MEKTÛBÂT Hakkında
MEKTÛBÂT
Nuri Şimşekler
Kelime anlamı “Mektuplar” olan bu eser, Mevlâna’nın emir, vezir, dost ve akrabalarına yazdığı 147 mektubu(1) içeren bir kitap olup; yine onun ölümünden sonra bir araya getirilmiştir.
İslâmî edebiyatlarda edebî bir tür olarak kabul edilen mektup yazma geleneği, İ.Ö. İran ve Arap edebiyatlarında da kullanılmaktaydı. O dönemlerde, siyasî ve ticarî bir araç olarak kullanılan mektup türü, İslâmiyet’le birlikte hem bu sahalarda görevini yerine getirmiş, hem de Gazzâlî (ö.1111) ve Şeyh Mahmûd-i Şebusterî (ö.1320) gibi düşünür ve mutasavvıflara sorulan sorulara cevap niteliğinde de yazılıp eğitim ve irşâd aracı olarak kullanılmıştır. XV.yy’dan itibaren Türk Edebiyatında da kullanılan mektup türünün kurallarını konu alan ilk ve en güzel örneklerinden birisi ise Ahmed-i Dâî’nin (ö.1421)Terassul adlı eseridir(2).
Şu ana kadar tespit edilen Mevlâna’nın mektupları daha önce de belirtildiği gibi 147 adet olup, bunların dördü Arapça diğerleri ise Farsça yazılmıştır. Bu mektuplar Mevlâna’nın diğer mensur eserleri gibi çevresindekiler ve müritleri tarafından toplanarak kitap haline getirilmiş ve bu esere de genellikle“Mektûbât” adı verilmiştir. Türkiye kütüphanelerinde birçok yazması bulunan bu eserin İstanbul’da bulunan bir yazmasında ise adı «Kitâbü’t-terassul li’t-tevassul ile’t-tefazzul» olarak kayıtlıdır (3).
Mevlâna’nın mektuplarını ilk kez Prof.Dr.F.Nâfiz Uzluk neşretmiş(4) (İstanbul,1937); bu neşirden yararlanılarak da İran’da Yusuf Cemşid tarafından yayınlanmıştır. (Tahran,1335 h.ş./1956)
Türkçe Tercümesi
Eser, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından altı yazma nüshası değerlendirilerek, Konya Mevlâna Müzesi’ndeki 79 no’da kayıtlı bir nüsha (istinsah tarihi 1351-1354) esas alınmış ve karşılaştırmalı olarak tercüme edilmiştir. Tercümesine, XXIII sayfalık değerli bir “SUNUŞ” yazan Gölpınarlı, yazmalardaki sıraya göre mektupları tercüme etmiş, eserin sonunda da mektuplarda ismi geçen şahıslar hakkında açıklayıcı bilgiler vermiştir. Şu ana kadar tek tercüme olan bu kitap, ilk olarak 1963 yılında İstanbul’da yayınlanmış ve bir daha baskısı yapılmamıştır.
Mektupların Kimlere, Niçin Yazıldığı ve Üslubu
Mevlâna 147 adet mektubun seksen tanesini; Selçuklu Sultanı II.İzzettin Keykavus (9 adet) ve Emir Muineddin Pervâne (25 adet) gibi padişah, emir ve üst düzey devlet görevlisi olan kişilere yazmış ve bu mektuplarda çeşitli hayır ve yardım işlerinin yerine getirilmesi için onlara ricada bulunmuştur. Mevlâna bu tarz mektupların birinde (80.mektup) Sultan II.İzzettin Keykavus’a “oğul” diyerek samimi bir ifade kullanmıştır.
Mevlâna, sultan, emir ve devlet ileri gelenlerine yazdığı bu mektuplarında, devlet yada yöneticiler tarafından haksızlığa uğramış kişilerin kendisine ilettikleri şikayetlerini ilgili yerlere yazarak, bunların mağduriyetlerinin giderilmesini istemiş ve hemen hemen tamamı yerine getirilmiştir.
Bu şahıslara yazılan mektupların bazıları da rica mektubu olmayıp, günümüzdeki anlayışla hal-hatır sorma bâbından yazılmış mektuplardır.
Mektupların yedi adedi de büyük oğlu Sultan Veled (2 adet), küçük oğlu Alâaddin Çelebi (3 adet), kızı Fatma Hatun (1 adet ) ve diğer oğlu Âlim Çelebi (1 adet) ye yazılmış ve onlara çeşitli tavsiye, teselli ve öğütlerde bulunulmuştur.
Mevlâna, üç mektup da halifesi ve yakın dostu Hüsâmeddin Çelebi’ye yazmış; bu mektuplarında onu övmüş ve Çelebi’nin söylediği sözlerin kendisi tarafından tamamen desteklendiğini vurgulamıştır.
Mektupların kalanları da çeşitli vesilelerle günümüzde haklarında fazla bilgimiz olmayan şahıslara yazılmış; bazıları da Mevlâna’ya gönderilen mektuplara cevap niteliği taşımaktadır. Birkaç mektubun da kime gönderildiği belli olmayıp muhatabın ismi «fulâneddîn» şeklinde anılmıştır(5).
Mevlâna diğer mensur eserlerinde olduğu gibi mektuplarında da sade ve anlaşılır bir Farsça’yı tercih etmiş; nadiren de edebî bir dil kullanmıştır. Yine diğer eserlerinde olduğu gibi mektuplarını da konu ile alâkalı Âyet, Hadis, kendisinin ve diğer şairlerin (özellikle Attâr ve Senâî) şiirleri, atasözleri ve hikayelerle süslemiş ve muhataba vermek istediği mesajı iyice pekiştirmiştir.
Mektuplarına, genellikle «Allah kapıları açandır» mânâsındaki «Allah mufettihu’l-ebvâb» cümlesiyle başlayan Mevlâna, muhatabını güzel lâkab, söz ve ünvanlarla onurlandırır; daha sonra söyleyeceklerini dile getirir; mektubu yazma amacını belirtir, istek mektubu ise «Kim bir iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on misli vardır.» (Kur’an VI/160), «İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır.» (Hadis-i Şerif) ve «Tatlı suyun başı kalabalık olur» gibi Âyet, Hadis ve atasözleriyle muhatabını yönlendirir; sonunda ise mektubun muhatabına ömür boyu başarı, sağlık, kuvvet, bereket vs. diler ve mektubunu tamamlar.
MEKTÛBÂT’TAN SEÇMELER(6)
Bir devlet büyüğüne, Şemseddin Muhammed adlı bir gencin işe alınması ricasıyla yazılan bir mektup :
Emirlerle has kulların beyi «Gecenin pek az bir kısmında uyurlar; seherlerde yarlıganma dilerler.» bölüğünden mazlûm olanların imdadına yetişen, himmeti yüce, anlayışı güzel, anlamakta gerçek olan, «Allah’ın ışığıyla bakıp gören», uluğ kutluğ, zamânede işi az bulunur, kerem ve ihsan ıssı Nâib Bey’in kutlu günleri, kutlulukla, devletle geçsin, «Kolaylaştırırız artık kolay olanı ona» Âyetinde bildirilen ibadet kolaylığı başarısına erişsin; güçlüğe düşmekten korusun onu; Allah yüceliğini de dâimî etsin. Dostları daima yardım bulsun, düşmanları kahrolsun; hayırlı kulluklarda bulunsun. Gerçeklikle, temizlikle yolladığınız selâmlar erişiyor, duâlarınızı duyuyorum. Soluktan soluğa da kutlulukla buluşmayı arzulamam, artıp duruyor. Allah bizi, «Tahtlarda karşı-karşıya oturan kardeşler» den etsin. Öyle olsun ey âlemlerin Rabbi.
Mektubu getiren Şemseddin Muhammed, Cemâleddin’in oğludur; benim de azîz, özü gerçek oğlumdur. Pek yoksul, elinde-avucunda hiçbir şey yok. Babası Cemâleddin Emîr Ahmed, (Allah rahmet etsin) küçüklüğünden beri oğlumdu; bu duâcının yanından ayrılmazdı. Güzel huylarınızdan umarım ki,«İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır» mucibince padişahlık buyurursunuz; ona lâyık bir iş verirseniz, onu da kullarınız arasına katarsınız. Böylece kadri yücelir, kendi cinsinden olanlara karşı övünür, düşüncesi kalmaz da devletinize duâya koyulur. Ebedî olarak yaratıkların imdadına koşmanızı dilerim. Duâcınız, size karşı minnet duygusuyla duygulanacaktır; bu lûtfunuz da geçmişteki hadsiz lûtuflara eklenmiş olacaktır.
(Mektup No:18, s.30)
Döneminin en güçlü veziri Emîr Pervâne’ye (ö.1277) Hüsâmeddin Çelebi’ye yardım etmesi için yazılan bir mektup :
Emirler padişahı, ileri gelenlerin efendisi, halkın imdadına yetişen, özü ter-temiz, adâleti dirilten, üstünlüğü bol, zamanda eşsiz, emniyet ve âmânı sağlayan, anılışı yüce, düşüncesi ince, soyu-boyu, aslı-nesli güzel, ulular ulusu Uluğ Pervâne Bik’in hayır kapıları açık ve çok olsun; Allah yüceliğini dâimî etsin; ona haset edenin, ona düşman olanın burnunu yerlere sürtsün.
Selâm ve duâlarımızı aldıktan sonra bilsin ki âlemi bezeyen, neşeyi arttıran kutlu yüzüne susuzluğumuz pek fazla. Allah bizi, «Karşı-karşıya, tahtlarda oturanlar» dan etsin. Görünüşte kusurumuz var ama, boyuna sevmedeyiz, iyiliğinizi istemedeyiz.
Ziyaret, yer yakınlığıyla değildir;
Bir-birini dolaşmak, gönüllerin yakınlığıyla olur.
Şâir demiştir ki:
Ülkesinin yakınlığından bir faydam olmaz,
Gönüller bir-birine yakın olmadıkça…
Yine demiştir ki:
Selâm olsun yanımda bulunmadığı halde yanımda bulunana, benimle olana!
Pervâne Bik’in yaptığı hayırları sürekli duyuyoruz; bütün halkına âfet yollarını kapayıp, hele muhtaçlara sadaka vererek yaptığı iyilikleri işitiyoruz. Bu duâcının isteği; hayırlarınızın, faydası çok yerlere, müstehak olanlara harcanmasıdır. Yüce himmetinize lâyık olan da budur. Kimin soyu büyükse, ona büyük, yüce sözler söylemek gerek. Böylece de hayır tohumlarınız, en hayırlı tarlalara ekilmeli ki şaşılacak meyveler versin.
Ulular ulusu, Allah’tan en fazla çekinen, en fazla korkan, Hakk’ı ârif olan, gaybın emîni, zamânın Cüneyd’i, Allah velîsi Hüsâmeddin’in (Allah bereketini dâimî etsin) masraflarına, giderine karşılık yardımda bulunursanız, geçmişteki lûtuflarınıza katılır bu da. «Hayırların kabul edilmesinin belirtisi, tekrar hayırlarda bulunmaktır.» Bu sözleri, her şeyi inceleyen, keskin görüşlü gönlünüz, Allah onu ışıklandırsın, her şey nasılsa öylece göstersin ona; ihsan eder, bağışı esirgemezseniz; çünkü yardım çağıdır, acımak zamanı.«Âlemlerin Rabb’i istemedikçe, isteyemez onlar». «O’dur takvâ ehli, mağrifet ehli». Ebedî olarak ihsân ıssı olun. (Mektup No:79, s.119,120)
Sonuç olarak;
Mevlâna’nın eserleri bir bütün olup; bir eserindeki fikri diğer bir eserindeki fikirle çatışmaz; aksine onu pekiştirici niteliktedir. Bazen şiir şeklinde söylediği bir fikri, diğer bir mensur eserinde açıklar, şerh eder. Mensur eserlerinde Divanından ve Mesnevî’sinden sık sık beyitler naklederek fikir bütünlüğünü ortaya koyar. Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi, Mevlâna eserlerini olgunluk dönemlerinde meydana getirmiş ve yılların birikim, tecrübe ve mesajlarını ihtilâfa düşmeden eserlerinde yansıtmıştır. Belki de bu yüzdendir ki onun eserleri-fikirleri yedi yüz yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, hâlâ güncelliğini yitirmemiş; başta ülkemiz insanı olmak üzere, dünyanın dört bir yanında büyük bir ilgi ile okunmuş ve hâlâ da okunmaktadır.
(1) Mevlâna’nın Mektupları, nşr. F.Nâfiz Uzluk, İstanbul, 1937; Mevlâna Celâleddin, Mektûbât, nşr. Yusuf Cemşid vd., Tahran, 1335 hş./1956; A.Gölpınarlı, bazı yazmalara dayanarak, 1963 yılında bu mektupları Türkçe’ye çevirmiş (İstanbul Yeni Matbaa) ve mektup adedini 150 olarak tespit etmekle birlikte tercümesine yazdığı SUNUŞ’ta 3 mektubun Mevlâna’ya ait olmadığını belirtmiştir (bkz. a.g.e.,s.III). O halde tespit edilen Mevlâna mektuplarının 147 adet olduğunu kabul etmek gerekmektedir.
(2) Doç.Dr. Mürsel Öztürk, “Mevlâna’nın Mektupları”, I.Milli Mevlâna Kongresi,“Tebliğler”, 3-5 Mayıs 1985, Konya, s. 83-85
(3) Mevlâna, Mektûbât, çev. A.Gölpınarlı, SUNUŞ, s.XXII; diğer yazmaları için bkz. A.g.e., s. XIX-XXII
(4) Bu neşrin eleştirisi için bkz. A. Gölpınarlı, a.g.e., s. XVIII
(5) Mektupların kimlere gönderildiğinin tasnifi için bkz. A.g.e., A.Gölpınarlı, SUNUŞ, s.IV-VI; ayrıca bkz. Doç. Dr. Mürsel Öztürk, a.g.m. s. 88-120
(6) Bu mektupların tercümeleri Abdülbaki Gölpınarlı’nın çevirisinden verilmiştir.