Mesnevî’nin “sünnet-i seniyye”si dünden bugüne Mesnevî’nin edebiyatımızdaki izleri

A+
A-

Mesnevî’nin “sünnet-i seniyye”si dünden bugüne Mesnevî’nin edebiyatımızdaki izleri

Başka bır dilde yazılmış önemli bir klasiğin edebiyatımıza olan etkisi ile farsça yazılmış Mesnevî’nin edebiyatımıza etkisi arasındaki fark nereden gelmektedir? Böyle bir fark var mıdır? Mesnevî Türk edebiyatının mı, fars edebıyatının mı Klasiğidir?

Murat Güzel LACİVERT DERGİ SAYI:63

13’üncü yüzyıldan günümüze Anadolu insanının ve Anadolu Türkçesinin fikrî ve edebî muhayyilesini besleyen, etkileyen, dönüştüren hatta kışkırtan kaynakların başında gelir Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Mesnevî adlı şaheseri. Dil ile düşünce, dil ile duygu, dil ile edebiyat arasındaki yoğun etkileşimi hesaba katarak, Mesnevî’nin Farsça (Afgan Farsçası!) olması hasebiyle Anadolu irfanının en temel linguistik ifade formunu oluşturan Türkçenin muhayyilesine etkisinin sınırlı ve arzu edilebilecek ölçüde yoğun bir katkı sunamayacağı iddia edilebilir (Bunu iddia edenler olmuştur). Lakin hem Türkçenin hem de Türk edebiyatının Mesnevî’nin oluşumundan bu yana bu topraklarda çizdiği seyir bu iddiaları yanlışlamaya yeter.

Mesnevî, Anadolu’daki şehirli bir kültürün gerek oluşumunda gerekse ifadesinde katkıları azami seviyelerde seyreden metinlerin başlıcasıdır. Dilinin Farsça olması bu bakımdan bir dezavantaj oluşturmak şöyle dursun, aksine bir avantaj bile teşkil etmiştir. Peki, ama İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça yahut başka bir dilde yazılmış ve edebi bakımdan en az Mesnevî kadar önemli bir klasiğin edebiyatımıza olan etkisi ile Farsça yazılmış Mesnevî’nin edebiyatımıza etkisi arasındaki fark nereden gelmektedir? Böyle bir fark var mıdır? Mesnevî Türk edebiyatının mı Fars edebiyatının mı klasiğidir?

Eğer Mesnevî’yi dili dolayısıyla salt Fars edebiyatının (dolayısıyla kültürünün) bir klasiği sayacaksak bir İngiliz, Fransız ya da Alman’ın Homeros’un Grekçe Odyseus’una ya da Dante’nin İtalyanca İlahi Komedya’sına gösterdiği ilgi ve bu eserlerin İngiliz, Fransız ya da Alman edebiyatının oluşumundaki etkileri nasıl açıklanacak? Bu sorulara verilebilecek cevapları tartışmayı yazımızın sonuna erteleyerek Mesnevî’nin gerek klasik gerekse modern edebiyatımıza etkilerine dair söylenebilecekleri özetlemeye çalışalım.

Klasik şiirimizde Mevlâna ve Mesnevî
Mesnevî daha bir eser olarak ortaya çıkar çıkmaz, etkisini gerek hayatımızda gerekse dil ve edebiyatımızda göstermeye başlar. Hatta Mesnevî’nin ortaya çıkış sürecine dair anlatılan menkıbe de buna ilişkindir. Ahmed Eflaki’nin Menakıb-ul Arifiyn’deki anlatımına göre, Mesnevî’den önce Mevlâna’nın müritleri arasında Senâî’nin Hadîka’sı¸ Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-Tayr ve Musîbetnâme’si gibi eserleri revaçtadır.

Bir gün Çelebi Hüsameddin, Mevlâna’ya gelerek müridânın Farsça eserler okuduğunu belirtir ve Mevlâna’nın da bu eserlere benzer bir eser yazmasını ister, hatta onu teşvik eder. Bunun üzerine Mevlâna, sarığının arasından Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini çıkararak Çelebi Hüsameddin’e uzatır ve ardından “Ben söylersem sen yazar mısın?” teklifinde bulunur. Çelebi Hüsameddin’in bu teklifi sevinçle kabul etmesinden sonra Mevlâna söyler ve Çelebi Hüsameddin de yazar. Mevlâna’nın yazdığı Mesnevî’yle müritlerinin artık başka müelliflere ait klasik Farsça eserleri okumalarına gerek kalmamış, müritler doğrudan Anadolu’da ve kendi zamanlarında söylenmiş bir eseri okumaya başlamışlardır.

Divan edebiyatının kurulma çağı özellikle Mesnevî’ye dayalı olarak genelde 13’üncü yüzyıl kabul edilir, Mevlâna için de Divan Edebiyatı’nın kurucu ismi sıfatı uygun bulunur. Mesnevî, Divan şiiri için sadece formel açıdan kurucu bir metin değildir, aynı zamanda bu şiirdeki birçok mazmunun da kaynağını Mesnevî’den aldığı görülür; başta “insan-ı kâmil”in remzi olarak kullanılan “ney”, “sema”, “tennure”, “rebab”, “ney’in ayrılıklara ilişkin hikâyatı ile şikâyatı”na dair birçok Mevlevî tabiri ve erkanının Divan şiirinde kendine bir yer bulduğunu görürüz.

Mesnevî ve Mevlâna’nın etkisi bununla birlikte sadece Divan şiirinde değil, başta Yunus Emre olmak üzere halk şairlerinde de görülür. Yunus Emre Divan’ında, doğrudan:

Mevlâna’dur evliyâ kutbı, bilün Ne kim ol buyurdısa anı kılun Tenriden rahmetdür anın sözleri Körler okırsa açıla gözleri şeklinde Mevlâna’nın ismi ve tesirinin zikredildiği dizeler olduğu gibi;

Taptuğun tapusunda kul olduk kapusunda Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah şeklinde Mevlâna’nın “Hamdık, yandık, piştik” deyişine telmihlere de rastlanır.

Bu bakımdan Mevlâna ve eserinin 13’üncü asırdan itibaren hemen her asırda Türk şairlerini derinden etkilediği ve bu etki sayesinde de bir zümre edebiyatı oluşturabildiği vurgulanabilir. Yazılı olması hasebiyle bu etki en iyi Divan şiirinde takip edilir. Yine de aslen Mevlevî olmadıkları hâlde onlarca şairde Mevlâna’nın etkisi tespit edilebilir; bu şairler mezkûr etkiyi bir şekilde eser ve şiirlerine de yansıtmışlardır. Özellikle mesnevîlerde bu etki bariz bir şekilde ortaya çıkar. Gülşehrî, Âşık Paşa, Yûnus Emre, Elvan Çelebi, Ahmedî, Yazıcıoğlu Mehmed, Hamdullah Hamdi, Şeyhî gibi şairlerin mesnevîlerinde bu etki görülür.

Mesnevî’nin tasavvufi bir metin olması hasebiyle etkilerinin tasavvufi literatürde daha yoğun olması beklenebilir elbette. Mevlevîliğin gerek piri Mevlâna’nın gerekse kurucusu Sultan Veled’in şair oluşlarından yola çıkarak, şiiri onun “sünnet-i seniyye”si addeden bir yaklaşım tarikatta etkindir. Hatta Divan şairleri arasında herhangi bir tarikata müntesip şairlerin yüzde 120’ının Mevlevî olduğu söylenebilir.

Latifi’nin, Esrar Dede’nin ve diğer bazı müelliflerin şuara tezkirelerinde Şeyh Galib başta olmak üzere, Şahidi, Yusuf Sineçak, Fevri, Bursalı Rahmi, Safayi, Nigehi, Arifi, Cevri, Neşati, Enis, Fasih, Bahayi, Mezaki, Nabi ve Nef’i, Sakıb Dede, Nahifi, Birri, Neyli, Receb Dede, Nesib, Nayi Osman Dede, Fenni, Neyyir, Hulusi, Esrar Dede, Yenişehirli Avni, Leyla Hanım, Şeref Hanım gibi gerek Mevlevî gerekse muhibban-ı Mevlâna’dan oldukları belirtilen birçok şaire rastlanır.

Ancak gerek Mevlâna’nın gerekse Mesnevî’nin etkisi sadece sufi ve Mevlevî şairlerde görülmez. Başka tarikattan olan yahut hiçbir tarikata bağlı olmayan divan şairlerinde de Mevlâna’ya beslenen hürmeti ve bu hürmetle birlikte Mesnevî’nin şiirsel etkilerini tespit etmek mümkündür. Bu bakımdan, “Mevlâna’yı iyice bilmeden Anadolu’daki ilk Türk eserlerini anlamanın mümkün olamayacağı”nı kaydeden Fuat Köprülü’ye hak verilmelidir. Sadece “Anadolu’daki ilk Türk eserleri” değil, devamında gelişen literatür ve divan şiiri de Mesnevî’nin etki tarihinde değerlendirilebilir.

Modern edebiyatımızda Mesnevî’nin etkileri

Türk modernleşmesinin ve batılılaşmasının radikal programı içinde özgül bir yer tutan “Türk hümanizmi” arayışlarının özellikle tek partili yıllarda sık sık başvurdukları iki temel kaynaktan biridir Mevlâna ve Mesnevî’si. Diğeri de bilindiği üzere Yunus Emre ve onun divanıdır. Özellikle Mevlâna’nın “Kim olursan ol gel/ Bu dergâh umutsuzluk dergâhı değil” dizelerinden işaret alan, onun hoşgörü ve aşka dayalı tasavvufunu dinî boyutlarından tamamen soyutlayarak hümanist bir potada yorumlamaya çalışan bu bakış açısının “hümaniter” amaçlar taşıyan ifade formu 1950’lerden itibaren sönmeye yüz tutmuşsa da içeriği bugün bile birçok mahfilde korunmaktadır.

Bu minvalde Osmanlı devletinin son dönemlerinde Ferit Kam’dan Abdullah Cevdet’e anlayış olarak birbirinin zıddı sayabileceğimiz birçok müellifin üzerinde uzlaştıkları ilk isim belki de Mevlâna’dır. Ferid Kam;

Yegâne şems-i Hudâ’dır cenab-ı Mevlâna
Hulûs-i kalb ile kıl intisâb-ı Mevlâna
Tarîk-i aşk-ı hakîkîde rehberin olsun
Kitâb-ı pencüm-i Hak’dır kitâb-ı Mevlâna

şeklinde yazarken, Abdullah Cevdet Dilbeste-i Mevlâna adıyla bağımsız bir esere imza atmıştır. Mevlâna’nın modern edebiyatımızdaki etkileri Yahya Kemal’den kendisi de aslen Mevlevi olan Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’e, dedesi Konya valisi iken onun yanında yetiştiğini bildiğimiz Nazım Hikmet’ten Sezai Karakoç ve Arif Nihat Asya’ya kadar farklı görüşlerden birçok isimde takip edilebilir.

Mesnevî şevkini eflâke çıkarmış nâyız
Haşredek hem-nefes-i Hazret-i Mevlâna’yız

diyen Yahya Kemal, Mesnevî şevkini terennüm etmenin ve Mevleviliğin nefesini sürdürmenin sürurunu şiirlerine nakşetmekten aldığı hazzı dile getirirken Nazım Hikmet de ilk şiirlerinden birinde;

Sararken alnımı yokluğun tacı Gönülden silindi neşeyle acı Kalbe muhabbette buldum ilacı Ben de müridinim işte Mevlâna demekten kendini alamaz.

Hasan-Âli Yücel’e ait;

Sönmeyen aşk, dinmeyen heyecan;
Yıpranan tende berk uran bir can…
Onu sarmakta bir alev cezbe;
Sanki pervânedir, uçar Râbb’e

dizelerinde gerek Mevlâna’nın gerekse Mesnevî’nin etkileri tebellür ederken Arif Nihat Asya da şu dizeleri kurar:

Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe
Ney’le kundakladılar Hazret-i Mevlâna’yı

İslam’ın Şiir Anıtları adlı kitabında kendine has çevirisiyle Mesnevî’nin ilk 18 beytine de yer veren Sezai Karakoç’un gerek şiirlerinde gerekse bağımsız bir kitap olarak yayınlanan Mevlâna başlıklı eserinde Mevlâna’ya beslediği hürmet ve onu medeniyetimizin kurucu sütunlarından biri sayışı belirgindir. Mesnevî’nin Farsça yazılmış olmasını bir dezavantaj değil, aksine sürekli Türkçeye yeniden ve yeniden çevrilecek olması hasebiyle bir avantaj olarak gördüğünü ifade eden Karakoç, Mesnevî’deki yenileyici nefesin böylelikle izhar olduğunu, edebiyatımızı beslediğini de vurgular.

Bununla birlikte gerek Mesnevî’nin gerekse Mevlâna’nın etkileri sadece modern şiirimizde izlenmez. Orhan Pamuk’un Kara Kitap adlı romanı başta olmak üzere Elif Şafak, Ahmet Ümit gibi romancıların da eserlerinde bu etkiler ortaya konabilir. Bu yüksek edebiyat içindeki eserlerle birlikte popüler edebiyat düzeyinde de Mevlâna ve Şems ile Mesnevî’ye dair birçok anlatı kaleme alınmıştır.

Günümüz edebiyatında bir gelenek olarak mesnevî formu kaybedilmiş görünse de gerek bu geleneğe gerekse de Mevlâna’nın Mesnevî’sine telmihlerde bulunan, bu geleneğin yer yer pastişini üreten eserlere de rastlanır. Serkan Işın’ın Nesnevi başlığını taşıyan “nesne-obsesif” şiiri bana kalırsa belki bunlar arasında hemence zikredilmesi gerekenlerdendir. Diğer yandan Mesnevî’nin form bakımından olmasa bile içerik bakımından günümüz edebiyatında da etkileri Cevdet Karal’dan Ahmet Murat’a yaşayan ve şiir yayınlamayı sürdüren birçok şairimizde görülmektedir. Özellikle Mesnevî’nin içerdiği lirizm, aynı şekilde şiirimizin birçok ırmağında gür bir biçimde kendini sürekli hissettirir.

Mevlâna ve Mesnevî’nin etkisi nerede aranmalı?

Mevlâna ve Mesnevî, zaman zaman alevlenen “Edebiyatımızın klasikleri var mıdır?” sorusu etrafında da sık sık zikredilir. Sözgelimi 1980’li yılların ikinci yarısında gündeme gelen böylesi bir tartışmada Melih Cevdet Anday, Mesnevî’nin Farsça yazılmış olması hasebiyle Türk edebiyatının klasikleri arasında sayılamayacağını iddia etmiş, bu iddiaya başta Attila İlhan, Tomris Uyar, Tarık Buğra, Beşir Ayvazoğlu gibi isimler olmak üzere birçok farklı edebiyatçı şiddetli itirazlar ve eleştiriler yöneltmiştir.

O tartışmada Asım Bezirci ve Atilla Özkırımlı gibi bazı isimler ise Anday’ın görüşüne yakın görüşler ifade eder. Anday’a göre, “Türkiye’de klasik yoktur ve Mevlâna da klasik değildir.” Anday’ın Dakika Atlamadan başlığıyla yayınlanmış söyleşi kitabında da Mesnevî’ye karşı bu olumsuz tavrını sürdürdüğünü görürüz. Ona göre, Mevlâna’dan Türkçeye yapılan tercümelerden “insani bir sonuç” çıkmamaktadır; “Peki İngilizler, Almanlar, Fransızlar ne buluyorlar Mevlâna’da?” sorusuna verdiği cevap da ilginç ve Anday’ın genel tavrını özetlemesi bakımından zikredilmeli: “Hepsi yalan onların.” Anday’ın genellemeci tavrının tek partili yıllara has Türk hümanizmi arayışlarının Mevlâna ilgisini baz aldığı ve bu ilgiyi yanlışlamaya dayandığı fark edilebilir.

Anday’ın ileri sürdüğü Mesnevî’den “insani bir sonuç” çıkmadığı yargısı, Mesnevî’nin muhayyel Türk hümanizminin arzuladığı hümaniter istemi tamamen tatmin etmemesiyle, hatta yer yer bu hümanizmin dayanağı olarak benimsenen birçok varsayımı çürütmesiyle yakından ilişkili bir yargıdır.

Dolayısıyla Anday’ın yaşadığı ‘hayal kırıklıkları’ndan ötürü Mesnevî’ye ve hatta bütün bir geleneğimize ilişkin içerlemesinin yoğun bir etkisi, dile getirdiği yargıda kendini dışa vurur. Oysa Mesnevî’yi dâhil olduğu gelenek içindeki an’aneşiken (avant-garde, öncü) tutumu dolayısıyla da yorumlamak ve onu bu bakımdan bir klasik olarak değerlendirmek mümkündür. Selçuklular zamanında Arapça ve Farsça şiirde ortaya çıkan üslup farklılaşması yaşandığını, dolayısıyla “Irak üslubu” veya “Selçuklu üslubu” adı altında yeni bir üslubun belirdiğini belirten Fars Dili ve Edebiyatı Uzmanı Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu, bu dönemde aynı zamanda şair kimliğinde de önemli bir dönüşümün yaşandığına işaret eder. Ona göre bu dönemde “Şiirde üslup farklılığı gerçekleşmiş, düşünce ve hayal öne çıkmış, maddî hislerin, beşerî zevklerin ve dış dünyaya yönelik gözlemlerin yerini manevî hisler ve iç dünya zevkleri almaya başlamıştır.

Diğer taraftan nazım şekilleri çeşitlenmiş ve özellikle Fars ve Türk şiirinde bağımsız gazel daha çok alaka görmüştür. Şiirde dinî, ahlâkî ve tasavvufî diye nitelendirilen bir bakış ve algılayış, diğer bir ifadeyle dinî hissiyat öne çıkmıştır.” Mevlâna’nın bu bakımdan, kendine kadar gelen edebi gelenekten azami ölçüde yararlanmakla birlikte, bu geleneği çok önemsemediği, geleneksel şiirde kullanılmayan kelime ve tabirlere şiirinde yer açtığı; zaman zaman da şiirin, kafiyenin ve veznin kayıtlarından rahatsız olduğu ve bu durumu da eserinde birçok kez dile getirdiği bilinmektedir. Dolayısıyla Mesnevî “kalıcılığı” ve “klasikliği”ni büyük ölçüde Selçuklu şiirinin içindeki özel Irak üslubu çerçevesinde benimsediği an’aneşiken tavra borçludur. Mevlâna gerek Mesnevî’de gerekse Divan’daki gazellerinde yeni bir şiir getirebilmeyi başardığı için Latifi’nin Tezkiretü’şŞu’arâ’sında Hazret-i Konevî lakabıyla ilk sırada yer verdiği ve Anadolu şairlerinin önderi diye anılır.

Mevlâna’nın “sünnet-i seniyye”sinin günümüzdeki izdüşümleri aranacaksa şiirindeki bu yenileyici nefha asla ıskalanmamalıdır.

.LACİVERT DERGİ