MESNEVİ ŞERHLERİ VE ŞÂRİHLERİ HAKKINDA BİR KAÇ NOT – Mehmet DEMİRCİ
MESNEVİ ŞERHLERİ VE ŞÂRİHLERİ HAKKINDA BİR KAÇ NOT
Prof. Dr. Mehmet DEMİRCİ
GİRİŞ
Mevlânâ Celâleddin’in meşhur eseri Mesnevi çok ilgi görmüş bir kitaptır. Zaman içinde onun beyit beyit açıklanması bir gelenek halini almıştır. Bu açıklamalar sırasında en geniş şekilde tasavvuf meseleleri işlenirdi. Bunun yanında din, ahlak, şiir, edebiyat, tarih gibi çok geniş bir alanda dolaşılmış olurdu. Böylece bu sâhalara ait bilgiler, görüşler, yorumlar aktarılırdı. Bütün bu faaliyetler tekkede, câmide veya bir sohbet mahallinde icrâ edilirdi.
Zamanla kurumlaşma da ortaya çıktı. Mesnevi okutup açıklamalarını yapanlara “Mesnevihan” dendi. Bunlara icâzet / bir tür diploma verilerek işin daha sağlıklı yürütülmesi cihetine gidldi.[1] Hattâ sadece Mesnevi okutmak için “Dâru’l-Mesnevi” adlı kurumlar açıldı. İstanbul’da en son yapılan Dâru’l-Mesnevi’nin Çarşamba Pazarı’ndaki Murat Molla dergâhı şeyhinin eseri olduğu belirtilir [2]. Buradaki icâzet töreninin yapıldığı gün, devrin padişahı Sultan Mecidde debdebeli bir alayla gelmiş, icâzet alanlara kıymetli hediyeler vermiştir.[3]
Aslında Mesnevi en geniş şekilde Mevlevi tekkelerinde ve kısmen başka dergâhlarda ve câmilerde, muayyen zamanlarda okutulup açıklanmakta idi. Bu faaliyetlere dinleyici olarak sâdece Mevleviler değil, tarîkat mensûbu olsun olmasın konuya ilgi duyan herkes katılabilirdi.
İşte Mesnevi şerhi olarak bize intikal eden kitapların bazıları bu Mesnevi sohbetlerinin yazıya geçirilmesiyle oluşmuştur. Bir çoğu ise müellifleri tarafından bizzat kaleme alınmıştır. Mesnevi şerhçiliği ciddi bir tasavvuf kültürünü ve zengin bir bilgi birikimini gerektirir. Doğuda ve son zamanlarda Batı dillerinde Mesnevi’nin tamamı veya bir bölümünün şerhleri / açıklamları yapılıp yayımlanmıştır. Bilhassa ilk 18 beytin açıklaması üzerinde derinlemesine durulmuştur [4].
Farsça Mesnevi şerhi olarak Hüseyin b. Harezmi (ö.1435)nin Kenzü’l-Hakayık’ından; Hind şarihlerinden Bahru’l-Ulum, İmdadullah ve Razavi’nin şerhlerinden bahsedilir.
TÜRKÇE ŞERHLER
Surûrî (1540)nin, Sûdî (1594)nin Mesnevi şerhleri varsa da pek tanınmamıştır. Şem’î (1592)nin Mesnevi şerhinin III. Murad ve IV. Mehmed zamanında ve onlar adına yapıldığı, Mesnevi’nin tamamının şerhi olup, yazılmasının uzun zaman aldığı belirtilir.[5]
- Ankaravi Şerhi
İsmail Ankaravî Rusûhî (ö. 1631) Galata / Kulekapısı Mevlevihanesi şeyhlerindendendir. Yazdığı Mesnevi Şerhi çok meşhurdur. Bu sebeple “Hazret-i Şârih”, “Şârih-i Mesnevi” diye anılır. Bilindiği gibi Mesnevi altı ciltlik bir eserdir. Ankaravî, Mevlânâ’ya ait zannıyla yedinci bir cildin de şerhini yapmıştır. Edisyon kritikli bilimsel neşriyâtın olmadığı olmadığı o dönemler için bu hadise bağışlanabilir sayılır. Ankaravi’nin şerhi, sonraki şarihler için en önemli başvuru kaynağı olmuştur. Eser İstanbul’da ve Mısır’da bir kaç defa basılmıştır.
Mehmed Akif’in Mısır’daki ikameti sırasında Kur’an tercümesi yanında Mesnevi’yi de dikkatle incelediği anlaşılıyor. Şöyle der: “İsmail Ankaravi başta, Hind’in Türk’ün elimde (Mesnevi’nin) bir kaç şerhi vardı. Önceden Mesnevi’den kendime göre bir mânâ çıkarıyordum. Ondan sonra şerhleri açıyor ve bazan onlarla ihtilâfa düşüyordum. En nihayet Ankaravi’nin şekli ile ittifak ediyor, o zaman çocuk gibi seviniyordum. Ankaravi çok büyük adam. İstanbul’a döndüğüm vakit, hiçbir yere gidecek halim yoktu. Fakat Ankaravi’nin (Galata Mevlevihanesi haziresindeki) kabrine gittim. Koca Türk mutasavvıfı! Kabrinde hallendim.”[6]
Ankaravi’den iki beyit:
Mahveylemişiz özümüzü sözümüzü biz
Pes mahvı koyup, sahva gelip ehl-i bakayız
Her kim ki Rusûhî gibi aşk ile fenâdır
Hâk-i râhına can ile baş ile fedâyız.[7]
İsmail Ankaravi’nin Mesnevi şerhi üzerinde Semih Ceyhan tarafından bir doktora çalışması yapılmaktadır (Danışman: Mustafa Kara, Uludağ Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü).
- Abdülmecid Sivasi( ö. 1639) Şerhi
Mesnevi’nin ilk cildinin bir kısmının şerhidir. Basılmamıştır.[8]
- Sarı Abdullah Efendi(ö. 1660)Şerhi
Cevahir-i Bevahir-i Mesnevi adlı bu eser, yalnızca birinci cildin şerhi olup beş cilt halinde h. 1287-88’de Matbaa-i Âmirede basıldı.[9]
Bu şerh üzerinde Ülker Aytekin tarafından doktora çalışması yapıldı (Danışman: Mustafa Tahralı, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü)
- İsmail Hakkı BurseviŞerhi
Bursevi ( 1653-1725), Mesnevi’nin baştan 738. beyte kadar olan kısmını şerhetmiştir. Eser, h. 1287’de iki cilt halinde basılmıştır. Bursevi’nin bu şerhinin büyük ilgi gördüğü söylenir.[10]
Bursevi’den bir nazm:
Ey muhabbet bağının bülbülleri
Kokdunuz mu tâze tâze gülleri
Her gülünde vardır onun bin varak
Dâne dâne açılır sünbülleri
Zikreder hû hû diye kumruları
Vird-i Hak eyler o tûtî dilleri
Bu cihâna benzemez bir vechile
Özge âlemdir o cânân illeri
Vâsıl olmak ister isen ol ile
Hârı kaldır pâk eyle yolları
Hakıyâ Hak’tan haber ver halka kim
Mazhar-ı hak oldu Hakk’ın kulları[11]
- Şeyh Murad-ı Buhari(ö. 1848)Şerhi
Kısa ve veciz olarak 6 cildin tamamını içeren bir şerhtir yazma halinde duruyor.
- Abidin Paşa Şerhi
Preveze doğumlu Abidin Paşa (ö. 11207), iyi bir tahsil gördükten sonra, Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerinde vâlilik ve üst yöneticilik yapmıştır. Sonraki devirlerde şöhretini sağlayan şey ise “Tercüme ve Şerh-i Mesnevi-i Şerif” adlı eseridir.[12] Mesnevi’nin ilk cildinin şerhi olan bu eser altı cilt halinde basılmıştır.
Bu şerh üzerinde İsa Çelik tarafından doktora çalışması yapılmıştır (Danışman: Osman Türer, Atatürk Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü).
- Tahir Olgun / Tahiru’l-Mevlevi Şerhi
Tahiru’l-Mevlevi (1877-1951) son dönemin iyi yetimiş Mevlevilerindendir. Fatih Camii’nden başlayıp, Süleymaniye ve Lâleli camilerinde devam eden Mesnevi dersleri vermiştir.[13] İşte bu şerh, o derslerdeki takrirlerin yazıya geçirilmiş şekli olup, Mesnevi’nin 5. cildinin 1148. beytine kadar olan kısmının şerhidir. Bir başka ifadeyle, tamamı 25618 beyitten oluşan Mesnevi’nin 17309. beytine kadar olan kısmının şerhi basılı olarak elimizdedir. Yeni harflerle “Şerh-i Mesnevi” adıyla 14 ciltlik ilk baskısından (Ahmed Sait Marbaası, İstanbul, 1963-1975) sonra yeni baskıları yapıldı.
Tahir Olgun, Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk çeyrek asrını birlikte yaşamış, edebi ve fikri yönü kuvvetli, çok sayıda eseri olan bir şahsiyettir. Onun iki dörtlüğüne yer veriyoruz:
İstemem nakl-i cenâzemde çeleng ü âhenk
Debdebe ile girilen sâha değildir makber
Orası dergehidir bârgehi Mevlâ’nın
Kapısından içeri acz ile girmek gerek
Mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği dörtlük şöyledir:
Eli boş gidilmez gidilen yere
Rabbim boş gelmedim ben suç getirdim
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımda pek güç getirdim[14]
- A. Avni Konuk(1929-1938)Şerhi
Mutasavvıf, şair ve bestekâr Ahmed Avni Konuk (1868-1938), Mesnevi-i Şerif Şerhi adlı eserini 1929-1938 yılları arasında yazmıştır. 34 defter halindeki bu kıymetli şerhin tek ve müellife ait nüshası Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Şerh, Türk ve Hind, eski şarihlerden istifade ederek kaleme alınmıştır.[15] Ayrıca müellif, 20. yüzyılın başlarındaki bilimsel verilerden de faydalanmış, kendi bilgi birikimi ve tasavvuf kültürünün teknesinde bütün bunları yoğurarak oldukça güzel bir şerh ortaya koymuştur.
Müellif kaynaklarını şöyle belirtir: “Mürâcaat ettiğim şerhlere gelince: Ankaravî, Hind şârihlerinden İmdâdullah, Bahru’l-Ulûm Abdü’l-Alî, Velî Muhammed Ekber-âbâdî, Mükâşefât-ı Rızavî ve Abdurrahman Lekhenevî hazerâtının eserleridir. Bunlardan İmdâdullah hazretlerinin şerhi 1321 hicrî senesinde Hindistan’da gayet nefis bir sûrette basılmıitır; büyük kıt’adadır. Ortasında kalın ta’lîk yazı ile Mesnevi Şerîf’in metni vardır (…) Burada gördüğüm Hind şârihlerinin isimleri şunlardır: Şeyh Muhammed Efdal, Abdüllatif, Abdülfettah, Muhammed Mîr, Nûrullah, Muhammed Eyyûb, Aliyyü’l-Karî, Muhammed Hâşim, Hasan Sâhib, Nizâm, Abdülvâhid, ah Hüseyün sâhib, Muhammed Şükrullah, Muhammed Naîm, Kerîmullah.”[16]
- Avni Konuk’un bu Mesnevi Şerhi, Prof. Dr.Mustafa Tahralı’nın organizatörlüğü altında, bir ilim heyeti tarafından yayıma hazırlanmış olup, Kitabevi tarafından neşredilmektedir. Şimdiye kadar 8 cildi çıkmıştır. Tamamının, indekslerle birlikte 13 cilt olması beklenmektedir.
- Ken’an Rifâî şerhi
Eğitimci ve mutasavvıf Kenan Rifai (1867-1950)nin, sağlığında Mesnevi’nin birinci cildine yapmış olduğu şerh, öğrencisi Sâmiha Ayverdi ve edebiyat târihçi ve araştırmacısı Nihad Sâmi Banarlı tarafından uzun yıllar süren titiz bir çalışmayla günümüz Türkçe’sine aktarılmıştır.[17] Eser, hacimli tek cilt halinde basılmıştır.[18]
Ken’an Rifâî’den bir şiir:
“Edeb Hakkında”
Ten-i âdemdeki can bil ki edebdir
Dil ü çeşm-i beşerin nûru edebdir
Edebi olmayan âdem değil âdem
Ayıran âdemi hayvandan edebdir
Ser-i İblîs’i dilersen eğer ezmek
A. Gözün aç, öldüren İblîs’i edebdir
Oku âyâtını Kur’ân-ı Kerîm’in
Göresin cümle maânîsi edebdir
Ulu Şems’in sözüdür bu, buna şek yok
Bizi makbul edecek Hakk’a edebdir
Edebi eylesin Allah bize tevfîk
İki âlemde, felâh, Ken’an edebdir[19]
- Abdülbaki Gölpınarlı şerhi
Türkiye’de Hz. Mevlânâ ve Mevlevilik hakkında en geniş araştırma ve yayım faaliyetinde bulunmuş olan Abdülbaki Gölpınarlı (11200-1982)nın Mesnevi ve Şerhi, altı cilt halinde, Kültür Bakanlığı ve İnkılap-Aka kitabevince bir kaç defa basılmıştır.[20]
Gölpınarlı sunuşunda: “Şarihler, Mevlâna’yı Mevlâna ile değil, İbn Arabi ile şerhetmeye çalışmışlar, aradaki meşrep, hatta mezhep farkını hiç göze almamışlar, akla getirmemişler, her sûfinin tasavvuf anlayışını bir sanmışlardır (…) Mesnevi’yi yeniden günümüzün görüşüyle şerhetmek gerekti.” der ve ilâve eder. “Eski şerhler de elimizdeydi. Deminki sözlerle onları yermiş değiliz, o zamanın zihniyetiyle şimdiki ihtiyacı dile getirdik.”[21] Bu beyanıyla da eski iddialarını düzeltircesine daha insaflı bir noktaya gelmiş olur.[22]
TEVHİD DÜŞÜNCESİ / İNB ARABİ Mİ MEVLÂNÂ MI?
Tasavvuf kültürü tevhidçi bir anlayışa sahiptir. Bu anlayışın ifâde biçimleri ve yansımalarında elbette bir takım farklılıklar olacaktır. Ama özü itibariyle bu yolun mensupları arasında, bu konuda bir ihtilâfın, bir zıtlaşmanın bulunmadığı kanaatindeyiz. Nitekim şu söz meşhurdur: “Tevhid ağacını Bâyezid-i Bistami (ö. 848)dikti, Hallâc-ı Mansur (ö. 922)onu kanıyla suladı, M.İbn Arabi (ö. 1240) ise meyvelerini topladı.”
Ahmet Ateş’e göre: Anadolu’da İbn Arabi’nin fikirlerine ancak Mevlânâ (ö.1273)nın fikirleri karşı koyabilirdi. Fakat Mesnevi’nin iki büyük şârihi, İsmail Ankaravi ile Sarı Abdullah Efendi, bütün Mesnevi’yi ilk harfinden başlayarak sonuna kadar, arada bir irtibat olup olmadığına bakmadan, İbn Arabi’nin varlık birliği nazariyesine göre şerh ettiler. Bu sûretle Mevlânâ’nın fikirleri tamâmiyle bozulmuş ve ortadan kaldırılmış olduğu gibi, Türkiye’de hâkim yegâne tasavvuf telakkisi İbn Arabi’nin telakkisi oldu.[23]
Doğrusu “İbn Arabi’nin fikirlerine karşı koymak” veya “Mevlânâ’nın fikirlerinin tamamiyle bozulmuş ve ortadan kaldırılmış” olması gibi düşünceleri anlamak mümkün değildir. Mevlânâ da ortada eserleri de ortadadır, onun fikirleri neden bozulsun veya kaybolsun ki?
Gölpınarlı ise İbn Arabi yolunun bilgi ve tevil, Mevlânâ’nın ise aşk ve cezbe yolu olduğunu[24], dolayısıyla Mevlânâ’yı İbn Arabi’ye göre yorumlamanın yanlış olacağını söylemek ister.
Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi hemen hemen bütün mutasavvıflar, hâdiselere tevhidçi bir gözle bakmışlar, her biri kendi üslûp ve imkânları ile, bir olan hakîkatin izah ve tafsîli ile meşgul olmuşlardır. XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da İbn Arabi ağırlıklı düşüncenin hakim olduğu doğrudur. Lakin bunda en büyük âmil, meselâ Fuat Köprülü’ye göre İbn Arabi’nin kendisi değil; “..onun karanlık ve müphem nazariyelerini şâirane bir vecd ile canlandıran ve bu suretle çok mahdut bir zümre arasından çıkarıp daha geniş bir kütleye yayan Mevlâna Celâleddin Rûmi’dir.”[25]
İbn Arabi’nin fikirlerini Anadolu’da yayan en önemli şahsiyet Sadreddin Konevi (ö.1274) olup, onun Mevlânâ ile ileri derecede dostlukları vardır. Öyle ki, Hz. Mevlânâ, vefatına yakın cenâze namazının Sadreddin Konevi tarafından kıldırılmasını istemiştir[26].
Nicholson[27] ve Schimmel[28] gibi Batılı tasavvuf ve Mevlânâ uzmanları da, İbn Arabi ile Mevlânâ’nın görüş ve düşünce yakınlıkları hakkında benzer fikirleri kendi üslûplarıyla dile getirirler.
Bahsi şu alıntı ile tamamlayalım: “İslâm tasavvufunun bu iki büyük eseri (İbn Arabi’nin Fusûsu’l-Hıkem’i ve Mevlânâ’nın Mesnevi’si), biri mensur Arapça, diğeri manzum Farsça, aynı mânâ ve hakîkatleri dile getirmektedir (…) Fusûs’un mücmel cümlelerindeki fikirleri, Mesnevi beyitleri ile şerhedilmiştir. Fusus ve Mesnevi ve diğer büyük sûfilerin eser ve sözlerindeki mânâ birliği, üslûp ve terimleri ne kadar farklı olursa olsun, Hakk’ın ve hakîkatin bir olduğunun (…) delili olarak kabul edilebilir.”[29]
[1] Bk Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlevi Adab ve Erkânı, s. 150, İstanbul, 1953. Mesnevihanlar için verilen iki ayrı icazet metni için bk. Age, s. 407-408.
[2] Bk. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.I, s. 154, İstanbul, 1977. Cami ve medreselerde pek ilgi görmeyen Farsça’nın öğretimi için de Dârulmesnevilerin bir imkân kapısı açtığı belirtilir.
[3] Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, s. 400.
[4] Bu açıklamalara bir örnek olmak üzere bk. Bu kitapta “Dinle Neyden”.
[5] Bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevilik, s. 141, İstanbul, 1953.
[6] Mehmet Demirci, Yahya Kemal ve Mehmed Akif’te Tasavvuf, s. 76, Akademi Kitabevi yayını, İstanbul 1993.
[7] Bk. Erhan Yetik, İsmail-i Ankaravi, s. 64-65, İşaret yayınları, İstanbul, 1992.
[8] Bk. Cengiz Gündoğdu, Abdülmecid Sivasi, s. 233, KB yayını, Ankara, 2000.
[9] Sarı Abdullah için bk. Hasan Kamil Yılmaz, “Sarı Abdullah Efendi”, Sahabeden GünümüzeAllah Dostları içinde, c. VIII, s. 254, istanbul, 1995.
[10] Gölpınarlı’nın Bursevi’yi “..tam bir tarikat yobazı..” diyerek şerhini küçümsemesi (Gölpınarlı age, s. 144) ve bu ithama verilen cevap için bk. Ali Namlı, İsmail Hakkı Bursevi Hayatı EserleriTarikat Anlayışı, s. 177, İnsan yayınları, İstanbul, 2001.
[11] Bk.İsmail Hakkı Bursevî, Kitâbü’n-Netîce I, s.228, Hz. Ali Namlı-İmdat Yavaş, İnsan yayınları, İstanbul, 1997.
[12] Bk. İskender Pala, “Abidin Paşa” DİA, I, 310.
[13] Tahir Olgun’un 1948-1951 yılları arasındaki en son Mesnevi dersleri hakkındaki bilgiler için bk. Orhan Okay “Zarif Bir Mesnevihan”, Silik Fotoğraflar içinde, s. 64, Ötüken yayını, İstanbul, 2001.
[14] Zülfikar Güngör, “Tahiru’l-Mevlevi”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları içinde, c. X.
[15] Bk. Selçuk Eraydın, “A.Avni Konuk Hayatı ve Eserleri”, Fususu’l-Hıkem Tercüme ve Şerhi c. I içinde, s. 15 vd. İFAV yayını, İstanbul, 1994.
[16] Bk. A.Avni Konuk, Mesnevi Şerhi, Mevlânâ Müzesi Kütüphânesi no. 4740, 1. defter, s.14.
[17] Bk. Mustafa Tahralı, “Ken’an Rifai”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları içinde, c.IX, s. 440.
[18] Bk. Ken’an Rifai, Şerhli Mesnevî-i Şerif, 2. baskı, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 2000.
[19] İlâhiyât-ı Ken’an, s. neşreden: Yusuf Ömürlü, İstanbul, 1988
[20] Gölpınarlı için bk. Ömer Faruk Akün, “ Gölpınarlı, Abdülbaki”, DİA, c.XIV.
[21] A. Gölpınarlı, Mesnevi ve Şerhi, c.I, Kültür Müsteşarlığı yayını, İstanbul, 1973.
[22] Gölpınarlı Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik adlı eserinde, hemen hemen bütün şerhleri tenkid eder (bk age, s. 143-145) ve yer yer yakışıksız yergi ifadeleri kullanır. Gölpınarlı’nın Mevlevilik ve Mevlevi semaı hakkındaki hoş olmayan bazı görüşlerinin tenkidi için bk. Asaf Halet Çelebi, Mevlana ve Mevlevilik, İstanbul 1957; yeni baskısı Hece yayınları (Ankara), 2002.
[23] Bk. Ahmet Ateş, “Muhyiddin Arabî” mad. İA, c.VII, s. 554.
[24] A. Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, s. 223, İstanbul, 1959.
[25] Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 246, İstanbul, 1980.
[26] Bk. Mehmet Demirci, “Sadreddin Konevi ile Mevlânâ Celâleddin’in Münasebetleri Hakkında”, Mevlânâ’dan Düşünceler içinde s. 58.
[27] Bk. Reynold A. Nicholson, The Mystics of Islam, çev. heyet (İslâmSûfileri), s. 143-144, Kültür B. yayını, İstanbul 1978.
[28] Bk. Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, s. 243, 282, çev. Ender Gürol, İstanbul 1982.
[29] Mustafa Tahralı, Ahmed Avni Konuk’un Fususu’l-Hıkem Tercüme ve Şerhi, I, takdim kısmı, s. 39, İFAV yayını , İstanbul, 1994.