MESNEVÎ-Yİ ŞERİF VE MUHAMMEDİYYE

A+
A-

İKİ KİTAP, TEK HAKÎKAT: MESNEVÎ-Yİ ŞERİF VE MUHAMMEDİYYE

MEHMET BİLAL YAMAK

Çağır Karacoğlan çağır Taş düştüğü yerde ağır
“Güzel” sevmek günah değil Ben “Kitap”ta yerin gördüm
Karacaoğlan

Nasıl ki sanat eserleri birer terkip mahsulü olmalarına rağmen yeknesak bir vücûda sahip iseler; milletler de madde ve mananın farklı cüzlerinden mürekkep “bir”er mevcûtturlar. Geçmişin her ânı dahi kendi geçmişinin mahsûlüdür. Geçmiş ise yazı ve söz ile muhafaza edilir. Eğer bu yazı ve söz insanların duygularının muhatabı ise “kalıcı” hafızaya nakşedilmesi daha da kolaylaşır. Hafıza bir nevi mânevî genetiktir. Türk Milleti gibi yüzyıllardır tarih sahnesinde olan bir milletin “kalıcı” hafızasının izlerini sürmek, farklı ilim dallarının, farklı coğrafyalarda, farklı usullerlerle sürdürecekleri ilmî tetkikler eliyle mümkün olabilmektedir. Bu yazıda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (v. 1273) ile Yazıcızâde Muhammed Efendi’nin (v. 1456’dan sonra) hislerinin ve ibarelerinin “hakikatin bölünmezliği” ilkesini nasıl teyit ettikleri hususu ve bu uluların Osmanlı toplumu içinde hangi köşelerde kucaklaştıklarına dair bazı mülahazalar, yüz yıllardır “kalıcı” olan; lakin bir müddettir çeşitli sebeplerle “nisyan” ile malûl hafızamızı tazelemek maksadına matuf olarak ele alınacaktır.

Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî-yi Şerîf’i ve Yazıcızâde Muhammed Efendi’nin Muhammediyye’si Osmanlı toplumun en çok okunan, dinlenen, hürmet edilen kitapları arasındadır. Mesnevî Farsça, Muhammediyye ise Türkçe’dir. Nutkedildiği lisanın Farsça olması ve tasavvufî remizlerle bezenmiş muhtevâsı dolayısı ile Mesnevî, daha özel mahfillerde, daha eğitimli kişilerce okunup sözlü ve yazılı şerhine ihtiyaç duyulmuştur. Muhammediyye ise Türkçe nutkedilmiştir. Her ne kadar eserde, anlamın daraldığı yerlerde ibare de sembollerle daraltılmış ise de eski Anadolu Türkçesi ile kaleme alınan eser, Mesnevî’ye nazaran daha geniş halk kitleleri tarafından okunmuştur.

18. yüzyıl tarihçi, âlim ve müderrislerinden Ahmed Hasîb Efendi (v. 1752-53) Silkü’l-leâli Âli Osmân adlı manzum Osmanlı tarihinde iki eseri birbirine benzeterek aradaki bağlantıyı kuran ilk kişidir. O, Muhammediyye’nin dîbâcesini Mesnevî’nin dîbâcesine Ahmed Hasib Efendi’ye göre Muhammediyye ve Mesnevî “aşk” ile bidayete dem vurur ve “muhabbet” ile hitama eder. “Vech-i şebeh” (Bezetme yönü) ise “aşk-ı ilâhî”dir:

Ola dîbâcesi aşk-ı ilâhî Mesnevî-âsâ / Mahabbet ile dahi hatm ola encâm u pâyânı1

Mesnevî’nin birinci cildinin dîbâcesi, “O (Mesnevî), vusûl ve yakîn sırlarının keşf ve izâhında dinin asıllarının asıllarının asıllarından bahseder”2 cümlesi ile başlar. Mesnevî şârihlerinin çoğu, bu ibarede geçen “usûl” (asıllar) kelimesinin üç defa tekrarlanışını şeriat, tarikat ve hakikat olarak yorumlamışlardır. Bu açıdan Mesnevî’nin asıl konusu din ve dinin üç temel mesnedi olan amel (şeriat), hâl (tarikat) ve hakîkattir.3 Muhammediyye’nin anlam ve ibare kumaşında da şeriat, tarikat ve hakikat nakışı bezelidir. Dinin bu üç boyutu da eserde ele alınır.

Mesnevî, Mevlânâ Müzesi, Env. 51

Muhammed Efendi, eserinin çeşitli yerlerinde bu hususa bizzat değinir ve muhataplarına amelî hususlarda şeriâte uymalarını, derûnî dünyalarında tarikatın özüne ulaşmalarını tavsiye eder. Kişi ancak bu şekilde ahiret pişmanlığından kurtulabilir:

Zâhirâ tut şerîatı bâtınâ git tarikatı / Ta göresin hakikatı ma’rifetinle bî-nedem4

Ahmed Hasîb Efendi’nin iki eserin dîbâcesini “aşk-ı ilâhî” açısından birbirine benzetmesi ise de oldukça isabetlidir. Çünkü iki eser de bu terkip üzerine binâ edilmiştir. Mesnevî’nin girişinde insân-ı kâmili temsil eden neyin ateşini “aşk”ın eseri olarak tasvir eden5 Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin merkad-i şerîfleri dahi “Kâbetü’l-uşşâk” (âşıkların Kâbesi) olarak anılagelmiştir. Yazıcızâde Muhammed Efendi de eserinde, ilâhî aşkın tadını şuurunda lezzetli bir halde bulduğunu ve bu aşk vesilesi ile Hakk’ı bulma nimetine kavuştuğunu nutkeder:

Çünki aşkın tadını buldum dimağımda leziz / Ondan istidlal edip vicdanına buldum visal6

Ayrıca O, nefsin elinde esir olarak kalmamak adına Hakk’a münâcat ederken, aşkın elinden kurtuluşu niyâz etmez:

Nefs elinde İlâhî koma esir / Aşk elinden gerekmez asla necât7

Muhammediye, Beyazıt Yazma Eser Kütüphanesi

Ayrıca Muhammediye’nin girişindeki sebeb-i telif bölümünde, Muhammed Efendi’nin Hz. Peygamber’i (s.a.v) rüyasında görerek aşkından yakasını parçalaması ve bizzat Fahr-i Kâinât (s.a.v) tarafından eserini yazmasının emr edilmesi de kitabın aşkî tarafının kanıtlarındandır. Mamafih, İsmail Hakkı Bursevî (v. 1725) de Muhammediyye’yi şerh etmek için kaleme aldığı Ferahu’r-rûh adlı eserinin girişinde Muhammed Efendi’yi “Sultânü’l-uşşâk” (âşıkların sultanı) olarak tavsif etmektedir.8

Ahmed Hasib Efendi’ye göre Yazıcızâde Muhammed Efendi, Hz. Mevlânâ ile birlikte aşk fezâsında at başı koşmaktadırlar. Maddi fezâ uçsuz, bucaksızdır. Manevî aşk fezâsı dahi öyledir:

Celâleddîn-i Rûmî ile at-başı beraberce / Fezâ-yı ‘aşkda itmez mi âyâ puye-gerdânı9

Ahmed Hasib Efendi’nin “aşk” mihverinde karşılaştırdığı iki eserin bir diğer benzerliği de birbiriyle kâfiyeli ikişerli mısralardan oluşan “Mesnevî” tarzında nutkedilmeleridir ki Mesnevî’nin adının delâleti bir açıdan bu edebi tarza delalet eder. Velakin Mesnevî şarihleri bu manadan zarif bir nükte çıkarmışlardır.

Sözlükte “iki katlı”, “katmerli” gibi anlamlara gelen kelimede çift şeylerden ve birbirine zıt hâllerden bahsedildiğine işaret vardır.10 Mesnevî, kendinden önce yazılan tasavvufî tedvin geleneği ile mütenasip olarak hakikati farklı mertebeleri ile ele alan, her bir muhatabına kendi istidaatına göre hitap eden bir eser hüviyetindedir. Muhammediyye de aynı tarz ile nutkedilmiştir. Eserde, örneğin, Hz. Peygamber’in (s.a.v) zahiri, yatay, âfâkî hayatı ile birlikte kendilerinin bâtınî, dikey ve enfüsî hayatları da anlatılır. Muhammediyye, Fahr-i Kâinât’ın (s.a.v) vasıfları ile birlikte “kemâlâtının” da anlatıldığı bir kitaptır.11

Muhammediyye’nin üzerinde Mesnevî’nin ibare, mazmun ve ifade bakımından da tesirleri vardır. Bu hususa ilk defa merhûm Âmil Çelebioğlu dikkat çekmiştir.12 Hz. Mevlânâ:

Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım13

derken; Yazıcızâde Muhammed Efendi de ayrılık ateşinde yanmış, sevgilinin derdi ile lime lime olmuş bir gönül aramaktadır. Ona ayrılığın ne menem bir şey olduğunu açıklamak, maşukuna olan şevkini beyan etmek ve nasıl yandığını izah etmek ister.

Muhatabı bu derdi dinlemeye ancak “sert bir taş” kadar hissiz olursa dayanabilecektir:

Gönül bir sîne ister kim firâk oduna yanmıştır / Ki şerha şerha olmuştur yanup derd-i dilârâdan

Ki tâ şerh-i firâk edem beyân-ı iştiyâk edem / Ki vasf-ı ihtirâk edem değilse seng-i hârâdan14

Mesnevî’de geçen: Benim esrârım feryâdımdan uzak değildir; ancak her gözde, kulakta o nûr yok15

şeklindeki beytin bir benzeri de Muhammediyye’de mevcuttur. Muhammed Efendi, eserinde takvâya dair cevher gibi kıymetli sözlerin olduğunu lâkin onu dinleyip, anlayacak kulak bulunmadığını ifade etmektedir:

Bu yerde rû-yi takvâda cevâhir gibi sözler var / Velî kanı kulak ona sen el-hak bil ey âlî-rây16

Muhammediyye’de kullanılan Farsça kelimeler, mazmunlar, Fars mitolojisine atıflar bize Muhammed Efendi’nin Farsçaya âşinalığını göstermektedir. Ayrıca Osmanlıların ilk mevlevîhânesinin Yazıcızâde Muhammed Efendi’nin idrâk ettiği Sultan II. Murad devrinde ve aynı dönemde eğitim gördüğü Edirne’de kurulmuş olması Hz. Mevlânâ’ya olan âşinâlığına delalet edebilir. Bu minvalde, Muhammed Efendi’nin kardeşi Ahmed-i Bîcân’ın Hz. Mevlânâ ile alakalı ifadeleri de mühimdir. Çünkü Muhammed Efendi ile Ahmed-i Bîcân; eserlerinin birçoğunu, gâh birbirlerini teşvik ederek, gâh ise aynı eser üzerinde tercüme faaliyeti yürüterek, beraberce kaleme almışlardır. Ahmed-i Bîcân, 1465 yılında kaleme aldığı Müntehâ isimli eserinde Hz. Mevlânâ’dan; “Ol hem-dem-i nesîm-i visâl, ol mahrem-i harem-i celâl, ol müsâfir-i gâib ü hâzır ve ol mahviyy-i bâtın u zâhir Mevlânâ Celâleddîn-i Belhî”17 şeklinde hürmet ve sitâyişle bahseder.

Mesnevî ile Muhammediyye arasında bir köprü vazifesi gören diğer bir isim de Osmanlı ilim, tasavvuf ve edebiyat semâsının yıldızlarından İsmâil Hakkı Bursevî (v. 1722)’dir. İsmâil Hakkı Efendi’nin bu çerçevede temas edilmesi gereken en mühim hususiyeti her iki eseri de şerh etmiş olmasıdır. O, Mesnevî’nin ilk 748 beytini Rûhu’l-Mesnevî adlı eserinde, Muhammediyye’nin tamamını ise Ferahu’r- rûh isimli eserinde şerh etmiştir. Mesnevî’yi şerh ederken Mesnevî’’den, Muhammediyye’yi şerh ederken ise Muhammediyye’de bir çok istişhâdda bulunmuştur. Örneğin; yukarıda zikri geçen Hz. Mevlânâ’nın;

Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım18

şeklindeki beytini şerh ederken, Bursevî, Yazıcızâde Muhammed Efendi’in yine yukarıda geçen;

Gönül bir sîne ister kim firâk oduna yanmıştır / Ki şerha şerha olmuştur yanup derd-i dilârâdan

Ki tâ şerh-i firâk edem beyân-ı iştiyâk edem / Ki vasf-ı ihtirâk edem değilse seng-i hârâdan19

şeklindeki beytini zikreder ve şöyle der: “Ve bunda işâret vardır ki, hem derd olmayana hasb-i hâl söylemek ve ifşâ-ı râz eylemek haramdır.”20 Bursevî, Ferahu’r-rûh adlı eserinde de çeşitli vesilelerle Mesnevî’den beyitleri misal olarak vermektedir.21 17. Yüzyıl Osmanlı’sında böylelikle iki kitap; iki şerh vesilesi ile bir mutasavvıf şâir tarafından birbirine bağlanır.

Muhammediye, Beyazıt Yazma Eser Kütüphanesi

Tarih içinde iki kitabın yolları mevlevîhânelerde de kesişir. Muhammediyye nüshalarına mevlevîhânelerde rastlanmaktadır. Örneğin Şeyh Süleyman Şemsî Dede Efendi (ö. 1303/1886) tarafından kurulan Hanya Girit Mevlevîhânesi’nin vakfiyesinde geniş bir kütüphane bulunmaktadır.22 Bu kütüphanede üç adet Muhammediyye nüshası vardır. Mevlevîhâne kütüphanelerinde bulunan Muhammediyye’ye mevlevîhânelerin sâkinleri mevlevîler de alaka göstermişlerdir. İstanbul’da Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nde çile çıkaran Aşçı Dede; Dördüncü Ordu rûznamçeciliği göreviyle gittiği Doğu Anadolu’da Nakşî-Hâlîdî şeyhi Terzi Baba unvanlı Hayyat Vehbî’nin halifesi Şeyh Fehmi Efendi’ye bağlanarak Nakşibendiyye- Hâlidiyye tarikatına da dâhil olmuştur.23 Aşçı Dede, yazmış olduğu hatıralarında Erzincan’da bağlandığı Fehmî Efendi’nin meclislerinde icra edilen Muhammediyye kıraatinden ayrıntılarıyla bahseder. Aşçı Dede; “Sultân-ı ulemâ-billâh” olarak vasfettiği Fehmi Efendi’nin, Derviş İsmâil Efendi adlı bir dervişi huzuruna getirtip Muhammediyye okuttuğunu ve bu esnada murâkabede bulunduğunu nakleder.24 Erzincan’da her hânede Muhammediyye okumanın âdet olduğunu kaydeden Aşçı Dede; Fehmi Efendi’nin meclislerinde Muhammediyye kıraatinin bir celsede iki saat kadar devam ettiğini, herkesin teveccüh ve râbıta ile Muhammediyye’yi dinlediğini anlatırken kendi gözlerinin ise bu esnada “kan çanağına” döndüğünü ve aklının başından gittiğini de ilâve eder.25

Gâh bir Mevlevî dervişine Muhammediyye okutan, gâh bir Muhammediyye şerhine Mesnevî’den beyitler serpiştiren sâiklerin en mühimi mevzubahis eserlerin nutkettikleri hakikatin ortaklığıdır ki bu tevhîddir. Cenâb-ı Hakk’ı “mâbud”, “fâil” ve “vücûd” itibarı ile tevhîd etmenin “zevk”ine eren sûfîlerin, bu tevhîde “işaret”lerinin mahalli, tarzı ve üslûbu değişkenlik gösterebilir; lâkin mefhûm aynıdır. Bir tasavvufî metni sâir metinlerden temyiz eden en belirgin noktalardan birisi bu ise diğeri, söz konusu eserlerin Fahr-i Kâinât’a (s.a.v) nazar ettikleri zâviyedir. Tasavvufî bir eserin mihveri Hz. Peygamber’dir (s.a.v). Hem Mesnevî hem de Muhammediyye âlemin illeti olarak telakki ettikleri Fahr-i Kâinât’ı (s.a.v) eserlerinin merkezine yerleştirirler. Çünkü nûr-i Muhammedî âlemin tam da merkezidir. Manzum olarak nutkedilen bu eserler tarih boyunca okundukça dinleyenlerin sinelerine yerleşmiş ve muhtevâlarını da oracıkta bırakıvermişlerdir. Çünkü “semâ” (dinlemek) ile “kıraat” (okumak) eylemleri, bir muhatabın içindeki farklı hitap merkezlerine yönelirler. Semâ, kulaktan kalbe; kıraat ise gözden ya da dudaktan akla gider. İnsan, bir metni okurken, okuduğu ile baş başadır ve kitaba/okunana direnme ihtimali vardır. Şiirin sesi ise, mazmunları, kâfiyesi ve delâletleri ile dinleyeni esir almakta zorlanmaz. Muhammediyye ve Mesnevî, tarih boyunca miletimizi şiir şiir esir almış ve bu kurtarıcı esarete nûr-i Muhammedî beraati ile son vermişlerdir. Bu eserler “mertebeli hitap eden” kitaplardır. Bu yüzdendir ki tarih boyunca toplumun her kesimi bu iki eseri dinlemiş ve istifade etmiştir. Şu an memleketimizde yaşayan hiçbir fert yoktur ki birkaç kuşak evvelki dedelerinin, ninelerinin dilinde bu kitapların beyitleri dolaşmasın. Şu an memleketimizde bulunan hiçbir mahalle yoktur ki yüz, yüz elli sene evvel o mahalledeki konakların ya da kerpiçten evlerin tavanlarını Mesnevî ve Muhammediyye’nin latif, huzurlu ve kalbe inşirah veren nağmeleri çınlatmasın. Göğe yükselen hiçbir ses kaybolmamakta ise eğer; manevi hafızamızı aramaya, göğe ağan Mesnevî ve Muhammediyye seslerinin peşine düşerek başlayabiliriz. Ve biz göğe yükselirken, belki onlar da rahmet rahmet kalbimize yağarlar.

Böylece tekrar buluşabiliriz.


1 Mü’minzâde Ahmed Hasib Efendi, Silkü’l-leâ‘lî (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi Koleksiyonu, 596), 179b.
2 Tâhîru’l-Mevlevî, Mesnevî’nin Dîbâcesi ve İlk On Sekiz Beytinin Şerhi, nşr. Ali Güleryüz vd. (İstanbul: Demavend Yayınları, 2018), 53.
3 Semih Ceyhan, “Mesnevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 19 Mart 2023).
4 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, nşr. Âmil Çelebioğlu (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2018), 660.
5 Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî, çev. Veled Çelebi İzbudak (Konya: Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2016), 3.
6 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 429.
7 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 509.
8 İsmail Hakkı Bursevî, Ferahu’r-rûh (İstanbul: Muharrem Efendi Matbaası, 1294), 1/2.
9 Mü’minzâde Ahmed Hasib Efendi, Silkü’l-leâ‘lî, 179b.
10 Tâhîru’l-Mevlevî, Mesnevî’nin Dîbâcesi, 52.
11 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 211.
12 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 179. (Âmil Çelebioğlu’nun kaleme aldığı tetkik bölümünün içinde).
13 Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî, çev. Veled Çelebi İzbudak (Konya: Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, 2016), 3
14 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 463.
15 Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî, 3.
16 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 699
17 “Vuslat esintilerinin can dostu, Celâl sahibi olan Allâh’ın mahremi, hem maddi âlemin hem de mânevi âlemin yolcusu, zâhiren ve bâtınen üzerinde Hakk’tan özge ne var ise silmiş olan Belhlî Mevlânâ Celâleddîn”. Ahmed-i Bîcân, Müntehâ (Ankara, Milli Kütüphane, 06 Mil Yz A 3271), 10b.
18 Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî, 3
19 Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye, 463.
20 İsmâil Hakkı Bursevî, Mesnevî Şerhi-Rûhu’l-Mesnevî, nşr. İsmail Güleç (İstanbul, İnsan Yayınları, 2017), 110.
21 Bk. İsmail Hakkı Bursevî, Ferahu’r-rûh, 1/193 vd.
22 Hanya Mevlevîhânesi vakfiyesi için bk. İsmail Kara, Hanya/Girit Mevlevihanesi (İstanbul, Dergâh Yayınları, 2013), 90 ve 102.
23 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, nşr. Mustafa Koç, Eyyüp Tanrıverdi (İstanbul, Kitabevi Yayınları, 2017), 4/1764 vd.
24 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, 1/42.
25 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, 1/353.

Dârülmülk Konya 2. Sayı

Array

ETİKETLER: