MEHMED SAİD HEMDEM ÇELEBİ, Ruhu Şâ’d Olsun…

A+
A-

28 Şubat 1859 / 25 Receb 1275 – Mehmed Said Hemdem Çelebi Hakk’a yürümüştür. Ruhu Şâd olsun…

 

MEHMED SAİD HEMDEM ÇELEBİ

Konya Mevlâna Dergâhı’nın 24. postnişini Hacı Mehmed Çelebi (v.1155/1742-43) 31 yıldır Makam’da bulunuyor; Osmanlı coğrafyasındaki bütün mevlevîleri, manevi şahsında temsil ediyordu.

Vefat tarihinden birkaç yıl önce büyük oğlu Hüseyin Rıfat, 40-45 yaşlarında iken irtihal etmişti; küçük oğlu Mehmed Said ise henüz 8 yaşındaydı. Çelebi her ne görüyor ve ne hissediyor ise o tarihte, dergâhtaki bütün dervişleri toplayıp vasiyetlerde bulunuyor; Sultan Mahmud’a bir dilekçe yazarak oğlu Mehmed Said’e hilâfet verip kendi yerine geçirdiğini, zât-ı şâhânelerinin hatt-ı hümâyunla bu görev değişikliğini kabul buyurmalarını rica ediyor. Mektup, tayinin onayının sağlanması ve İstanbul’daki şeyhlerin rızasının temini ricasıyla, o zamanın güçlü devlet adamı, mevleviliğe müntesip ünlü Hâlet Efendi’ye ulaştırılıyor.

O sıra dergâhta sertarîk olan Hasan Emir Dede’ye, “Bilirim, benden sonra çelebiler arasında ihtilâf çıkar; sen oğlumu al, İstanbul’a götür” diye vasiyette bulunuyor. Bu hadiseden üç gün sonra Hacı Mehmed Çelebi, Hakk’a yürüyor.

Bunun üzerine Said Hemdem Çelebi dokuz çelebi ile birlikte İstanbul’a gidiyor ve 28 gün sonra, 26 Rebîü’l-âhir 1230 (7.4.1815)’te tayini onaylanıyor. Dergâh işlerini yürütmek üzere Ferruh Çelebi görevlendiriliyor ve Konya’ya dönüyorlar.

12 yaşına kadar Sertarîk Hasan Emir Dede’nin manevi terbiyesi altında yetişen Said Çelebi, yaşından beklenmedik bir gelişme ve olgunluk  gösterir. Tıpkı şeyhi gibi, vuslat zamanının yaklaştığını anlayan Hasan Emir Dede, Said Çelebi’ye hilâfet verir; dervişlerinden Süleyman Türâbî’ye de hilâfet vererek, “Yakında Şems-i Tebrîzî gibi bir zatın Konya’ya geleceğini, sohbetinden feyiz almalarını” tavsiye edip İstanbul’a gider ve orada 1235 (1819-20)’de âlem-i bekâya intikâl eder.

Mürşidinin vefat haberini alan Hemdem Çelebi, büyük bir hayal kırıklığına uğrar; fakat tam bu sırada dergâhın hâmûşan (mezarlık) kapısından içeri bir zat gelerek Çelebi’nin hücresine girer; nice manevi nasihatler ile kendisini teselli eder ve  Pîrî Paşa Zâviyesi’ne geçer. Bu zât, Seyyid Şah İbrâhim-i Hindî’dir. Süleyman Türâbî, onu mezkûr zâviyede kalan misafirler arasında görünce, mürşidinin tasvir ettiği zatın, o olduğunu anlar.  Seyyid Şah, Süleyman Türâbî, Silleli Osman Hâkî ve diğer bazı zevâtı, belli bir süre manevi eğitimden geçirerek kendilerine hilâfet verir ve bir gün Konya’dan, geldiği gibi ayrılır.

Üsküdar Mevlevihanesi son postnişini, değerli âlim ve şair Ahmed Remzi Akyürek’in (v.1944) dedesinin babası olan ve halen Kayseri’de Hz. Seyyid Burhâneddin türbesinde medfun bulunan Süleyman Türâbî, o tarihten itibaren 1240 (1824-25) yılına kadar Said Çelebi’nin  mürşidi ve mürebbîsi olur. 1242 (1826-27) senesinde, kendi isteğiyle Kayseri Mevlevihanesi şeyhliğine tayin olarak ailece buraya göç eden Türâbî, Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizî’nin manevi huzurunda dokuz senelik hizmetten sonra 1251 (1835-36) senesinde Hakk’a vâsıl olur. (Kendisiyle birlikte dört kuşak adı geçen mevlevihanenin şeyhliğini deruhte etmişler, tarikatler kapanıncaya kadar bu görev, ailenin üzerinde kalmıştır.)

Said Hemdem Çelebi dini ilimlerden başka Farsça’yı, edebî ve tasavvufî incelikleri Hintli, Bengal kibarzâdelerinden Hoca Vecdi Efendi’den, âyinhanlığı ve neyzenliği Mısır mevlevî şeyhi Edirneli Nakşî Dede’den öğrenmiş; bu sırada hat sanatını da öğrenerek talik hatla Kur’ân-ı KerîmMesnevîDîvân-ı Sultan Veled ve Gülistan’ı talik hatla baştan sona istinsah etmiştir. (Bu eserler, halen dergâh kitaplığında bulunmaktadır.)

Artık yetişkin bir yaşa gelen Çelebi, dergâhta mesnevihanlık vazifesini de üstlenmiş, bu sahada da başarısını göstermiştir. İyi bir şair olan Çelebi, Hemdem mahlâsıyla Farsça ve Türkçe şiirler söyler. Tertip edilmemiş olsa da bir divançe teşkil edecek kadar şiiri bulunan Çelebi’nin,

Nice aktâb nice ârif-i billâh gelir

Dergeh-i Pîr’e velî ben gibi hemdem gelmez

yani, “Mevlâna’nın dergâhına, nice kutuplar, marifet sırrına ermiş nice mana adamları gelir; ama benim gibi bir dost gelmez” meâlindeki coşkulu beyti, edebî zarafetinin en bâriz nişânelerinden biridir.

Fizik olarak, çeşitli eserlerde yayınlanmış olan fotografında da kısmen görüldüğü gibi, orta boylu, mutedil vücutlu, beyaz çehreli, elâ gözlü, top sakallıdır. Hilim ve haya sahibi, güzel ahlâklı, ilmin, kitabın, sanatın değerini bilen, aynı zamanda riyâsetinin sorumluluğunu müdrik, yüksek şahsiyet sahibi bir zâttır. Onun için mevlevîlik tarihiyle yakından ilgilenip bazı önemli olaylara açıklık getirmiş; uzun tetkiklerle çelebiler şeceresini hazırlamış; usûl ve âdap ile ilgili risâle yazmış; Dîvân-ı Kebîr’den seçmeler yapmış, bazı Mesnevî beyitlerini manzum olarak şerhetmiştir. Fakat onun bu yoldaki çalışmaları, ailesinin hayli kalabalık olması, meşgûliyetlerinin fazlalığı sebebiyle arzu ettiği bir noktaya gelememiştir.

Tarikat disiplinine son derece önem veren ve bu yolda güçlü bir yönetim gösteren Said Hemdem Çelebi’nin, adının hayırla yâdına vesile olacak büyük hizmetlerinden birisi de dergâh kütüphanesinin tesisidir. O zamana kadar dergâha vakfedilen, orada bulunan pek çok değerli eser, çelebi dairesinde bulunur, ya da dervişlerin elinde kalırdı; bu şekilde bir kısmının kaybolduğu da muhtemeldi. Çelebi önce bu kitapları derleyip toparlayarak kayda geçirmiş, mühürletmiş, kendi vakfettiği kitaplarla birlikte 1854 yılında kurulan kütüphaneye koymuştur. (Mühründeki Farsça mısra şöyledir: “Bâ meşîhat şud Muhammed ibn-i Mevlânâ saîd” Yani Mevlâna oğlu Mehmed, şeyhlik makâmıyla şereflendi.”)

Çelebi’nin postnişinlik zamanı, ülkemizde önemli siyasi olayların vukû bulduğu bir zaman dilimidir. II. Mahmud (1808-1839), orduyu yeniden teşkil etmek üzere 1826 yılında yeniçeriliği kaldırınca, bu ocağın dayandığı bektaşilik de yasaklanmıştı. Bu olayda tarafsız kalan mevlevîler, padişahın saygısını kazandılar. Bektaşilerden doğan boşluk, bir dereceye kadar mevlevilerce doldurulmuş oldu; devlet de yapılan yeniliklerle sarsılan imajını, bir derece kuvvetlendirdi. O sebeple Mevlâna Dergâhı’nda ve mevlevihanelerde onarımlar yapıldı, vakıf işlerinde gelişmeler sağlandı.

1828-29 yılındaki Osmanlı-Rus harbine katılmak üzere, Çelebi  küçük bir derviş grubunu İstanbul’a göndermiştir.

Bir diğer önemli hadise, Mısır Beylerbeyi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın sadrazam olmak hevesiyle Osmanlı topraklarını işgale yeltenmesidir. 1832 yılında oğlu İbrahim Paşa kumandasındaki ordu, Konya’ya yönelince, Said Hemdem Çelebi, İstanbul’a geçip Osmanlı’ya bağlılığını göstermiş ve padişahın güvenini kazanmıştı.

Şehzâdeliğinden itibaren bir mevlevî muhibbi olan Sultan Abdülmecid zamanında (1839-1861) Said Hemdem Çelebi’nin itibarı çok arttı; mevleviler bu dönemde devlet tarafından görülüp gözetildi. Mevlâna Dergâhı son postnişinlerinden Veled Çelebi diyor ki “Çelebiler’e en büyük iltifatı Sultan Abdülmecid, Hemdem Çelebi’ye göstererek, bahçede beraber gezmiştir. Bunu, benim çocukluğumdan beri söyleye söyleye bitiremezlerdi. Bu uyanık ve ıslahatçı padişahın iltifatını çelebiler unutamamışlardır.” (Hatıralarım, İst.,1946, s.53) Tabiatıyla bu dönemde mevlevîliğin itibarı ve kıymeti, halk nezdinde de artmıştır.

Diğer taraftan Hemdem Çelebi, Konya’da sosyal ve ekonomik iktidarı ele geçirmek isteyen bazı mütesellim ve ayanlarla da mücadele etmek zorunda kalmıştır.

Kaderin bir cilvesi olarak çocukluk çağında böyle ağır bir yükün altına giren ve görevini başarıyla sürdüren Mehmed Said Çelebi, 25 Receb 1275 (28.2.1859) tarihinde, genç denilebilecek bir yaşta, ardında bir çok hayırlı hizmetler bırakarak, cânını cânânına teslim etmiştir.

Ahmed Remzi Dede, Târîhçe-i aktâb isimli manzûmesinde, doğum ve vefat tarihlerini şu mısralarla dile getirir:

Saîd-i Hemdem ibn-i Hâc Muhammed – O vâlâ-menzilet şeyh-i mümecced

Bin iki yüzle yirmi iki sâli – Vücûda geldi ol â‘le’l-eâlî

Bin iki yüzle yetmiş beşte nâ-gâh – Cenâb-ı Pîr’e Hemdem gitti âgâh

“Hacı Mehmed oğlu Said Hemdem; o kadri çok yüce, yüksek mertebeli, övgüye ve tazime lâyık şeyh, 1222 yılında dünyaya geldi; 1275’te ansızın hakikati müdrik biri olarak Hz. Pîr’in (huzuruna) gitti.”

Mehmed Said Efendi’nin manevi mertebesi bereketiyledir ki kendinden sonra çocukları Mahmud Sadreddin (v.1881), İbrahim Fahreddin (v.1882), Mustafa Safvet (v.1888) ve Abdülvâhid Çelebiler (v.11207), Hz. Mevlâna’nın makamında bulunma şerefine nâil olmuşlardır. Şu anda hepsi de huzurda, Hz. Pîr’in gölgesi altında, ebedî istirahattedirler.

Mevlâna Dergâhı’nın son postnişini de Said Hemdem Çelebi’nin torunu Abdülhalim Çelebi’dir. (v.1925, Abdülvâhid Çelebi’nin oğlu; Faruk Hemdem Çelebi, Esin Çelebi ve kardeşlerinin merhum babaları, Güzide Hanım’ın kıymetli eşi olan Celâleddin Çelebi’nin dedesi).

150. vuslat yıldönümünde Mevlâna Dergâhı’nın bu liyâkatli, saygın, maneviyatlı vegüçlü şahsiyetini rahmetle anıyor; matbû kaynaklarda bulunmayan iki şiiriyle çocuklarına vasiyetini sunuyoruz:

Biz her belâyı satın alan mevlevîleriz

Nâmûs u ârı hîçe satan mevlevîleriz

Gâlib olur hemîşe bizim farka cem‘imiz

Ummân-ı aşka gavta uran mevlevîleriz

Evvel sülûke bed’ ederiz ism-i zâttan

Bahr-i fenâya tâ can atan mevlevîleriz

Ekser sıfâtı mahv ederektir sülûkümüz

Biz şems-i zâta böyle yanan mevlevîleriz

Biz mazhar-ı velâyet-i sıddîk-ı ekberiz

Yâr-i Resûl-i her  dü cihan mevlevîleriz

Hemdem ne gam iki cihanın kaydı yok bize

Câm-ı safâyı vasla katan mevlevîleriz

(SÜSAM, Y97 nolu mecmua, s.502, Feridun Nâfiz Uzluk hattıyla)

 

Âh efendim zulmet-i şeb âh-ı pinhânım mıdır

Katre katre hûn-i eşkim rîze-i cânım mıdır

Nukl-i meclis sâkiyâ bu kalb-i biryânım mıdır

Bâis-i derd-i derûn cânım mı cânânım mıdır

 

Pür-neşât et sâkiyâ cânın içün mey-hâneyi

Derd-i gûnâgûndan kurtar dil-i dîvâneyi

Dinle gûş-i merhametle nâliş-i mestâneyi

Bak enîn ü âh edenler ney mi efgânım mıdır

 

Hâk-i pây-ı dil-rübâya rûy-mâl eyler gönül

Hâlini arz eyler ise pür-melâl eyler gönül

Cevr-i ihvân-ı zamândan arz-ı hâl eyler gönül

Yûsuf-âsâ hîçe satan beni ihvânım mıdır

(Aynı mecmua, s. 76, Veled Çelebi hattıyla)

Vasiyetleri:

 “Oğullarım Celâleddin ve Salâhaddin ve Sadreddin ve Fahreddin ve Safvet; ve kerîmelerim Nesîbe ve Aliyye! Egerçi bi-hamdillâh (baba ve anne tarafından) nesebimiz âlî ise de sizlere vasiyyetim zinhâr neseb ile iftihâr etmeyin. Ecdâdımızın isr-i aliyyelerine sülûk ederseniz, sâir sâlikin bir senede kesb ettiği feyzi, bir günde kesb edersiniz. Evlâdiyetin buna fâidesi vardır. Eger tarîkine sâlik olmazsanız el-iyâzü billâh, ‘leyse min ehlik’ (“O, senin ailenden değildir” Hûd S.,46) zümresinden olursunuz. Cenâb-ı Allah, sizi ve pederiniz bu abd-i bî-çâre, hâk-pây-ı mevleviyyeyi, ecdâd-ı kirâmımız efendilerimizin sırrına ve feyzine mazhar etsin, âmîn. Sizi her hâlde evvel Allah, sâniyen erenlere emânet ettim. Hak, erenler bilenizce olsun, hû eyvallâh.” (Aynı mecmua, s.412, Veled Çelebi hattıyla; Abdülvâhid Çelebi, babasının vefatından sonra dünyaya geldiği için ismi zikredilmemiştir.)

 

Not: Said Hemdem Çelebi’nin biyografisi, en geniş şekliyle Sezai Küçük Bey’in Mevlevîliğin Son Yüzyılı (İst., 2003, s.59-68) adlı değerli eserinde yer almaktadır. Orada başlıca kaynaklar da gösterilmiştir. Biz, bu yazımızda Said Hemdem Çelebi, Veled Çelebi, Ahmed Remzi Dede ve Feridun Nâfiz Bey’in Selçuk Ün. Selçuklu Araştırmaları Merkezi Uzluk Arşivi’ndeki mecmua ve risalelerde bulunan notlarından edindiğimiz bazı yeni bilgileri de sunmaya çalıştık.)