Mevlâna Düsüncesinde Altın Metaforu
Mevlâna Düsüncesinde Altın Metaforu
Dr. Ergin ERGÜL
Ey Altın zerresi; neşe ile oyna !..
Altın; insanlığın ilk keşfettiği değerli madenlerden biri olarak, tarih boyunca onun bireysel, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatını derinden etkileyen bir nitelik taşımıştır. İyi insanlar için « altın kalpli » benzetmesinde olduğu gibi, birçok iyi ve güzel niteliği anlatmak için vazgeçilmez bir metafor olarak kullanılmıştır. Edebiyatta, şiirde en güzel ve en değerli olanı anlatmada yeri doldurulmaz bir kelime olarak işlev görmüştür.
13. yüzyıldan günümüze bilgelik kaynağı, şiiri ve üslubu ile insanlığı cezbetmeye devam eden büyük bilge Mevlâna’nın da, her biri dünya edebiyatının ve irfanının zirvesi olan ölümsüz eserlerinde yer verdiği çarpıcı metaforlarında altından sıklıkla yararlandığı görülmektedir. Mevlâna; altını sadece bir mücevher ve ekonomik bir değer olarak değil, toprak altında maden haline gelmesinden, cevher olarak keşlinden ve ayrıştırılarak saf altına dönüşmesine kadar çeşitli safhalarıyla benzetmelerine konu etmiştir.
Yazımızda, Mevlâna’nın Mesnevi ve Divan-ı Kebir adlı eserlerinde yer verdiği söz konusu benzetmelerinden bir demeti başlıklar halinde ele alacağız
insan, altın madeni ve altın
Mevlâna insanı dış görünüşüne, toplumsal statüsüne ve ekonomik durumuna göre değerlendirmez. O, insanı değerlendirirken iç yüzünü, ilahi olan özünü dikkate alır. Bunun için de kişiyi kendisini söz konusu geçici nitelikler üzerinden değil de altına benzettiği gerçek varlığı üzerinden değerlendirmesi konusunda uyarır:
« Aklını başına ol da, altına benzeyen varlığını gerçek, ebedi zevk ve sofaya ver, gama, kedere verme! manevi zevk ve sofaya layık olmayan altının toprak başına olsun! »
« Sen eşi bulunmaz nadir bir altınsın. Kimse cesaret edip de sona müşteri olamaz. Sen ancak o kuyumcunun işine yorarsın. O kuyumcunun güzel eserisin. Senin bu dünya pazarında ne işin var? Yürü; aslına, madenine git! »
İnsanın gerçek varlığı altın olmakla birlikte, dünyaya geldiğinde madendeki altın cevherine benzer. Bu nedenle madende genelde bakırla birlikte bulunan altın cevheri gibi uğraş verilerek işlenmesi gerekir. Dolayısıyla insan kişisel ve ruhsal olgunluğu temsil eden altına ancak kendinin altın madeni olduğunu ve bu madenden altını çıkartmak için zaman ve emek harcaması gerektiğini forkederek ulaşabilir. mevlôno bu gerçeği şöyle ifade eder:
Ey insanoğlu! Bazen ağlıyorsun, gözyaşı döküyorsun, bazen do altın sevdasına kapılıyor, toprak eliyor, altın kırıntıları arıyorsun! Fakat düşünmüyorsun ki; sen, altın madenisin, değerli bir kimyasını ..
Ey altın zerresi; neşe ile oyna! Oyna; çünkü sen, manevi altın madeninin aslının aslındansın! Her neyi arıyorsan; titreyerek, oynayarak her neyin peşinde koşuyorsan, bil ki sen, onun aynısın, tıpkısısın.
Bilgeler; «kendini tanıyan Rabbini tanır » derler. Mevlâna kendini tanıma sürecini altın madeni ile bakırı altın yapma benzetmeleri ile açıklar:
« Yeter artık, sen bır doğa benzers,n, oklını başına cl do, dağda bulınmı altın modenıni ara! Bağırmoyı bırak, boğırıp dağı ıeılendırmesen ne olur. .
« ne diye altın arıyorsun? Kendi bakırını altın et! »
Mevlâna, evrenin kalbi ve özü olarak nitelendirdiği ve sadece yaratıcısı önünde eğilmesi gereken özgür bir birey olarak gördüğü insanın, başka insanlarca kişsel ve grupsal çıkarlar doğrultusunda istismarına karşı çıkar. Mevlâna kendisi gerçek ve büyük bir yol gösterici olduğundan insani, dini ve tasavvufi değerleri istismar eden sahte yol göstericilerin bireyler, toplum ve ülke için ne denli tehlikeli sonuçlara yol açabileceğinin farkındadır. Bu nedenle bireyleri, iki yüzlü, maskeli tipler olan sahte yol göstericilerin ağlarına düşmemeleri ve ömürlerini onların peşinde tüketmemeleri için hırsız ve altın benzetmesi üzerinden uyarır:
« Dikkat et de kayma, bu zamanda, insan çalanlar, altın çalanlardan daha fazla. Duyarsın Hırsızlar altın peşinde koşuyor; Sen de altın madenisin kendinden habersiz olma! Ey insanoğlu. »
« Sen kendini bir şeyi de yok düşmanı da yok sanma! Dünya altın peşinde koşuyor. Sen kendin altın madenisin ama kendinden haberin yok! Sen kendin, asıl altın ve inci madenindensin. »
Hayat ve altın kesesi
Mevlâna, sınırlı bir hayat ve ulvi bir gaye için dünyada bulunan insana zamanın değerini anlatmak için de altın metoforundan yararlanır. Buna göre; insanın ömrünü teşkil eden gündüz ve gecelerin her birinin geçmesi ömür kesesinden altınların eksilmesi, hayatın sonu ise kesenin boşalmasıdır. Böyle bir benzetme, hiç kuşkusuz insanı ömrünün değerini bilme ve buna göre bir hayat sürme konusunda oldukça biliçlendiricidir:
« Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet! Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır. Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur, »
Zorluklar, altın madeni ve definesi
Hayata ağlayarak başlayan insan küçük büyük birçok sıkıntıyla yaşamını sürdürür. İnsan, hep sıkıntılar ve zorluklar içinde sevincin ve huzurun peşinden koşar. Özellikle hayat şartlarının ağırlaştığı günümüzde bu sıkıntılar, stresler daha da artmış, acılar, dertler, üzüntüler, tasalar hayatımızda daha fazla yer almaya başlamıştır. Mevlâna bu durumu bir talihsizlik olarak görmez. Aksine, her zorluğun insan için bir kazanç olduğunu belirtir. Ona göre, “sevinç üzüntünün altında gizlidir.” ve “gönüle gelen her sevinç bir sıkıntıya bağlıdır.” Günümüzde, ülkemizde ve Batıda birçok psikolog, hastalarının stresle baş edebilmesi için Mevlâna’nın konuyla ilgili bakış açılarını aktarmaktadır, Mevlâna’nın bu konudaki en önemli öğüdü, zorlukların, sıkıntıların, dertlerin insanı olgunlaştıran yönünden faydalanmaktır. Ona göre, her zorluk, sıkıntı, üzüntü insanın iç dünyasında derinleşmesi ve zenginlik kazanması için bir fırsattır.
Bu konuda Mevlâna altın cevherinin madenden çıkartılması, altının ayrıştırılması, kuyumcu atölyesinde işlenmesi ve altının derine olarak saklanması işlemlerini zorlukların insanın gelişme ve hayat başarısındaki önemini vurgulamak için kullanır:
« Bizler de insanız, aşk madeninin üstündeki kayalardan da aşağı değiliz ya! Külünk vurulmadan, yara almadan, ter dökmeden, maden, altınını hiç gösterir mi? »
«Madeni bulmak için yeri kazarken, kazmaların açtığı yaralarla altın madeni kırılır, dökülür, parçalanır ama, kuyumcuların dükkanları altınlarla dolar, taşar.»
« Altın, kuyumcunun vuruşlarını seve seve yedikten, onun eliyle dövüldükten sonra, her an daha da hoş, daha da güzel bir hal alır.»
« Bu riyazetler, bu çileler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.»
« İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.»
«Altın definesini bilinmeyen viranelere gizlerler? Hiç defineyi bilinen yere koyarlar mı? İşte kurtulmanın, özgürleşmenin de yorgunluk ve sıkıntılarda gizlenmesi buna benzer.»
Hayal gücü ve kimya
Birçok kişisel gelişim kitabı, ‘yaratıcı imgeleme’, ‘uyanın ve hayal kurun’, ‘zihinde canlandırmanın gücü’ gibi isimler taşır, kişisel gelişimde hayal gücümüzü doğru yada yanlış kullanmanın sonuçlarına ilişkin uyarı veya öneriler içerir. Albert Einstein, hayal gücünün bilgiden daha önemli olduğunu söyler, ancak, bu yeteneğimizin gücünü bize en iyi Mevlâna yine altın üzerinden hatırlatmaktadır:
Hayalin, bakırı altın yapan kimya/ felsefe taşıdır.
Öte yandan hayal gücünün yanlış, olumsuz kullanılmasının zararını da sahte altın benzetmesi ile anlatır:
«müflisler sahte altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rezil olur.
Dikkat et; altın suyu ile boyanmış sahte para seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; yanlış hayal seni kuyuya düşürmesin!»
Bizler de insanız, aşk madeninin üstündeki kayalardan da aşağı değiliz ya! Külünk vurulmadan, yara almadan, ter dökmeden, maden, altınını hiç gösterir mi?
İlahi aşk ve kimya
Bilindiği üzere; bir mutasavvıf olarak Mevlâna’nın eserlerinin merkezinde ilahi aşk yer alır. Bu konuyu da Mevlâna altın metaforu ile işler:
Aşk, kimya yapan, bakırı altın eden bir kimyadır.
Önünde iki leğen var; birinde ateş, öbüründe altın dolu! Aklını başına al da, elini aşk ateşi ile dolu leğenin içine sok!
Sözün altın gibi değerli olsa, işlediğin işler kötü ise, kimsenin yanında bir pul bile etmezsin.
Değeri sırtındaki eyerden aşağı olan bir ata nasıl güvenir de yola sürersin?
Toprak, altın oldu mu topraklığı kalmaz. Gam ferahlık haline geldi mi insana keder verme dikeni yok olur gider.
Çeşitli benzetmeler
Aşağıdaki beyitte insanın güzel huylarını altına benzetir: Herhangi huy galipse hüküm, onundur, madende altın bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır. Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre dirilmen gerekir.
Mevlâna insan için hayatta büyük önem taşıyan dostu, samimi ve yakın arkadaşı altına benzetir:
Dostluk nişanesi belâdan, âfetlerden, minhetlerden hoşlanmak değil midir? Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir.”
Dilimizde « söz gümüş ise sukut altındır » ifadesi çok bilinen bir atasözüdür. Mevlâna da susmanın kıymetini altın benzetmesi ile açıklar:
« Dağ ses verir ama, madende ses vermeyen, susan altın var. »
Bir hikaye: Kuyumcu ve altın tartmak isteyen yaşlı adam
Mevlâna baş yapıtı Mesnevi’de bir eğitim metodu olarak sıklıkla kullandığı hikayelerinde de altından yararlanır.
Bilindiği üzere İhtiyat ve tedbir başka alanlarda olduğu gibi iş hayatında da büyük önem taşır, İş adamları için sonunu görmek en başta gelen bir meziyettir. Başarılı işadamları zeka ve tecrübelerinin gücü ile mümkün mertebe yapacakları işin sonunu düşünürler. İş yapacakları insanları seçerken bu kişinin verilecek işi yapmaya yeterli olup olmadığını dikkate alırlar, mevlâna bu konuyu da bir hikâye üzerinden anlatır.
Birisi, kuyumcunun birine giderek” Altın tartacağım, bana terazini versene” dedi.
Kuyumcu dedi ki.” Babacığım, hadi git, bende kalbur yok!”
Adam: “Alay etme benimle. Ver şu teraziyi” dedi.
Kuyumcu dedi ki.” Dükkânımda süpürge yok”
Adam:” Yeter yahu, bırak alayı. Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi ver” dedi.
Kuyumcu dedi ki.
“Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de anlamsız sanma. Sözünü duydum ama sen gücü, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek. Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin, Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin. Altını süpürüp bir yere toplayınca da, kalbur isterim diye tutturacaksın. Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!
sonuç
Mevlâna’nın güncelliğini yitirmeyen eserleri üzerinde yapılan bu çok derin olmayan araştırma bile onun altın kelimesini şaşılacak kadar sıklık ve çeşitlilikte benzetmelere konu ettiğini göstermektedir. Bu benzetmeler genelde olumlu benzetmelerdir. Bunun tek istisnası, manevi boyutun maddi dünyaya önceliğini ve üstünlüğünü anlatırken dünyevi zenginliklerin sembolü olarak altına değer vermeyen benzetmelerdir.
İlginç olan, Mevlâna’nın bu benzetmelerini altının maden, cevher, ayrıştırma, mücevher olarak işleme ve ekonomik değer olarak kullanma gibi tüm safhalarına ilişkin yapması ve bu benzetmelere esas teşkil eden bilgilerin bugün içinde geçerli olmasıdır. Mevlâna adeta bir jeolog, bir maden mühendisi, bir kuyumcu ve bir iktisatçı altyapısı ve eğitimine sahip biri gibi sağlıklı benzetmeler yapmaktadır.
Burada Mevlâna’nın kendini ve düşünce dünyasını tarif ettiği bir şiiri akla gelmektedir:
Biz altın gibi birkaç kimsenin öz malı değiliz. Biz deniz gibiyiz, madenler gibiyiz; biz bu âlemde herkesin malıyız.
Biz, söze, dile sığmayız. Bizde paha biçilmez bir hazine gizlenmiştir.
Bir hukukçu kaleminden çıkan bu kısa araştırma, değişik alanlarda yetkinlik ve uzmanlığa sahip insanımıza, yanı başlarındaki Mevlâna altın madeninden ve hazinesinden kendi alanlarında yararlanma farkındalığı uyandırabilirse amacına ulaşmış olacaktır.
Array