MESNEVİ’DE “İLİM” KAVRAMI
8. MİLLÎ MEVLÂNA KONGRESİ
MESNEVİ’DE “İLİM” KAVRAMI
Arapça mastar olarak bilmek, isim olarak bilgi, bilim anlamlarına sahip olan ancak kullanım yerleri ve şekilleri itibariyle anlam ve tariflerinde birçok tafsilatı barındıran “ilim” kavramı, Mevlânâ tarafından Mesnevisinde, çeşitli yönleriyle ele alınmıştır. “İlim” kavramı, bu eserde bazen sadece genel, soyut bir şekilde bilgi anlamında, tazen de çeşitli bilim dallarının bilgisinden; hayatı, gerçeği kavramaya rehberlik eden ilahî bilgiye kadar uzanan bilgiler, bilimler anlamında yüzlerce beyitte görülmektedir.1 Bu konudaki malumat, bugün de bizlere yardımcı olacak bir çeşitlilik ve özellik arzetmektedir. Burada bilginin önemi, insan-bilgi münasebeti, eşya ve olayların bilgisi, ilahî bilgi gibi hususlar Hz. Mevlânâ’nın ifadeleriyle ortaya konmaya çalışılacaktır.
İlim ve bilgi ile ilgili mevzular İslâm dünyasında, gerek Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i şerîflerdeki kesin ve tafsilatlı vurgulamalarda ve gerekse Eflatun (ölm. M.Ö.348-347) ve Aristo (ölm. M.Ö. 332)’dan Farâbî (ölm. 950) ve İbn-i Sînâ (ölm. 1037)’ya; Mâverdî (ölm.1105) ve Gazzâlî (ölm.1111)’den İbn Haldun (ölm.1406)’a ve birçok alime uzanan anlayış ve değerlendirmeler sayesinde önemli bir yer tutmaktadır. İlimlerin önemi, konulan, bilim dallan, ilim öğrenme ve öğretme usulü, öğretmen ve öğrencinin âdabı, bu anılan bilginlerin ve diğer bazılarının eserlerinde özenle izah edilmiştir. Bu eserlerden hem ilimleri tanıtan hem de usul ve âdabı anlatan ve belki de bu türdeki eserlerin sonuncusu olan bilimler ansiklopedisi hüviyetindeki Mevzû’âtu’l-rulûm isimli kitap büyük öneme sahiptir. Taşköprîzâde İsâmeddin Ahmed Efendi (1495-1561)’nin Miftâhu ‘s-sa’âde ve Misbâhu’s- siyâde isimli ve üçyüzü aşkın bilim dalını, bilginleri, eğitim usul ve âdabını konu edinen Arapça eserini, oğlu Kemâleddin Efendi (1522-1621) ilavelerle ve Mevzu’atu’l- ‘ulûm adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Bu eserde fıkıh alimleri arasında yer verilen Mevlânâ hakkında “Mevlânâ Celâleddîn el-Konevî ile maruftur” denilmektedir. 2 1621 yılında vefat eden Kemâleddîn Efendi’nin Mevlânâ için Konyalı sıfatını kullanması ve onu böyle takdim etmesi önemli olsa gerektir.
Bu derece bilgiyle, ilimlerle ilgilenen bir medeniyet içerisinde ve bu medeniyetin önemli simalarından biri olan Hz. Mevlânâ, Mesnevî’sinde bazı vesilelerle çeşitli bilgi ve ilim dallarının adını zikretmiş, bazı bilim anlayışlarını adlandırmış ve bir kısmı hakkında izahlarda bulunmuştur. Bazılarına bu tebliğ içerisinde işaret edilecek olan bu bilimlerin adlarını, onun kullanış biçimiyle şu şekilde sıralayabiliriz:
İlm-i vahy, ilm-i nakl, ilm-i din, ilm-i yakın, ilm-i Hüdâ, ilm-i tahkîkî, ilm-i ledün, ilm-i levh-i kül, ilm-i nakl, ilm-i ta’lîmî, ilm-i taklîdî, ilm-i goftârî, ilm-i mekr, ilm-i sihr, ilm-i hendese, ilm-i nücûm, ilm-i tıb, ilm-i felsefe, ilm-i münâcât
Mevlânâ’nın ilim anlayışı, önem verdiği bilgiler elbette dinî ve tasavvufî bakışının etkisi altındadır. Öncelikle onun bu anlayışını doğrudan değerlendirme yoluna gitmeden uygun gördüğümüz bir sıralama ile konuyu ele alacağız, ancak bu husustaki anlayışı da tabii olarak yer yer kendini gösterecektir.
Mesnevî’de ilme verilen önemi gösteren beyitler görülür. İlim için “Beşerden amaç, ilim ve hidayettir3“, “Ruh, ilim ve akılla dosttur4“, “Köpek dahi ilim öğrenince sapıklıktan kurtulur, ormanlarda helal av avlanır5” ifadelerini kullanmaktadır.
Şu beyitlerde de bilginin ve bilgili olmanın önemine işaret eder:
“Bilgi Hz. Süleyman iktidarının saltanat mührüdür. Bütün âlem ceset, ilim ruhtur6“
“Bütün âlimler” alim âlemlere rahmettir” diye söylemişlerdir7”
“Ey oğul! Bütün dünyayı ağzına kadar ilim ve güzellikle dolu bir testi bil8”
Mesnevî’de anlatılır ki, bir padişah, dünyada meyvası âb-ı hayatın özü olan bir ağaç bulunduğunu, duyduğunda adamlarından birini bunu bulmak için görevlendirir. Sonuçta ümitsizliğe kapılan bu şahsa bir pîr-i fânî gerçeği şu şekilde izah eder:
“Şeyh güldü ve ona şöyle dedi: Ey akıllı kişi! Bu ağaç, bilgili kişideki ilim ağacıdır
O çok yüksek, çok şaşırtıcı, çok geniş okyanustan bir âb-ı hayattır9.”
Bu beyitlerde de Mevlânâ anlaşılır ve ikna edici bir ifadeyle ilmin gerekliliğini ve farkını vurgular:
“Her bir şeyin yararı ve zararı yerine göredir. Bu nedenle ilim vaciptir ve faydalıdır10.”
“Bilginin iki kanadı, şüpheninse bir kanadı vardır, zan eksik, kusurludur.
…..
Kişi zandan kurtulunca ilme kavuşur. O bir kanatlı kuş iki kanatlı olur, uçar11.”
Onun bilgiyle, bilginin kazandırdıklarıyla ve ilimle meşgul olanlarla ilgili güzel benzetmelerini, ince nüktelerini şu beyitlerde tespite çalışalım:
“Cehaletten söz edersek o Allah’ın zindanıdır. İlimden bahsedersek o, onun köşküdür.12.”
“Ruhun arzusu, hikmete ve ilimleredir. Bedenin arzusu ise bahçeye, yeşilliğe, üzüme
Ruh yükselmeye ve sefere can atar; beden ise kazanca, ota, yiyeceğe13.”
“Bilgiyle olan uyku uyanıklıktır, cahillerle birlikte oturan uyanık kişiye vah vah!14.”
“Alimin uykusu ibadetten daha iyidir hele de gafletten uyandıran bilgi olursa
Yüzme bilen yüzücünün hareketsiz durması acemi kişinin el ayak sallamasından daha iyidir.15.”
Hz. Yusuf un güzelliği onu zindana götürdü, ilmi ise zuhal yıldızına yükseltti.
İlim ve hüner sayesinde şah onun kölesi oldu; ilim saltanatı, güzellik saltanatından, daha üstündür16 .”
“İlim sonu, kıyısı olmayan bir denizdir. Bilgi isteyen ise denizdeki dalgıç.
Ömrü binlerce yıl olsa, o araştırmaktan usanmaz17”
Ayrıca Hz. Mevlânâ Mesnevî’sinde, melek, hayvan ve insanın özelliklerine işaret eden Peygamber efendimizin “Yüce Allan melekleri yarattı ve onlara akıl verdi. Hayvanları yarattı, onlara şehvet verdi; insanlığı yarattı, onlara akıl ve şehvet verdi. Kimin aklı şehvetine galip gelirse o meleklerden daha üstündür. Kimin şehveti aklına galip gelirse hayvanlardan daha aşağıdır” mealindeki hadisini uzunca izah eder ve burada insanın melek yönünü akıl, ilim ve cömertlik kelimeleriyle ortaya koyar18.”
Şu ana kadar sıralanan örneklerde bilgi daima müspet yönüyle ele alındı. Artık bilgileri ulaştırdıkları ve kazandırdıkları makam, imkan ve özellik açısından bir ayırıma tabi tutmak gerekmektedir. Bilginin olumlu ve olumsuz sonuçlarını bugün bizzat tadarak öğrenen biz günümüz insanları için kanaatimizce çok önemli izahlar yapar Mevlânâ. Meselâ şu iki örnek bu hususa çok açık bir işarettir.
“Bilgi ve hikmet doğru yol ve eğri yol içindir. Her yer yol olsaydı hikmet boş olurdu19.”
“Hem sual hem de cevap ilimden kaynaklanır, gül ve dikenin toprak ve sudan yetiştiği gibi
Hem sapıklık, hem de hidayet acı ve tatlının nemden meydana geldiği gibi ilimden kaynaklanır20.”
Bu noktada insana yol gösteren ilimle, onun ufkunu, görüşünü engelleyen bilgileri, bilimleri, başka bir ifadeyle bilime gerçek amacı dışında bir anlayışla bakmayı izah etmek gerekir. Özle, ruhla, anlayışla ilgili bilgi ile dünyadaki bilgi arasındaki fark şu beyitlerde görülür.
“Dinleyicinin hoşlanmadığı ilim, taklide ve öğretmeye dayalı bilgidir.
Zira geçim için öğrenilmiş, gönül aydınlığı için değil. Bu ilim onu isteyen kişi gibi, aşağılık dünya ilmidir.
O, insanlar için bu ilmi ister bu dünyadan kurtulmak için değil21.”
“Ruhu, özü olmayan sözdeki ilim, alıcıların yüzüne aşıktır.
İlim tartışmasında güçlü olsa da alıcısı olmayınca ölür, gider22.”
İlim insana kolaylıklar sağlamalı, onu huzura, sükuna erdirmelidir.
“Gönül ehlinin ilimleri onları taşır, ten ehlinin ilimleri ise onların yükleridir.
İlim gönüle aksederse yardımcı olur, ilim bedene yansırsa (bedende kalırsa) yük olur”
………
“Dikkat et! Arzuların için bu ilim yükünü taşıma, ilmin rahvan atma bin.
İlmin rahvan atına bindikçe, omzundaki yük kalkar23
Ondan, Hak’tan habersiz olan ya da sadece adlarıyla kanaat eden, özünü, hakikatini aramayanlar içindir bu sözler. Hakkı, yaratıcıyı ve ona dönüşü bilme, her türlü bilginin önündedir.
“Hendese biliminin, ya da nücum, tıp ve felsefe ilminin incelikleri,
Bunlar bu dünya ile ilgilidir; yedinci kat semaya ulaşmazlar
Canlının birkaç gün yaşamasını sağladıkları için şu şaşkınlar onların adını “remizler”, ince şeyler koydular24.”
Sözü, son asırda Batı’da bilgi felsefesiyle ilgilenen ve bilginin temelini gözlem ve deneylerde veya mantıkî tespitlerde arayanlara göre çok farklı olan hususlara nakledelim.
Eşyanın hakikatini kavramadaki görüşleri şöyledir Mevlânâ’nın:
“Görmek ekseriyetle bilgiden daha ikna edicidir.
Bu nedenle dünya herkesi etkiler
Zira dünyayı hazır, elde görürler, ahireti ise borç bilirler.25
“Biri insanı nakışlarla süslü balçıktan bir suret gördü; diğeri ilim ve amelle dolu bir balçık26.”
“Şeytanın bilgisi vardı ancak din aşkı yoktu. O, Adem’in sadece toprak suretini gördü.
Ey kendine güvenen kişi her ne kadar ilmin inceliklerini bilsen de gaybı gören gözlerin açılmaz.”27
“Fitneli yolda ilim, yakın (kesin) bilgiden daha düşük seviyede, zandan daha yüksektir.
Bil ki, bilgi yakîni arar, yakîn biliş de açık bir şekilde (gaybı) görmeyi28.”
İnsanoğlu için üstün meziyet olan akıl ve ilim, kişinin hakikati görmesine de engel olabilir. Bakış ve değerlendirme noktalarında zihindeki akıl, eldeki bilgi kişiyi zaafıyete düşürebilir. “Temiz kişi akıllı olmayı nasıl ister”29 diye bunu sorgulamakta Mevlânâ ve “Zeki olanlar bir sanatla kanaat ederler, fakat aptal olanlar sanattan, yaratılandan sanatkârı bulurlar30 izahı ile dikkatleri çeker. Bu tespitler ilgilendiği, bildiği bilgilere hayran kalan, hayatın ve âlemin hakikatini aramayı bırakan kişilere yöneliktir. Bu nedenle akla, bilgiye, fikre, mutlak doğru veya hakikate götüren bilgi diye bakılmaması gerekir onun ifadeleriyle;
“Nice bilgi, zekâ ve anlayışlar yolcuya öcü ve yol kesici olmuştur31.”
Yine bu bakışa dayalı olarak her kişideki bilgi de olumlu yönler taşımayabilir. “Nâkıs kişide ilim cehalet olur”32 ifadesinde özetlendiği gibi her şahıstaki ilim özelliği temsil etmeyebilir.
“Alim kişi ilimlerden yüzbinlerce bölüm bilir de kendi ruhunu tanımaz, bu zalim.33”
“Nice alim bilgiden nasipsiz. Onlar ilmin muhafızıdır, sevenleri değil.
Ancak onları dinleyen halktan olsa da bilgisinden yararlanır 34
“ Kötü karekterli kişiye ilim ve fen öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir.
Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, insan olmayanın ilim öğrenmesinden daha iyidir.
Bilgi, mal, mevki ve güç kötü karakterlilerin elinde fitne olur.35”
Buraya kadar verilen örnekler içerisinde yer yer zahir- batın; suret-mana; gönül-beden farklılığına dolaylı olarak değinildi. Mutasavvıf bir şahıs olan Mevlânâ”nın eserlerinde bu hususu ana konu yapması, özellikle surete, görünüşe aldananların; inançta, amelde yüzeysel kalanların öze, ruha intikal edemeyenlerin olumsuzluklarını anlatması ve çözümü boşluktan kurtulma, varlık mefhumundan sıyrılma olarak göstermesi tabiidir. Buna dayalı olarak Mesnevî”sinde yok olma bilgisinden söz eder, bu tasavvufî anlayışı, ilim, bilgi hususunda da tatbik eder ki, ayrıca ele alınması ve suret-mana mefhumları içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
Fakat burada ilmin kaynağını gösteren iki beytine yer vererek konuyu özelleştirelim.
“Irmak kendisini nasıl temizleyebilir, kişinin bilgisi Allah”ın bilgisinden yararlanır36.”
“Topraktan olan insan Hak”tan bilgi öğrendi de, ilim yedinci kat semaya kadar (her yeri) aydınlattı37.”
Mevlânâ”nın kulladığı ilim kavramı özde Hak bilgisi, Hakk”ı bilme ve kavramadır, yakîn ilmidir38.
Son olarak Hz. Mevlânâ”nın, ilmin özünü, amacını belirten beyitleriyle söze nokta koyalım:
“Bütün ilimlerin ruhu, mahşer günü ben kimim diyebilmendir.
Sen dinin esaslarını bildin, ancak kendi aslına bak, o iyi mi?
Kendi asılını bilmen, ikiye ayrılan esasları bilmenden daha iyidir. Ey ulu kişi!39”
Dipnotlar
1 Makalede işaret edilen beyitlerin dışında meselâ şu beyitlerde: Mevlânâ, Mesnevi, nşr.trc., Şerh., Reynold A. Nicholson, I-VIII,London, 1925-1940; Krş.— Çev.: Veled İzbudak, Gözden Geçiren Abdülbaki Gölpmarlı, I-VI, İstanbul, 1988. I, 256, 1010, 1015, 1016, 1234, 1882, 1883, 2360, 3221,3763; II, 641, 1422, 2327, 2427, 2429, 2436, 3095, 3103, 3265, 3265, 3266, 3318; III, 1130, 1371, 2429, 2710, 29120, 4109, 4333, 4676; IV, 1498, 1516, 3168, 3352; V, 379, 1379, 1405, 1408, 1562, 1563, 2104, 2112,2119,2763,3692,4157; VI, 250, 823, 1932, 2063, 3173, 4013
2 Kemâleddin Mehmed Efendi, Mevzu’â-tu’l-ulûm, I-II, İstanbul, 1315/1897, II. 744-746.
3 Mevlânâ, Mesnevî, III, 1992
4 A.g.e., II, 56
5 Mevlânâ, Mesnevî, II. 1363
6 A.g.e., I, 1030
7 A.g.e., I, 717
8 A.g.e., I, 2860
9 A.g.e., II.-, 3668-3669
10 A.g.e., VI, 2599
11 Mevlânâ, Mesnevî, III, 1510,1513
12 A.g.e., I, 1510
13 A.g.e., III, 4438-39
14 A.g.e., II, 39
15 Mevlânâ, Mesnevî, VI, 3878-79
16 A.g.e., VI, 3104-3105
17 A.g.e., VI, 3881-3882
18 A.g.e., VI, 1497
19 Mevlânâ, Mesnevî, VI, 1753
20 A.g.e., IV, 3009-3010
21 A.g.e., II, 2429-2431
22 Mevlânâ, Mesnevî, II, 2436-2437
23 A.g.e., I, 3446-3453
24 Mevlânâ, Mesnevî, IV, 1516-15
25 A.g.e., III, 3858
26 A.g.e., VI, 1144
27 A.g.e., VI, 260-261
28 Mevlânâ, Mesnevî, III, 4120-4121
29 A.g.e., VI, 2373
30 A.g.e., VI, 2374
31 A.g.e., VI, 2369
32 A.g.e., I, 1612
33 A.g.e., III, 2648
34 A.g.e., III, 3038-3039
35 Mevlânâ, Mesnevî,IV, 1436-1438
36 Mevlânâ, Mesnevî, nşr. M. İstilâmi, I-VI, Tahran, 1370-1371 hş. / 19120-1991, I, 3234.
37 Mevlânâ, Mesnevî I, 1012
38 Şu beyitler bu hususta bilgi verebilir: Mevlânâ, Mesnevî, I, 2834-3841; IV, 1416- 1418; V, 1064, 3578; VI, 2656
39 Mevlânâ, Mesnevî , III, 2654-2656