MESNEVÎ -6- Z. Özlem ABAY
MESNEVÎ -6-
Z. Özlem ABAY
KALP DÂVÂMIZ
Herkes kendi zannınca benim yârim oldu. / Ama kimse benim gönlümdeki sırları aramadı.
Ney her ortamda iyi hâllilere de kötü hâllilere de konuşmakta, herkes nasibince faydalanmaktadır. İnsân-ı kâmil de böyledir. Onu her huydan insan dinler. Herkes kendi nasibince istifade eder. Lâkin derûnunda gizli olan feryâdına, çoğu insan âşinâ olamaz. Nâkıs insanlar ise sadece zâhirine bakar ve öyle değerlendirir. Zâhirden hoşlanır. İnsân-ı kâmilin hakikatini anlamaya, bâtınındaki esrârını müşâhedeye yanaşmaz. Çünkü bu, kalp gözüyle mümkündür. Kalp gözünün açılması içinse, bir mürşid-i kâmilin terbiyesi altına girmek gereklidir. Bu da şiddetli bir riyâzet ve mücâhede demektir. Hâlbuki herkesin buna tahammülü olmadığı için, dinlediği kadarı ile yetinir. Dinlediklerinden yola çıkarak Hazret-i Pîr’e kimi «şair» , kimi «edip» , kimi «âlim» der. Herkes kendi mîzâcına göre yakın bulur.
Mevlânâ Hazretleri bu beyitte; sözündeki hakikatin kavranmasını istemektedir. Hakikati kavramak için, Hak Teâlâ’nın aşkına nâil olmak gerekir. Ne ilim ne amel ne de ahlâk tek başına yeterli değildir. Hem rûhî hem de bedenî, ibâdet ve görevler yerine getirilerek, rûhun tekâmülü ve kemâli hedeflenir.
Kâinatta her şey kendi lisânınca Rabbini zikrederken, insanın da zikirden gafil olmaması gerekir. Allâh’ın azametini, şânını, kudretini, bütün noksan sıfatlardan uzak olduğunu hem dil hem de hâl ile söylemenin adı «tesbih»tir. Canlı-cansız bütün varlıklar «Sübhânallah!», «Elhamdülillâh!» diyerek, O’nu zikretmektedir. Bunu duyan ince, hassas ve rakîk gönüller elbette vardır. Mevlânâ Hazretleri; «leyleğin lek-lek ve lâklâklarından» Cenâb-ı Hakk’ı; tesbih sadâsı duyduğunu söylemekte ve şöyle anlatmaktadır:
“el-Hamdü lek, ve’ş-şükrü lek, ve’l-mülkü lek: Hamd Sana aittir, şükür Sana aittir, mülk Sen’indir.”
Duyan kulağa, gören göze âlemdeki her şeyin bir mesajı vardır. Bütün mesele bunu anlayıp kavrayabilecek gönül kıvâmına gelmektedir. Âlemi ibretle temâşâ ettiğimizde sanatkârın yüceliğini, azametini ve kudretini müşâhede ederiz. Basîretle bakan göz ve irfan sahibi bir insan; her yerde, her hâdisede Rabbinin hikmetlerini görmeye çalışır. Biz bu âleme;
Sanman taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik,
Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik. (Yenişehirli Avni Bey)
Biz bu dünyaya Rabbe kulluk için geldik. Ruh ve beden, îman ve ibâdetle bütünleşen insan, Rabbini «kâinat kitabında» okur. Bizim öncelikle bütün bu hikmetler karşısında kulluğumuzu idrâk etmemiz ve Rabbimiz’in azametini zikretmemiz gerekir. «ALLÂHÜ EKBER!» diyerek ilâhî dîvâna varıp, O’nun emirlerine itaat etmeliyiz. Kendimiz itaat ettiğimiz gibi yakın çevremizden başlayarak bunu anlatma vazifemizi de îfâ etmeliyiz. Bu yolda kalbimizde mahşer kaynamalı. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ilâhî vahyi tebliğ hassâsiyeti, kitaplardan çıkıp bizim kalplerimize ulaşmalı.
«DÜŞÜNMELİYİZ!»
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i;
• Hirâ’da, yalnızlık ve tefekkür örtüsüne büründüren hangi duygulardı?
• Hirâ’da ne gerçekleşmişti?
Bu soruları, gönlümüzün hissettiğince ve siyer kitaplarında yazıldığı kadarı ile cevaplamaya çalışalım inşâallah.
Efendimiz; toplumda gördüğü çirkin davranışlardan, ahlâk ve muâmelâtın bozulmasından, tabiri câiz ise vahşette zirveleşen hâllerden muzdaripti. Ve en önemlisi de; «Tek bir Allah inancından sapılmış putlara tapılır olmuştu.» Zâlimlikte bir sınır kalmamıştı. Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyordu.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in; hassas ve rakîk gönlünde, dertten mahşer kaynıyordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nâzenin bir gül goncası gibi yalnızlığa ve tefekküre bürünmüştü. Rabbinin vahyi ile sükûn buluyordu.
“Şüphesiz bu Kur’ân âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. O’nu Sen’in «kalbine» uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile «Rûhu’l-emîn» indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 192-195)
Bizim bu âyet-i kerîmeden almamız gereken ilk hisse; Kur’ân-ı Kerîm’in Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in «kalb-i pâkine» indirilmiş olmasıdır. Yani ilâhî vahiy, kalbe ilkā edildi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbinden alacağımız her hisse; bizi Kur’ân-ı Kerîm’e, dolayısıyla Rabbimiz’e yakınlaştıracaktır. Bunun için; dilimizde her dâim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e salevat olması gerekir. Kur’ân-ı Kerim ilâhî bir hikmet kaynağıdır. Rabbimiz’in; Efendimiz’in şahsiyetinde insanlığa sunduğu bir şifâdır. Öyle ise, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile kalbî yakınlık; «Allâh’a yakınlıktır.»
ALLÂH’a yakınlık ise;
“Canım, malım Sana fedâ ve kurban olsun yâ Rasûlâllah!” aşkı ile yaşayabilmektir. Bundaki hikmetin anlaşılabilmesi için kalbimizin bir seviye kazanması elzemdir. Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’i sadece dilimizle değil kalbimizle hissederek okuyacağız. Bunun için nefsin kötü huylardan ve kalbin de Allah’tan gayri her şeyden arınması gerekir.
“Kalbin arınması neden bu kadar önemlidir?”
Çünkü kalp; nazargâh-ı ilâhîdir ve ilâhî hikmetler kalpten dile akar, kalpteki niyetler güzel davranışlar olur. Kalp; hikmetleri, ilâhî sıfatların tecellîsi ile idrâk eder. Böylece kişi; insanı, kâinâtı ve Kur’ân’ı okur.
“Mevlânâ Hazretleri, mürekkep ve kâğıttan ibaret olan kitapları okuma devri için; «Hamdım!..» Kâinat kitabının sırlarını okuma devri için; «Piştim!..» İlâhî esrârı okuduğu devre için de; «Yandım!..» diyerek geçirdiği mânevî merhaleleri anlatır.”
Bizim de Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kalb-i pâkinden hisse alabilmek, Allâh’a yakın olabilmek, hayattaki en büyük derdimiz ve «kalp dâvâmız» olmalıdır. Bunun için hak dostları ısrarla Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bol salevat getirmemizi öğütler. Ve bizim gönderdiğimiz her salevâtı da bir melek, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ulaştırır. Tabiri câiz ise, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizi; rûh-i şeriflerine hediye ettiğimiz salevatlarımızla tanır. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le sadece hayatını okuyarak değil, mânen de tanışmamız gerekiyor.
MÂNEN TANIŞTIĞIMIZDA;
“Hayat suyu kalbimize Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kalb-i pâkinden süzülerek gelecek (inşâallah).”
Müslümanın Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak, Peygamber Efendimiz’le kalben yakın olmak, Rabbimiz’e lâyık kul olabilmek gibi bir derdi olmalı.
Bu derdin kalplerimize şifâ olması duâ ve niyazıyla; yazımızı, muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocamız’ın sözleriyle bitirelim:
“Rabbimiz! Bizleri hakikat-i Muhammediye’yi idrâk yolunda nasiplendirsin. Bizlere, O Şâh-ı Risâlete pervâne olan ashâb-ı kirâmın aşkından, fedâkârlığından, şuur ve gayretinden hisseler nasip eylesin.
Efendimiz’e mülevves dillerini uzatma küstahlığı gösteren devrin Ebû Cehillerine fırsat vermesin. Onları kendi dertleriyle meşgul ve perişan eylesin”*
Âmîn…
_____________
* Hazret-i Mevlânâ’nın Gönül Deryâsında Sır ve Hikmet İncileri, s. 237.