MEKTUPLAR-2

A+
A-

MEKTUPLAR-2

(S. AYVERDİ-A. SCHİMMEL )

 

Kubbealtı neşriyâtı Sâmiha Ayverdi’nin mektuplaşmalarını yayımlamaya devam ediyor. “Mektuplar-2” Sâmiha Ayverdi (11205-1993) ile Annemarie Schimmel’in (1922-2003) birbirlerine gönderdikleri çok değerli mektuplardan oluşuyor.

Kitabı yayına hazırlayan Didem Havlioğlu ve Sâmiha Uluant Ataman’nın “Başlarken” adlı takdim bölümünden şunları öğreniyoruz:

Ayverdi ile Schimmel arasındaki mektuplaşmalar 1953’ten 1993’e kadar 40 yıl boyunca devam etmiş. Her iki yazar, iyi bir arşivci olduğundan Almanya ve Türkiye’deki mektupların bulunup bir araya getirilmesiyle bu eser ortaya çıkmış.

Sâmiha Ayverdi ve Schimmel, Osmanlı târihi ve kültürüne tutkundurlar, dolayısıyla mektuplarının imlâsı Osmanlı harfleriyle eski Türkçedir. Bu iki hanımefendinin işlek bir rik’a ile yazdığı görülür. 1953’te tanıştıkları zaman Ayverdi 48, Schimmel 31 yaşındadır.

SCHİMMEL KİMDİR

A. Schimmel 1922 yılında Almanya’da doğdu. Çocukluğundan itibaren Doğu’ya, İslâm kültürüne ve dervişlere karşı büyük ilgi duydu. Arapça, Farsça ve Türkçe öğrendi.

Felsefeden edebiyata, dinler târihinden tasavvufa kadar geniş bir yelpaze içinde çok sayıda kitap yazdı. Türkçeye çevrilen kitaplarından birkaçı şunlardır: Ben Rüzgârım Sen Ateş / Mevlâna Celâleddin Rumi Hayatı ve Eseri, Yunus Emre İle Yollarda, Sayıların Gizemi, İslâmın Mistik Boyutları, Ruhum Bir Kadındır.

Onun, ömrünü İslâm’ı ve onun değerlerini objektif olarak anlayıp anlatmaya harcadığı söylenebilir. Müslüman olmuş ve “Cemile” adını almıştır.

“İslâm’ın Mistik boyutları” diye nitelendirdiği tasavvufu, tasavvufun ve sufılerin diliyle anlatmayı bilen, edebi zevki çok yüksek ender yazarlardan biridir.

Schimmel’in Hz. Mevlânâ’ya ve Mesnevi’ye olan aşkı ve hayranlığı çok ileri bir boyuttadır. O, Mesnevi’yi bin bir renk ihtiva eden bir halıya benzetmekte ve VII/XIII. yüzyılın ortasına kadar İslâm tasavvuf tarihinde ortaya çıkan bütün fikirlerin ve cereyanların hemen her birinin izinin bu eserde bulunabileceğini söylemektedir.

DERVİŞ OLMA İSTEĞİ

Schimmel ile Ayverdi’nin yüz yüze görüşmeleri fazla değildir. 1954-1959 arasında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde ders vermesine rağmen, fazla görüşme imkânı bulamadılar. Dostlukları mektuplar üzerinden oldu. Tanıtmak istediğimiz kitabı hazırlayanlar şöyle diyor:

“İlk adımda Schimmel’in derviş olma isteği ve Ayverdi’nin ona rehberlik etmesi ağır basar. Diğer bir deyişle, birbirlerine hissettikleri yakınlık, bu ortak inanış yoluyla oluşur ve rûhânî bir düzlemde konuşmaya başlarlar. Her ikisinin de sıkça bahsettiği ve ilâhî bir anlam yüklediği bir gecenin, bu dostluğun temellerinin atıldığı an olduğu söylenebilir.” (s. 23)

Schimmel, o gece hakkında kendi otobiyografisinde şunları yazar:

“Çoğunlukla Fâtih Câmii yakınlarındaki âileye âit evde olmak üzere bir seferinde de İstinye’deki yazlık evde görüştük. Onun İn­sanoğlunun rûhânî çaba ve sorumluluklarından bahsettiği bir anda, gökyüzü birdenbire bulutlarla kaplandı. Titreşen kuşlar gibi dağıl­madan önce, batmakta olan güneş onları pembe ve kırmızıya boya­dı. İranlı büyük şair Ruzbihan Baklî, Allah’ın güzelliğini gül rengi bulutlarda telâkkî etmişti.” (s. 24)

Cemile Hanım iyi bir derviş olmak arzusundadır, ama bunun kolay olmadığını biliyor: “Maalesef mükemmel bir derviş değilim. Bazen çok sert hükümler veriyorum, bâzen kıskanıyorum, bâzen… Ah Sâmiha ablacığım, ne zaman istediğiniz gibi mütevâzı, merhametli, şefkatli olacağım?” (s. 46)

Sevmek ve sevilmekten söz eder: “Belki bu dünyada en büyük, en şiddetli belâ ve ıstırap, sevilmemek değil sevememektir. Yahut da bir insanı candan her fedâkârlığa hazır olarak sevmek ve bu muhab­betin bir aksini görmemek, bu da zordur. (s. 51)

İKAZLAR

Schimmel’in Türkiye’de başka tanıdıkları da vardır. Onlardan bazıları hakkında Sâmiha Ayverdi kendisini îkaz etme ihtiyacı duyar:

“Yalnız bir değil daha birkaç dost var ki Cemile denen o güzel insanı hasretle bekliyor. Fakat sizin temiz, berrak duygularını­zı mesela bir Vedad Nedim (Tör) nasıl anlar? Ömründe fîsebîlillâh yaşa­mamış, garazsız ivazsız adım atmamış mahlûklar, râz-ı derûnunu (senin içindeki sırrını) bilebilirler mi? Mâmâfih bir bakıma bilemedikleri de hoş. Zîra insan için en güzel kalem kendi içi değil midir?” (s. 54)

Cemile Hanım Türkiye’de bazı hayal kırıklıkları yaşadı. Ayverdi, daha gelmeden ona bu konuda hazırlıklı olmasını hatırlatır:

“Sen insanlığa mâl olmuş anonim bir irfan âbidesisin. Yalnız endîşem şu ki, burada seni üzecek tavırlar ve hareketler takınmayalım. İlmini, irfânını, insanlı­ğını kıskanıp beşer zaafları ile sana hücum etmeyelim. Zîra büyük değerlere insanoğlu ya imtisal eder, benzemeğe çalışır; ya da bunu beceremezse kıskanır, haset eder, baltalar. İnşallah temenni ederiz, hayırlı ve uğurlu olsun. Korktuğumuza uğramayalım.” (s. 62)

TASAVVUFU YAŞAMAK

Cemile Hanım kendi iç hallerinden söz eder:

“Bazen korkuyorum Sâmiha Ablacığım; canım, bana fazla kıy­met verirsin. Sen beni hoş görürsün, bunun için bir kıymetim var. Tabii birkaç istîdâdım var. Çalışırım, birkaç lisanla uğraşırım, biraz şiir yazarım. Fakat her gün yine kendi noksanlarımı, zayıflığımı görüyorum. Yalnız biraz riyâzet ve bu da kâfi derecede değil. “Terk” denilen hâle ermeye çalışıyorum. Dünyada belki en mühim şey bu­dur: Hazır olmak. Her dakîka Allah’ın verdiklerini yine onun ellerine vermeye hazır olmak.” (s. 85)

Cemile Hanımın Türkiye’de bulunmaktan bazı beklentileri var. Kasım 1954 tarihli bir mektubunda şunları yazar:

“Ben burada, inşallah mutasavvıfâne bir hayat sürmeye muvaf­fak olacağım. Bir şeyi günden güne daha iyi öğreniyorum: İnsan kendi isteklerinden tamâmen vazgeçmeli. Bir arzu(yu), bir insanı terk ettim mi, onu daha derin bir mânâda bulmuş olurum. Bir insanı yahut bir şeyi kendim için almak istedim mi, ona temellük etmek arzusunda bulundum mu, onu kaybetmiş olurum. Belki hayatta en mühim prensip budur. Fakr budur, terk budur, tevekkül de aşktır.” (s. 102)

Ayverdi’nin cevabı şöyle:

“Ankara’da mutasavvıfâne bir hayat sürmek istediğini söylü­yorsun. Ne âlâ… İnsan gittiği yere dünyâsını da beraber götürebilirse, istediği yerde mutasavvıfâne hayat yaşayabilir. Mesele dediğin gibi “terk”de. Ecsâmın ve eşyânın bize olan nisbeti, o kadar izafî, o kadar itibarî ki… Halbuki biz onlara temellük etmek davasında ve arzusundayız. Bunun bir hayâle sarılmaktan farkı ne?” (s. 105)

EZEL ÂŞİNALIĞI

Bu iki deryâdil hanımefendi arasında sanki ezelden bir ruh yakınlığı vardır. Ayverdi bunu şu şekilde ifade kalıbına dökmüştür:

“Seni niçin seviyorum?” diyorsun. Ya ben seni niçin seviyo­rum? O ben ki, kimseye kolay kolay intibak edemem. Kimsenin ya­nında serilip serpilemem. Sana karşı olan şu kayıtsız şartsız muhab­betimin esbâbı nedir? Bir ezel düğümü, bir ezel âşinalığı değil de nedir? Güzel sesli hafızlardan Kur’an-ı Kerim dinliyor ve okuyorsun. Ne âlâ.. Ama şunu da unutma ki biz de birer âyetiz. Hem de aynı sûrenin birbirini tamamlayan âyetleri. Senin şimâlî (kuzey) memleketinden, benim yahut bizim şark ülkesinden olmamızın ne ehemmiyeti var?” (s. 120)

Cemile Hanım bir tedirginliğini dile getirir:

“Ben bir nevi ikiz olmuşum – Annem beni doğurmadan evvel ikiz istemişti çünkü!- Garplı âlim gözü ile, Şarklı âşık gözü ile bakıyorum. Belki bu gerginlik, gayet büyük bir bahtiyarlık olmakla beraber beni biraz yoruyor.” (S. 116)

SABIR NE DEMEK

Cemile Hanım Ankara’da iken yazdığı bir mektupta, Şarkta sabır meselesinin mübâlağalı bir şekilde ön plana konduğunu, hattâ sûistimal edildiğini, Şarkın bu yüzden çöktüğünü  yazar. Ayverdi’nin cevabı şöyledir:

“Biliyorsun ki Allah ile kul ara­sındaki imtihan sualleri gökten inmez. Hâdiselerin dili ve eli ile ta­hakkuk eder. Benim dediğim sabır, pasif ve âtıl kalmak demek değildir. Hâdiselerin mahrekini (takip ettiği yolu) taakkul ederek (anlayarak) rûhen yıkılmadan, sabır kalesi içinde mücâdele edip selâmet bulmak demektir.

Şarkın çöküşüne gelince, bu çok su kaldırır bir meseledir ve işin içine çeşitli elemanlar karışmıştır ki bir mektup münderecâtında ele alınacak dâvâ değildir.” (s. 152)

*

Kitapta Doğu ve Batıdan ruh ve gönül zenginliğine sâhip iki müstesnâ kadının, mektuplar yoluyla tasavvuf ekseninde halleşmelerini okurken; o kırk yıllık zaman dilimi içinde Türkiye’deki bazı önemli şahsiyetler ve gelişmeler hakkında da bilgi sâhibi oluyoruz.

(Sâmiha Ayverdi-Annemarie Schimmel, Mektuplar-2, Kubbealtı neşriyatı, Aralık 2015, İstanbul)