’ı” ayetini bundan anla!
Bunu anlatmaya kalkışsam sonu, ucu gelmez… Mesnevi’ye, daha böyle sekiz misli kağıt bile yetişmez!
Hasılı kim bir şey isterse istediği şey de ona rağbet eder.
İnsan hayvan, nebat, cemat… her şey, birbirine âşıktır. Bir adam, bir şeyi sevdi de muradı o oldu, başka bir şey dilemez bir hale geldi mi o muradı olan sevgilide muratsız hale gelen âşıkına âşıktır.
Muratsız hale gelen âşıklar, bir murat etrafından döner, dolaşır, yalnız sevgililerini dilerler ama muratları, maksatları olan sevgililer de onları kendilerine çekip dururlar.”[46]
Sonuç
İnsanı bir davranışta bulunmaya iten çeşitli sebepler vardır. Bunların bir kısmı dünyevi ve nefsani arzu ve istekler olurken, diğer bir kısmı da Tanrı iradesine boyun eğerek, onun rızasını, sevgisini, aşkını kazanma amacını güden etkilerdir. Mevlana dünyevi ve nefsani arzu ve isteklere boyun eğmek insanı dünyanın, malın, mülkün kölesi haline getirdiği inancıyla, bu yönden kaynaklanan davranışları hoşgörmezken, Tanrı rızasına uygun olan davranış motiflerini kabul etmektedir.
Mevlana düşüncesi Tanrı ekseni etrafında şekillenmiştir. Tüm eylemleri O’na daha yakın olabilmek, ona ulaşabilmek içindir ve aşk Tanrı’ya ulaşmada tek yegane yoldur. Mevlana’ya göre Tanrı aşkından başka dünyadaki tüm aşklar gelip geçicidir. Yaradılışın gayesi dünya esaretinden kurtularak Tanrı’ya tekrar ulaşmaktır. Dolayısıyla insanın yaratıcısına ulaşmasını engelleyen her türlü nefsani, dünyevi arzu ve istek insanı bu dünyaya bağlamakta ve onun gerçek anlamda özgürlüğe kavuşmasını engellemektedir. Hz. Adem işlemiş olduğu hata dolayısıyla cennetten dünyaya gönderilmiş ve adeta burada bir sürgün hayatı yaşamıştır ve asıl hürriyetini tekrar Allah’a kavuşarak elde edecektir. Onun gibi Hz. Adem’in torunları olan bizler de ancak Allah’a kavuşmakla özgürlüğümüzü elde etmiş olacağız ve O’na ulaşmanın yegane yolu ise aşktan geçmektedir.
KAYNAKÇA
Cahız, “Aşk ve Kadınlar Hakkında Risale”, Aşk Risaleleri, çev.; M. Fatih Birgül, Sır Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay., Ankara, 1997.
Cüceloğlu, Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul, 1997.
Demirci, Mehmet, Yunus Emre’de İlahi Aşk ve İnsan Sevgisi, İstanbul, 1997.
Hançerlioğlu, Orhan, Toplumbilim Sözlüğü, İstanbul, 1986.
İspir, Mehmet, “Mevlana’da İnsan ve Aşk”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), S.: I.
Mevlana, Celâleddin Rûmî, Divân-ı Kebir, Hazırlayan; Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara, 1992.
———-, Mektuplar, Hazırlayan; Abdülbâki Gölpınarlı, Konya 1965.
———-, Rubâiler, çev.; M. Nuri Gençosman, MEB Yayınları, İstanbul, 1994.
———-, Mesnevi, https://www.semazen.net/text_list.php?id=110&menu_id=id2, Ekim, 2007.
———-, Mecâlis-i Seb’a, Hazırlayan; Abdülbaki Gölpınarlı, Konya, 1965.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an ve Sünnet’e Göre Tasavvuf, Yeni Boyut Yay., 6. Baskı, İstanbul, 1995.
Skinner, B. F., Beyond Freedom and Dignity, Knopf, New York, 1989.
———-, Science and Human Behavior, Macmillan, New York, 1953.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul 1996.
———-, Aşk”, DİA, c., 4, İstanbul, 1991.
[1]Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Din Psikolojisi Anabilim Dalı
[2]Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü,Marifet Yay., İstanbul 1996, s., 59.
[3]Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yay., Ankara, 1997, s., 120.
[4]Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnet’e Göre Tasavvuf,Yeni Boyut Yay., 6. Baskı, İstanbul, 1995, s., 333-334; Aşk konusuyla ilgili olarak bkz.; Süleyman Uludağ “Aşk”, DİA,c., 4, İstanbul, 1991, s., 11-17
[5]Cahız, “Aşk ve Kadınlar Hakkında Risale”, Aşk Risaleleri,çev.; M. Fatih Birgül, İstanbul, 2000, s., 17.
[6]Mehmet Demirci, Yunus Emre’de İlahi Aşk ve İnsan Sevgisi, İstanbul, 1997, s., 25.,
[7]Divân-ı Kebir, c., I, b., 226.
[8]Divân-ı Kebir, c., I, b., 3419-3420.
[9]Divân-ı Kebir, c., II, b., 2562.
[10]Divân-ı Kebir, c., II, b., 2562.
[11]Divân-ı Kebir, c., V, b., 3885-3887.
[12]Divân-ı Kebir, c., IV, b., 1745-1746,
[13]Divân-ı Kebir, c., II, b., 2375.
[14]Mektuplar, s., 148.
[15]Rubailer, c., I, b., 315.
[16]Mesnevi, c., III, b., 3034.
[17]Divan-ı Kebir, c., II, b., 30.
[18]Mesnevi, c. III, b., 3019-3024.
[19]Rubâiler, c., I, b., 267.
[20]Mesnevi, c., I, b., 220.
[21]Mesnevi, c.,I, b., 214.
[22]Rubâiler,, c., II, b., 925.
[23]Rubailer, c., II, b., 1598.
[24]Mecâlis-i Seb’a, s., 70.
[25]Rubâiler, c., I, b., 417.
[26]Rubailer, c., I, b., 370.
[27]Mesnevi, c., II, b., 700-704.
[28]Mesnevi, c., I, b., 3686.
[29]Mesvnevi, c., VI, b., 972.
[30]Rubâiler, c.II, b., 1545-1546.
[31]Rubâiler, c.II, b., 1291.
[32]Rubâiler, c.,I, b., 588.
[33]Mecalis-i Seb’a, s., 60.
[34]Mesnevi, c.,I, b., 2801-2804.
[35]Mesnevi, c., III, b., 538-544.
[36]Mehmet İspir, “Mevlana’da İnsan ve Aşk”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi,VII (2007), S.: I, s., 185.
[37]Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlüğü,İstanbul, 1986, s., 163.
[38]Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, 7. Basım, İstanbul, 1997, s., 407-408,
[39]Bkz; B.F. Skinner, Beyond Freedom and Dignity, Knopf, New York, 1989; Skinner, Science and Human Behavior, Macmillan, New York, 1953;
[40]Mesnevi, c., VI, b., 4540-4542.
[41]Mesnevi, c., IV, b., 3122-3127.
[42]Mesnevi, c., I, b., 1342-1347.
[43]Mesnevi, c., I, b., 2843.
[44]Mesnevi, c., I, b., 2928-2933.
[45]Mesnevi c., III, b., 3076.
[46]Mesnevi, c., III, b., 4435-4444.