MESNEVÎ’DE OLGUN İNSANIN İÇ DÜNYASI

A+
A-

MESNEVÎ’DE OLGUN İNSANIN İÇ DÜNYASI

Geleneğimizde kazanılması amaç edilen özelliklerin bütününe sahip kişiye “İnsân-ı kâmil (Olgun insan)” adı konulmuştur. Hz. Peygamber başta olmak üzere öncü kişiler örnek gösterilerek insana yaraşan sıfatlar ve kişilikler, geçmişte toplumda sözlü ve yazılı olarak özenle anlatılmıştır. Olgun bireylerin yetişmesi arzusuyla kaleme alınan klasik kaynaklar arasında doğrudan İnsân-ı kâmil adını taşıyan eserler de bulunmaktadır.

Mevlana, bilindiği gibi Mesnevî’yi olgunlaşma yolunda istekli olanları bilgilendirmek için söyleyip yazdırmıştır. Kendi eliyle yazıp Hüsameddin Çelebiye verdiği ilk on sekiz beytin,

در نیابد حالِ پخته هیچ خام پس سخن کوتاه باید والسّلام

Olgunun hâlini, ham kişi anlamaz. Öyleyse söz kısa olmalı, vesselâm.

anlamındaki sonuncusu, şarihlerden Ankaralı İsmail Efendiye göre hatıra bir soru getirmektedir.1 Soru şudur: “Bu derece olgunluğa ulaşan kişilerin hâllerine yolun başındaki yolcular nasıl ulaşır, ne şekilde olgunluk derecesini bulur?” Sonraki beyitler, işte hatıra gelen bu muhtevadaki soruların cevabına başlangıç teşkil etmektedir. Örnek olarak ilk on sekiz beyitten sonraki birkaç beyte bu gözle bakılacak olursa şu anlamlar elde edilir: Olgun kişi dünya değerlerine bağımlı değildir, ihtirası yoktur, kanaatkârdır. Aşk sayesinde hırs ve ayıplarından kurtulmuştur.

Dolayısıyla Mesnevî’nin tamamı, 18. beyitle zihinde oluşan olgunlaşma yolu ile ilgili soruların cevabını oluşturmaktadır denebilir. Ayrıca gelişme ve yükselme yollarını gösterme amacı taşıyan Mesnevî’deki her öğüdün temsil ettiği noktayı da olgun insanın bir özelliği olarak kabul etmek mümkündür.

Bu bildirideki amaç olgunlaşma yolundan veya olgun kişinin özelliklerinden söz etmek değil, sadece doğrudan olgun insanın iç dünyasını anlatan Mesnevî’deki bazı beyitleri dikkatlere sunmaktır. Ancak Hz. Mevlana’nın herkese sunduğu bir imkâna, yani gönül dünyasına öncelikle işaret etmek gerekmektedir. Mevlana’ya göre yaşadığımız fiziki dünyadan ayrı, ancak sonuçta yine ona değer kazandıran düşünce ve bakış alanlarımız vardır. Bu imkânlar yurdunun Mevlana’nın dizelerindeki adı “gönül”dür:

این جهان خُمّ است و دل چون جویِ آب این جهان حُجره‌ست و دل شهرِ عُجاب

Bu dünya küptür, gönülse ırmak gibi; bu dünya odadır, gönülse şaşılacak şehir (Defter IV/beyit 810).2

گلشنی کز بَقْل رُویَد یک دم است گلشنی کز عقل رُویَد خرّم است

گلشنی کز گِل دمد گردد تباه گلشنی کز دل دمد وَافَرْحَتَاه

علمهایِ بامزۀ دانسته‌مان زآن گلستان یک دو سه گل‌دسته دان

زآن زبون این دو سه گل‌دسته‌ایم که درِ گلزار بر خود بسته‌ایم

Tohumdan yeşeren gül bahçesi bir anlıktır; akıldan yeşeren gül bahçesi canlıdır.

Topraktan yeşeren gül bahçesi, yok olur; gönülden yeşeren gül bahçesi ne hoştur!

Bizim bildiğimiz tatlı ilimleri, o gül bahçesinden bir iki üç çiçek de­meti bil.

Gül bahçesinin kapısını kendimize kapattığımız için bu iki üç çiçek demetinin tutsağıyız (VI/4647-4650).

Mevlana bu beyitleriyle bizzat dünya hayatında yaşayan kişi için daha geniş ve daha imkânlı bir gönül dünyasından söz etmektedir. İşte aranacak olan imkân hemen yanı başımızda bulunan bu gönül dünyasındadır, gönülden bakıştır. Mevlana, şu beyitlerinde insanın sahip olduğu bu imkânı nasıl hissedip kullanamadığına ilginç örneklerle dikkat çekmektedir:

یک سپد پُر نان ترا بر ‌فرقِ سر تو همی خواهی لبِ نان در به در

در سرِ خود پیچ هِل خیره‌سری رَو درِ دل زن چرا بر هر دری

تا به زانویی میانِ آبِ ‌جو غافل از خود زین و آن تو آب جو

پیش آب و پس هم آبِ با مدد چشمها را پیش سدّ و خَلْف سد

اسپ زیرِ ران و فارِس اسپ‌جو چیست این گفت اسپ لیکن اسپ کو

هی نه اسپ است این به زیرِ تو پدید گفت آری لیک خود اسپی که دید

مستِ آب و پیشِ رویِ اوست آن اندر آب و بی‌خبر ز آبِ روان

چون گهر در بحر گوید بحر کو وآن خیالِ چون صدف دیوارِ او

گفتنِ آن کو حجابش می‌شود ابرِ تابِ آفتابش می‌شود

بندِ چشمِ اوست هم چشمِ بدش عینِ رفعِ سدِّ او گشته سَدش

بندِ گوشِ او شده هم هوشِ او هوش با حق دار ای مدهوشِ او

Başının tepesinde ekmek dolu bir sepet var, sense kapı kapı ekmek parçası isti­yorsun.

Başınla ilgilen, dik başlılığı bırak. Git, gönül kapısını çal. Niçin her kapıdasın?

Dizine kadar ırmağın içindesin, sense kendinden habersiz bundan şundan su arıyorsun.

Önünde de, arkanda da akarsu var; ama gözlerinin önünde ve ar­kasında set var.

Atlı, baldırı altında at var, ama at arıyor. “Nedir bu?” -desen-, “At. Ancak at nerede?” der.

Hey! Altında görünen, at değil mi?” -desen-, “Evet! Ama atı kim gördü?” der.

Suya sarhoş, suysa yüzünün önünde ve kendisi de içinde; ama o akan sudan ha­bersiz.

Denizdeki inci gibi “Deniz nerede?” der; o hayal, sedef gibi onun du­varıdır.

O nerede?” demek, ona perde oluyor; güneşinin ışığına bulut oluyor.

Kötü gözü de, gözünün bağıdır; onun set kaldırması da, ona set olmuştur.

Onun aklı da, kulağını kapatmıştır. Ey Hak şaşkını! Hak’la akıllı ol (V/1073-1083).

Bu beyitleri tekrar gözden geçirirsek Mevlana, imkânlarından habersiz kalan insanları, şu şaşkın kişilere benzetmektedir: Başının üstünde ekmek var, ama ekmek dileniyor. Atının üzerinde, ama atını arıyor. Suyun içinde, ama su arıyor. Yine bu beyitlerdeki sedefin içindeki incinin denizden haberdar olamaması örneği, surete ve dünya değerlerine takılıp ötesini göremeyen, hayaller içindeki kişiyi anlatmaktadır.

Mevlana’nın tavsiyesi açık ve anlaşılırdır:

گام در صحرایِ دل باید نهاد زآنکه در صحرایِ گِل نبْود گشاد

ایمن‌آباد است دل ای دوستان چشمه‌ها و گلسِتان در گلسِتان

عُجْ اِلَی الْقَلْبِ وَ سِرْ یَا سَارِیَه فِیهِ اَشْجَارٌ وَ عَیْنٌ جَارِیَه

Gönül ovasına adım atmak gerekir, çünkü toprak ovada ferahlık yoktur.

Ey dostlar! Gönül, güven yurdudur; orada pınarlar, gül bahçesi içinde gül bahçesi vardır.

Ey yürüyen! Kalbine yönel ve yürü; orada ağaçlar ve akan pınarlar vardır (III/514-516).

Mevlana’nın bu tavsiyesinde ne denli kararlı ve ısrarlı olduğunu şu Mesnevî hikâyesi ortaya koymaktadır. Bir Sufînin Hikâyesi çevrede görünenlerle, gönülde hissedilip yaşananları karşılaştırmaktadır.

Bir sûfî, bir bağda gönül ferahlığı için yüzünü sûfîler gibi dizine koydu.

Sonra kendi kendine derince daldı; bir boşboğaz onun uyku duru­mundan sıkılıp dedi:

Ne uyuyorsun? Asmaya bak; şu ağaçları, eserleri ve yeşillikleri gör.

Hakk’ın buyruğunu dinle; “Bakın” buyurmuştur; yüzünü şu rah­met eserlerine çevir.”

-Sûfî- dedi: “Ey heves düşkünü! Hakk’ın eserleri, gönüldedir; o dıştaki, eserlerin eseridir ancak.

Bağlar ve yeşillikler, canın kendisindedir; dıştaki, akarsu üzerindeki yansıma gibi onun yansımasıdır.

Dıştaki, suyun içinde suyun lütfuyla salınan bağ hayalidir.

Bağlar ve meyveler gönüldedir; onun lütfunun aksi, bu su ve balçıktadır.

O sevinç servisinin yansıması olmasaydı o zaman Hak, ona “Dâru’l-gurur (Aldanma yurdu)” demezdi.

Bu aldanış odur; yani bu hayal, Hak erlerinin gönül ve canının ak­setmesindendir.

Bu yansımaya aldananların hepsi, cennet yeri budur diye sanmıştır.

Bağların gerçek olanlarından kaçıyorlar, bir hayal üzerinde neşeleniyorlar.

Gaflet uykuları sona erince doğru görürler; ama o bakışın ne faydası vardır.

O zaman bu yanlışlıktan dolayı kıyamete kadar mezarlığa feryat ve ah düşer; “Eyvahlar olsun!”

Ölümden önce ölen kişiye, yani bu bağın aslından haberdar olan kişiye ne mutlu! (IV, 1357-1371)

Hz. Mevlana’ya göre gönülde dünyasını oluşturan, bir düzene ve huzura kavuşan, yolunu ve hedefini belirleyen insan için dünya hayatı daha anlamlıdır, dertleri ve çaresizlikleri de çözümlüdür. Gerçek güzellikler gönüldedir. Gönül huzur ve güven yurdudur.

Bu nedenle olgun insan dünyaya farklı bir açıdan bakmaktadır. Bu hissiyatın ve bakış tarzının günlük hayatımıza ait gerçekçi, ikna edici örnekleri vardır. Bu hususu Mesnevî’den bir iki örnekle açıklamak uygun olacaktır.

Öz bilgisini, “Üstünlük ve direnç, hırstan arınma çabasıyla gönülde oluşur. Dünya değerleri karşısında ancak gönül sahipleri huzurlu kalabilir” şeklinde verebileceğimiz Mesnevî’deki Perhiz ve Açlığın Fazileti başlıklı hikâye şöyledir:

Dikkat et! Açlık bütün ilaçların sultanıdır bizzat. Açlığı canına yerleştir. Onu böyle hor görme.

Bütün hoş olmayan şeyler açlıkla hoş olmuştur. Bütün hoş olan şeyler açlıklar olmayınca istenmez.

Biri küflenmiş ekmek yiyordu; biri ona sordu: “Buna karşı nasıl iştahlısın?”

-Adam- dedi: “Açlık sabırla iki kat olunca, arpa ekmeği benim için helva olur.

Sabredersem, bu durumda her zaman helva yiyebilirim. Şüphesiz sabırlıyım.”

Açlık herkesin eline geçmez; zira bu çayır ölçülemez.

Açlık Hakk’ın özel kullarına verilmiştir; böylece açlıkla güçlü aslan olurlar.

Her dilenci ahmağa açlık nasıl verilir? Çünkü ot az değildir, önüne koyup der­ler:

Ye; zira bu değerdesin. Sen su kuşu değilsin, ekmek kuşusun.”

Bir şeyh bir müritle bir şehre doğru durmadan gidiyordu; ekmek o yerde kıttı.

Müridin düşüncesinde gafletinden dolayı her an açlık ve kıtlık kor­kusu beliri­yordu.

Şeyh haberdardı ve içindekine vâkıftı; ona dedi: “Ne zamana kadar dert içinde olacaksın?

Ekmek tasası için yandın, sabır ve tevekkül gözünü kapattın.

Sen, cevizsiz ve kuru üzümsüz bırakılacak değerli nazlı kişilerden değilsin.

Açlık Hakk’ın özel kullarının can rızkıdır. Senin gibi sersem dilen­ciye mahkûm olur mu hiç?

Rahat ol; sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz olasın.

Şu cahil oburlar için kâse üzerine kâse ve ekmek üzerine ekmek sürekli vardır.

Ölünce ekmek önüne önüne gider: “Ey, yiyeceksizlik korkusuyla kendini öldüren!

Sen gittin, ekmek kaldı; kalk, al. Ey dert içinde kendini öldürmüş!”

Dikkat et! Tevekkül et; elini ve ayağını titretme. Senin rızkın, sana senden daha âşıktır.

O âşıktır ve duraklayarak geliyor; çünkü sabırsızlığını biliyor. Ey boşboğaz!

Sabrın olsaydı rızk gelirdi; âşıklar gibi sana yanaşırdı.

Açlık korkusuyla bu ateşli titreme nedir? Tevekkül içinde doygun olarak yaşanabilir (V, 2831-2853)

İnsanı dünya hayatında yoran, onun nice aylık veya yıllık gelirini, gerçekte ömrünün aylarını ve yıllarını alan eşya, ev ve araba gibi maddî imkânlar, kişiye çoğu zaman huzur ve güven sağlamazken, Mevlana’nın bu beyitlerde açıkladığı bakış tarzı büyük çözümler sunmaktadır. İnsanı âdeta esir eden dünya değerleri, bu bakış tarzıyla insan üzerindeki hakimiyetini kaybederek hizmet edici hâle dönüşebilmektedir. Yukarıdaki örneği destekleyen birkaç Mesnevî beyti şu şekildedir:

راهِ لذّت از درون دان نز برون ابلهی دان جُستنِ قصر و حُصون

Tadın yolunu içten bil, dıştan değil; köşk ve kaleler aramayı ah­maklık bil (Mesnevî/VI, 3418).

هر که را دردِ مَجاعت نقد شد نو شدن با جزو جزوش عَقد شد

لذّت از جوع است نی از نُقلِ نو با مجاعت از شَکَر بِه نانِ جَو

Açlık derdi, sermayesi olan kişinin bütün parçalarına yenilik gelir.

Tat açlıktandır, yeni/güzel yiyecekten değildir; aç hâlde arpa ekmeği şekerden daha tatlıdır (VI/4293-4294).

چون ز سینه آبِ دانش جوش کرد نی شود گنده نه دیرینه نه زرد

ور رهِ نَبعَش بوَد بسته چه غم کو همی‌جوشد ز خانه دم به دم

عقلِ تحصیلی مثالِ جویها کآن رود در خانه‌ای از کویها

راهِ آبش بسته شد شد بی‌نوا از درونِ خویشتن جو چشمه را

Gönülden bilgi ırmağı coştuğunda ne kokar, ne eskir, ne de sararır.

Kaynağının yolu kapalıysa ne üzüntü var? Zira o, evden her an kay­nayıp coşar.

Tahsille kazanılan akıl, mahallelerden eve giden ırmaklar gibidir.

Su yolu kapanınca yoksul kalır; pınarı, kendi içinden ara (IV, 1964-1967).

Hz. Peygamber ve ashabı için söylenen şu beyitler, iç dünyasında diri olanlar açısından görünenle yaşanan arasındaki bu farkı göstermektedir:

ور نباشد آن تو بنْگر کین فریق پُر غم و رنجند و مفتون و عَشیق

زهرِ خواری را چو شَکَّر می‌خورند خارِ غمها را چو اشتر می‌چرند

Bu olmasa dahi, sen şu topluluğa bak. Üzüntülü ve eziyet içindeler, ama tutkun ve âşıklar.

Yenilgi zehrini şeker gibi yiyorlar; gam dikenlerini deve gibi otluyorlar (III/4505-4506).

آنچنان شادند اندر قعرِ چاه که همی‌ترسند از تخت و کلاه

هر کجا دلبر بوَد خود همنشین فوقِ گردون است نی زیرِ زمین

Kuyunun dibinde öyle mutludurlar ki taht ve taçtan korkmaktadırlar.

Yanında dilberin bulunduğu yer, yerin altı değil, gökyüzünün üzeridir (III/4508-4509).

آنچنان شادند در ذُلّ و تَلَف همچو ما در وقتِ اقبال و شرف

برگِ بی‌برگی همه اِقطاعِ اوست فقر و خواریش افتخار است و عُلُوست

Hor ve yok oluşta, bizim ikbal ve şeref anında olduğumuz gibi se­vinçlidirler.

Azıksızlık azığı, hep onun geliridir; yoksulluk ve horluk, onun övüncü ve yüceliğidir (III/4516-4517).

Dolayısıyla gönül gözüyle görmeyi, gönül kulağıyla duymayı istemek gerçekçi bir arzudur:

Gönül gözünün darlığı ve genişliği yücelik sahibi Hak’tandır; zira her an helal büyü yapar.

Bu nedenle Mustafa Hak’tan istedi: “Çirkini, yine çirkin ve gerçeği gerçek göster;

Böylece sonunda yaprağı çevirdiğinde pişmanlıktan dolayı ıstıraba düşmeyeyim (IV/3510-3512).”

Bu öğretide iyi ve güzel davranışa sahip olmak, gönül temizliği ile mümkündür. Gönülle meşgul olup, onu yersiz istek, ihtiras, cimrilik ve kinden te­mizlemek gerekir. Hz. Mevlana bu gerekliliği beyitlerinde vurguladıktan sonra sonucu şöyle açıklar:

اهلِ صیقل رَسته‌اند از بوی و رنگ هر دمی بینند خوبی بی‌درنگ

مرگ کین جمله از او در وحشتند می‌کنند این قوم بر وی ریشخند

کس نیابد بر دلِ ایشان ظفر بر صدف آید ضرر نی بر گهر

Gönüllerini parlatanlar, renk ve kokudan kurtuldu; her an dur­maksızın güzellik görürler…

Herkesin kendisinden korktuğu ölüme bu topluluk, alaylı güler.

Kimse onların gönlünde zafer elde edemez; sedefe zarar gelir, inciye değil (I/3491, 3494-3495).

İnsanoğlunun ölümün soğuk yüzünden ürktüğü açıktır. Ancak Mevlana’nın anlattığı tarzda bakabilenler, arûs yani gelin veya urs yani düğün sözcüklerini ölüm anı ve hâli için kullanmışlardır. Ayrıca bu beyitlerde görüldüğü şekilde bu özelliği kazanan kişilerin bedenlerine zarar verilebilir, ancak onların ruhları ve gönülleri hiçbir şekilde zarar görmez. Daima güçlü ve diridirler. Aynı hususu Mevlana Mesnevî’sinde bir de Hz. Ali’nin dilinden aktarmaktadır:

زآنکه مرگم همچو من خوش آمدست مرگِ من در بَعث چنگ اندر زدست

مرگِ بی‌مرگی بوَد ما ر ا حلال برگِ بی‌برگی بوَد ما را نوال

ظاهرش مرگ و به باطن زندگی ظاهرش ابتر نهان پایندگی

Ölümüm bana kudret helvası gibi hoş geldiği için, ölümüm dirilmeye el atmıştır.

Ölümsüzlük ölümü bize helaldir, azıksızlık azığı bize gıdadır.

Dış görünüşü ölümdür, içyüzüyse hayat; görünüşü son bulmaktır, gizli yönüyse ebedîlik (I/3926-3928).

Gönül ovasında yaşayan olgun kişiye bu kabiliyet sebebiyle dünya üzüntüsü ve dertleri zarar veremez. Zira onlar başka bir neşe içerisindedir:

چون رهند از دستِ خود دستی زنند چون جهند از نقصِ خود رقصی کنند

مطربانْشان از درون دف می‌زنند بحرها در شورشان کف می‌زنند

Kendi ellerinden kurtulunca el çırparlar; kendi noksanlıklarından kurtulunca raks ederler.

İçteki çalgıcıları def çalar; onların coşkunluğunda denizler köpük oluşturur (III/97-98).

Hz. Mevlana gönül ehlinin iç dünyasındaki bu hâli bir karşılaştırmayla ortaya koymaktadır. Aynı imkân ve fırsatlar karşısındaki kişilerin farklı hâli, bu örnekte belirgin bir şekilde gözler önüne serilmektedir:

آن یکی در مرغزار و جویِ آب وآن یکی پهلویِ او اندر عذاب

او عجب مانده که ذوقِ این ز چیست وآن عجب مانده که این در حبسِ کیست

هین چرا خشکی که اینجاچشمه هاست هین چرا زردی که اینجا صد دواست

همنشینا هین در آ اندر چمن گوید ای جان من نیارم آمدن

Biri çimenlikte ve ırmak kıyısında; biri de onun yanında azap içindedir.

O, “Bunun zevki nedendir?” diye şaşkındır; bu, “Bu kimin hapsinde­dir?” diye hayrette.

Dikkat et! Niçin susuzsun? Burada pınarlar var. Kendine gel! Niçin solgunsun? Burada yüz ilaç var.

Ey arkadaş! Haydi! Çimene gir. -O da-, “Ey can! Ben giremem” der (III/3050-3053).

Konuyu daha basite indirgeyerek diyebiliriz ki aynı şartlar içerisinde aynı sınıfta, ya da aynı salonda bulunan kişilerin ruh halindeki olumlu ve olumsuz yöndeki farklılıklar dahi dikkat çekicidir. Dolayısıyla burada Mevlana’dan aktardığımız bilgi ve görgüye insanlığın ihtiyacı bulunmaktadır.

Gerçekte daima kazançlı ve huzurlu kalabilmek, her birey için arzu edilecek bir durumdur. Dünya sahnesindeki bu duruş ve olaylara bakış tarzı, Hz. Mevlana ve benzerlerinin ikna edici anlatımlarıyla klasik kültürümüzün ve şiirimizin ana temalarından biri olmuştur.


 Bildiri olarak sunulmuştur: 8-9 Haziran 2007, Ege Bölgesi Konyalılar Vakfı ve Türkiye Diyanet Vakfı, İzmir.

 Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü.

1 Rusûhî İsmâil-i Ankaravî, Mesnevî-i Şerîf Şerhi (Fâtihu’l-Ebyât), I-VII, İstanbul: Dâru’t-Tıbâ’ati’l-Âmire, 1289/1872, I, 48.

2 Mevlânâ Celâleddîn Muhammed, Mesnevî-i Ma’nevî, I-III (6 defter), tashîh Adnan Karaismailoğlu – Derya Örs, Ankara, 2007, Akçağ Yay.; krş. Mevlânâ, Mesnevî, I-III (6 defter), çev. Adnan Karaismailoğlu, Ankara, 2007, Akçağ Yay. (2. Baskı).