Mevlȃnȃ’ya Göre Öğrenci-Öğretmen İlişkisi

A+
A-

Mevlȃnȃ’ya Göre Öğrenci-Öğretmen İlişkisi

Prof. Dr. Kadir Özköse

Mevlânâ’nın eğitim sisteminde öğretmen ve öğrenci iki temel öğedir. O, öğrenci ile öğretmen arasındaki yakınlığı başarının esâsı olarak kabûl etmektedir. Öğretmen ve öğrenci ilişkilerini birtakım metaforik anlatımlarla çok daha anlaşılır kılmaya çalışmaktadır. Bu benzetmelerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Bal-Süt İlişkisi

Öğretmen-öğrenci münâsebetlerine ışık tutmaya çalışan Mevlânâ, tasavvufî ağırlıklı bir misâlle konuyu ele almaktadır. Bu konuda bal ile sütün ilişkisini örnek olarak vermektedir. Ona göre, bal ile sütün bileşiminde bal nasıl sütün içinde erirse ve orada kaybolursa, öğrenci de öğretmeni ile böyle bir ilişki içinde olmalıdır. Onun eteğine yapışmalıdır ki onu yüceltsin. Zîrâ terbiyeci öğrencisini önce alçaltır, benliğinden sıyırır, sonra hafiflediği için yüceltir.2

2. Öğretmen-Öğrenci İlişkilerinde Bir Alışveriş Olması

Öğretmen-öğrenci ilişkilerinde bir alışveriş vardır. Mevlânâ, bu alışverişi şöyle dile getirmektedir: “Sirke verirsin, şeker alırsın; boncuk verirsin inci alırsın; sürme verirsin, görüş elde edersin; pek hoştur bu alışverişte bulunmak.”3

Buna göre, eğitimci öğrencisinin değersiz olan herşeyini değere çeviren, onu tatlılaştıran, incileştiren, görüş kazandıran bir faaliyet içinde olmalıdır. O zaman öğrenciyi halkın kabûlleneceği, halka bir şeyler verebilecek bir seviyeye getirmiş olacaktır. Eğitimcisinde gereği şekilde tatlılık olamayan, boncuğunu inciye çeviremeyen, basîret kazanamayan öğrenci bir değer kazanamamış demektir.

3. Eğitimin Peygamberlik Huylarını Kazanma Sanatı Oluşu

Mevlânâ, eğitimcinin öğrencisine kazandırması gereken en önemli özelliklerin toplamına Peygamberlik huyları demektedir. O zaman da, Peygamberin eğitimini gündeme getirmektedir. Peygamberlerin eğitimi, kendi huylarını halkına ya da öğrencilerine (ümmetine) kazandırma faaliyeti olarak gerçekleşmektedir. Bu huylar Peygamberlere de Allah (cc) tarafından kazandırılmışlardır. Bu huyları Mevlânâ, şöyle sıralamaktadır: “Eli açık oluş, bağışta bulunuş, lutfediş, deredeki su gibi secdelere kapanış ve isteği dile bırakıştır peygamberlik huyları.”4

4. Gönül Kilidinin Açılması

Mevlânâ öğrencisine ya da muhâtabına “âşık” diye seslenmektedir. Neler yapması gerektiğini ona şöyle anlatmaktadır: Öğrencinin hîle ve düzeni bırakarak virâne olmasını, yâni kötü düşüncelerden sıyrılmasını; bilgi denen nûrun ortasına, tâ kalbine atılıp onun etrâfında pervâne olmasını öğütleyen Mevlânâ, kendi kendine yabancılaşmasını, kendi düşünce âlemini yıkarak, âşık olan eğiticilerin meclisinde ev edinmesini istemektedir Aşk şarâbına kadeh kesebilmek için yedi kere gönlünün kirden yıkanmasını tavsiye eden Mevlânâ, gerçek eğitimciye katılmasını istiyorsa sarhoş olmasını öğütlemektedir. Düşüncenin insanı peşinden sürüklediğini, kazâ ve kader gibi başta ve önde yürüyebilmek için kişinin düşüncesinden vazgeçmesini; hevâ ve hevesin gönüllerimizi kilitlediğini, bu kilidi açabilmek için bir anahtara sâhip olmayı önermektedir. Hz. Süleymân’ı bir eğitimci olarak düşünen Mevlânâ, öğrencisine onun kuşdilini öğrenmesini tavsiye ettiğini hatırlatmaktadır. Gönlü tuzak olana kuşun yanaşmayacağını, onun için gönlünü yuva hâline getirmesini öğütlemektedir.5

Böylece Mevlânâ öğrencisine insanların gönül dilini anlamasını, gönlünü tuzak olmaktan kurtarıp yuva hâline getirmesini tavsiye etmektedir. Yuvaya giren hapsolmaz, aksine istediği zaman gelir konar, istediği zaman uçup gider. Yuva hürriyeti, tuzak ise hîleyi ve ıstırâbı hatırlatır. Yuva güveni, sığınılacak yeri ve yurdu temsîl eder derken; gönülde insanlık için bir sevgi, güvence ve hürriyeti ifâde etmektedir. Yuva istekle dönülen, sükûnete ulaşılan ve rahatlıkla terk edilen bir yer olduğu gibi, gönül de aynı işlevi yapan bir yuva olmalıdır. Kuş yücelmeyi ve hürriyete kavuşan bir varlığı temsîl ettiği için Mevlânâ da öğrencisine, olgunlaşmak için geçireceği evreleri anlatmakta ve varacağı durağı şöyle dile getirmektedir: “Bir müddet ateş oldun, yel oldun, su kesildin toprak oldun; bir müddet de hayvan oldun, hayvanlık âleminde yeldin yorttun. Mâdem ki de can hâline geldin, bâri sevgiliye lâyık bir can ol, sevgiliye lâyık bir can.”6

Mevlânâ bu ifâdeleriyle varılacak olgunluk noktasının rûhun hâkimiyetine girmek olduğuna dikkat çekmektedir. Bu gelişmeye ve olgunlaşmaya ermenin yolunu ise şöyle ifâde etmektedir: “Bal arısına dön, onun hurma ağacına sarıl ve kendini salkım salkım geliştir. Onun yüce ve geniş bir ülkesi var, aşka misâfir ol. O aşk denizinden iç, balıklar gibi orada yüz.”7

“Kendi noksânın yüzünden olgunluğa ulaşamıyorsan, Tebrizli Şems bu zamânın olgun eridir, ona ulaş, olgunlaştırsın seni.”8 diyen Mevlânâ, olgunluğun çalışmakla elde edileceğine, ona ulaşamamanın sebebinin insanın kendisi olduğuna, ona ancak bir eğitici vâsıtasıyla veya eğitim faaliyeti içinde ulaşılabileceğine dikkat çekmektedir.

5. Eğitimcinin kuşa, öğrencinin yumurtadan yeni çıkmış kuş yavrusuna benzemesi

Mevlânâ bâzen eğitimciyi kuşa, öğrenciyi de yumurtadan yeni çıkmış kuş yavrusuna benzetmektedir. Kuş, yavrularına yemek getirebilmek için arayışa çıkar. Yem ararken tuzağa düşmemek için olanca dikkatini sarfeder. Yeme olan arzusu, can endişesinden daha azdır. Öncelikle tuzağa düşmemeye çalışır. Eğitimci de öğrencisine bilgi temin ederken bir arayış içinde olmalıdır. Bu arayış sırasında, nefis ve yanlış düşüncelerin tuzağına düşmemelidir.9

6. Öğretmenin verdikleri öğrencinin aldıkları

Eğitimciden öğrenciye ululuk, güzellik, nur ve yücelik intikâl etmeli; öğrenciden de gönül vermek, can vermek ve kulak vermek olmalıdır. Hoca hoş şeyler verirken, hoş şeyler de almaktadır. Öğrenci onun aşkından kendini alamaz, şeker gibi eriyip gider; onun zehri öğrenciye âb-ı hayat kesilir. Mevlânâ, “aşk olmayınca meşk olmaz” ilkesinden hareketle, öğrencinin öğrenime ve öğretmenine aşk denen derinden bir “alâka” duymasını istemektedir. Ona göre aşk yâni derin “alâka”, öğrencinin gönül yolunu açan bir rehberdir. Öğrencinin gönlü dâimâ uyanık olmalı, devamlı hareket hâlinde bulunmalıdır. Bu açıdan Mevlânâ, aşkı “ilacı olmayan dert” olarak tanımlamaktadır. Hoca öğrencisinin can aydınlığı olduğu için, öğrenci onun etrâfında gezegenler gibi dönmelidir.’10 Mevlânâ’nın burada târif ettiği aşkın yerine “ilim öğrenme”yi koyarsak, bilgi öğrenmek insanın tükenmek bilmeyen derdi olmalıdır anlamını çıkarabiliriz.

7. İlâhî aşk kadehinin öğrenciye sunulması

Allah (cc) Peygamber Efendimiz’e (sav) insanları karanlıktan aydınlığa çıkarma görevini vermektedir. Mevlânâ öğretmen-öğrenci ilişkisinin başka bir boyutunu aşk alanında ele almaktadır. Düşünürümüz eğitimcilere seslenerek, yüzünü asmış ve ekşitmiş öğrenciyi getirmelerini, güleryüzlü ilâhî aşk şarâbından ona bir kadeh tattırmalarını istemektedir. Öğrenci bu şaraptan içmemiş olduğundan böyle asık suratlı ve soğuk davranmaktadır. Ona ilâhî aşk şarâbından bir kadeh sunup, pişirmelerinin ve olgunlaştırmalarının mümkün olacağına işâret etmektedir.11

Böylece Mevlânâ, insanı pişiren ve olgunlaştıracak olan ilâhî aşk şarâbının kadehini öğrencisine ancak terbiyecilerin sunacağına, ilâhî aşkın olmadığı yerde insanların donuk, soğuk ve neşesiz olacağına dikkat çekmektedir.

8. Öğrenci Hocasının elinde kıvranan bir balık gibi öteye beriye dönmeli

Mevlânâ bizzat kendisini Yüce Allâh’ın (cc) öğrencisi yerine koyarak, ne yapmak istediğini ve Allah’tan neler istediğini anlatmakta ve böylece öğrencisine, öğretmenine karşı nasıl tavır takınması ve nasıl bir ilişki içinde olması gerektiğini sergilemektedir. Bu husustaki fikirleri şöyledir:

“İster anlayışı kıt bir adam olayım, ister eğri ağızlı bir adam. Senin talebenim, o gülen dudaklarından bir gülüş öğrenmek istiyorum. Ey anlayış duyuş kaynağı, talebe istemiyor musun yoksa? Bilmem ne düzenle başvurayım da kendimi sana yamayayım, ayrılmayayım senden. Hiç olmazsa kapı aralığından şimşek gibi bir çak, bir yüzünü göreyim de o dehlizdeki ateşten yüzlerce mum uyandırayım, her tarafı ışıtayım. Bir an olur, öşürcüyüm diye varımı-yoğumu alırsın; bir an gelir, kılavuzum diye önüme düşersin. Gâh suç işlemeye sürersin beni, gâh pişmanlığa götürürsün; başımı, sonumu bük, çünkü ben hemzeli kelimedeki hemzeyim âdetâ. Pazarda, çarşıda tavadaki balığa benziyorum, tavada o yana, bu yana döne-döne yanıp kavruluyorum. Tavada beni o yana bu yana çeviren sensin; gece karanlığında bile seninle olunca gündüzden daha aydınım ben. İşte-güçte de, düşüncede de, hayâlde de şu hâlden hâle girişim yeter artık; bir an oluyor firûzaya dönüyorum, bir an geliyor kutluluk kesiliyorum. Öylesine bir şeklim var ki kime benziyorum hocam? Bir an oluyor peri şekline giriyorum, bir an geliyor perileri çağırıyorum. İştiyak ateşi içinde hem toplu bir hâldeyim, hem mumum, topluluğu aydınlatmadayım. Hem dumanım hem ışık, hem topluyum hem dağınık. Gönül rebâbının kulağından başka hiçbir şeyi öfkeyle çekip burmam; kutluluk çenginden başka hiçbir şeyi mızrapla incitmem. Şeker gibiyim; kendimi dövmedeyim, kendimi tutmadayım; tabiatım delirdi mi de zincirimi şakırdatır dururum. Hocam, ne biçim kuşum ben? Ne kekliğim ne doğan. Ne güzelim ne çirkin. Ne buyum ben ne de o. Ne pazar tacırıyım, ne gül bahçesinin bülbülü. Hocam, sen bir ad tak bana da kendimi o adla çağırayım.”12

Bu düşünceleriyle Mevlânâ, öğrencinin hocasından gülmeyi öğreneceğini, hocanın öğrencisine gülmeyi öğretmesi gerektiğini öne sürmektedir. Hoca bir anlayış bir duyuş kaynağı olmalıdır. Öğrenci böyle bir şahsiyete sâhip olan hocanın eteğine dâimâ yapışık olmalıdır. Hocanın nûrundan istifâde etmesini bilen öğrenci, sonunda o nurdan binlercesini üretmeli ve insanlığı aydınlatmalıdır. Hoca öğrenciyi benliğinden sıyırmalı ve önüne düşüp ona rehberlik etmelidir. Rehberlik sürecinde düşünceleri tenkit edebilmeli, bâzen da yanlış düşündüğünü ve yanlış hareket ettiğini hissettirerek pişmanlık duyacak şahsiyet seviyesine getirmelidir. Öğretim ve eğitim faaliyeti içinde öğrenci hocasının elinde kıvranan bir balık gibi öteye beriye dönmeli, yâni şekil almalıdır.

9. Eğitimin çile karanlığında öğrencinin gönül aydınlığını duyması

Öğrenci eğitimin verdiği çile karanlığında gönül aydınlığını duymalıdır. Davranış ve düşüncelerinde hâlden hâle geçerek, yâni değişime uğrayarak gelişmelidir. Bu değişim ve gelişim süreci içinde hangi merhalede olduğunu hocasından öğrenmelidir. Kalbinin derinliklerinde duyduğu gelişme ve kemâle ulaşma iştiyâkı öğrenciyi dâimâ bir arayışa sevk edecek, bu aşk onu hâlden hâle sokacaktır. Bâzen kendinin farkına varacak, kendi iç âlemini aydınlatacak; bâzen sükûnet içinde bâzen de dalgalanmış olacaktır. Gönül ehli olacak, kimseyi incitmemeyi öğrenecektir. Bâzen şeker bâzen de süt tabiatlı olmalıdır. Zîrâ bâzen tat verecek, bâzen de emilip gıda alınacak düşünceleri taşıyacaktır. İşte bu gelişim, değişim ve olgunlaşma sürecinde; hocası onun nerede olduğunu, hangi sıfata büründüğünü ona söyleyecektir. O dâimâ hocasına durumunu soracak, hoca da ona anlatacaktır. İşte hoca bu ritm psikolojisi içinde, öğrencisini kırmadan, üzmeden ve kaçırmadan kuş gibi elinde, kalbinde ve kafasında tutacaktır. Mevlânâ hoşgörü ve sevgiye dayanan bir disiplin anlayışını gündeme getirmektedir. Disiplin dıştan verilen değil, öğrencinin veya insanın iç âleminde oluşması gerekli olan bir duygudur. Bunu da hocanın öğrencisine karşı takınacağı hoşgörü ve vereceği sevgisiyle oluşturma mümkün olacaktır. 

Prof. Dr. Kadir Özköse

DİPNOTLAR: BU MAKALE, MUSTAFA USTA’NIN “DİVAN-I KEBİR’DE MEVLÂNÂ’NIN EĞİTİM GÖRÜŞÜ” ÇALIŞMASINDAN ÖZETLENEREK HAZIRLANMIŞTIR.

2 MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN, DÎVÂN-I KEBÎR, TRC. ABDÜLBÂKİ GÖLPINARLI, İSTANBUL 1957, C. I, S. 293, B. 2708-9.

3 MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN, DÎVÂN-I KEBÎR, TRC. ABDÜLBÂKİ GÖLPINARLI, İNKILÂP VE AKA KİTABEVİ, İSTANBUL 1974, C. VII, S. 107, B. 1327.

4 MEVLÂNÂ, DÎVÂN-I KEBÎR, C. VII, S. 107, B. 1328.

5 MEVLÂNÂ, DÎVÂN-I KEBÎR, C. I, S. 161, B. 154-200.

6 MEVLÂNÂ, DÎVÂN-I KEBÎR, C. I, S. 161, B. 1526.

7 MEVLÂNÂ, DÎVÂN-I KEBÎR, C. I, S. 164, B. 1550-58.

8 MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN, DÎVÂN-I KEBÎR, TRC. ABDÜLBÂKİ GÖLPINARLI, İSTANBUL 1959, C. IV, S. 135, B. 1217.

9 MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN, MECÂLİS-İ SEB’A, TRC. ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI, KONYA 1965, S. 30-31.

10 MEVLÂNÂ, DÎVÂN-I KEBÎR, C. I, S. 28, B. 218-228.

11 MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN, DÎVÂN-I KEBÎR, TRC. ABDÜLBÂKİ GÖLPINARLI, İSTANBUL 1958, C. II, S. 88, B. 722-3.

12 MEVLÂNÂ, DÎVÂN-I KEBÎR, C. II, S. 106-117, B. 864-877.

https://yenidunyadergisi.com/blog/mevlnya-gore-ogrenci-ogretmen-iliskisi

ETİKETLER: