Mâşuk’un Nefesi nefesimizi kesti
Mâşuk’un Nefesi nefesimizi kesti
Murat Pay’ın yönetmenliğini yaptığı Maşuk’un Nefesi isimli bir mevlithanın nasıl yetiştiğini gösteren nefis belgeseli seyrettikten sonra aklımda kalanları sizinle paylaşacağım.
Her şeyden önce belgeselin çekilme hikâyesi ile başlayayım. Murat Pay, eşiyle birlikte gezdiği sahafların birinde kelepir bir Mevlid nüshası bulur. 1 TL verip kitabı alırlar. Başlangıçta çok da önemli değildir, alınan bir çok kitaptan birisidir, derken yönetmenin eşi babasının Mevlid’i vezinli okuduğunu hatırlar ve bir gece bir türlü uyumayan kızının başında masal kitabı yerine babasından ve babaannesinden duyduğu şekilde, failatün failatün failün vezninde Mevlid’i okumaya başlar. Kızının sakinleştiğini ve rahatladığını görünce bu okumalar her akşam yerine getirilmesi gereken bir ödev hâline dönüşür. Bunu duyunca düşünmeden edemedim, günümüzde acaba çocuğuna geleneksel formda Mevlid ve benzeri metinleri okutarak uyutan kaç anne baba var? Benim aklıma çocuklarıma Mevlid okumak gelmedi, üstelik bildiğim halde gelmedi ve gelmediği için de çok üzüldüm. Bu arada annenin çocuğa okuduğu Mevlid’in sözleri babanın da dikkatini çeker ve anne-baba Mevlid’le yakından ilgilenmeye başlayınca küçük kızının bile dinlemekten zevk aldığı bu metinle ilgili bir proje yapmayı düşünür.
Murat Pay, bu çok değerli eserin eskisi gibi okunmadığını görünce ve klasik üsulde söyleyen hafızların da yavaş yavaş ortadan çekildiğini öğrenince gelecek nesillere aktarma sorumluluğuyla klasik usulde mevlid okuyan femm-i muhsine sahip bir hoca efendi bulup Mevlid’in okunuşunu kayıt altına almakla hem kaybolmasını önleyecek hem de yeniden ihya edilmesine vesile olacaktır. Buduygu ve düşüncelerle konuyu film yapımcısı Semih Kaplanoğlu’na açar, onun cesaretlendirmesiyle ve Al Baraka’nın da desteğiyle belgesel çekimine başlanır. Altı aylık hazırlık, altı aylık da çekim süresiyle birlikte bir yılda film hazır olur. Bize de büyük bir hasret, özlem, zevk, üzüntü, ümit, hayal, gururile seyretmek düşer.
Belgesel genç bir müzisyenin usta bir mevlidhandan mevlid meşk etmesi üzerine kurulmuş. Genç adam (Abdurrahman Düzcan) konservatuvar son sınıföğrencisi. Aynızamanda mehteran bölüğünde çalışıyor ve bir cami imamının (Hadi Duran) rehberliğinde bir grup gençle birlikte ilahi meşk ediyorlar. Derken genç adam mevlidi okumayı çok isteyince onu Hadi Duran, Süleymani Camiinin emekli müezzini Mustafa Başkan’a selamıyla birlikte gönderir ve ondan mevlidi meşk eder, usulleri öğrenir. En sonunda da bir camide mevlidhan olarak mevlidi okur ve film biter.
Hikaye bu, ama içinde sembolik değeri olan bir kaç olay ve nesne var, onları da paylaşmak isterim sizlerle.
Herşeyden önce ısrarla vurgulanan bir şey var film boyunca. Mevlid Allah rızası ve peygamber sevgisi için okunmalıdır. Başka bir niyetle okununca bereketli olmaz. Mevlidi mevlithanlar okutmaz, önce Allah okutur, kendisi için söylenen Hz. Peygamber okutur, müellifi Süleyman Çelebi okutur, dinlemeye gelenlerin Peygamber iştiyakı okutur. Bu kadar okutan olunca da mevlidhan mevlidi okur ve güzel okumayı kendinden bilmez. Ne güzel bir düşünce! Keşke her işimizi de bu şekilde düşünerek yapsak. Ne iş yapıyorsak önce Allah rızası ve halkın menfaatini düşünsek halimiz herhalde bugünkünden çok farklı olurdu.
Genç adam mevlid öğrenmeye niyet ettiğinde evinin girişindeki ışık da yanmaz olur. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın lambayı tamir edemez. Çünkü kapısına gittiği usta üç hafta boyunca, her zili çaldığında bir hafta sonra gelmesini söyler. Üçüncü haftanın sonunda, evin girişindeki lamba arkadaşının yardımıyla yandığı zaman ustası da bir hafta sonra Hekimoğlu Ali Paşa Camii’ne gelmesini söyler. Bu bizim geleneksel ustaların çırakların öğrenme konusundaki niyetini ölçmek için uyguladıkları bir yöntemdir. Gerçekten öğrenmek isteyen, değil üç hafta, bir sene bile gidip gelebilir. Çünkü öğretilecek ve aktarılacak olan çok değerlidir ve bunu alacak kişi bunu hem hak etmeli hem de çok istemelidir.
Filmde hatırlatılan bir diğer güzel adet de ustaların öğrencilerine verdikleri eğitimi hatırlatmak üzere bir hediye vermesidir. Bu hediye sembolik olarak değerlidir. Adeta o hocanın öğrencisi olmayı ve ders aldığını ve geçtiğini bir nevi belgelemekte, talebe de ihtiyacı olduğunda gerekli manevi desteği almak üzere devamlı yanında taşımaktadır. Usta hocasından hediye olarak bir baston almıştır. Usta da talebesine kokadan mamül bir tesbih hediye eder ve onu kaybetmemesini söyler. Onu sakladıkça aldığı eğitimi ve hocasını hatırlayacaktır. Tesbihi saklamak hocasından öğrendiklerini saklamanın tecessüm etmiş halinden başkası değildir.
Hocası mevlid okumayı öğrenen birinin Süleyman Çelebi’nin türbesini de ziyaret etmesini söylemesi üzerine Bursa’ya gider ve Ulu Camii’de tesbihi kaybeder. Daha sonra peygamberimizin kadem-i şeriflerinin izinin olduğu Sultan Ahmed Türbesine gider ve orada kaybettiği tesbihini bulur. Benim bu durumdan anladığım talebenin ziyarete Süleyman Efendi ile değil, peygamberimiz ile başlaması gerektiğidir. Süleyman Çelebi adeta tesbihini alarak onu götürüp peygamberimizin ayak uçlarına bırakmış, talebeye önce oraya gitmelisin, demiş sanki. Mevlidhan olmak peygamberimizin ayaklarının izinin kurbanı olmak ile başlar, başka türlü nasıl denirdi bilmiyorum.
Filmi izlerken mevlidhanın viladet bahrini geçerken bir uyarısı var talebesine. Daha canlı oku, der, çünkü gelen Hz. Peygamber. Demek ki okurken sanki az önce gördüğü bir olayı naklediyor ve çok sevdiği birisi doğum yaptı veya çocuğu dünyaya geldi onu haber veriyormuş gibi sevinerek okuyor. Eh okuyan bu duygu ve düşünce ile okursa dinleyen nasıl dinler? Onlar da sanki uzun zamandan beri bekledikleri güzel bir haberi almış gibi sevinerek dinliyorlar. Bu da Hz. Peygamber’i her zaman yanımızda, ailemizden biri gibi sevdiğimiz birisine dönüştürüyor. Bu milletin peygamber sevgisinin gönüllere nakşedilmesinde Mevlid’in büyük etkisi olduğunu söylersem haddimi aşmış olur muyum bilmiyorum.
Belgeselde mevlid nasıl okunur, hangi bahir hangi makamda okunur, geçişlerde hangi ilahiler ve hangi makamlarda okunur, hepsi var. Ama bütün bunları güzelleştiren filmin arka fonunda dünyanın en güzel şehri İstanbul var. Arkadaki muhteşemİstanbul fonu filme ayrı bir güzellik katmış.
Yönetmen Murat Pay’a teşekkür borçluyuz. Herşeyden önce unutulmaya yüz tutmuş bir geleneği ihya ettiği için, bizi peygamber sevgisine götüren bir kanalın açık kalmasına hizmet ettiği için, Mustafa Başkan gibi büyük bir değeri ölümsüzleştirdiği için ve son olarak İstanbul’un eşsiz güzelliklerini görsel bir ziyafete dönüştürerek zihnimize İstanbul ve mevlid okumayı birlikte nakşettiği için.
Ellerine sağlık Murat.
Bu arada teşekkür etmemiz gereken bir de kurum var. Al Baraka’nın desteğini de burada zikretmemiz gerekiyor. Onlara da çok teşekkür ederiz.