MESNEVÎ’DE VEFA KAVRAMI
MESNEVÎ’DE VEFA KAVRAMI
GİRİŞ
Bu bildiride önce genel olarak “vefa” sözcüğünün anlamı irdelenecek, sonra Mevlâna’da asıl konumuz olan “vefa” kavramı incelenecektir. Bu yapılırken Mevlâna’da vefanın tanımı, vefa duygusunun özelliği, vefanın zıddı olarak cefa ve vefasızlık, vefa duymanın sebebi; vefa eğitimi, kimlere ve nelere karşı nasıl vefa duyulacağı, özellikle Allah’ın vefası; son konu olarak da vefasızlık ve vefasızların durumları, Mesnevî’deki metinlere dayalı olarak incelenip, konunun bir genel değerlendirilmesi yapılacaktır.
Genel olarak vefa nedir?
Arapça olan vefa sözcüğü, “sözünde durma, verilen sözü yerine getirme, sevgide süreklilik, bağlılık ve sadâkat gibi anlamlara gelmektedir.
Vefası, sevgisi gerçek ve kalıcı olana vefalı veya vefakâr denir. Bunun aksine, vefalı olmayan; sevgisinde, dostluğunda sebat göstermeyene de vefasız adı verilir. Sıkça kullandığımız ahde vefa ise “verilen söze ve yapılan sözleşmeye bağlılık” demektir.1
Vefa kavramı¸ ahlak¸ tasavvuf¸ hukuk2 başta olmak üzere pek çok disiplin içerisinde çeşitli anlamlarda kullanılan önemli bir kavramdır. Kur’ân’da ve Hz. Muhammed (s.a.v)’ın sözlerinde vefa ve onunla eş anlamlı pek çok kavram geçmektedir. İslâm tasavvufunda vefa deyince akla önce “ruhun dürüstlük içinde bulunması; ezelde, Bezm-i Elest’e Allah’a verilen söze3, misaka bağlı kalmak; insanlara verilen ahdi korumak (ahde vefa)” gelmektedir.4
Vefa, hatırlamak, kopmamak, ayrılmamak, terk etmemek, sorumluluğu hissetmektir.
Vefa, kendini bilmek, dönüp bakmak, unutmamaktır.
Vefa, dostluğun asaletine ihanet katmamaktır.
Vefa, sözünde durmak, sadakat göstermek, zor zamanları beraber aşmak, içten bağlılık, güçlü dostluk, sevdiklerimizin sevinciyle sevinmek, acı ve üzüntülerini paylaşmaktır.
Kısacası vefa, kulakları ve gönüllerimizi okşayan, kişisel, ailevi ve toplumsal alanlarda hasretle ihtiyacını hissettiğimiz son derece estetik ve etik bir kavramdır.
MEVLÂNA’DA VEFA KAVRAMI
Hz. Mevlâna da vefaya çok önem vermiş, eserlerinin pek çok yerinde “Vefaya yemin olsun ki…” ibâresini kullanarak onun, üzerine yemin edilecek yüce bir duygu olduğunu bize öğretmeye gayret etmiştir.
Vefa, aynı zamanda kadir kıymet bilmek demektir. Hz. Mevlâna, kendisinde mevcut bulunan ilâhî aşkın ortaya çıkmasına vesile olan Şems’in kadr-i kıymetini bilmiş ve bütün şiirlerinde onun ismini, Şems-i Tebriz mahlasını kullanarak bu kadirbilirliğini ortaya koymuştur.5
Mevlâna’da vefa nedir?
Vefa, Mevlâna’nın düşünce sisteminde önemli yer tutan bir kavramdır. Vefa, yaratılışta, Rabbi tanıyışta, O’na verilen sözü tutmada, O’nun nimetlerini hatırlamada, dostluğu sürdürmede, ihaneti anlamada çok önemli ve asaleti olan âdeta büyülü bir sözcüktür. Mevlâna:
Dosta karşı vefakâr ol; vefa, Elest Meclisi’nin borcunu ödemektir; korkarım ölürsün de borçlu gidersin.6
Bu beyitte ve Mesnevî’nin birçok yerinde vefayı Elest Bezmi’nde verilen ahde bağlamaktadır. Bilindiği gibi Yüce Rabbimiz, dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan evvel öncelikle, gelmiş ve gelecek bütün insanların ruhlarını yaratmıştır. Bunları ruhlar âlemi denilen bir âlemde bir araya getirmiştir. Daha sonra hepsini birden huzurunda toplayarak kendilerine hitâben:
الَسَتُْ برَِبكِّمُ – Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sormuştur. Ruhlar da:
قلَوُا بلَى – Evet, sen bizim Rabbimizsin,7 diye cevap vermişlerdir. İşte bu konuşmanın vuku` bulduğu zamana, “Elest Bezmi” veya “Kâlû Belâ” denir. Allah daha sonra insan ruhunun bu sözünde ne derece samimî ve doğru olduğunu, bu sözüne ne derece bağlı kaldığını yani vefa gösterdiğini ortaya çıkarmak için, şu dünyayı bir imtihan yeri olarak yaratmıştır.8
İşte Mevlâna da vefanın özünü, kaynağını bu Elest Bezmi’ne dayandırmakta, orada verilen sözün bir borç olduğunu, o borca sadık olmanın vefa olacağını hatırlatmaktadır. Hâliyle vefa, metafizik boyutuyla, bir bakıma borç ödeme olup, Ben-i Âdem’in Rabbiyle ilk ilişkisini belirleyen bir değeri ifade etmektedir. İnsanoğlunun yaratıldığı anda Yüce Allah’a verdiği sözde durması, o söze vefa göstermesi, diyor Usta, bir bakıma aşkla tanışmasıdır. Aşkı arayan onu “Elest Bezmi” denen “vefa kapısı”nda bulabilir. Vefa (Elest Bezmi) kapısında beklemeyen, verdiği sözde durmayan insan aşkla bilişme hakkına sahip değildir ve bilişemez.9
Vefa ilahi aşk şarabının sunulduğu bir kadehe benzer. İnsana düşen cefa değil, vefa kadehindi yudumlaması ve sunmasıdır. 10
Mevlâna düşüncesinde vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında, cehennemi hafife almamak, ulvi güzellikleri dünyaya satmamaktır.
Vefa duygusu ve özellikleri
Vefa fedakârlık, samimiyet, dürüstlük gerektiren, insanın yüreğinde hissettiği yüce ve asil bir duygudur.
Vefa, sözünü tutmaktır, verdiği sözü yerine getirmektir.
“Vefa ve sadakat, insanların yaşamları boyunca ihtiyaç duydukları üstün ahlak özelliğidir. Geniş açıdan bakacak olursak vefa kavramı hayatımızın tüm yönleriyle ilişkili olup, onun tam ortasında yer almaktadır. Vefa bir Müslümanda olması gereken güzel huylardan birisidir. Verilen söz ve yapılanlara karşılık güzelce cevap vermedir. Vefa inandığı değerler uğruna anadan, yardan, serden geçmektir. Vefa, sevgide, dostlukta, bağlılıkta kararlılıktır.
Yine vefa, nefis bahçe yapılıp vefa tohumları ekildiğinde cehennemi adeta cennete, gül bahçesine çeviren güçlü bir duygudur.11
Vefada dostluk vardır, fedakârlık vardır. Vefa aynı duyguları, aynı düşünceleri kucaklar. Vefa unutmamayı bilenler içindir; değerlerinin kıymetini bilmeyenler, iyilikleri unutanlar için vefadan bahsedilmez. Vefa düşmanlığı, kini, nefreti sevmez.
Ahde vefa ise ilgiyi, alâkayı, ilişkiyi kesmemek, sevgi, saygı ve ilgi göstermek, hürmet etmektir. Bu, insanın şerefini, izzetini arttıran, insana toplumda saygınlık kazandıran asil bir duygudur.
Sevgi, insanlık, doğruluk, akıllılık ve dostluk gibi vefa da iyi insanın özelliğidir.12 Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü devlet yani ilahi destek, onların arkalarındadır.13 Bundan dolayı vefa, istenen, aranan, özlenen şeydir:
“Hârût’la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.14
Dahası vefa, bilinçli şekilde istenen iradi bir eylemdir. “Kimse taşa gel buraya demez. Kimse bir toprak parçasından vefa ummaz.”15
Daha ulvi açıdan bakacak olursak, ilâhî aşkın inciye dönüşmesine vefa diyoruz. Vefa aşkın en önemli ve belki de yegâne meyvesidir. Vefa, aşkı artıran güçlü bir duygudur.16
Aşkın yeli geceleyin toprağı okşayıp ya da dokunup geçer; hâliyle vefasızdır. Aşk ise vefasız olanları vefa madeni hâline dönüştürür.17 Aşk yüzünden kökleri yerli yerinde dalları ise göklere yücelmiş vefa ağaçları vardır.18
Vefa, hem maddi hem de manevi açıdan, sevgi, övgü, güven ve mükâfat kazandıran yüce bir değerdir. Örneğin, derdi olup da tohumu olmayan ulu ve temiz kadın Meryem’e vefasından dolayı sanat sahibi Yüce Allah, o kuru hurma ağacını yeşertti. Böylece Allah, Hz. Meryem’in vefakârlığı yüzünden o istemeden yüzlerce muradını vefa etmiş, vefakâr olan topluluk da bu vefayı bütün âleme yaymışlardır. Mevlâna’nın ifadesine göre “Denizler de onların buyruklarına uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile onlara kul, köle kesilmiştir. Bu, inkâr edenler, apaçık görsünler de inansınlar diye onlara bir Allah ikramıdır.”19
Vefa, öyle yüce ve soylu bir duygudur ki, her vefayı da vefa kabul etmez:
Eyaz, senin yıldızın, pek yücedir. Her burç, ona durak olamaz.
Himmetin öyle her vefayı beğenir, saflığın, öyle her saflığı seçip kabul eder mi hiç?20
Vefa sabrı gerektirir. Eğer kişi sabredip ülfetine tahammül edip vefa gösterirse sevdiğinden ayrılmaz, pişmanlık duyarak başını dövmez.21 Böylece o, insanı en yüce mertebelere iletir.
Vefanın zıddı cefa
İnsana düşen cefa değil, vefa kadehini yudumlaması ve sunmasıdır.22 Hz. Mevlâna, vefa kavramına ayrı bir değer verip örneklerle onu övdüğü gibi, bunun aksine cefa ile vefanın bir olmadığını belirtmekte ve cefayı yermektedir:
Padişaha, bizim önümüzde nice kovuculukta bulunurlar, cefakârlıklarımızı söylerler. Yürü, artık kalem kurudu, az vefakâr ol derler.
“Kalem yazdı, mürekkebi kurudu” sözünün manası, cefa ile vefa birdir demek değildir.
Cefaya karşılık cefa: Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık da vefa: Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu demektir.23
Mevlâna, “şu vefasız pis dünyada ne varsa hep hasettir, hep düşmandır, hep cefadır.”24 Sözüyle dünyayı en büyük vefasızlık ve cefa alanı olarak görür. Onun, alçakların, derde ve cefaya düştüklerinde arınıp, temizlendiklerini, bunun aksine vefa gördüler mi de cefakâr olduklarını belirtmesi, insan doğasını hatırlatması bakımından oldukça trajik ve düşündürücüdür.25
Mevlâna’ya göre ruhlar âleminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, “Evet! Rabbimizsin”26 deyip de dünyada Allah’la irtibatı kesmek en büyük vefasızlık olup, bu ahite uymama insana büyük cefalar çektirtir.
Mevlâna’da, ileride görüleceği gibi, dünya ve nefis, vefanın aksine, cefa kaynağı olup vefasızlık örnekleri sergilerler:
Fakîh dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
Dünya da böyledir işte… bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!27
Ey vefasız habis nefis, savaşa meyletme nerde, sen neredesin?28
Aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.29
Cefa ile vefayı, sınırlı bilgimizden dolayı bazen ayırt edemeyebileceğimizi de belirtmek gerekir:
Peygamber, şükretti de dedi ki: “Biz, bunu cefa sanıyorduk, hâlbuki vefanın ta kendisiymiş!”30
Bu yoksulun cefacı olduğunu sanıyorlardı. Hâlbuki öyle vefalıyım ki vefa bile benim vefamı görür de utanır.31
Ancak kâmil kişilerin bulanıklardan, duruluklar çıkarıp, cefaları vefa yerine tutacağını32 belirten Mevlâna sonunda, cefa ve suçlardan dolayı vefa ve merhamet sahibi Allah’a sığınma tavsiyesinde bulunur.33
Vefanın sebebi
Niçin vefa duymalıdır? Bu duygunun sebebi nedir? Sorularına cevap arayacak olursak Mevlâna’da bunun ilk nedenini “sevgi ve itaat” olarak görürüz.
İşte o köpük hakkı için, o sâf deniz hakkı için bu söz bir sınama, bir lâf değil.
Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir. Huzuruna varacağım Allah hakkı için.34
İkinci olarak “akıllıca düşünme” gelir. Zira “Ahitlerde vefa etmek, akılla olur. Akıl, unutkanlık perdesini yırtar ve ahdini hatırlar.”35
Vefanın önemli bir nedeni de yüceye, değerli olana, iyiliğe ve verilene karşı mukabelede bulunma, kısacası vefaya karşı vefa gösterme ihtiyacıdır. Mevlâna bunu, “Kalem yazdı, mürekkebi kurudu” hadisini açıklarken, cefa ile vefanın bir olmadığını, vefaya karşı vefa, cefaya karşı da cefa yazıldığını belirterek açıklar.36
Mana, öz, içerik zenginliği de vefanın sebebi olarak görülebilir. Mevlâna’nın, “Vefa, aşkı artıyorsa, sûret nasıl olur da vefayı değiştirir?37 sorusu buna örnek gösterilebilir.
Vefa eğitimi
Vefa ile ilgili örnekleri görmek, anlamak ve anlatmak eğitim açısından önemlidir. Bunun için Mevlâna, diğer konularda olduğu gibi vefa ile ilgili de hayli örnek sunmaktadır.38
Usta’nın da belirttiği gibi, aşk nazaridir, vefa ise onu pratiğe indiren bir yaşam biçimidir. Sevgi ve aşk öğretilmez, ancak yaşanır. Vefa öğretilir ama yaşanarak öğretilir.39 Mevlâna, bunun en partik yolunu nefsi eğitmede yani nefsi doyurarak değil, istediklerini ona vermemede, onu riyazetten geçirmede görür ve şu soruyu sorar: “Sen ona (yani nefsine) zahmet, eziyet vermeden uslu, rahat ve vefakâr bir hâlde tutmayı mı umuyorsun?40
Ancak, bu nefis eğitiminde kişinin kendisine fazla güvenmemesi, sürekli Allah’ın inayetini, dilemesi ve yardımını talep edip gözetmesi gerekmektedir:
(Zâhid) Allah’a “Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım.
Rüzgârla yere düşen meyvelerden başka hiçbir meyve yemeyeyim, elimi hiçbir dala uzatmayayım.” dedi.
Bir müddet nezrine vefa etti. Fakat Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zâhidi nezrine vefadan alıkoydu.
Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti. Bu yüzden, sözlerinizde daima “İnşallah” deyin, ahitlerinizde de “Allah dilerse” sözünü söyleyin.41
Kadere boyun eğme, olayların Yüce makamın bilgi, irade ve istemesiyle olduğuna inanma da vefa eğitiminde önemli yer tutmaktadır. Zira rıza ve teslimiyet vefanın göstergesi olmaktadır.
O vefakâr, o yoksul şeyhe evlât ölümü, kadayıf gibi gelmişti.42
Hile, ihanet ve nankörlüğün, vefanın kıymetini öğretmesi açısından (“edebi edepsizden öğrendim” deyişinde olduğu gibi) terbiye edici rolünü de düşünmek gerekir.
Aslan dedi ki: “Hileye uğramasam, vefa görecek olsam dediğiniz doğru. Ben şundan, bundan çok hileler görmüşümdür.43
Öneminden, yararından dolayı vefayı kişi, aile ve toplum planında gerçekleştirmek için çaba göstermek dini ve insani bir görev addedilmelidir. Değerlerin yıprandığı, adaletin zorlandığı, ahlakın tıkandığı toplumlarda vefa eğitimi zorunluluk arz etmektedir. Mevlâna bu özlemi, Hârût’ la Mârût ağzından, ‘Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık’ dediler.” şeklinde dillendirmektedir.44
Kim vefalı?
Vefalı insan, kendisine yapılan iyilikleri unutmayan, minnetle anan, yeri geldiğinde fazlasıyla karşılık vermeye çalışandır.
Vefalı insan, beklentisi olmayan, çıkar gözetmeyen, hata yapıldığında dostunu yalnız bırakmayan, içindeki güzel duygularla bütünleşendir.
Mevlâna insanlar arasında Peygamberleri, özellikle Allah’a, sonra da çevrelerine karşı en vefalı insanlar olarak görür. “Halil aleyhisselam gibi ateşe atışalım, Yunus aleyhisselam gibi kendimi deniz canavarının ağzına atayım, Cercis aleyhisselam gibi yetmiş kere öldürmem lazımsa öldüreyim. Şuayb aleyselam gibi ağlamaktan kör olmak gerekse olayım” demesi peygamberlerin vefalarını, canlarıyla oynamalarını saymaya imkân yoktur.45
İkinci olarak âşık ve sevgilinin vefası zikredilmelidir. Âşık, “Edebe riayet bakımından aptal bile olsam vefada, istekte akıllıyım, anlayışlıyım” der.46
Vefa en çok sevgiliye yakışır. Eğer kişi sabredip ülfetine tahammül edip vefa gösterirse sevdiğinden ayrılmaz, pişmanlık duyarak başını dövmez.47 Nazlı, ne vefalı sevginin ölümünden sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar. O dost, ya padişahtır, yüce bir sultandır yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen bir kuldur.48
Ancak âşık ve sevgili gerçek vefanın, gerçek aşkta, sonsuz sevgide yani Allah’ta olduğunun bilincinde olup, “vara bakıp sarhoş olmamalıdır. Zira yokluk sevgilisi daha vefalıdır.”49
En büyük vefa dosta yakışır:
Sıddık bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip (Ahad, Ahad diyen) vefalı Bilâl’in hâlini anlattı.50
Mesnevî’de vefalı olarak tanıtılan, beden değil, candır:
Tesadüf bu ya, bir fare (beden), vefalı bir kurbağa (can) ile su (kendinden geçme) başında tanıştılar.51
Bize vefalı yüzünü gösterecek en önemli azık salih amellerimizdir. Bu bilindik husus Mesnevî’de çok sade bir şekilde şöyle anlatılır:
Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefakârdır ikisi gaddar.
Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün. Üçüncüsüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.
Mal seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar.
Ölüm günü de dost, sana hâl diliyle der ki:
Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum.
Fakat yaptığın işler vefakârdır; onlara sarıl ki onlar, mezarın içine kadar seninle gelirler.
Mustafa aleyhisselam dedi ki: “Sana, seninle beraber mezara gömülecek bir eş, bir arkadaş lazım. Amelden daha vefalı bir arkadaş, bir yoldaş yoktur. Sen, onunla gömülürsün.
Amelin, iyiyse sana ebediyen dost olur. Kötüyse mezarında yılan kesilir.52
Mesnevî’de Hz. Meryem’in de vefasından ayrıca bahsedilir. “Çünkü o ulu, o temiz kadın vefakârdı. Allah bu yüzden o istemeden onun yüzlerce muradını reva etti.”53
Yine Mesnevî’de Sultan Mahmut, vefalı ve mütevazı ve hikmetli bir idareci olarak tanıtılır.54
Emre mûti, emrin lezzetini alan saygılı kul da vefalılar arasında sayılır:
(Padişah, Eyaz’a) Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
Emrin lezzetine dair manevi hikâyeyi dinle şimdi!55
Ey vefalı mürit, Allah hakkı için, Allah hakkı için kendine gel.56
Mesnevî’de hile ve aldatmaya kanmayan, hakikati kabul eden doğrular da vefalı tanıtılanlardandır:
Nitekim büyücüler, sabır ve vefalarıyla Firavun’un yüzünü kararttılar.
Evvelce yaptıkları suça karşılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu iş, yüzlerce yıl ibadette bulunmaya benzer mi hiç?
Sen, elli yıl ibadette bulunur, kulluk edersin ama nerden böyle bir doğruluğu elde edeceksin?57
Kimlere karşı vefa?
Allah’a karşı vefa
Mevlâna’ya göre en büyük vefayı, âlemi yaratan, saysız nimetlerle donatan, iyiliğin sahibi Yüce Allah hak etmektedir. Eğer kişi Allah ahdine vefa ederse, Allah’ın da keremiyle onu ve ahdini koruyacağını şöyle ifade eder:
Kim isyan ederse Şeytan olur, iyilerin devletine haset eder.
Allah ahdine vefa edersen Allah da kereminden senin ahdini korur.
Sense Allah’a vefa etmekten gözünü yummuşsun. “Beni anın da sizi anayım”58 ayetini duymadın mı ki?
“Ahdıma vefa edin” ahdına kulak ver de sevgiliden “Ahdınıza vefa edeyim” vaidi gelsin.
Ey hüzün sahibi, bizim ahdimiz ve borç vermemiz nedir? Yere kuru tohum ekmek gibi.59
Mevlâna’ya göre en büyük vefasızlık Allah’a karşı işlenendir. Zira ruhlar âleminde Allah’ın, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, “Evet! Rabbimizsin”60 deyip de dünyada Allah’la irtibatımızı, alâkamızı kesmektir. Yüce Allah¸ va’dinde¸ sözünde durur¸ sözünde duranları sever¸ bizlerin de vefalı kimseler olmamızı ister.61
Mevlâna, Allah’a vefayı, bir kapıya bağlı köpeğin sahibine vefasını örnek göstererek, analojik bir anlatımla, şöyle dile getirmektedir:
Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.62
İkramıyla, ihsanıyla, saltanatıyla bizleri yaşatan gayb ve şuhûd âleminin sahibine, onu görmediğimiz hâlde gayba inanarak vefa göstermek ayrı bir değer ifade eder. Mevlâna bunu yine analojik bir dille, benzetme yollu şöyle anlatır:
Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir kale dizdarı;
Kaleyi düşmanlardan korur, orasını sayısız mal ve para verse bile satmaz,
Padişah orada değilken, hudut boylarında, padişahın huzurundaymış gibi vefakârlıkta bulunursa;
O dizdar; elbette padişahın yanında, huzurunda bulunan ve can feda eden kişilerden daha değerlidir.
Şu hâlde yarı zerre miktarı, fakat gaibane emir tutmak; emredicinin huzurunda kulluk etmek ve emrine uymaktan yüz binlerce defa üstündür.63
Sonunda Mevlâna, Rabbu’l-âlemi’ne layık olacak vefayı gösteremeyip aksine ömrünü cefayla geçirmenin mahcubiyetiyle şu yalvarışta bulunur.
İhsan ve vefa sahibi Allah, cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı!64
Peygambere vefa
Mevlâna’ya göre, Hz. Muhammed, âlemlere rahmet olduğu,65 ilmi, hakkı ve adâleti tesis ettiği,66 yoksullara yücelik bağışladığı; hak dostlarına, gönül erlerine birçok ince sırrı öğrettiği, vefayı ve güzel yüzlülüğü gösterdiği… için, diğer insanlarla ve peygamberlerle mukayese edildiğinde, onun ayrı bir önemi ve değeri vardır.67 O, vefa huylu, sefa denizi,68lûtuf ve kerem sahibi69 seçilmiş Peygamberdir.70
Çünkü o, insanları şirkten, putlara tapmaktan, cehaletten, zulümden kurtarıp, bunların yerine tevhid inancını, Kur’ân’da “Şüphesiz, sana biat edenler, Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinden üstündür. Bu biatten dönen, kendisine zarar etmiştir. Allah ile ahdettiği şeye vefa edene gelince: Allah, ona pek büyük bir ecir ve mükâfat verecektir”71 âyetleri ile peygambere uymanın, ona ahde vefa göstermenin ciddiyeti ve mükâfatı dile getirilir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in bir adı da el-Vâfî’dir. el-Vâfî¸ sözünde duran¸ sözünün eri olan¸ vefakâr ¸ mükemmel ahlak sahibi demektir. Bizlere Yüce Rabbimizi tanıtan¸ dünyaya geliş gayemizi öğreten ve Rabbimizle sağlıklı bir iletişim kurmamızın yollarını gösteren Peygamberimiz, Mevlâna’nın belirttiği gibi, biz ümmeti üzerinde en fazla hakkı olan kimsedir.72 Zira o¸ varlığını biz insanların hidâyeti bulmasına ve hidâyette kalmasına adayan kimsedir. Mü’min olarak ona karşı sorumluluklarımızın farkında olmak ve ona verdiğimiz sözlerin adamı olmak da bir iman borcudur.73 “Sevgiliye vefa” başlığı altında aşağıda göreceğimiz anlatıların çoğunda kastedilen sevgililer sevgilisi Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.
Sevgiliye vefa
Mevlâna, sevgiliye vefa göstermeye, sevgiliden dilemeye ve dilek sahibi olmaya çağırır.74 Ona göre, aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır.
Vefasız adama bakmaz bile. İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine”, sağlamlaşmasına çalışmak gerekir. Bozuk ahit, çürümüş kök gibidir; kökü çürümüş ağaç meyve vermez.75
Âşık, sevgiliden vefa bulunca, minnet duyarak, takdir hisleriyle onu alkışlar; bunun aksine cefa görürse de sabreder, teslimiyet gösterir. Zira sevgili, tef gibi onun yüzüne durmadan vursa da her vuruşta ayrı bir güzellikte ses verir.76 Sevgilinin cevri başkalarının vefasından daha zevkli; onun yaralaması başkalarının ilacından daha hoş, el kapaması yani vermemesi başkalarının bağışlarından daha hayırlı hatta sövmesi başkalarının övmesinden daha tatlıdır.77
Ancak Mevlâna, sevgilideki şekle değil, manaya vefayı önceler. O, “Sevgili, hisle idrak edilseydi her hisle idrak edilene âşık olurdum. Vefa, aşkı artıyorsa, sûret nasıl olur da vefayı değiştirir?78 sorusunu yönelterek vefayı, duyular dünyasındaki, maddi âlemdeki sûrete dayalı güzelliklere dayamaz.
Kişiye, sevgiliye bağlı olmak, ondan kopmamak, yılmamak, ona vefa göstermek, yaraşır.
Sevgili canım! Senden bıktım mı sanırsın? Hayır, hayır, aslâ! Senden başkasına mı yâr olurum sandın? Hayır, hayır, hayır; senin vuslat bağında güller görürken, öyle her dikene gönül kaptırır mıyım ben? Hayır, hayır, aslâ!79
Asıl vefa, âşıkın, Sevgili uğrunda ölme ve yok olmasıdır.80 Sevgiliye gösterilen bu vefa ve feragat Mesnevî’de “Bir aşığın sevgilisine, ettiği hizmetleri, gösterdiği vefaları, uzun gecelerde “Yanının yatak görmediğini”, uzun günlerde çektiği elem ve iştiyakı anlatıp da bende bundan başka bir şey varsa beni irşat et. Ne buyurursan yapayım, hatta dilersen Halil aleyhisselam gibi ateşe atışalım, Yunus aleyhisselam gibi kendimi deniz canavarının ağzına atayım, Cercis aleyhisselam gibi yetmiş kere öldürmem lazımsa öldüreyim, Şuayb aleyselam gibi ağlamaktan kör olmak gerekse olayım” demesi” başlığı altında uzunca anlatılır.81 Hatta Mevlâna, eski sevgiliyi bile vefa gereği hatırlamayı, aleyhinde kötü konuşmamayı salık verir:
Bir yıl sonra padişah söz arasında ona (Şehzadeye) dedi ki: Oğlum hele o eski sevgiliyi hatırla bakalım!
O seninle beraber yatanı, o yatağı bir hatırla da bu derece vefasız ve acı sözlü olma.82
Bütün bunlara rağmen Mevlâna, Sevgiliye vefa ile ilgili hislerini, düşüncelerini dile getirmeye sınır koyar:
Mahrem olmayanlardan çekinmeseydim vefaya (sevgilinin vefasına) ait birkaç söz söylerdim.83
Diğer insanlara ve varlıklara vefa
Hemcinsleriyle bir arada yaşama zorunda olan insanın konumu ve durumu ne olursa olsun başkalarına ihtiyacı vardır ve onlarla çeşitli ilişkiler içerisinde olur. Bu ilişkiler devam ederken karşılıklı olarak verilen¸ taahhüt edilen birçok söz vardır. Gerçek mü’min verdiği bu sözleri yerine getirmenin bir mü’minlik ve insanlık borcu olduğunun bilincinde olan kimsedir.84
Yeryüzü bizlere Allah’ın emanetleridir. Bu emanetlere de vefa gerekir. Hâliyle o, hor kullanılmamalıdırlar. Zira Allah’ın, insanın emrine müsahhar kıldığı dünya ve nimetleri yaratılış amacına uygun bir baş eğiş içerisindedir.
Böylece Mesnevî’de vefa duygusunun, birçok örnekle hayvanlarda da işlendiğini görürüz. Ticaret için Hindistan’a giden bir tacirin kafeste olan dudusuna oradan ne istediğini sorunca onun da Hindistan dudularından vefa talep etmesi bu örneklerden sadece bir tanesidir. Dudu, “Hindistan’daki dudulara: Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde!” sözleriyle onlara sitemini dile getirir.85
Bir diğer örnekte, tavşanın ormandaki arkadaşlarını aslana yem etmemesi için planladığı oyunu farketmeseler de av hayvanlarının aslana gitmekte vefa ısrarında bulundukları görülmektedir.
Hayvanlar dediler ki: “Bunca zamanlardır biz ahdimize vefa ederek can feda ettik.
Ey inatçı, bizim kötü bir adla anılmamıza sebep olma, aslan da incinmesin. Yürü, yürü; çabuk, çabuk!”86
Yaban eşeğiyle aslan arasındaki ilişkide de vefa şöyle söz konusu edilir: “Allah’ın lûtfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıdda, vefakârlık hususunda bir ülfet vermiştir.”87
Mesnevî’de, hayvanlardan öte eşyanın (ağacın) da vefasına örnekler verilir. Bunun en tipik örneği (Peygamber’e olan kopmazlığı ve hasretiyle inleyen direk (Hanâne)’de görülür.
Hannâne direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu.
Peygamber, “Ey direk, ne istiyorsun?” dedi. O da “Canım, ayrılığından kan kesildi.88
Allah’ın vefası
Mevlâna’nın ifadesine göre “bizzat Yüce Allah, vefakârlıkla öğünerek, “Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?”89 demiştir. Allah Hakkını reddettikten, saymadıktan sonra kişi ne kadar vefakâr olursa olsun o vefa, vefasızlığın ta kendisi olur. Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir!120
Zira O, zail olmaz, lütufkârdır; mekân âleminde de kuluyla beraberdir, lâmekân âleminde de.
Bulanıklardan, duruluklar çıkarır; kulların cefalarını vefa yerine tutar.91
Allah, ibadet güllerine karşılık çok vefada bulunur, mükâfatlar verir, ihsanlar eder.
O, kötülüklere nice elbiseler verirse temizlere neler bağışlamaz ki!
Allah onlara gözlerin görmediği şeyler verir. Dile, lügat sığmaz lütuflar eder.92
Hz. Mevlâna, “Padişahın oğlu bile olsa da hainlikte bulunsa padişah, onun başını bedeninden ayırıverir. Fakat Hintli bir kara köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar. Köle bir tarafa hatta bir kapının köpeği bile vefada bulunsa sahibinin gönlünde ona karşı yüzlerce rıza vardır. Bu yüzden köpeğin, ağzını bile öper. Hâl böyleyken, bir kıyas yapılacak olursa, kapısındaki aslan vefakârlık etse ona neler yapmaz?” benzetmesi ve sorusuyla, Âlemin Sultanı yüce Allah’ın vefasının bir beşerin, bir padişahın vefasından mukayese edilmeyecek derecede üstün olduğunu anlatarak bizi düşünmeye sevk etmektedir.93
Kerem sahibi Allah gizli âlemden sürekli olarak lütuflar yağdırınca; sözünden dönmeyip, vefada bulununca, kula da O’na vefalarda bulunmak gerekir.94
Allah, meleklerine, seçip de gönderdiği peygamberlerine, has kullarına,
diğer kullarına hatta günahkârlara, kurda-kuşa kısacası yaratıklarına şefkat ve merhametini sergilemiş, onlara karşı vadinden asla hulf etmemiş (dönmemiş), kullarının muradını vefa etmiş, vefakâr da bu vefayı bütün âleme yaymışlardır. Denizler de buna uymuştur, dağlar da. Dört unsur bile buna kul, köle kesilmiştir.95
Cenkte, boğazına kılıç dayadığı kişinin Hz. Ali’nin, yüzüne tükürmesi akabinde hasmını (öldürmenin cihat amacıyla değil de nefsine hakaret amacı taşıyabileceği endişesiyle) öldürmekten vazgeçtiği olayın sonunda Mevlâna, vefa ile ilgili şu çarpıcı beyitleri kaydeder ki son iki beyit, hadiseyi beşerî düzlemden çıkarıp ilahi kata taşımaktadır.
Beri gel; ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense sana armağan sundum.
Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu çeşit baş korsam,
Vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedî mülkler ihsan ederim.96
Hz. Musa ile Firavun arasında geçen bir diyalogda Mevlâna’nın, Allah’ın vefasına dair şu çarpıcı ifadeleri kaydettiğini görmekteyiz:
Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.
Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.
Bu işin ardında Allah lâneti var, o işe karşılık da va’de vefa olarak Allah rahmeti var.97
Savaş âleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak, sulhta ülkene nasıl bir sofra kurar!
Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl görüp gözetir, arayıp yoklar, bir bak da gör! 98
Allah’a, “Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!”99 diye seslenen Mevlâna, kendisine vefakârlık ederek can veren Allah’ın vefasına vefa gösterenlere Allah’ın, nice sır işaretleri bahşedeceğini, yükünü kaldıracağını, onu iş güç sahibi kılacağını belirtir. 100
Hz. Mevlâna, kula güvenilmeyip, asıl vefanın Allah’tan beklenmesi gerektiğini şu şekilde bir benzetme ile dile getirir. “Mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste.”101
Hâliyle o, lütuf ve kerem sahibi Allah’ın dışında ana-baba da dâhil kimseden gerçek vefa beklentisi içinde olmamayı işlemektedir:
Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir (yani ödünçtür, geçicidir, iğretidir)
Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?102
Sevgilinin vefası
Mevlâna, Sevgili’yi ihmal eden veya ondan kaçana, “Geri gel! Sevgili sözünde durmaktadır. Yüzlerce vefasız gibi senin sevginden yüz çevirmiş değildir” diyerek dönüş çağrısında bulunup, devamla “Senin bir tek canın olduğu hâlde sevgide vefalısın. Ya o canların canı olan can nasıl olur da vefasızlık eder?103 sorusunu sorarak vefanın, sevgilinin şanından olduğunu belirtmeye çalışır.
Gerçek sevgili doğruluktan, vefadan ibarettir.104 Vefa, sevgiliye ayrı bir tat katar. Kişi, şekerden tatlı bir hâle gelsen bile o tadın ondan bazen gidivermesi mümkündür. Fakat fazla vefakârlık sebebiyle tamamen şeker olan sevgiliden bu tadın ayrılmasına imkân yoktur.105
Kökleri yerli yerinde dalları, kolları ve kanatları ise aşk yüzünden göklerde göklere yücelmiş vefa ağaçları vardır.106 Vefalıların bal gibi vefaları bu aşktan kaynaklanmaktadır.107
Vefasız(lık)
Hz. Mevlâna, vefanın değerinin, vefakârın kıymetinin daha iyi anlaşılıp takdir edilmesi için vefasızlıkla ilgili çok örnek vermekte ve vefasız kişileri yermektedir. İnsan bir ağaca, ahdi de ağacın köküne benzeten Mevlâna, vefasızı kökü çürümüş ağaç gibi görüp, onun meyve vermeyeceğini yani ondan hayır çıkmayacağını dile getirir.108
Mevlâna, Mesnevî’de vefasızlığı sıkça yermekte, onu köpeklerin âdeti hatta onların âdetinden de aşağıda görmektedir:
Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.
Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler.109
Kur’an-ı Kerim’de Yemen ülkesindeki Sebe’lilerin mamur ve meyvalı şehir ve bağlarından bahsedilmekte,110 Mevlâna da bu kıssaya dayalı olarak o kötü yaradılışlı adamların bu nimetin kadrini bilmediklerini, vefada köpekten de aşağı oldular için bir selle şehirlerinin ve bağlarının bozulup, harap olduğunu anlatmaktadır.111
Mevlâna, en güzel vefasızlık örneğini, daha önce bolca iyiliğe ve ikrama boğduğu, daha sonra ısrarlı bir şekilde köyüne davet ettiği hâlde onu tanımazlıktan gelen nankör ve vefasız bir köylü örneğinde çok güzel biçimde anlatmakta ve sonunda şu eleştiride bulunmaktadır:
Bildikten, dosttan, soydan gelen bir cefa, ağyarın üç yüz bin cefasına eşittir.
Çünkü insan, eşin dostun cevr-ü cefada bulunacağını ummaz, tabiatı daima onun lûtfuna, vefasına alışmıştır.
İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki alışmadıkları şeylerden meydana gelir.
Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?
Kendini dalgın ve ârif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne toprak serpiyorsun.112
Mevlâna, kendisine yemekler ikram edilip, iyiliklerde bulunulan, yumuşak davranılan hizmetçinin yapılan bu güzel muamelelere vefasızlık yapmasını anlatıp, bazen vefaya karşı vefasızlık yapıldığını, bazen de durduk yere vefasız davranıldığını şu şekilde bir sorgulama ile sürdürür:
Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, İblis’e bir cefada bulundu mu ki?
İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte.113
Kim vefasız?
Mevlâna, en çok dünyanın vefasızlığından bahseder. Ona göre bu âlemde de bir şey yok, bu âlemdekilerde de! Her ikisi de vefasızlıkta aynı gönüle sahiptir. Dünyanın oğlu da dünya gibi vefasızdır; insana yüz tutar ama o, yüz değil, arkadır!114 O bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!115
Ey âlem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır, hiledir, aşırı nazdır.116
(Eyaz. Dünya sahte hazinesi) Vefa göstermede seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey!117
Şu hâlde şu vefasız pis dünyada ne varsa hep hasettir, hep düşmandır, hep cefadır.118
Mevlâna’ya göre dünya, malından tamahta bulunanlara, kendisinden vefa umanlara, vefasızlığını dile getirerek, hâl diliyle, nasihat eder. Ona göre ârif, vefasız suların çeşmelerinden yani dünyadan değil, ebedî hayat kaynağından yardım diler, onlara yüz tutmaz ve aldırış bile etmez. Kim, bu fâni kaynaklara dayanır, güvenirse ebedî kaynağın kalıcı ve kazandırıcı olduğu bilincine varamaz.119
Hele hele dünyada kolay elde edilen ve miras yoluyla gelen malın hiç vefası yoktur. Bu tür mal zahmet çekilmeden kolayca bulunduğu için kıymeti bilinmez; geçip gider, fayda etmez. Bunun gibi insana da Allah bu canı bedava verdiği için canının kadrini bilmez.120
Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma.
Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz. 121
Mevlâna’nın kaydına göre haris kişi de ebedî ahde vefa edenlerden değildir; hâliyle cennet balı onun ağzına acı gelir.122
Vefasız âlemde vefalı olmak, olgun veya kâmil insana yakışan önemli bir özelliktir.
Mevlâna, dünyadan sonra en çok nefsin vefasızlığı üzerinde durmaktadır. Nefis de kişiyi dünyalık şeylere meylettirir. Onun ifadesine göre “nefisler de akıllardan ama ruh, kendi asıllarını unutmuştur. O tertemiz nefislerle akıllardan cana, dünya hırsına kapılma, ona bel bağlama şeklinde) her an ‘Ey vefasız!’ diye mektup gelmektedir. Devamla Mevlâna, güzel bir benzetme yollu anlatışla123 nefsin, beş günlük dostları yani geçici dünya nimetlerini görünce vefasızlık edip, eski dostlardan yüz çevirmemesi uyarısında bulunur. Kâmil ruh taşımayan çocuklar yani nefis, dünya oyuncağından hoşlanırlar ama geceleyin onları çeke çeke evlerine (yani gerçek ahiret yurduna) götürürler.
Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını külâhını, ayakkabısını çıkarır (dünya malını savurur) atar; Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir.124
Ey soluğu soğuk nefis, feryada erişen padişaha vefasızlıkta bulundun ha.
Bir buğday için hırsa düştün, tuzak kurdun. Fakat tuzağa serptiğin her buğday tanesi, sana karşı bir akrep kesildi.125
Ey vefasız habis nefis, savaşa meyletme nerde, sen neredesin?126
Hz. Mevlâna gönlü de vefasızlardan sayar. Kişinin dünyada birçok şeyle neşelendiği, neşelendiği şeylerle başkalarının da neşelendiğini Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele! Fakat bunların sahibine vefa etmediğini, yel gibi geçip gittiğini belirten Mevlâna sonunda şöyle der:
Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış. 127
Kararsız ve sadakatsiz sahte sevgili de vefasızdır:
Ey beni lütfuyla okşayan güzel. Şimdi de beni başından savmak için bahaneler uyduruyorsun. Eğer aşk oyununu herkesle böyle oynuyorsan demek ki hiçbir dostun değerini anlayamamışsın.128
Mesnevî’de sabırsızlar ve iyilikbilmez bazı talebelerden de vefasız olarak bahsedilir:
Eğer sabretsen ülfetine tahammül edip vefa göstersen sevdiğinden ayrılmaz, başını dövmezdin.129
Hoca, talebeye der ki; “Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok? 130
Ahmak kişinin de vefası yoktur. O, bir belâya uğrayınca pişman olup, bir daha hata yapmayacağına, günaha girmeyeceğine ahdeder ama bu ahdine vefa göstermez. Mevlâna bu konuyu açıklarken “Onlar tekrar dünyaya döndürülseler yapmayın diye nehyolundukları şeyleri yapmaya başlarlardı yine; onlar yalancılardır”131 âyetine yerverip, “Suph-u kâzibin vefası olmaz” yani yalancı sabahın aydınlığına güvenilmez, etraf tekrar karanlığa geçer der. O sözlerini şöyle sürdürür:
Akıl, ona diyordu ki: Ahmaklık, seninle değil mi? Ahmaklıkla ahde vefa edilmez.
Ahitlerde vefa etmek, akılla olur… sense aklın yok a eşek değerli!
Akıl, ahdini hatırlar… akıl, unutkanlık perdesini yırtar.132
Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir.133
Kadir-kıymet bilmez, nankörler vefasızlık örneği sergilerler. Bunun en güzel örneğini, vefasızlık başlığı altında geçtiği gibi, daha önce bolca iyiliğe ve ikrama boğduğu, daha sonra ısrarlı bir şekilde köyüne davet ettiği şehirli kâmil beyefendiyi tanımazlıktan gelen nankör ve vefasız bir köylünün kaba ve mürüvvete yakışmayan davranışlarında görmekteyiz.134
Yalancı, dolancı, fırsatçı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.135 Bir bağcının bahçesine giren Mevlâna’nın da hafif meşrep ve vefasız diye nitelendirdiği birisi fakih, birisi şerif, bir tanesi de sofi olan üç kişi ile ilgili anlatılan hikâye de bu gruptakilerle ilgili örnek oluşturmaktadır.136
Düşük karakterliler de kendilerine iyilik edene kötülük, aksine cefa edene de vefa gösterirler. Mevlâna’nın belirtmesine göre, Kerem sahibi birisine ihsanda bulununca o bire karşılık yedi yüz verir.
Bunun aksine bir alçağa da cefa edilirse, o da aşırı vefalar gösterir, kul-köle olur. Mevlâna devamla bir âyete telmihte bulunarak ‘Kâfirler, nimete eriştiler mi cefa tohumunu ekerler de sonra cehennemde, aman yarabbi diye bağırıp dururlar.’137 Alçaklar, cefaya, derde düştüler mi arınır, temizlenirler. Vefa gördüler mi de cefakâr olurlar.” der.138
Mevlâna, Hârût’ la Mârût’un139, Ulu Allah’ın sınamalarına karşı yiğitlik taslayarak sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak; bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” demelerini aktararak sarhoş ve sahte vefa dağıtıcılara güvenilmeyeceğini belirtmek ister.140
Mevlâna, geçici, fani olan şeylere dayalı olarak varlık gösterenlerin de vefasız olacağını kandil örneğiyle açıklamak istemiştir. Zira “Kandilin fitili, yağı olmadıkça bakası yoktur; fakat fitille, yağla da vefası yoktur.”141
Mevlâna, son olarak manasız söz’ün de vefasız olduğu, ondan vefa umulmayacağını söyler. Zira mânasız söz, su üstüne yazılan yazı gibidir; eğer kişi ondan vefa umarsa iki elini de ısırarak döner yani pişman olur.142
Vefayı cefaya dönüştüren etmenler:
Mevlâna’da, vefadaki safâyı cefaya dönüştüren en önemli etken dünya hırsı, geçim telaşı, doyumsuzluk olarak gösterilmektedir.
Halkın canlar; el ayak sahibi olmazdan, beden kaydına düşmezden evvel vefadan sefaya uçuyordu.
Vakta ki “İniniz”143 emriyle hapsolundular, hiddet, hırs, kanaat ve zaruret kayıtlarına düştüler.144
Vefayı cefaya dönüştüren ikinci etken, aptallık ve cahilliktir. “Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir. Bundan dolayı Peygamber, “Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” buyurmuştur.”145
Mesnevî’de anlatılan ayıyla, onun vefakârlığına güvenen ahmağın hikâyesi, cahilin vefasının tez zamanda cefaya dönüşeceği ile ilgili çok güzel bir örnek oluşturmaktadır.
Ayı, (kendisiyle dost olan) o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhâl kalktığı yere gelip konmaktaydı.
Ayı, sineğe kızıp, gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi.
Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce,
O koca değirmen taşını alıp, sineği ezmek için adamın suratına fırlattı.
Taş, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün âleme yayıldı;
Aptalın sevgisi şüphesiz ayının sevgisidir. Kini sevgidir, sevgisi kin.
Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk, sözü büyük, vefası artık.
Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar.146
Antlarına ve ahitlerine güvenilmediğinden yalancılar da vefayı cefaya dönüştürürler.
İradeyi iyiye kullanmama da vefayı cefaya dönüştürebilmektedir. Mesnevî’de, sofinin, zıt tabiattakileri kadıdan sorması akabinde kadı, “Allah, yola ‘benim yolum’ dedikten sonra neden bu ahde vefa etmede, öbürü yol kesmede!”147 diyerek iradesini hayırdan, haktan, haklıdan yana kullananın vefalı, diğerinin ise cefalı yolu seçtiği mesajını vermektedir.
Vefasızlara uymama
Ahde vefasızlık münafıklık alâmetidir. İnancımıza göre nifak ise dünyada hayatı cehenneme çevirir¸ ahirette de sahibini cehenneme götürür.
Mevlâna da vefasızlara uymama, onlara meyletmeme uyarısında bulunarak “Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.148 Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik, geliştik. Neden gönlümüzü vefasızlara verelim? ”149 şeklinde çıkışır. O bu husustaki uyarı ve çağrısını şöyle sürdürür:
Vefakârların faydalandığını gördün mü sen, Şeytan gibi haset edersin.
Mizaç ve tabiatı bozuk ve hasta olan kişi, kimsenin iyi olmamasını ister.
Şeytan gibi hasetçi değilsen dava kapısını bırak da vefa tapısına gel.
Mademki vefan yok, bari söylenme. Çünkü sözün çoğu, bizlik benlik davasıdır.150
Mevlâna, çabucak sönüp giden şimşeğe değil, zail olmayan, sönmeyen, batmayan Hakikat güneşine yüzümüzü dönmemizi ister.151
O, şu beyitlerde de İlahi rahmetten, korunmadan kaçıp, gaflete ve vefasızlığa yönelenlerin bunu hakettiklerini belirtmektedir:
(Padişah) Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.
Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.152
Vefasız kimse, kıymetleri ve emanetleri kırarak, kötü ve kötüye kullanarak ilerler. Mevlâna, bazılarının karakteri vefasızlık içinde katılaştığı için, onlara vefa telkininde bulunmanın fayda vermeyeceğini söyler:
Sen onun “Ahitlerinize vefa edin” hükmünden el yıka. “Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun”153 hükmünü ona söyleme.154
Mevlâna, vefasızlara, Allah’ın koyduğu ilahi ölçülere, helal-haram hususlarına uymamanın bir güzel örneğini de bahçesine giren üç tane hırsızsa bağ sahibinin planlı bir şekilde verdiği cezada anlatılır ve sonunda şu ders verilir:
Fakîh “Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyığı budur” dedi.155
İnsan, iyiliklerden ve verdiği sözlerden kurtulmanın en kestirme yolunu, iyilikleri unutmada, özellikle İlahi bağışlara karşı vefasızlıkta bulmaktadır. Dünyada da ahirette de kişiyi güvensiz kılacak ve zararlı çıkartacak bu erdemsizliğe karşı Mevlâna şu somut uyarıda bulunur:
Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür.
Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır.
Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa, iki, üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar.156
SONUÇ
Görüldüğü gibi vefa, kulakları ve gönüllerimizi okşayan; kişisel, ailevi ve toplumsal alanlarda hasretle ihtiyacını hissettiğimiz son derece estetik ve etik bir kavramdır.
Vefa, sevgide, dostlukta, bağlılıkta kararlılıktır. Vefa, hem maddi hem de manevi açıdan, sevgi, övgü, güven ve mükâfat kazandıran yüce bir değerdir.
Vefa, yaratılışta, Rabbi tanıyışta, O’na verilen sözü tutmada, O’nun nimetlerini hatırlamada, dostluğu sürdürmede, ihaneti anlamada çok önemli ve asaleti olan âdeta büyülü bir sözcüktür. Mevlâna düşüncesinde vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında, cehennemi hafife almamak, ulvi güzellikleri dünyaya satmamaktır.
Mevlâna’ya göre en büyük vefayı, âlemi yaratan, saysız nimetlerle donatan, iyiliğin sahibi Yüce Allah hak etmektedir. Eğer kişi Allah ahdine vefa ederse, Allah’ın da keremiyle onu ve ahdini korur. Buna karşın en büyük vefasızlık ise Allah’a karşı işlenendir. Zira Allah, insanı iman ve amel noktasından sözünü tutacak fıtratta yaratmıştır. Vefasızlık bu anlamda Elest Bezmi’nde Rabbimize verilen söze sâdık kalmamak, fıtrata ters düşmek, dünyada Allah’la irtibatımızı, alâkamızı kesmektir.
Mevlâna, söz veren, söz anlayan, söz dinleyen, sözünde duran saygılı kullar ve doğrulardan vefa örnekleri sunmaktadır. O, insanlar arasında
Peygamberleri, özellikle Allah’a, sonra da çevrelerine karşı en vefalı insanlar olarak görür. İkinci olarak âşık ve sevgilinin vefası zikredilmelidir. Gerçek sevgili doğruluktan, vefadan ibarettir. En büyük vefa dosta yakışır. Bize vefalı yüzünü gösterecek en önemli azık salih amellerimizdir.
Vefanın zıddı cefa ve vefasızlıktır. Vefasızlıklarına karşı dikkatli olmak için bu tipleri tanımak önem arz etmektedir. İnsana düşen cefa değil, vefa kadehini yudumlaması ve sunmasıdır. Modern insan rahat yaşamanın en kestirme yolunu, maalesef, sorumluluktan kaçmada, iyilikleri unutmada; sevgi, saygı, dostluk ve samimiyete yabancılaşmada, özellikle İlahi bağışlara karşı vefasızlıkta bulmaktadır.
Vefa hissi olmadan insan asli kaynağına, kendisine, ailesine, doğup büyüdüğü toprağına ve yurduna yabancı kalacaktır. Bu gariplikten korunmak için Mevlâna’nın da önemle üzerinde durduğu vefa eğitiminden geçmemiz ve bu duyguyu nesillerimize hem teorik hem de pratikte örnek oluşturarak sergilememiz gerekmektedir. Öneminden, yararından dolayı vefayı kişi, aile ve toplum planında gerçekleştirmek için çaba göstermek dini ve insani bir görev addedilmelidir. Değerlerin yıprandığı, adaletin zorlandığı, ahlakın tıkandığı toplumlarda vefa eğitimi zorunluluk arz etmektedir.
Sözü, Mesnevî’deki şu dua cümlesiyle bitirmek uygun olacaktır:
“İhsan ve vefa sahibi Allah; cefalarla, suçlarla, geçen ömrüme sen acı!
* Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. ibemir@hotmail.com
1 TDK Türkçe Sözlük, Ankara, 1988, C. II, s. 1555; Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 2006, C. III, s. 3308-3309.
2 Hukukta vefâ hakkı¸ belli bir bedel karşılığında satılan malı¸ aynı bedelle geri alma hakkıdır.
3 Bakara, 2/40.
4 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1991, s. 515-516.
5 İnançer, Ö. Tuğrul, Vefa, http://akademik.semazen.net/ (Erişim: 10.11.2019)
6 Mevlâna, Celâleddin Rûmî, Dîvân-ı Kebîr, Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, (Kültür Bakanlığı Yayınları), Ankara, 1992, C. VII, s. 65, b. 880.
7 Â’râf, //172.
8 Böylece insanın önüne iki yol açılmıştır: Ya akıl ve iradesini iyiye kullanarak Kâlû Belâ`daki ahdine sadık kalarak, vefa göstererek Allah`ı Rab tanımakta devam edecektir yahut da iradesini ve aklını kötüye kullanarak ahde vefasızlık göstererek Rabbini inkâr edecek, O`na kulluktan kaçacak, Şeytan`ın yoluna sapacaktır.
9 Usta, Mustafa, Dîvân-ı Kebîr’de Mevlâna’nın Eğitim Görüşü, İstanbul 1995, s. 175.
10 Dîvân-ı Kebîr, C. VII, s. 309, b. 3955-3956; s. 326, b. 418, s. 296, b. 3794.
11 Mesnevî, c. II, s. 197, b. 2565-2568.
12 Mesnevî, c. II, s. 68, b. 889-8120.
13 Mesnevî, c. V, s. 83, b. 1000, 1004.
14 Mesnevî, c. III, s. 66, b. 828-829.
15 Mesnevî, c. V, s. 243, b. 2968-2969.
16 Mesnevî, c. II, s. 54, b. 707.
17 Dîvân, c. VII, s. 278, b. 3551-3552.
18 Mesnevî, c. III, s. 359, b. 4388-4389.
19 Mesnevî, c. V, s. 98-99, b. 11120-1194. Burada وَھزُِّي إلِیَكِْ بجِِذعْ النخَّلْةَ تسُاَقطِ علَیَكِْ رُطبَاً جنَیِ “Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgun taze hurmalar dökülsün.” (Meryem; 19/25) âyetine telmihte bulunulmaktadır.
20 Mesnevî, c. V, s. 280, b. 3438.
21 Mesnevî, c. VI, s. 114, b. 1414.
22 Dîvân, C. VII, s. 309, b. 3955-3956; s. 326, b. 418, s. 296, b. 3794.
23 Mesnevî, c. V, s. 258, b. 3150-3152.
24 Mesnevî, c. V, s. 100, b. 1216.
25 Mesnevî, c. III, s. 242, b. 2980-2983.
26 A’râf, 7/172. Bkz. Mesnevî, C. I, s. 100, b. 1241-1243; s. 168-169, b. 2110-2111; C. 2, s. 220, b. 2875; s. 240, b. 3137; s. 227, b. 2970; s. 128, b. 1667; C. 3, s. 1120, b. 2344-2354; s. 371 vd, b. 4528 vd; s. 201, b. 2470; C. 5, s. 18, b. 174; s. 52, b. 600; s. 75, b. 895; s. 175, b. 2124-2126; s. 98, b. 1180- 1184; C. 6, s. 59, b. 703.
27 Mesnevî, c. IV, s. 130, b. 1592-1593.
28 Mesnevî, c. V, s. 308, b. 37120.
29 Mesnevî, c. V, s. 96-97, b. 1165.
30 Mesnevî, c. III, s. 265, b. 3247.
31 Mesnevî, c. V, s. 176, b. 2140.
32 Mesnevî, c. III, s. , b. 345-347.
33 Mesnevî, c. I, s. 175, b. 2189.
34 Mesnevî, c. I, s. , b. 2678-2679.
35 Mesnevî, c. IV, s. 184-185, b. 2286-2288. Mevlâna’nın bu beyitleri Eflatun’un ideler âlemi nazariyesini aklımıza getirmektedir.
36 Mesnevî, c. V, s. 258, b. 3150-3152.
37 Mesnevî, c. II, s. 54, b. 707.
38 Bkz. Fare ile kurbağanın Mesnevî, c. VI, s. 208, b. 2632; ayı ile dost olan kişinin, Hindistan’a giden tacirle dudunun Mesnevî, c. I, s. 125, b. 1557; s.124-125, b. 1547 vd., Yahudi padişahın vezir ve emirlerle olan hikayeleri Mesnevî, c. I, s. 26-58, b. 324 vd. bu açıdan tahlil edilebilir.
39 Usta, Dîvân-ı Kebîr’de Mevlâna’nın Eğitim Görüşü, s. 94-95.
40 Mesnevî, c. III, s. 85, b. 1063-1065.
41 Mesnevî, c. III, s. 133, 136-137, b. 1635-1638; b. 1675-1677.
42 Mesnevî, c. III, s. 156, b. 1918.
43 Mesnevî, c. I, s. 72, b. 1204.
44 Mesnevî, c. III, s. 66, b. 828-829.
45 Mesnevî, c. V, s. 103-104, b. 1241.
46 Mesnevî, c. IV, s. 13, b. 156.
47 Mesnevî, c. VI, s. 114, b. 1414.
48 Mesnevî, c. V, s. 127, b. 1518-1519.
49 Mesnevî, c. V, s. 29, b. 314.
50 Mesnevî, c. VI, s. 79, b. 953.
51 Mesnevî, c. VI, s. 208, b. 2632.
52 Mesnevî, c. V, s. 87, b. 1045-1052.
53 Mesnevî, c. V, s. 98-99, b. 11120-1192.
54 Mesnevî, c. VI, s. 223, b. 2816-2817.
55 Mesnevî, c. V, s. 328, b. 4033-4034.
56 Mesnevî, c. V, s. 109, b. 1301.
57 Mesnevî, c. V, s. 259, b. 3163-3164.
58 Bakara, 2/152. ûjjSj ~îj J Ijj&SIj fSjsil ^jjSili
59 Mesnevî, c. V, s. 98, b. 1180-1184.
60 Â’râf, 7/172. J^ ‘j^ f^sjj ^^’
61 Bkz. Mâide, 5/1; Ra’d, 13/20; Fetih, 48/10. (Âyetlerde ahde vefânın bir mü’minlik göstergesi olduğuna dikkat çekilmektedir. İslâm anlayışına göre her mü’min¸ öncelikle Allah ve Peygamberine verdiği akitleri yerine getirmelidir. Zira o, Elest Bezminde o¸ Allah’ı Rab¸ yani yaratıcı ve yönetici kabul ettiğini taahhüt etmiştir.
62 Mesnevî, c. III, s. 23, b. 285-289.
63 Mesnevî, c. I, s. 2120, b. 3635-36339.
64 Mesnevî, c. I, s. 175, b. 2189. Tabii, gönüller Sultanı Mevlâna bu mahcubiyeti dile getiriyorsa, bizim çok daha derin pişmanlık duyguları içerisinde olmamız gerekmektedir.
65 Enbiya, 21/107
66 Mesnevî, C. II, s. 29, b. 366-368.
67 Bu konuda müstakil bir çalışma için bkz. Emiroğlu, İbrahim, “Mevlâna’nın Hz. Muhammed’e Sevgisi ve Bağlılığı”, DEÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XVIII, İzmir 2003, ss. 53-120.
68 Mesnevî, C. I, s. 58, b. 727.
69 Mesnevî, C. II, s. 164, b. 2141-2142.
70 Dîvân, C. V, s. 145, b. 1681; Mevlâna, Celâleddin Rûmî, Macâlis-i Sab’a (Yedi Meclis), Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, Konya, 1965, s. 56, Meclis: III.
71 (Feth, 48/10) denmektedir. Peygamber, haccetmek için ashabıyla Mekke’ye hareket etmiş, fakat Mekke’liler, henüz şehir kendilerinde olduğundan buna müsaade etmemişlerdi. Bunun üzerine Hudeybiye denilen yerde bir ağaç altına oturup ashaba ölünceye kadar savaştan dönmemek üzere kendisine biat etmelerini buyurmuş, sahabe de bu suretle biat ederek Hz. Muhammed’e saygı ve vefa örneği göstermiştir. (Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, C. 6, s. 4413.)
72 Mesnevî, C. V, s. 10, b. 67-68.
73 Mesnevî, C. V, s. 10, b. 67-68; C. I, s. 18, b. 225, 227-228; s. 315, b. 3949-3954; C. IV, s. 44, b. 538-539.
74 Mesnevî, c. IV, s. 59, b. 725.
75 Mesnevî, c. V, s. 96-97, b. 1165-1168.
76 Mevlâna, Celâleddin Rûmî, Rubâiler, Çev. Nuri Gençosman, M. E. B. Yay., İstanbul, 1974, C. II, s. 187, Rubâi: 915; s. 220, Rubâi: 1071.
77 Mevlâna, Rubâiler, C. II, s. 226, Rubâi: 1098.
78 Mesnevî, c. II, s. 54, b. 706-707.
79 Mevlâna, Rubâiler, C. II, s. 310-311, Rubâi: 1498.
80 Mesnevî, c. V, s. 104, b. 1254.
81 Bkz. Mesnevî, c. V, s. 103-104, b. 1241, 1254.
82 Mesnevî, c. IV, s. 255, b. 3185-3186.
83 Mesnevî, c. V, s. 176, b. 2140. Mevlâna’nın herşeyi anlatmayıp sükût etme gerekçeleri için bkz. Emiroğlu, İbrahim, Sûfî ve Dil, İnsan Yayınları, İstanbul, 2005, s. 177-225.
84 “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz¸ sorumluluğu gerektirir.” İsr⸠17/34. “Takva sahipleri¸ antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirirler.” Bakara¸ 2/177. “Yine o mü ‘minler¸ emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler.” Mü’minûn¸ 23/8; Meâric¸ 70/32.
85 Mesnevî, c. I, s. 125, b. 1557; s.124-125, b. 1547 vd.
86 Mesnevî, c. I, s. 80-81, b. 998-999.
87 Mesnevî, c. I, s. 104, b. 1294.
88 Mesnevî, c. I, s. 169, b. 2113-2114.
89 Burada Tevbe suresi 111. âyet kastedilmektedir.
120 Mesnevî, c. III, s. 26, b. 322-324.
91 Mesnevî, c. III, s., b. 345-347.
92 Mesnevî, c. VI, s. 213, b. 2700-2702.
93 Mesnevî, c. V, s. 258-259, b. 3155-3160.
94 Dîvân, C. VII, s.415, b. 5408-5409.
95 Mesnevî, c. V, s. 98-99, b. 11120-1194.
96 Mesnevî, c. I, s. 306, b. 3841-3843.
97 Mesnevî, c. I, s. 22, b. 278-280.
98 Mesnevî, c. IV, s. 208, b. 2571-2572.
99 Mesnevî, c. II, s. 143, b. 1875.
100 Mesnevî, c. I, s. 75, b. 934-935.
101 Mesnevî, c. III, s. 44, b. 560.
102 Mesnevî, c. III, s. 28, b. 548-549.
103 Mevlâna, Celâleddin Rûmî, Rubâiler, Çev. Nuri Gençosman, M. E. B. Yay., İstanbul, 1974,C. I, s. 40, Rubâi: 186. Tabi burada asıl kastedilenin Yüce Sevgili (Allah) olduğu dikkatten kaçmamaktadır.
104 Mesnevî, c. VI, s. 50-51, b. 600-604.
105 Mesnevî, c. I, s. 158, b. 1979-1980.
106 Mesnevî, c. III, s. 359, b. 4388-4389.
107 Mesnevî, c. V, s. 127, b. 1525.
108 Mesnevî, c. V, s. 96-97, b. 1165-1168.
109 Mesnevî, c. III, s. 26, b. 320-321.
110 Bkz. Sebe, 34/15-21. Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, C. 6, ss. 3954-3959.
111 Mesnevî, c. III, s. 23, b. 285-289.
112 Mesnevî, c. III, s. 50-53, b. 623-625, 666-667.
113 Mesnevî, c. II, s. 18-19, b. 226-231.
114 Mesnevî, c. IV, s. 135, b. 1649-1650; c. VI, s. 12, b. 122.
115 Mesnevî, c. IV, s. 130, b. 1592-1593.
116 Mesnevî, c. V, s. 84, b. 1010.
117 Mesnevî, c. V, s. 154, b. 1865.
118 Mesnevî, c. V, s. 100, b. 1216.
119 Mesnevî, c. VI, s. b. 3596; Mesnevî, c. III, s. 302, b. 3697-3699
120 Mesnevî, c. VI, s. 334, b. 4206-4209.
121 Mesnevî, c. V, s. 302, b. 3720-3721.
122 Mesnevî, c. VI, s. 69, b. 830.
123 Bu anlatış Eflatun’un ideler âlemi nazariyesini akla getirmektedir.
124 Mesnevî, c. VI, s. 39, b. 450-454. 953.
125 Mesnevî, c. VI, s. 381, b. 4787-4789.
126 Mesnevî, c. V, s. 308, b. 37120.
127 Mesnevî, c. III, s. 302, b. 3697-3699.
128 Mevlâna, Rubâiler, C. II, s. 271, Rubâi: 1310.
129 Mesnevî, c. VI, s. 114, b. 1414.
130 Mesnevî, c. II, s. 121, b. 1583.
131 En’âm, 6/28.
132 Mesnevî, c. IV, s. 184-185, b. 2286-2288.
133 Mesnevî, c. II, s., b. 2875.
134 Mesnevî, c. III, s. 50-53, b. 623-625, 666-667.
135 Mesnevî, c. II, s. 220, b. 2873.
136 Mesnevî, c. II, s. 166, b. 2167-2168.
137 Mü’minûn, 23/107. İlgili diğer âyetler için bkz. Bakara, 2/167; En’am, 6/27; Fecr, 89/21-23; Zümer, 39/57-58.
138 Mesnevî, c. III, s. 242, b. 2980-2983.
139 Bkz. Bakara, 2/102.
140 Mesnevî, c. III, s. 66, b. 828-829.
141 Mesnevî, c. IV, s. 35, b. 429.
142 Mesnevî, c. I, s. 89, b. 1100.
143 Âdem’le Havva, Şeytan’a uyup yememeleri emredilen ağacın meyvesinden yemişler, bunun üzerine Allah “ihbitû = ininiz” emriyle onları cennetten çıkarmıştır. Bu hikâye Tevrat’ta ve Kur’an’da zikredilir. (Bakara, 2/36).
144 Mesnevî, c. I, s., b. 925-926.
145 Mesnevî, c. II, s. 143, b. 1875-1877.
146 Mesnevî, c. II, s. 162-163, b. 2125-2132.
147 Mesnevî, c. VI, s. 129, b. 1610.
148 Mesnevî, c. III, s. 27, b. 338.
149 Mesnevî, c. VI, s. 38, b. 447.
150 Mesnevî, c. V, s. 97, b. 1171-1174.
151 Mesnevî, c. II, s. 118, b. 1542.
152 Mesnevî, c. II, s. 26, b. 330-332.
153 Nahl, 16/91.
154 Mesnevî, c. II, s. 163, b. 2139.
155 Mesnevî, c. II, s. 169, b. 2211.
156 Mesnevî, c. II, s. 218, b. 2843-2845.
KAYNAKÇA
Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, 2006.
Emiroğlu, İbrahim, Sûfî ve Dil, İnsan Yayınları, İstanbul, 2005.
——— , “Mevlâna’nın Hz. Muhammed’e Sevgisi ve Bağlılığı”, DEÜ
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XVIII, İzmir 2003.
İnançer, Ö. Tuğrul, Vefa, http://akademik.semazen.net/ (Erişim: 10.11.2019).
Kur’ân-ı Kerîm.
Mevlâna, Celâleddin Rûmî, Dîvân-ı Kebîr, Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı, (Kültür Bakanlığı Yayınları), Ankara, 1992.
———- , Fîhi Mâ Fîh, Çeviren: Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 19120.
———- , Macâlis-i Sab’a (Yedi Meclis), Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki
Gölpınarlı, Konya, 1965.
———- , Mektuplar, Çev. ve Haz.: A. Gölpınarlı, İstanbul, 1963.
———— , Mesnevî, Çev. Veled İzbudak (M.E.B. Yayınları), İstanbul, l99l.
———— , Rubâiler, Çev. Nuri Gençosman, M. E. B. Yay., İstanbul, 1974.
TDK Türkçe Sözlük, Ankara, 1988.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1991.
Usta, Mustafa, Dîvân-ı Kebîr’de Mevlâna’nın Eğitim Görüşü, İstanbul 1995.