Mehmet Fatih Çıtlak, bu yolda atılması gereken ilk adım Hazret-i Pîr’i klişelerden kurtarmak,

A+
A-

Mevlânâ: Hz. Muhammed’in Ayağının Tozuyum

“Mevlânâ, ‘Men bende-i Kur’ânem eger cândârem / Men hâk-i rehi Muhammed Muhtârem’ buyuruyor Mesnevî’sinde. ‘Yaşadığım sürece Kur’an’ın kölesi, Hazret-i Muhammed’in ayağının tozuyum…’ Bu demek oluyor ki Resulullah rehberliğinde Kur’an’a ulaşan yol Hazret-i Pîr’i tanıyıp anlamak ve izinden yürümekten geçiyor.”

”Ey dostlar! Ey kalben buluştuğumuz, aynı imanda biliştiğimiz, Hakk’a vasıl olmak derdinde olanlar! Allah için beni dinleyenler! Şu anlatacaklarım, sizlerdeki cevherlere birebir işaret etmektedir. Size Hak’la konuşmaktayım.” Hazret-i Mevlânâ, ‘Dinle!’ diye giriyor söze. Kulağın, gözün, kalbin diğer lakırdılarla teması kessin de buraya dönsün. Zira (anlatacaklarım) “Sizler için aynaya bakmak gibidir. Hatta ondan daha öte, aslınızı bilmek, bulmak için hakiki bir fikir verecek, yol gösterecektir…” O yolu bilmek, yola girmek için ilk şart dinlemek… Hazret-i Pîr, irtihalinin yıldönümü vesilesiyle bir daha gündeme gelmişken ona kulak vermenin adabını öğrenmek için biz de sizi dinlemeye davet ediyoruz. Allah yolunda Kitabullah’tan başka bir rehberi olmadığını, Efendimiz’e ayağının tozu kadar yakın durduğunu beyan eden Mevlânâ Celaleddin-i Rumi Hazretleri’ni anlamamaktan yakınmak yerine derdini, maksadını, yolunu öğrenmeye çalışmak muradımız. Tasavvuf ve İslam tarihi konularında çalışmalara imza atan, 7 yıl önce İstanbul Pendik’te başlattığı Mesnevî okumalarını sürdüren araştırmacı-yazar Mehmet Fatih Çıtlak, bu yolda atılması gereken ilk adımın Hazret-i Pîr’i klişelerden kurtarmak, bu büyük hatadan dönmek olduğunu belirtiyor.

-İsmi giderek daha sık zikredilse de herkesin şikâyet ettiği bir nokta var: Hazret-i Mevlânâ’yı tanımıyor, eserlerini okumuyoruz! Şikâyet etmeyi bırakıp bir adım atalım dersek nereden başlamamız gerekir?

Bu sahada bizi fikren öldüren meselelerden biri Hazret-i Mevlânâ’nın yetiştiği asrı ve o zamanda yaptıklarını bilmememiz. Bu bakış açısı eksikliği sebebiyle onu anlayamıyoruz. Doğduğu yer, Belh; şimdiki Belh gibi değil. Bugünün Londra’sına, Paris’ine denk. O zaman için medeniyet merkezi olarak gösterilebilecek birkaç şehirden biri. Siyasi çekişmelerde baş gibi gösterilmek sıkıntısından ve zulümden dolayı terk ediyor orayı. Onların ayrılmasıyla beraber istilaya uğruyor şehir. Veliler, içinde yaşadıkları toplumlar için kalkan gibidir. Allah; âlimlerin, velilerin bulunduğu yerlere musibet göndermez. Onlar çekildikten sonra daha bariz şekilde hissedilir sıkıntılar. Oradan kalkıp bir başka medeniyete, başka meselelerin içine geliyor. Siyasi şartlar gibi manevi ortam ve Hazret-i Pîr’in bir gelenekten geldiği de bilinmiyor. Necmeddin-i Kübra Hazretleri’nden haberdar olmayan bir insanın Mevlânâ’yı anlaması imkân dâhilinde değil. Kübreviye tarikatinin büyüğüdür Hazret-i Mevlânâ. Bahaeddin Veled’i, Burhaneddin Muhakkiki Tirmizi’yi, Sadreddin-i Konevi’yi, Sultan Veled’i, Hüsameddin Çelebi’yi, Selahaddin-i Zerkubî  Hazretleri’ni bilmeden Hazret-i Pîr’i anlamak mümkün değil. İçine doğduğu zamanı, devrin ihtiyaçlarını, söylediklerinin o zaman için ne manaya geldiğini bilmeden Mevlânâ’dan ‘hümanistti’ diye bahsetmek, Sahabe-i Kiram’dan birini komünist göstermekten farksızdır. İnançtan ve imandan ayırarak sadece söylemlerine baktığınızda ona Budist de, sosyalist de, hümanist de dersiniz. Ama bu sizin değerlendirmeniz olmaktan öteye geçmez. Kur’an’ın ve sünnetin dışında kendisine yakıştırılan her türlü ahlakı ve o yolun dışında bir yolla anılmayı bizzat kendisi men etmiş, ‘Bunları söyleyenler her oturuş kalkışlarında Mevlânâ deseler bile ben onlardan uzağım’ diyerek mevzuu kendisi bitirmiştir.

-Eserlerinin asırlardır okunmasındaki hikmet yazanda mı, verdiği mesajda mı gizlidir?

Hazret-i Pîr’in ‘Ben Efendimiz’in ayağının tozuyum’ sözü tevazu ifadesi değil, bilakis meydan okumadır. Bir insanın, velinin erişebileceği son nokta Rasulullah’ın ayağının altıdır. Ve ben onun yolunun toprağıyım derken beni çiğneyerek ona vasıl olabilirsiniz demektedir Mevlânâ. Çok büyük bir iddiadır bu. Beni çiğnemeden gidemezsiniz demektir. Tarikatler ve onların bahsettiği ahlak; zühd, takva, cömertlik, dürüstlük, kanaat, rıza, mürüvvet, hilmiyyet… Bu güzellikler aşktan neş’et eden ahlaktır. Hazret-i Pîr aşkın mahsulü değil, bizzat kendisidir. O yüzden kitabının başı sonu yoktur. Mesnevî, besmelesiz başlar ve 3 şehzade hikâyesi yarım kalır. Ve okunur! Evliyaullah Hazret-i Mevlânâ’yı sözcü tayin etmiştir. Molla Camii, Nakşi şeyhidir. Hazret-i Pîr’e hitaben söylediği ‘Kitabın var ama peygamber değilsin’ sözü hafife alınabilir mi? Böyle bir zat bu sözü niye söylesin? Demek ki serapa Cenab-ı Hakk’ın ilhamatıyla yazılmış kitaplardır bunlar. Hazret-i Pîr büyük bir mücahiddir. Devlet adamlarına yön verecek kadar siyasete müdahil olmuştur. Tefsir, hadis okutmuştur. Fukarası, serkeşi, ayyaşı, hayat kadınları onun elinde irşad olmuş ve hayatları düzelmiştir. Hâlihazırda da böyledir.

-Hakikat yolcularına da davet değil midir aynı zamanda

Tabii, beni çiğneyin de Rasulullah’a vasıl olun demektir. Hakikaten de öyledir.

-Bu eserlerden istifade edebilmek için bilgi mi, ihtiyaç mı, istek mi önceliklidir?

Önceliği yok, üçünün beraber olması lazım. İhtiyacınızın olması lazım. İstek bu ihtiyaçtan kaynaklanır. Derdi olmayan adama bir şey anlatmaz Mesnevî. Tilki, tavşan hikâyesi anlatır. Hayatta dert bellediğimiz ne kadar şey varsa duyduklarımızdan, gördüklerimizden kaynaklanır. Anne baba der ki; okuman, yetişmen lazım. Zamanla siz de dert etmeye başlarsınız. Sonra bunun aslında ihtiyaç olduğunu anlar, istek duyarsınız. Bilginin farkına vardıkça istek ve ihtiyacınız da artar. Hangi sahada istek, ihtiyaç ve bilginiz artıyorsa o sahada mütehassıs olursunuz. Mesnevî-i Manevi’de anlatılan muhabbet de böyledir. Bir insanın Allah, Peygamber derdi yoksa cennet cehennem derdi de olmayacaktır. Allah, düşünmediklerinizi bile veririm demiyor ki! Canınız ne çekiyorsa onu veririm cennette diyor. O yüzden Hazret-i Pîr de bu dünyada dert sahibi olmanın önemini anlatıyor. Bu dünyada Allah derdi olmayanın cennette Allah’la ne işi olacak? Ama Mesnevî, dert sahibi olmayana da aktarıyor manasını. “Dinle!” diye başlıyor anlatmaya. Ve esas derdimizin ne olduğunu söylüyor bize.

-Derdi anlayan dermana yönelecektir herhâlde?

Benim tavsiyem o derdi öğrendikten sonra dönüp bir daha Mesnevî’yi, Kur’an-ı Kerim’i, hadisleri okumak. İnsanın derdi geliştikçe ona derman olacak şeyleri bir daha gözden geçirme gereği doğar. Kainattaki, tasavvuftaki, sema ayinindeki devir hep bu özelliğe işaret eder. Bu yapbozlar bizi kemale eriştirir.

-Tekrardan maksat nedir?

Her tekrarda eksik kalan bir şey tamamlanır. Dünya kevn ü fesat (oluş-bozuluş) yeridir çünkü. Hatta kul bu yapboz içerisinde kemal tecellilerine o kadar alışır ki sonunda sadece  günahlarına değil, sevaplarına da istiğfar noktasına gelir. Allah’a havale eder, ‘Sen boz, bana yenisini yap’ der. Tasavvuftaki insan terbiyesi hep bu kevn ü fesadda Allah’ın beka tecellisinin görülmesi içindir.

-Mesnevî okumak için tasavvufi bir meşrebe mensup olma gereği var mı? Ya da Mesnevî ille tarikat yoluna mı taşır yolcularını?

Hazret-i Pîr’in ve cümle velilerin bir özelliği vardır. Ortaya bir güzelliği koyar. İhtiyaç ve istekle ilerleyen İnsanların oradan mihnetsiz, külfetsiz almalarını sağlar. Oradan alan hiç kimse ‘ayıp oluyor’ diye düşünmez. İster tasavvufu bilsin ister bilmesin. Ama tasavvuf yolunu bilenle bilmeyen aynı değildir. Peygamberler, veliler ve diğer insanlar arasında imani açıdan hiç fark yok. Hepsinin amentüsü aynı. Soru, idrak şekillerinin aynı olup olmadığı. Mesnevî, herkese bir şey ifade eder; ama Hazret-i Pîr’in beslendiği kaynağı ve hangi muradla yazdığı gerçeğine ulaştırır mı herkesi? Bu biraz müşkül işte.

-Herkes bir şey anlar; ama aynı şeyi değil…

Tasavvufla alakası olmayan insan da kendini bulur orada. Çünkü Mesnevî insanı, kulluğu şerh eder. Dolayısıyla her cinsten insan ve kul kendisini orada görür. Daha ilk padişah ve cariye kıssasında her yerde karşımıza çıkabilecek insan tipini gösterir bize. Sonra inatçı, taklitçi, bildiği hâlde tersini yapan münafık insan tiplerini tasvire geçer. İnsanı açar, bize bizi anlatır. Allah’ın ayetleri ayan beyandır. Kur’an; kitabı mübin’dir, apaçıktır. İnsanın bu apaçık ayetlerden algısının kapalı oluşu kendi nefsiyle alakalıdır. Hazret-i Pîr  insanı, Kur’an’ı anlamaya müsait anlayış için açar. Hazret-i Pîr diyor ki; “Sen bu aklınla Kur’an’ı tefsir etmeye kalkıyorsun. Önce nefsini tefsir et. Kur’an’ın nesini tefsir edeceksin? O aşikârdır. Ama sen kapalısın! Kalbin Kur’an hakikatine kapalı olduğu için anlayışsızlığını Kur’an’a yüklüyorsun. Önce neşteri kendine vur. Sadrın açılınca Kur’an sana iner! Sadr-ı Muhammedî pâk olduğunda inmedi mi? Kendini şerh ettiğinde tüm hakikatler Kur’an’da, tüm dertlerin dermanı Hazret-i Muhammed’de mevcutmuş göreceksin. Göremiyorsan kendine bak!..”

-Hazret-i Mevlânâ, ‘En bildiğin yolda bile kendi başına şaşar kaybolursun. Yola tek başına çıkma!’ diyor. Buradan hareketle Mesnevî deryasına tek başına açılmanın riski var mıdır?

Ölçü ben biliyorum dememektir. Zaten kişi Mesnevî okumaya başladığında yanına birini almış oluyor. O yoldaşlık sırasında ben biliyorum, anladım demedikten sonra kişi için tehlike yoktur. Hazret-i Pîr’le çıktığınız yolda bir meseleyi ben çözdüm derseniz onu ekarte etmiş, yalnız kalmış olursunuz. Ölçü ‘ben çözdüm’ dememektir, ‘doğrusunu Allah biliyor’ diyecek. Öğrenmeye açık olacak. Bütün günahların menşeinde kişinin kendine varlık atfetmesi bulunur. Bu sebeple nefs-i emmarenin ilacı la ilahe illallahtır. Ben yokum, sen varsın demektir. ‘Allah’tan başka ilah yoktur’, lafzın motamot tercümesidir, hakiki karşılığı değil. Tasavvufta sen kimsin ve nereyi tasdik ediyorsun, diye sorarlar. Allah bir makamda duruyor, sen de tasdik makamındasın! Öyle mi? Bu tasdikten bile şirk çıkmıyor mu? Tasavvuf lisanında la ilahe illallah, Allah var demektir. Gayrıyı bilmem; ama ben yokum… Peygamber’in anlattığı, Allah’ın murad ettiği gibi inanmanın adı imandır.

-Hazret-i Mevlânâ’nın eserlerini okumaya başlamadan önce bir ön hazırlık yapmak gerekir mi?

Devri ve o devrin şartlarını anlamak için bir ön hazırlık gerekebilir. Çünkü Hz, Mevlânâ’yı biz eserlerinden tanıyoruz. Kişilerin eserlerinden söz ediyorsanız o sözleri hangi devirde neden söylediğine dair de bir şeyler bilmeniz lazım. Bendeniz hocalarımdan ders alırken bilhassa divan ve tekke edebiyatı şerhlerinin okunması hususuna dikkat çekilirdi. Bir ifadenin 300 sene evvel taşıdığı anlamla bugünkü anlamı farklıdır. Mesnevî ve diğer eserler okunurken neyin neden söylendiğini anlayabilmek için en azından o asırdaki hayat hakkında biraz bilgi sahibi olmak gerekir.

-Tek başına ya da hocasız okumalarda anlaşılamayan, açılmayan noktalar kalacaktır. Bu durumda ne yapmak gerekir?

Bu bir başlangıçtır. Böyle başlanması gerekir. Beraberce yaptığınız mütalaalar bilgi artışını beraberinde getirecek. Okumaya katılan herkesin bilgisi, Hazret-i Pîr’e yakınlığı aynı değil. Bunlar birleşince bilgi artar. Bununla beraber öğrenme ihtiyacı arttıkça insanda aslını bulma, öze erişme arayışı devam eder. İstek, ihtiyaç ve ilim artışıyla beraber Allah bildiği ile amel edene bilmediğini öğretir. Mesnevî’ye başlamadan evvel 3 İhlâs, 1 Fatiha okuyarak önce ruhî ve kalbî akışın oluşmasını sağlamak, o şekilde rabıta kurmak, eseri anlamak için öncelikli adımlardan biridir.

-Bu okumayı kolaylaştırmak için tavsiye edebileceğiniz eserler var mı?

Emin Işık Hocamızın kaleme aldığı Belh’in Güvercinleri iyi bir başlangıç olabilir. Hazret-i Pîr’in doğumundan ru’yetine kadar olan süreci çok güzel anlatıyor. Ayrıca ilk 18 beytin ve Mesnevî’nin şerhi ile alakalı kitaplar var. Tahirül Mevlevî’nin bilhassa ilk cildinden istifade edilebilir. Mesnevî sohbetlerini, hakikaten bu işin ilmî tarafı ile meşgul olmuş; kendi hayatından değil, Hazret-i Pîr’in hayatından hareketle konuşan insanlardan dinlemeleri lazım. Mesnevî sohbeti yoksa birkaç kişi bir araya gelip okuyabilirler. Mesnevî’yi anlamaya yardımcı olacak kitaplardan istifade edebilirler bu süreçte. Eski şerhlerden ziyade bugünün lisanında yazılmış kitaplara bakılabilir. İskender Pala’nın divan ve tekke edebiyatı şerhleri, Mustafa Tatçı’nın hazırladığı Niyazî-i Mısri divanı şerhi ve Feridüddin Attar’ın Mantıku-t Tayr kitabı hazırlık maksadıyla okunabilecek eserler. Bir altyapı sağlar. Ondan sonra anahtar niteliğindeki şerhleri okuduklarında beyitler kendisini açmaya başlayacaktır. Fakirin kaleme aldığı Mesnevî Şerhi ve Pendik Belediyesi’nin yayımladığı ilk 18 beyt şerhi de günümüz nesline aktarılmak üzere hazırlanmıştır. Ondan da istifade edilebilir.


Ayşe Adlı