MAKAM ÇELEBİLERİ – 2) Ulu Ârif Çelebi
Betül SAYLAN*
MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ
2) Ulu Ârif Çelebi (d. 670 h./1272 m. – ö. 719 h./1320 m.)
a) Hayâtı:
Sultan Veled ve ilk eşi Fâtıma Hâtun’dan 8 Zilkāde 670 h./6 Haziran 1272 m. târihinde Sultan Veled’in üçüncü çocuğu olarak dünyâya gelmiştir.228 Tam adı, “Muhammed Ferîdun Celaleddîn Emir Ârif”dir, Mevlânâ’nın isteği üzerine “Emir Ârif” olarak isimlendirilmiştir.229 Zamanla, “Emir” ünvânı yerini “Ulu”ya terk etmiş ve “Ulu Ârif Çelebi” ünvânı adının yerini almıştır.230
Mevlânâ’nın, Ulu Ârif Çelebi’ye özel bir ilgisinin olduğu; bu ilginin de Çelebi’nin doğumunun öncesinde başladığı rivâyet edilir. Ulu Ârif Çelebi’nin annesi, Sultan Veled’in eşi Fâtıma Hâtun’un ondört civârında doğum yaptığı ve bu doğum hikâyelerinin çoğunun ölümle netîcelendiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bu yüzden Fâtıma Hâtun, çocuklarını dünyâya getirmektense, tehlikeli yöntemler kullanarak bu gebelikleri sonlandırma eğiliminde olmuştur. Ancak, Fâtıma Hâtun’un Ârif Çelebi’ye gebeliği esnâsında Mevlânâ’nın Ârif Çelebi’nin doğumunu müjdelemesi ve kendisine dikkat etmesini öğütlemesi üzerine Ârif Çelebi’yi dünyâya getirmiştir.231
Ârif Çelebi’nin doğumundan sonra, o dönemde hayatta olan Mevlânâ, Çelebi ile yakından ilgilenmiş;232 henüz altı aylık bir bebekken kendisine şeyhlik vermiş233 ve Çelebi’de yedi velînin nûrunu gördüğünü oğlu Sultan Veled ile paylaşmıştır.234 Bütün bu olağanüstü hallerin, Mevlânâ’nın “beşikten mezara kadar olgunlaşacaktır” ifâdesini doğrular mâhiyette Çelebi’nin hayâtı müddetince devam ettiğini ve kerâmetleriyle bilindiğini görmekteyiz. SultanVeled, Ulu Ârif Çelebi’nin bâzı ahvâlini, babası Mevlânâ’nın hallerine benzettiğini söylemektedir. Ancak, Mevlânâ’nın vefâtı (672 h./1273 m.) esnâsında Ulu Ârif Çelebi’nin henüz bir bebek olması, bu durumun çocukların taklit yeteneklerinden ziyâde Allah vergisi bir durum olduğunu göstermektedir.235
Ulu Ârif Çelebi’nin evliliğine gelince; serâzâd bir tabîata sâhip olduğu intibâını edindiğimiz Çelebi, babası Sultan Veled’in sağlığında, onun ısrarlarıyla Tebriz’li Emir Kayzer’in kızı Devlet Hâtun’la evlenmiş236 ve bu evlilikten 692 h./1293 m. senesinde, Ulu Ârif Çelebi 22 yaşındayken, Bahâeddin Emir Âlim (Şehzâde-i Muazzam Bahâülmille); 695 h./1296 m. senesinde Muzafferüddin Emîr Âdil ve 697 h./1297 m. senesinde Melike Hâtun (Destînâ) dünyâya gelmiştir.237 Ulu Ârif Çelebi’nin çocuklarının dünyâya gelmesi esnâsında dedeleri Sultan Veled hayatta idi.
Ulu Ârif Çelebi’nin büyük oğlu Bahâeddin Emir Âlim’in 42 yaşındayken, 735 h./1334 m. senesinde İsmet Hâtun adında bir kızı;238 küçük oğlu Muzafferüddin Emir Âdil’in de 50 yaşındayken, 745 h./1353 m. senesinde Muhammed Ârif ve 748 h./1356 m. senesinde Muhammed Sâdık adında iki oğlu dünyâya gelmiştir.239 Kaynaklarda evliliği ve âilesi ile ilgili bilgiye rastlayamadığımız Melîke Hâtun 765 h./1363 m. senesinde vefat etmiştir.240
Sonuç olarak, Ulu Ârif Çelebi’nin evliliğinden iki erkek, bir kız çocuğu dünyâya gelmiş; oğullarının evliliklerinden de iki erkek, bir kız torunu dünyâya gelmiştir. Ulu Ârif Çelebi, torunlarını göremeden vefat etmiştir.
Ulu Ârif Çelebi’nin en önemli özelliğinin farklı memleketlere Mevlevîliğin intişârı maksadıyla yapmış olduğu seyâhatler olduğunu bilmekteyiz. Kendisinde gālib olan sekr, istiğrak, vecd ve melâmet hallerinin galebesi netîcesinde bir mahalde karar kılamadığı; Anadolu ve Îran illerinden birçoğunu dolaşmak sûretiyle buralarda irşâd faâliyetinde bulunduğu ve birçok kimsenin bu seyâhatler esnâsında Mevlevîliğe intisâb ettiği rivâyet edilir. 241 Ulu Ârif Çelebi’nin Karaman, 242 Beyşehir, 243 Aksaray, Akşehir, 244 Afyon/Karahisar, 245 Kütahya, 246 Amasya, 247 Niğde, 248 Sivas, 249 Tokat, 250 Denizli, 251 Birgi, Alanya,252Antalya, Bayburt, Erzurum, Muğla, Çorum253 başta olmak üzere hemen hemen bütün Anadolu’yu gezmiş; Asya topraklarında Tebriz, Sultaniye, Merend gibi geniş bir coğrafyaya, kısa zamanda, bereketli seyâhatler gerçekleştirmiştir.
Farklı coğrafyalara gerçekleştirdiği bu seyâhatlerde, babası Sultan Veled gibi, dönemin önde gelen âlim ve devlet adamlarıyla bir araya gelmiş; gerçekleştirilen görüşmeler sonucu bu önemli isimlerden bâzıları Mevlevîliğe intisâb etmişlerdir.
40 yaşındayken, 1312’de babası Sultan Veled’in vefâtı ve vasiyeti üzerine254 posta oturmuştur. Vefatları, 24 Zilhicce 719 m./5 Şubat 1320 m. târihinde Salı günüdür.255
b) Kerâmetleri:
Ulu Ârif Çelebi’nin hayâtında dikkati çeken bir diğer özellik de, Çelebi’nin çeşitli vesîlelerle izhâr ettiği kerâmetleridir. Çocukluğunda, olağanüstü halleriyle tanınan bir çocuk olan Ulu Ârif Çelebi, başka yerlerde yaşayan kişilerin gıyâbında cenâze namazı kılarak (bunlardan biri de Çelebi Hüsâmeddin’dir), mezarlarını yaparak onların vefatlarını haber vermiştir.256 İlerleyen zamanlarda ise, kendisine ve Mevlevîliğe muhâlefet edenlere karşı bâzen iknâ eden, bâzen de muhâliflerin felâketine sebep olan olağanüstü haller göstermiştir.257 Ulu Ârif Çelebi, kerâmetler bahsiyle alâkalı olarak, aslında kerâmet izhârından hoşlanmadığını; ancak dostları gayb âlemine teşvik etmek için 259 , “bedbahtların inkârlarının uğursuzluğu sebebiyle, başkaları ibret alsınlar ve bir daha böyle harekette bulunmasınlar. Talihsiz münkirler, o kuvvetli bağdan kurtulup velîler âlemine rağbet göstersinler” diye, 259 bu kerâmetleri göstermek zorunda kaldığını ifâde eder. Ulu Ârif Çelebi, Mevlevîliğin yayılması için son derece gayret göstermiş; çeşitli seyahatlerde bulunarak, gittiği yerlerde halîfeler bırakarak ya da zâviye ve mevlevîhâneler tesis ederek,260 babasından almış olduğu mânevî mîrâsa sâhip çıkmıştır.
Mevlevîliğin yayılmasına katkıda bulunduğu rivâyet edilmektedir. Mevlevîliğin yayılmasının yanı sıra, bu ilişkiler kültür hayâtının beslenmesine de katkıda bulunmuştur. Zîrâ, Ulu Ârif Çelebi döneminde, farklı coğrafyalarda temâyüz etmiş âlimlerin eserleri Anadolu topraklarına girmiştir.261 Bu meyânda Ulu Ârif Çelebi’nin, özellikle Mevlevîlik târihi ile ilgili en önemli hizmetlerinden biri de; mürîdlerinden Ahmed Eflâkî’ye, baba ve atalarının menkıbelerini ihtivâ eden bir eser hazırlamasını emretmiş olmasıdır. Bu emir netîcesinde Ahmed Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn adlı eseri 718 h./1318 m. târihinde kaleme almaya başlamış,262 754 h./1358 m. târihinde tamamlamış;263 Ulu Ârif Çelebi’nin sürekli yanında bulunarak her ânına tanıklık etmiştir. Hattâ, Ahmed Eflâkî’nin babasının Saray şehrinde vefat ettiği, babasından Ahmed Eflâkî’ye intikāl eden yüklüce bir serveti ve kitapları alması için kendisini bekledikleri haberi Çelebi’ye ve Ahmed Eflâkî’ye ulaştığında Ulu Ârif Çelebi, dünyâ malına teveccüh sebebiyle Ahmed Eflâkî’nin kendilerinden kısa bir süre için bile olsa ayrılmasının helâkına neden olacağını söyleyerek gitmesine ve mânevî tâkibin kesintiye uğramasına müsâade etmemiştir.264
c) Eserleri: * Dîvân: İctimâî ve dinî içerikli konularla birlikte, daha çok tasavvufî konuların işlendiği bu Farsça Dîvân, Mehmet Vanlıoğlu tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır. Gazellerinde, babası Sultan Veled ve dedesi Mevlânâ’da olduğu gibi, hem konu bütünlüğü bulunmakta, hem de konuya canlılık kazandırmak, okuyucunun ilgisini uyanık tutmak amacıyla, peygamber kıssaları, âyet ve hadislere yer vermektedir.265
* MEVLÂNÂ ÂİLESİ VE MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKÂMI – SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN ÖRNEĞİ – Doktora Tezi
228 Eflâkî,c. II, s. 236; Târîhçe-i Aktâb’da Ulu Ârif Çelebi ile ilgili şu mısrâlar bulunmaktadır:
Onun oğlu dahi Ârif Efendi
Gürûh-ı evliyânın ercümendi
Bürûz-ı heştüm zi’l-ka’de ol mâh
Doğub oldu kerâmet tahtına şâh
Cihâna girdi ol Sultan-ı revnâk
Ki târîh altı yüz yetmişdir ancak
(Târîhçe-i Aktâb, s. 4)
229 Ahmed-i Sipehsâlâr, Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn Rûmî – Sipehsâlâr Tercemesi, (haz: Ahmed Avni Konuk), s. 142; Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 237; Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 191
230 Yazıcı, Tahsin, “Ârif Çelebi”, DİA, c. III, s. 363
231 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 235-236; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 1120-191
232 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 241-242
233 Ulu Ârif Çelebi, altı aylık bir bebekken, beşiğinin içinde Mevlânâ’nın da aralarında bulunduğu bir topluluk arasından geçirilirken, Mevlânâ bebeğin beşiğini istemiş ve bebeğe doğru eğilerek; “Ârif, Allâh Allâh de!” diyerek zikir telkîninde bulunmuş; beşikteki bebek Ârif Çelebi de 3 defa “Allâh” diye zikretmesinin ardından, topluluktakilerin şaşkınlıklarını gizleyememeleri karşısında Mevlânâ; “Bugünden sonra bizim Ârif’imiz tam bir şeyhtir ve baş olmağa lâyıktır. Beşikten mezara kadar olgunlaşacaktır” buyurmuş; Ârif Çelebi’nin makāmını îlân etmiştir. Zikir telkînin, Ârif Çelebi’nin bebekliğinde bir kez daha gerçekleştiği rivâyet edilmektedir. Mevlevî kaynakları bu olaya وَءَاتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِي ا (Meryem, 19/12) [Henüz sabî iken ona ilim ve hikmet verdik] âyetini delil getirirler. Mesnevî’nin en kapsamlı şerhlerinden olan Ahmed Avni Konuk’un şerhinde, Meryem Sûresi’nin 12. âyeti, Hz. Yahyâ’ya henüz çocuk iken verildiği münâsebetiyle geçmekte ve bu meyânda, Allâhu Teâlâ’nın kuluna ihsânda bulunmak için o kulun yaşına bakmadığı; ve kuluyla alâkalı irâde buyurduğunda sâdece “Ol!” emrini verdiği ve كُنْ فَيَكُونُ (Yâ-sin, 26/82) [“Ol” der, hemen olur] âyeti gereğince de hemen olduğu ifâde edilmektedir. Kābiliyet ve istîdâdın, sâdece Allâhu Teâlâ’nın mâlumu olduğu; zâhiren kābiliyetsiz ve istîdâdsız görünen bir kimsenin, Allâhu Teâlâ indinde müstaid ve kābiliyetli olmaması için hiçbir engelin olmadığı anlatılmaktadır.
(Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 239; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 193; Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. VIII, s. 382)
234 Mevlânâ’nın Sultan Veled’e; “Bahâeddin! Ben bu çocukta yedi velînin nûrunu görüyorum… Yâni Bahâ Veled, Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî, Şems-i Tebrîzî, Şeyh Selâhaddîn, Çelebi Hüsâmeddîn, benim ve Veled’in nurları…” buyurduğu rivâyet edilmektedir. (Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 237; Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 193) Ayrıca, Mevlânâ’nın vefâtından sonra, oğlu Ârif Çelebi’yle ilgilenmekten kaçınacak derecede üzüntüye düşen Ârif Çelebi’nin annesi Fâtıma Hâtûn’un rüyâsında bir gece Mevlânâ; “Fâtıma Hâtun! Niçin bu kadar ağlayıp sızlıyorsun, eğer bunu benim için yapıyorsan ben bir yere gitmedim. Eğer beni ararsan ben Ârif’in beşiğindeyim. Beni orada ara. Benim nurlarım ve sırlarım ânın üzerindedir” buyurmuş; mânevî hallerine Ârif Çelebi’yi vâris kıldığını beyân etmiştir. (Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 239-240)
235 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 246
236 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 250-251; Önder, a.g.e., s. 176
237 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 250-251; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 204-206
238 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 217
239 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 219
240 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 223
241 Mehmed Veled Çelebi, Konya Ahvâl-i Umûmiyye-i Târihiyesinden Mevlânâ ile Ricâli, s. 820
242 Karaman’da bulunan Mevlevî zâviyesinin mevlevîler açısından önemi büyüktür. Zîrâ, burada, Mevlânâ’nın annesi Mü’mine Hâtun’un kabri bulunmaktadır. Bu nedenle “Mâder-i Mevlânâ Zâviyesi”, “Mevlânâ Tekkesi” olarak da anılmaktadır. Mevlânâ soyundan gelen birçok çelebinin de postnişînlik yaptığı zâviyede, Mevlevî tarîkinin yayılmasına yardımcı olan birçok mühim sîmâsı yetişmiştir. (Mevlevîliği Selânik’e götüren Abdülkerim Dede; Mevlevîliği Şam’a götüren Kartal Dede; Bağdat ve Bursa Mevlevîhânelerinde görev yapan Ahmed Cünûnî Dede; bestekâr Gülüm Dede Mâder-i Mevlânâ Zâviyesi’nde neşv ü nemâ bulmuş isimler arasındadır. (Küçük, Sezâi, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, s. 244-247)
243 Ulu Ârif Çelebi, Beyşehir’de hüküm süren Eşrefoğulları’nın hükümdârı Eşrefoğlu Mübâzereddin Mehmed Bey ile samîmî ilişkilerde bulunmuştur. Bu dönemde, Beyşehir’de Mevlevî zâviyesi bulunmaktadır. Bânîsinin Seyyid Cemâleddin olduğu bilgisine ulaştığımız zâviyenin hizmetinde bulunan Derviş Ali adındaki dervişin, zâviyenin matbahıyla yakından ilgilendiği ve güzel yemekler hazırladığı, bu konuda mâhir olduğu rivâyet
edilmektedir.
(Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 323, 340; KMMA, dosya no: 47/16; Mehmed Veled Çelebi, Konya Ahvâl-i Umûmiyye-i Târihiyesinden Mevlânâ ile Ricâli, s.822-824)
244 Ulu Ârif Çelebi döneminde, Akşehir’de bir Mevlevî zâviyesi bulunmaktadır. (Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 352-353)
245 Afyon’un Mevlevîlik târihindeki yeri ve önemi büyüktür. Erken dönemde tesis edilen mevlevîhâne, Konya Mevlânâ Dergâhı’ndan sonra gerek coğrafî açıdan, gerek hizmet etmiş zâtlar açısından Mevlevîliğin ikinci önemli merkezidir. Sultan Veled’in, kızı Mutahhare Hâtun’u Germiyanoğlu Süleyman Şâh (bir diğer rivâyete göre Germiyanlı Savcı Bey oğlu Umur Bey) ile evlendirmesi ve Afyon’un Konya’ya yakın bir merkez olması, Afyon’un Mevlevîlik târihindeki önemini arttırmıştır. Esâsen Afyon, Mevlânâ döneminde de önemli bir merkez olarak kaynaklarda karşımıza çıkmaktadır. Sultan Veled’in ve kardeşi Alâeddin’in sünnet merâsimleri Karahisarı Devle’de, dönemin pâdişahının da bulunduğu büyük bir düğünle gerçekleştirilmiştir. (Eflâkî, a.g.e.,c. I, s. 331) Ulu Ârif Çelebi de Afyon’a zaman zaman misâfir olmuş ve bu misâfirliklerde dönemin devlet adamları tarafından ağırlanmıştır. Mevlevîhânenin, bu ziyâretler esnâsında, Sâhibatâoğulları’nın kendisine mürîd olması netîcesinde bağışlanan bir arâziye inşâ edildiği tezi kuvvet kazanmaktadır. Esâsen, Karahisar Mevlevîhânesi’nde mukābele esnâsında edilen duâda Ulu Ârif Çelebi mevlevîhânenin bânîsi olarak zikredilmektedir. Karahisar Mevlevîhânesi’nin bir diğer önemli özelliği de; Karahisarlı III. Muhammed Ârif Çelebi (ö. 1052 h./1642 m.) Konya Mevlânâ Dergâhı çelebilik makāmına seçilene kadar mevlevîhânede, Hz. Mevlânâ Âilesi’nden gelenlerin, çelebilerin postnişîn olmasıdır. (İlgar, Yusuf, “Karahisar-ı Sâhib/Sultan Dîvânî Mevlevîhânesi”, Anadolu’nun Kilidi Afyon, s. 231-257; İlgar, Yusuf, “Afyonkarahisar Mevlevîhânesi Postnişînleri ve Mevlevî Meşhurları”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 235, 238; Eravcı, Mustafa, “Afyonkarahisar Mevlevîhânesi”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, s. 205; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 176)
246 Erken dönemde Mevlevîlik’le tanışıp, “Çelebiler Şehri” olarak anılan Kütahya’da Mevlevîliğin târihi Sultan Veled’e kadar uzanır. Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hâtun’u Germiyanoğlu Süleyman Şâh ile (bir diğer rivâyete göre Germiyanlı Savcı Bey oğlu Umur Bey) ile evlendirmesi, Germiyanoğullarıyla evlilik yoluyla kurmuş olduğu akrabâlık ilişkisi Kütahya’yı Mevlevîlik’le tanıştırmıştır. Eflâkî’de nakledildiğine göre, Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hâtun, Mevlevîliğin yayılmasında önemli rol oynamış ve “Rum ülkeleri”ndeki kadınların çoğu Mevlevîliğe intisâb etmişlerdi. (Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 386) Ulu Ârif Çelebi dönemine gelindiğindeyse; Kütahya Mevlevîhânesi’nin tesis edilmesi bu döneme denk gelmektedir. “Kütahya Fâtihi” olarak anılan, 634 h./1236 m.-644 h./1246 m. senelerinde Kütahya’da görev yapan ve Mevlevîliğe müntesib olan Hezâr Dînârî’nin inşâ ettirdiği, Celâleddin Ergūn Çelebi’den îtibaren de mevlevîhâne ve vefâtının ardından da türbe olarak kullanılan “Hezâr Dinârî Mescidi” Kütahya Mevlevîhânesi’nin çekirdeğini oluşturmaktadır. Sefîne’de, Hezâr Dinârî’nin Sultan Veled’in mürîdi olduğu rivâyet edilmektedir. (bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e.,c. I, s. 45-46; Doğan, Abdurrahman, Kütahya Ergūniyye Mevlevîhânesi, Sır Yayıncılık, Bursa, 2006, s. 19-26)
247 Amasya Mevlevîhânesi, ilk tesis edilen mevlevîhânelerdendir. Mevlevîhâne, 714 h./1314 m. senesinde, Alâeddin Ali Bey tarafından inşâ edilmiştir. Ancak kaynaklar, mevlevîhânenin tesîsinden evvel de, 675 h./1276 m. târihinde Veliyyüdin Ahmed Dede, 683 h./1284 m. târihinde Alâeddin Ali Dede, 699 h./1300 târihinde Celâledin Mehmed Dede vâsıtalarıyla Mevlevîliğin Amasya’da mevcut bulunduğunu ve mevlevîhânenin, Çelebi Hüsâmeddin’in (ö. 684 h./1285 m.) öğrencilerinden Mevlânâ Alâeddin tarafından kurulduğunu kaydeder. Menâkıbu’l-Ârifîn’de de, Çelebi Hüsâmeddin’in talebelerinden, Mevlânâ Alâeddîn’in, memleketi olan Amasya’da Mevlevîliğe hizmet etmek amacıyla izin istediği ve Çelebi Hüsâmeddin’in de icâzetnâme verdiği anlatılır. Çelebi Hüsâmeddin’in ölüm târihi göz önünde bulundurulduğunda, mevlevîhâneyi tesis edenin Çelebi Hüsâmeddin’in talebelerinden değil, başka bir zât olduğunu düşünmekteyiz. (Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 284; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 254)
248 Niğde’ye Ulu Ârif Çelebi’nin bir defâdan fazla gittiğini; burada sâdık mürîdlerinden Nasûhiddîn Sebbâğ’ı halîfe olarak bıraktığını ve burada büyük bir Mevlevî topluluğunun bulunduğunu bilmekteyiz.
249 Kaynaklarda, Ulu Ârif Çelebi’nin Sivas’a en az üç kez gittiği ve Ulu Ârif Çelebi döneminde Sivas’ta bir mevlevîhâne bulunduğu bilgisi mevcuttur. (Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 259, 268; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 247)
250 Ulu Ârif Çelebi’nin seyâhat ettiği yerlerden biri de Tokat’tır. Tokat’ta Mevlevîliğin geçmişi Mevlânâ dönemine kadar uzanmaktadır. Mevlânâ zamânında, Fahreddin Irâkî, Muîneddin Pervâne’nin dâveti, Mevlânâ’nın müsâadesiyle Tokat’a gitmiş; Muîneddin Pervâne’nin inşâ ettirdiği büyük bir hankāhda irşâd faâliyetine başlamış; Tokat halkına Mevlânâ muhabbetini aşılamıştır. Ulu Ârif Çelebi döneminde de, Ulu Ârif Çelebi’nin Tokat’ta, Konyalı Hoşlikā adında bir halîfesi bulunmaktadır. Ayrıca, Ulu Ârif Çelebi, bâzı seyâhatlerinde yalnız bulunmamakta, kendisine annesi Fâtıma (Kirake) Hâtun da eşlik etmektedir. Tokat, Ulu Ârif Çelebi’nin annesiyle birlikte seyâhat ettiği yerlerdendir. (Eflâkî, a.g.e.,c. I, s. 431; c. II, s. 278, 326)
251 Ulu Ârif Çelebi’nin en az iki defa gittiği, Lâdik şehrinde Ulu Ârif Çelebi döneminde, bir Mevlevî zâviyesi bulunmaktadır. Lâdik şehrinin âlimlerinden başlangıçta Ulu Ârif Çelebi’nin önde gelen mürîdânı arasındayken,
Eflâkî’nin ifâdesiyle, “samîmî dostlar, büyük tehlikededir” mûcibince, gurûra kapılarak genel temâyülün aksine Ulu Ârif Çelebi’nin etrâfında oluşan sevgi halkasına muhâlefet eden Necmeddin Kavser’in bu tavrına karşılık Ulu Ârif Çelebi burada bir mevlevî zâviyesi kurulmasını emretmiş; zâviyede, Mevlânâ Kemâleddin, Mevlânâ Muhyiddin ve Mesnevîhan Tâceddin adlı mürîdlerini görevlendirmiştir. (Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 271, 331-332)
252 Ulu Ârif Çelebi’nin, bir seyâhati esnâsında, Alanya’da, uzun süren bir hastlalık dönemi geçirdiğini; iyileştikten sonra da Antalya’ya doğru seyâhatine devam ettiğini kaynaklar rivâyet etmekte, ancak erken dönemde Antalya’da Mevlevîlik faâliyetleri hakkında bir bilgi iletmemektedirler. (Eflâkî,a.g.e., c. II, s. 316)
253 Çorum’da Mevlevîliğin târihi, Ulu Ârif Çelebi dönemine dayanmaktadır. Günümüze ulaşan vakıf kayıtlarından Ulu Ârif Çelebi ve Melîke Hâtun dönemlerinde Çorum’da mevlevîhânenin varlığından bahsedilmekte ve birçok vakfiyeyi hâiz olduğu bilgisi bulunmaktadır. Vakfiyelerde adı geçen Melîke Hâtun’un Mevlânâ’nın kızı (Efendibûle) Melîke Hâtun olduğu sanılmaktadır. Ancak Mevlânâ’nın kızı Melîke Hâtun, Ulu Ârif Çelebi henüz 8 yaşındayken, 678 h./1280 m. Konya’da vefat etmiştir. 682 h./1283 m. târihli vakfiyede mevlevîhânenin tesis târihi 680 h./ 1281 m. olarak gözükmektedir. Dolayısıyla, Ulu Ârif Çelebi’nin, halası Melîke Hâtun’la vakfiyede adının geçmesi mümkün gözükmemektedir. Ayrıca kaynaklarda, Melîke Hâtun’un sürekli Konya’da bulunduğuna dâir ifâdeler bulunmaktadır. Eflâkî’nin naklettiğine göre, Melîke Hâtun eşi Hacı Şihâbeddîn Rugânî Karamidî adlı zâtın cimriliğinden Mevlânâ’ya dert yanmıştır. Başka bir olayda zikredildiğine göre ise; Melîke Hâtun câriyelerinden birini azarlamasına Mevlânâ şâhid olmuş ve bu konuda Melîke Hâtun’a nasîhatte bulunmuştur. Nakledilen bu olaylar, Melîke Hâtun’un Konya dışında ikāmet etmediğini göstermektedir. Ancak, Ankara’da Melîke Hatun tarafından kurulan Hacıdoğan Mahallesi ve Karyağdı Türbesi’nde Melîke Hâtun’a atfedilen bir mezar taşı üzerinde 682 h./1283 m. târihi bulunmaktadır. Biz buradan yola çıkarak, vakfiyede adı geçen Melîke Hâtun’un, Ulu Ârif Çelebi’nin 697 h./1297 m. senesinde vefat eden, evliliği ve âilesi hakkında bilgi sâhibi olmadığımız kızı olduğunu düşünmekteyiz. (Eflâkî, a.g.e.,c. I, s. 355, 438; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 197-198; Haksever, Ahmet Câhid, “Çorum’da Mevlevîlik: Târihî Süreci ve Son Temsilcileri”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, sy: 19, Ankara, 2007, s. 146-147; Şahin, Kâmil, “Çorum Mevlevîhânesi”, X. Millî Mevlânâ Kongresi, Konya, 2002, s. 98, 102)
254 Önder, a.g.e.,s. 174; Bu bilgi Sahîh Ahmed Dede’de, Ulu Ârif Çelebi’nin posta oturduğunda 42 yaşında olduğu şeklindedir. Ulu Ârif Çelebi’nin doğum senesini 1272 olarak aldığımızda ve Sultan Veled’in vefâtından birkaç gün önce, 1312’de Çelebi’yi posta geçirdiğini kabul ettiğimizde Ulu Ârif Çelebi posta oturduğunda 40 yaşında olmaktadır. (Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 211)
255 Ahmed-i Sipehsâlâr, Menâkıb-ı Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn Rûmî – Sipehsâlâr Tercemesi, (haz: Ahmed Avni Konuk), s. 142; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e.,s. 213; Ulu Ârif Çelebi’nin vefâtıyla ilgili Târîhçe-i Aktâb’da;
O şâh-ı kişver-i keşf ü kerâmet
Yedi yüz ondokuzda etti rıhlet
Meh-i zilhiccenindi yigirmi dördü
Se-çenbe gün bisât-ı cismi dördü
(Târîhçe-i Aktâb, s. 4)
256 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 243; Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 208
257 Çelebi’nin kerâmetleri için bkz: Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 234-366
258 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 299
259 Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 273
260 Ulu Ârif Çelebi’nin Mevlevîliğe hizmetleri için bkz: Eflâkî, a.g.e.,c. II, s. 234-366
261 Ulu Ârif Çelebi’nin, Tebriz’den Sultaniye’ye yaptığı bir seyâhat sırasında, Kırşehir’li Şehâbeddin Muîd tarafından, Çelebi’ye Necmüddin Dâye’nin Bahru’l-Hakāik ve’l-Meânî adlı tefsiri hediye edilmiştir. Ulu Ârif Çelebi de kendisine hediye edilen nüshayı Kastamonu’lu Mevlânâ Alâeddîn adındaki mürîdine hediye etmiş, o döneme kadar “Rum Diyârı”nda bulunmayan eser, bu seyâhat sonrasında Anadolu topraklarına girmiştir. (Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 329-330; Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1998, s. 144-150)
262 Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 212;Eflâkî, a.g.e.,c. I., s. CXIII; c. II, s. 364
263 Eflâkî, a.g.e., c. I, s. VII
264 Eflâkî, a.g.e., c. II, s. 328-329
265 Vanlıoğlu, Mehmet, Ulu Ârif Çelebi ve Dîvân’ının Tenkidli Metni, basılmamış doktora tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 1991