Mesnevî’nin Sırrı

Mesnevî’nin Sırrı
Mesnevî’nin Sırrı
Yazar: Dr. Semih Ceyhan ve Mustafa Topatan
Yayınevi: Hayy Kitap

Hayykitap, “Gizli Hazinenin Keşfi” adıyla başlattığı yeni dizinin ilk kitabını yayınladı: Mesnevî”nin Sırrı.

Kitap, gerek Mevlânâ ile ilk kez tanışacaklar, gerekse onun tasavvuf dünyasının derinliklerini keşfetmek isteyenler için kıymetli bir rehber niteliğinde.

“Mesnevi”nin Sırrı”,  Mesnevî”nin özü ve sırrı kabul edilen önsöz ve ilk 18 beyite İsmail Rüsûhî Ankaravî tarafından yapılan Türkçe şerhi içeriyor. Şerh, kendi alanında Osmanlı tasavvuf düşüncesi geleneğindeki en yetkin çalışmalardan biri. Herkesin anlayabileceği günümüz Türkçesiyle sadeleştirilmiş. Sadeleştirilmiş metinde geçen tasavvuf kavramları ise ayrıca dipnotlarla açıklanmış. Meraklıları için orijinal şerh metninin de yer aldığı kitap, Dr. Semih Ceyhan”ın kaleme aldığı son derece bilgilendirici bir giriş-inceleme bölümüyle de zenginleştirilmiş. Bu bölümde Ankaravî”nin hayatı, eserleri ve tarihsel önemi, Mesnevî”nin önsözleri ve ilk 18 beytin sembolik anlamı anlatılıyor.

Bilindiği gibi Mesnevî, insanlık gerçeğini, insanın Allah ve âlemle irtibatının nasıl olması gerektiğini gözler önüne seren İslam tasavvufunun şâheserlerinden biri. Asırlar boyunca Mesnevî okuru, Mevlânâ”nın kalbindeki sırrı ve hakîkati Mesnevî aynasında keşfetmeye çalıştı. Keşfettikçe kendi gerçekliğini idrâk etmeye başladı. Bu idrâk faaliyetine yardımcı olmak, Mesnevî okurunu görecek bir göze, işitecek bir kulağa, sırrı keşfedecek nura sahip kılmak için bilgeler tarafından kitaplar yazıldı, şerhler kaleme alındı.

Bir Osmanlı ârifi ve bilgesi Ankaravî tarafından yazılan şerh, tüm zamanlarda benzerlerine kıyasla daha fazla itibara lâyık oldu. Mesnevîhânlar tarafından Mevlevîhânelerde, Mesnevî kürsülerinde, evlerde, sohbet meclislerinde, ders halkalarında okundu.Bu itibarın en önemli gerekçesi ise Ankaravî”nin şerh sürecinde Mevlânâ ile dâimâ bir rûhânî birliktelik içinde olmasıydı. Sırrı keşfetmeye çok yakındı.

Mevlânâ, “Herkes beni kendine dost edindi. Fakat kimse içimdeki sırları araştırmadı. Oysa sırrım feryâdımdan uzak değil. Görecek gözde, işitecek kulakta sırrı aydınlatacak nur yok.”  demişti.

Sırrın aydınlanması dileğiyle…
Yayına hazırlayanlar hakkında:

Dr. Semih Ceyhan
15. Mart. 1973″te İstanbul”da doğdu. 1995″te Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi”nden mezun oldu. 1998″te Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilimdalı Prof. Dr. Mustafa Tahralı”nın danışmanlığında Abdullah Salâhî Uşşâkî”nin Vücûd (Varlık) Risâleleri adlı teziyle yüksek lisans, 2005 Kasım”da Uludağ İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilimdalı Prof. Dr. Mustafa Kara”nın danışmanlığında İsmail Ankaravî ve Mesnevî Şerhi adlı teziyle doktorasını tamamladı. Tunus ve İngiltere”de birer yıl süreyle dil ve alan çalışmalarında bulundu. Kitap, makale, çeşitli ulusal ve uluslarası sempozyumlarda tebliğleri bulunmaktadır. Akademik çalışmaları Mevlânâ, İbn Arabî ve Osmanlı Tasavvuf Düşüncesi üzerinedir. Hâlen Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (TDV İSAM) Tasavvuf ilim dalında araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Aynı merkezde “Osmanlı Tasavvuf Düşüncesi Tetkikleri” başlıklı akademik seminerler vermektedir.
Yayınlanmış çalışmalarından bazıları şunlardır:
İsmail Ankaravi, Hadislerle Tasavvuf ve Mevlevi Erkânı, İstanbul: Dâru”l-hadis Yayınları 2001.
Köstendilli Süleyman Şeyhi, 1001 Sufi (Bahrü”l-velâye), İstanbul: Mavi Yayıncılık 2007.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Mesnevi” maddesi.

Mustafa Topatan
2 Mayıs 1980″de Konya”da doğdu. 2003 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi”nden mezun oldu. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Anabilim Dalı”nda başladığı yüksek lisans eğitimini 2005 yılında tamamladı. Halen 2005 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim dalı Tasavvuf Bilim dalı bünyesinde “Mevleviliğin Teşekkül Dönemi” başlıklı tez çalışması ile doktora eğitimini sürdürmekte ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak görev yapmaktadır

 

 

Sırrım feryadımdan uzak değil
AHMET DOĞRU

Bir gün Hazreti Mevlânâ dostlarına şöyle hitap etti: “Dostlar! Ben, sizlerin huzurunda olan bu cisimden, bedenden ibaret değilim. Aksine ben, kelâmımdan mürîdlerimin iç dünyalarına doğan zevk ve hoşluğum. Allah Allah!Tattığınız bu zevki ve hissettiğiniz bu hoşluğu ganimet biliniz ve şükrediniz, çünkü ben o zevkim.” Mesnevî şarihi Ankaravî Rüsûhî İsmail Dede, Fâtihu”l Ebyât isimli eserinde Hazreti Mevlânâ”nın “Benim sırrım feryadımdan uzak değildir” beytini açıklarken böyle naklediyor. İsmail Dede”nin Mesnevî-i Şerif”in dibacesini (önsözünü) ve ilk on sekiz beytini şerhettiği Fâtihu”l Ebyât, Hayykitap tarafından Mesnevî”nin Sırrı-Dîbâce ve ilk 18 Beyit Şerhi adıyla yayımlandı. Dr. Semih Ceyhan ve Mustafa Toptan tarafından hazırlanan kitapta, eserin yeni yazıya aktarılmış hali ve sadeleştirilmiş şeklinin yanı sıra bir metin incelemesi de yer alıyor. İnceleme kısmında Ankaravî”nin hayatı, eserleri, tasavvuf tarihindeki yeri, Mesnevî”nin birinci cilt dibacesi ve ilk on sekiz beytinin şerhi geniş şekilde ele alınıyor.

Mevlevî tarikatının tanınmış simalarından Rüsûhî İsmail Dede, Ankara”da dünyaya gelmiş, tahsilini memleketinde tamamlamış. Bayrami tarikatına intisap edip hilafet almış, ardından Halvetilik”ten de feyizlenmiş. Gözündeki rahatsızlığın tedavisi için gittiği Konya”da Bostan Çelebi”den el almış. 1610 yılında Galata Mevlevihânesi postuna oturan Dede, intikaline kadar (1631) yirmi bir yıl buradaki hizmetine devam etmiş. Kaleme aldığı Mesnevî Şerhi sebebiyle Mevleviler arasında “Hazreti Şârih” unvanıyla yad edilen İsmail Dede”nin bu husustaki ehliyeti o derece müsellem ki; asırlar boyu Mesnevîhanlardan, onun çeşitli nüshaları karşılaştırarak tahkik ettiği Mesnevî metnine uymaları istenmiş ve icazetnamelerine “Şârih Ankaravî”nin tahkikatına uyarak” kaydı düşülmüş. Dedenin şerhi esasen bir tarikat ansiklopedisi mahiyetinde. Kitapta Hazreti Mevlânâ”nın işaret buyurdukları hususları izah ederken tasavvufun genel kaidelerini de geniş şekilde anlatıyor. Muhyiddin-i Arabî ve İbni Farız gibi mutasavvıfların kitaplarını şerheden Ankaravî Dede”de bu zatların neşesi de hissediliyor.

Neyin inlemesi, kalemin yazması

Mesnevî”yi bütün olarak (hatta kendi bulduğu 7. ciltle birlikte) şerheden Ankaravî, ilk 18 beytini bir de müstakil olarak açıklamış. Zira bu beyitler bir bakıma Mesnevî-i Şerîf”in besmelesi mahiyetinde. Rüsûhî İsmail Dede bunu şöyle açıklıyor: “Mesnevî”nin başındaki “bişnev” (dinle) emrindeki “be” harfi besmele yerine geçen, birçok sırları ve nükteleri içeren bir harftir. Hatta bütün inzâl olunmuş kutsal kitapları, ilâhî sahifelerdeki bilgileri içeren bir zarftır. Nitekim Hakk”ın her zaman galip gelen arslanı Ali b. Ebî Tâlib (k.v.) “Tevrat”ta, İncil”de ve Zebur”da her ne var ise Kur”an”da (besmeledeki) bâda mevcuttur” buyurmuştur.”

Hazreti Mevlânâ Hünkâr, “Bu neyi dinle, nasıl şikâyet ediyor/ Ayrılıklardan hikâyet ediyor” diye başlayan on sekiz beyitte tasavvufî hakikatleri “ney” remzi üzerinden anlatıyor. Ankaravî”ye göre ney, gönlü saf olan sufi, içi mâsivâdan uzak vefakâr âşık ve içi Hakk”ın nefesiyle dopdolu olan yüce mürşidi ifade etmektedir. Bir başka açıdan ney, kalemdir; neyin inlemesi kalemin yazmasıdır. Âlemdeki bu kadar marifet ve latîfelerin zuhuru kalemle irtibatlıdır. Bu kalemden kasıt mürşid-i kâmil de olabilir. Zira kalem ele tabi olduğu gibi mürşidden zuhûr eden hareket ve sükûn da Cenâb-ı Hakk”ın tecellisiyledir. Bir dördüncü izah da kalem ile “hakikat-i Muhammediyye”ye işaret olunduğu şeklindedir. Ney kelimesi ebced hesabıyla altmış rakamını vermektedir. Altmış, aynı zamanda “sin” harfinin değeridir. Sin ise “Yâsin” hitabında vâki olduğu üzre Cenab-ı Peygamber Efendimiz”e (sas) işaret etmektedir.

Rüsûhî İsmail Dede, on sekiz beyti şerhederken her beyitte bir mertebeyi açıklıyor. Beyitler arasında bağlantılar kurarak manzumeyi bir zincirin halkaları gibi birbirine ekliyor. Şârihler bu on sekiz beytin Mesnevî”nin bir nevi özeti olduğunu söylüyor; geri kalan kısmı ise ilk on sekiz beytin tefsiri ya da şerhi olarak vasıflandırıyorlar. Mevlânâ da eserin dibâcesinde “Az çoğa delâlet eder.” diyor; “Bir yudum su göle delâlet eder. Bir avuç tane, büyük bir harmana delâlet eder.”