MAKAM ÇELEBİLERİ – 18) II. Hacı Bostan Mustafa Çelebi
Betül SAYLAN*
MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ
18) II. Hacı Bostan Mustafa Çelebi (d. 1055 h./1645 m. – ö. 1117 h./1705 m.)*
Abdülhalim Çelebi ile III. Muhammed Ârif Çelebi’nin kızı Âişe Hanım’ın büyük oğlu olan II. Bostan Çelebi, 1055 h./1645 m. târihinde dünyâya gelmiştir.507 Esmerliği sebebiyle “Kara Bostan”508 olan anılan Çelebi, gençliğinde Elmalılı Halil Efendi’den509 ders almıştır. Babası Abdülhalim Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde Dergâh’ın ve dervişânın meseleleriyle ilgilenen II. Bostân Çelebi, 35 yaşındayken de, babasının vefâtı akabinde, babasının işâreti üzerine postnişîn olmuştur.510
Pîr Hüseyin Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinin son demlerinde, 1077 h./1667 m. târihinde yasaklanan ve Abdülhalim Çelebi zamân-ı meşîhatinde devam eden semâ ve devran yasağı, II. Bostân Çelebi’nin postnişîn olmasından 5 sene sonra, 18 senelik bir müddet nihâyetinde serbest bırakılmıştır.511
Semâ yasağının kaldırıldığı gün, ferman Dergâh’a ulaşmadan evvel, II. Bostân Çelebi’nin, semâhâneye 18 tennûre getirilmesini emrettiği, Çelebi’nin emrettiği tennûreler hazırlandıktan sonra ise, Dergâh’a yasağın kaldırıldığını bildiren fermânın ulaştığı rivâyet edilmektedir. Abdülhalim Çelebi’nin II. Bostân Çelebi’ye verdiği, meşîhatinden 5 sene mürûrunda gerçekleşecek müjde de böylece vücûda gelmiştir.512
Sultan II. Süleyman zamân-ı saltanatında, II. Viyana Kuşatması’nda kaybedilen toprakların geri alınabilmesi için, 1101 h./16120 m. senesinde bir sefer düzenlenmiş ve herkes seferber edilmişti.513 II. Bostân Çelebi de berâberindeki kalabalık bir dervişân topluluğuyla Edirne’de kurulan karargâha vâsıl olduğunda; dervişânın çok kalabalık olduğu ve bu kalabalığın fitneye sebep olabileceğinden endîşe edildiği ileri sürülerek514 Konya’ya avdet edip, Dergâh-ı Mevlânâ’da zafer için duâcı olmalarının her zâviyeden daha güvenli olduğu söylenmiştir. Sefere katılamadığı için çok üzülen II. Bostan Çelebi dervişleriyle Konya’ya avdet etmiştir.515
II. Bostân Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, Osmanlı Devleti’nde uzun müddet devam eden Celâlî İsyanları’nın etkileri görülmeye devam etmiştir. Bu sebeple, Konya Dergâhı isyan mağdûru Konya ahâlisinin ilticâ ettikleri bir mekân, Çelebi efendiler de Konya ahâlisinin himâyedârı olmuşlardır. 516 Bu meyânda, Sefîne’de bir olay nakledilir: Konya civârında, makbul bir zât olmayan ve “Hoşaf” lakaplı bir imam, Konya Mevlânâ Dergâhı’nı vergiden muâf olmaları sebebiyle defâatle Saray’a şikâyet etmiştir. Devlet erkânının önemli isimleri ise, gelen şikâyetler karşısında Konya Mevlânâ Dergâhı’nın vergi muâfiyetini tecdîd etmişler ve II. Bostân Çelebi’ye de uğradığı haksızlık karşısında gönül almak kabîlinden hediyeler göndermişler. Çelebi Efendi’nin ve Dergâh’ın uğradığı bu haksızlık karşısında tahammül gösteremeyen dervişân ve muhibbân, bu olayı tertipleyen imama karşı bir sûikast tertip etmişler, bunu öğrenen II. Bostân Çelebi ise; “Biz kimseden kırılmadığımız gibi, kimseyi de kırmayız. İmam ve cemâat arasında ne işimiz olur” buyurarak buna mâni olmuştur. Daha sonra bu duruma sebebiyet veren imam, yargılanmak üzere mahkemeye çıkarılacağı sırada, Konya’da bir bağda sarhoş ve uygunsuz vaziyette yakalanmıştır. Hakkında,“Muktedâ-yı nâs iken, muktedî-i cinâs olup, bu makūle irtikâbın sâhibi, ibret-i âlem olmak gerektir” buyurulmuş ve idâmına karar verilmiştir. Bu durum Çelebi’ye arz edildiğinde ise Çelebi; “Hoşaf sizindir, ister için ister…” buyurmuştur. Netîcede, imamın ibret-i âlem olması için îdam edildiği ve bu Çelebi’ye arz edildiğinde de Çelebi’nin imam için af ve rahmet dileyerek duâ ettiği rivâyet edilmektedir. Çelebi’den bu tahammülünün sebebi suâl edildiğinde ise Çelebi, muhibbâna hitâben; “O kendi başını işi için sarf etti ve serdarlığa erişti, siz ise rahat bir şekilde kaldınız; öyleyse bu nîmete şükretmek ve onun hayırlı olması için duâ edin” cevâbını vermiştir. Ayrıca, imamın işbirlikçisi olup, daha sonra Çelebi Efendi’den özür dileyen âsîlere ise; “Siz onun kolu kanadı idiniz, eğer sizin hayranlığınız olmasaydı zavallı imam liderliğe erişmezdi. Öyleyse herkesin kendi eksikliğini iyi düşünmesi gerekir ve onun hakkında bu işte adâletli davranmak Gaffâr olan Allâh’ın mağfiret ve affını ummaktır” buyurarak nasîhat etmiştir. Mustafa Sâkıb
Dede, II. Bostân Çelebi’nin bu şekilde davranarak, “ Ölülerinizi ancak hayırla yâd ediniz 517” hadîs-i şerîfine münâsip hareket ettiğinin altını çizmektedir. 518 Ayrıca II. Bostân Çelebi’nin, “Pes, fesâd-ı râh-ı kîne ve hasedimizde izâat-i bizâat-i ömr-i nâzenîn ve fedâ-yı ser ü cân-ı şîrîn edince, muktezâ-yı şîme-i mürüvvet ve mübteğā-yı şükr-i inâyet onların rûh-ı nefîslerine şefkat, ve recâ-yı afv ve mağfirettir” buyurarak irşâdda bulunmasının da birçok kimsenin Mevlânâ Dergâhı’na ilticâ ederek, mürîdânı arasına katılmasına vesîle olduğu rivâyet edilmektedir.519
II. Bostân Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, Konya kadısı olan Lühûmî Ali ismindeki kimseyle de birtakım meseleler cereyân ettiği Sefîne’de nakledilmektedir: Lühûmî Ali ismindeki Konya kadısı, Mevlânâ Türbesi’nin batısında bulunan, Sultan Selim Câmii yakınındaki ve Dergâh’ın matbahına âid olduğu herkesin mâlûmu olan bahçeyi, yüksek bir vergiyle başka bir vakfa tahsis etmek için, vakıf mütevellîsini ve o zaman Dergâh’ın aşçı dedesi520 olan Aşçı Dede Câfer Dede’yi mahkemeye vermiş. Ancak mahkeme netîcelenmeden ve bahçenin Dergâh yedinde olduğu beyân edilmeden, Mevlânâ Dergâhı’nın “Bâb-ı Hamûşân” olarak bilinen kapısına gelerek, bahçeyi başka bir vakfa yüksek bir fiyatla tahsîs edeceğini bildirmiş ve bunu iletmesi için Câfer Dede’yi II. Bostân Çelebi’ye göndermiş. Câfer Dede, vaziyeti ve kadının talebini Çelebi’ye iletmiş. II. Bostân Çelebi de kadının başka bir vakıftan tahsil edeceği miktârı kadıya vermiş ve kadının kendisine de bâzı hediyeler ihsân ederek kadıyı geri göndermiş. Elindeki bütün malvarlığını bu mesele için harcayan ve üstelik Kadı’ya da hediyeler ihsân eden Çelebi, dervişânın bu meseleden tedirgin ve kırgın olduklarını müşâhede etmiş. O gece, II. Bostân Çelebi, hocası Elmalılı Halil Efendi ile istişâre etmiş ve “Ey Halil! Sevinç ve sıkıntı zamânlarında, senin büyük ecdâdından müjdedir ki, beklenmedik bir inâyet ansızın yetişir!” buyurmuş. Halil Efendi ise, bunun alâmetinin ne olduğunu suâl edince, Çelebi; “Vicdânımda, bütün acılarla birlikte sebepsiz bir huzur duyuyorum. Şüphesiz ki bu, iyi şeylerin habercisidir” buyurmuş. Esâsen de, o gece, gece yarısı, herkes uykudayken, devlet görevlisi biri Dergâh’a gelerek, Çelebi’ye, şeyhülislâm tarafından gönderilmiş mühürlü bir kese takdim etmiş. Sabah olduğunda, kapıcının getirdiği kesenin mührü açılmış, içerisinde bulunan resmî evrâk arasında vâli vekillerinin yazışmaları, fetvâ bildirimleri, şehir eşrâfının yazışmaları ve bâzı askerî erkânın azl ve atama kararnâmeleri bulunduğu görülmüş. Ancak, hizmette bulunan kimselerin isimlerinin yazılı olduğu kısmın yazısız olduğu müşâhede edilmiş. Yâni, Çelebi Efendi’nin şeyhülislâmın yerine vekil tâyin edilerek, vazîfesini hak etmeyen kimseleri bildirmesinin talep edildiği, reyine başvurulduğunu bildiren bu belgeyi II. Bostân Çelebi, Kadı Lühûmî Ali Efendi’nin azli için imzâlamış. Ve bu nîmetin şükrü ve sevinciyle, dervişler ile birlikte Meram’a yönelmişler. Meram’a geldiklerinde ise, Kadı Lühûmî Ali Efendi’nin taraftarları ile karşılaşmışlar. Kadı’nın taraftarları, Kadı’nın azl ve firârının şaşkınlığı ve karârı kimin verdiğinin merâkıyla aralarından Deveci Ali Efendi isimli bir arkadaşlarını mevlevî dervişlerinin yanına göndermişler. Ta’zimle karşılanan Deveci Ali Efendi, herhangi bir cevap alamadan arkadaşlarının yanına dönmüş, ardından Sinan isimli bir arkadaşlarını derviş topluluğunun yanına göndermişler. Yine büyük bir ta’zimle karşılanan bu kişi de eli boş olarak arkadaşlarının yanına dönmüş. Kadı Lühûmî Ali Efendi taraftarları Kadı’nın neden azledildiğini öğrenememişler.
Sefine’de, işin aslı şu şekilde ifâde edilmektedir: Kadı Lühûmî Ali Efendi ve taraftarlarının bulundukları bir meclise devlete yakın olan bir isim katılmış. Devlete yakın olduğunu, kimliğini gizleyerek fâsid kimselerin merâmlarının Hz. Mevlânâ evlâdını tâciz etmek olduğunu öğrenmiş. İstanbul’a döndüğünde, zamânın sadrâzamı Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa’nın (ö.1102/1691) 521, ahvâl-i memleket üzerine yaptığı bir toplantı esnâsında, Konya’daki fâsid kimselerin kurdukları tuzağı anlatıp, “pîşîn-i kaziyye-i ahâlî-i dârü’l-velâyeyi îrâd ve murâdları mahzâ tahkîr ve tezyîf-i fukarâ-yı bâbullâhdır” diyerek Saray’ı durumdan haberdâr etmiş. Sadrâzam Köprülüzâde, Kadı’nın azledilmesine karar verip, bu karârın fetvâsını zamânın şeyhülislâmı Ebû Saîdzâde Feyzullâh Feyzi Efendi’ye (ö. 1110 h./1698 m.) 522 havâle etmiş. Şeyhülislâm Feyzullâh Feyzi Efendi’nin Kadı’nın azline fetvâ verip, resmiyete geçirmesiyle de azl gerçekleşmiş, II. Bostân Çelebi’nin de gönlünü almak kabîlinden olarak imzâlaması için azl kâğıdı gönderilmiş. II. Bostân Çelebi’nin ise, Konya Mevlânâ Dergâhı ve Hz. Mevlânâ âilesinin mâruz kaldığı bu haksızlık karşısında şükredip gönlünün rahatladığı rivâyet edilmektedir. Meselenin aslı anlaşıldıktan sonra, Çelebi’nin Kadı’ya bahçe için ödemiş olduğu miktar tekrar Çelebi’ye takdim edilmiş, ancak II. Bostân Çelebi almakta tereddüd etmiş, para bu esnâda gelen mutribâna ihsân edilerek, mütevellî heyeti de af edilmiş.523
Sefîne’nin tâbiriyle “Lühûmî Vak’ası”nda azledilen birtakım asker, Lühûmî Ali Efendi taraftarlarıyla yekdil olup, Sultan II. Ahmed’e (ö. 1106/1695)524 başvurup, durumdan şikâyetçi olmuşlar. Esâsen olayın künhüne de vâkıf olmayan pâdişah, II. Bostân Çelebi’nin sürgüne gönderilmesini fermân buyurmuş. Daha sonra, Lühûmî meselesinin içyüzüne vâkıf devlet erkânı tarafından mâlumât sâhibi olan pâdişah, II. Bostân Çelebi’nin hac ziyâreti yapmasını emretmiş. Ve Çelebi’yi, devlet erkânıyla birlikte Emîr-i Hacc,525 Emîn-i Surre526 olarak hacca göndermek istemiş. Ancak Çelebi, bu emre râzı olmayarak “Biz böyle çarpık işle hac emrine teşebbüs etmeyiz” buyurmuş ve Şam’a hicret etmek üzere hazırlıklara başlamış. Bu durumun bir sıkıntıya sebebiyet vermesinden endişe eden şeyhülislâm Ebû Saîdzâde Feyzullâh Feyzi Efendi, II. Bostân Çelebi’yi teskin ederek, pâdişahın hac yolculuğunu kabul etmesini sağlamış. Çelebi Efendi’nin hac yolculuğuna çıkması esnâsında Dergâh ve çevresinde muazzam bir kalabalık toplandığı ve bu kalabalığın, Çelebi Efendi’nin sürgüne gönderilircesine hacca gönderilişine sitemler yağdırdıkları, Çelebi Efendi’nin tez zamandan makāmına ric’at edebilmesi için duâ ettikleri rivâyet edilir. Bu duâların da derhâl kabul olduğu ve Çelebi Efendi’nin sâlimen hac vazîfesini tamamlayarak Konya’ya avdet ettiği; Çelebi’nin avdetinden kısa bir süre sonra da Sultan II. Ahmed’in vefat haberinin geldiği rivâyet edilmektedir. 527 Mecbûrî hac ziyâreti sonrasında tekrâr muhabbet tâzelendiği; II. Bostân Çelebi’nin avdeti dervişân için bir diriliş olduğu ifâde edilmekte ve Sâkıb Dede, Çelebi’nin avdeti için şu beyti kaleme aldığını kaydetmektedir:
Gûş eyleyicek müjde-i teşrîfini Sâkıb
Dedi yerine geldi yine rûh-ı revânım528
II. Bostân Çelebi, hac yolculuğundayken, âniden yüzlerinin ayna gibi parladığı ve alınlarından bir nurun parıldadığı müşâhede edilmiş, ancak bu vaziyet zaman kısıtlı olduğundan suâl edilmeden, hayra yorularak yola devam edilmiş. Hacdan sâlimen avdet ettikten sonra, kendisinden hac hâtıraları suâl edildiğinde, Çelebi hüzünlenip ağlayarak, Mevlânâ Türbesi’ne vedâları esnâsında Hz. Mevlânâ’nın temessül edip, Çelebi Efendi’yi tesellî ettiği; “Benim Bostan’ım üzülme, güzelce git ve güzelce gel” buyurarak, Çelebi’yi hüzünlendiren gurbet tasasını giderdiğini ve Çelebi Efendi’yle berâberindekileri şefkatle yolcu ettiğini anlatmış ve dervişân ile, seferde ve hazarda, her dâim, Hz. Mevlânâ’nın taht-ı himâyesinde olduklarına şükretmişler.529
II. Bostân Çelebi, hac ziyâretindeyken, Dergâh’a âid vakıf ve müesseselerle ilgili bâzı meseleler cereyân etmiştir: Mustafa Sâkıb Dede’ye göre, Vânî Mehmed Efendi’nin (ö. 1096h./1685 m.)530, insanlar arasına fesad tohumları atarak vefat etmesinin ardından, Vânî Mehmed Efendi taraftarlarının bir miktâr içi soğumuş, öfkesi yatışmış iken; Şeyh Muhammed Mısrî’nin; “Vânî ölmedi, belki evvelden daha şiddetli zuhûr edecektir” ifâdesiyle belirtildiği üzere, tekrar patlak vermiş ve padişâh II. Mustafa (ö. 1115 h./1703 m.) zamân-ı saltanatında, Vânî Mehmed Efendi’nin dâmâdı ve pâdişah II. Mustafa’nın da Vânî Mehmed Efendi’den sonra hocası olan Seyyid Feyzullâh Efendi (ö. 1115 h./1703 m.)53 1 eliyle devam etmiştir. Sefîne’nin “Vânî-i Sânî” olarak andığı şeyhülislâm Seyyid Feyzullâh Efendi’nin icrâatlarının ulemâya da sıkıntı vermeye başlamasıyla, ulemâ beyninde yükselen şikâyet sesler ve II. Bostân Çelebi başta olmak üzere meşâyıhdan imdâd dilekleri Çelebi’ye ulaştığında Çelebi; “İş sırayladır. Bana Vânî isâbet etti, sizin hissenize de Vânî-i Sânî düştü. Sabır gereklidir ki, sabır ferahın anahtarıdır” buyurarak, kendisinden imdâd talep edenlere nasîhatta bulunmuştur. Zirâ, Vânî Mehmed Efendi’nin icrâatları esnâsında muhafaza-i makam sebebiyle yapılan haksızlıklar karşısında sessiz kalan, dervişânın çektiği sıkıntılara göz yumup kenara çekilenlerin, “Beni velî olarak küçümseyenlere ben savaş açarım” gereğince, onların uğradıkların sıkıntıların misline mâruz kaldıkları nakledilmektedir.532
Bütün bu hâdiselerden sonra, II. Bostân Çelebi, o zamânda Karaman vâlisi olan ve Sefîne’de “Kara Mustafa Paşazâde”533 olarak anılan Karaman vâlisinin hakkında hükümete yazdığı şikâyetnâmeler sebebiyle Kıbrıs’a sürgüne gönderilmiştir. Ancak Çelebi’nin sürgüne gönderilmesinin üzerinden 21 gün geçmesinin akabinde, Karaman vâlisi, vazîfesinden azledilmiş ve Van’a sürgüne gönderilmiştir. Çelebi’nin sürgüne gönderildiği zamânda sadârette bulunan, Çelebi’nin sürgüne gönderilmesine yardımcı olan Kalaylıkoz Ahmed Paşa’nın ardından sadrazâm olan Baltacı Mehmed Paşa (ö. 1124 h./1712 m.) 534 ise, vazîfeye geldikten hemen sonra, dervişânı derin hüzne boğan sürgün cezâsını geri çekmiştir.535
II. Bostân Çelebi’nin Kıbrıs’a sürgüne gitmesinin üzerinden 40 gün geçtikten sonra, Çelebi; “Sefer çilesi geçmiştir. Bundan sonrası hazar hâlidir” buyurmuş, esâsen de bu ifâdeden kısa bir müddet sonra, Çelebi’nin sürgün cezâsının sona erdiği haberi ulaşmış ve Çelebi Konya’ya avdet etmiş, bir daha da yolculuk sıkıntısı çekmemişlerdir.536
II. Bostân Çelebi’nin Kıbrıs sürgünü esnâsında makām-ı meşîhate amcası Celâl Çelebi nezâret etmiştir. Ancak, değil meşîhat vazîfelerini yerine getirmeyi matbah idâresinden bile âciz olacak yaşlılıkta olan Celâl Çelebi’nin yerine, dervişânın ittifâkıyla II. Bostân Çelebi’nin oğlu Muhammed Sadreddin Çelebi vekil tâyin edilmiştir. II. Bostân Çelebi’nin Konya’ya avdetinden sonra Muhammed Sadreddin Çelebi babası II. Bostân Çelebi’ye vazîfeyi teslim etmek istediğinde II. Bostân Çelebi; “Hâşâ ki, Bostân kalksın, dînin Sadr’ını işgāl etsin” buyurmuş; Muhammed Sadreddin Çelebi’nin vazîfeye devam etmesine müsâade ederek, kendisi uzlete çekilmeyi arzu ettiğini beyân etmiştir. Ancak, Muhammed Sadreddin Çelebi; bunu kabul edemeyeceğini beyân etmiştir.537
Ebûbekir Çelebi zamân-ı meşîhatinde Hz. Mevlânâ Türbesi’nde vukū bulan Hz. Mevlânâ’nın sandukasının açılması hâdisesinin akabinde sandukada meydana gelen tahrîbât ve II. Bostân Çelebi zamân-ı meşîhatinde Konya’da vukū bulan büyük zelzele sebebiyle Kubbe-i Hadrâ’da meydana gelen hasarın tâmir edilmesi için II. Bostân Çelebi; “Onun harap olması zümrütten yapılmış kubbenin harap olması ile denktir. Benim ulu ceddim komşularını korumak için kendi kubbesinin külâhını feda etmiştir” buyurmuş ve kendi malvarlığıyla tâmirâtı gerçekleştirmek istemiştir. Ancak, Hz. Mevlânâ Türbesi devlet eliyle inşâ edildiğinden, tâmirât için Saray’a başvurmak gerekmiştir. Bu başvuru karşısında pâdişah II. Mustafa “İntisâb-ı nesebiyeleri kâfîdir.
Bu hidmet-i ta’mîr dahi bizlerindir ki, Sultanü’l-Ârifîn’e vesîle-i intisâbımız olsun” buyurarak, tâmir masraflarının devlet tarafından karşılanmasını emretmiştir. Bu esnâda, Sadrazâm Köprülü Mehmed Paşa’nın (ö. 1072 h./1661 m.)538 kardeşi Hasa Ağa’nın oğlu olan, aynı zamânda Yenikapı Mevlevîhânesi postnişînlerinden Kārî Ahmed Dede’nin539 de müntesiblerinden olan ve târihte “Amcazâde” lakabıyla anılan, Amcazâde Hüseyin Paşa (ö. 1114 h./1702 m.), pâdişah II. Mustafa’nın huzûruna üç kez çıkarak tâmir masraflarını karşılamasını müsâade edilmesini ricâ etmiştir.540 Ve nezr-i mevlevî541 olmak üzere 18 kese ve dervişlere de hırka bahâsı olmak üzere de 3 kese altın göndermiş ve “Eğer onların hizmeti mâl ileyse, bu fakîr de cisim ve canıyla bu hizmeti tamamlamak arzûsundadır ” diyerek, II. Bostân Çelebi’nin himmetini talep etmiştir.542
II. Bostân Çelebi zamân-ı meşîhati, Vânî dağdağasının tamâmen sona erdiği ve dervişlerin eski şevk ve muhabbetleriyle hizmetlerine devam ettikleri bir zaman olmuştur. Semâ yasağı zamânında da bir nev’i fetret devri yaşayan mevlevîhânelerin uyandırılması için II. Bostân Çelebi’nin ziyâdesiyle hizmet ettiğini, dağılan dervişleri topladığını, mevlevîhâneleri düzenleyip, buralara şeyhler tâyin ettiğini ve Dergâh’a âid vakıfların haklarını ne pahasına olursa olsun koruyup gözettiğini ve bütün bu zorluklara da büyük bir tahammül gösterdiğini söylemek mümkündür.543
II. Bostan Çelebi, 27 sene postnişîn olarak vazîfe yaptıktan sonra, 1117 h./1705 m. senesi şevval ayının 13. çarşamba günü, 65 yaşındayken vefat etmiştir.544 Vefâtından bir gün önce, şeyh libâsıyla dervişlerin huzûruna çıkarak; “Niyâzımın geri kalanı şehitlik mertebesiydi, onu da şerefli atamın mukaddes sırrı hürmetine revâ gördüler. Bir aziz geldi, beni bir fakiri dâvet etmem için gönderdiler ve kulluk dışındaki zikirleri menzilin evi yaptım. Gidin! Güzel kokular, tilâvet ve zikirle ev sâhipliği yapın!” Mübtelâ olduğu hastalığının ilerlediğini de hissettiğinden, postnişîn olarak kimi tâyin ettiği suâline; “Halefim, selefim Sadreddin’dir. Onun önüne geçmeyin” buyurarak, daha önce de kendisinin yerine vekâlet eden büyük oğlu Muhammed Sadreddin Çelebi’yi işâret etmiştir.545
507 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 308; Târîhçe-i Aktâb Çelebi’nin doğumu hakkında;
Bin elli beşde de Bûstân-ı Sânî
Cihânı eyledi aşk gülistânı
mısrâlarını kaydetmiştir. (Târîhçe-i Aktâb, s. 10)
508 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 183; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 168; Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, s. 251
509 Elmalılı Halil Efendi: Günümüzde Antalya’ya bağlı olan Teke’nin, Elmalı köyünden olan Elmalılı Halil Efendi, Sefîne’nin naklettiğine göre Konya meşâyıhından Kösec Ahmed Dede’nin mürîdi olmuştur ve Kösec Ahmed Dede’nin 1195 h./1780 m. târihinde vefâtının ardından II. Bostân Çelebi’nin halkasına dâhil olmuştur. Ancak, târihler göz önünde bulundurulduğunda bu mümkün görünmemektedir. Zirâ, Kösec Ahmed Dede’nin vefat târihi olan 1195 h./1780 m., Elmalılı Halil Efendi’nin II. Bostan Çelebi’yle teşrîk-i mesâi etmesi için oldukça geç bir târihtir. Nitekim, II. Bostân Çelebi’nin vefat târihi 1117 h./1705 m.’dir. Hattâ bu tarih, Mustafa Sâkıb Dede’nin Kösec Ahmed Dede’den eserinde bahsetmesi için bile geç bir târihtir. Zirâ, Sâkıb Dede’nin de vefat târihi, Kösec Ahmed Dede’den bir hayli önce, 1147 h./1735 m.’dir. Burada bahsi geçen Kösec Ahmed Dede’nin, başka bir Kösec Ahmed Dede olduğunu düşünmekteyiz. Elmalılı Halil Efendi, II. Bostân Çelebi’nin halkasında iken, vefat etmiş ve vasiyetinde her zaman dervişlerin gözü önünde bulunmak ve duâlarına nâil olmayı beyân etmesi hasebiyle, Hz. Mevlânâ Türbesi duvarı dibine defnedilmiştir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 186-187; Muslu, Ramazan, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 240-241)
510 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 183; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 316; Esrâr Dede, a.g.e., s. 49-50
511 1095 h./1683 m. târihinde kaldırılan yasak için dervişlere nisbetle “nağme”, devlet erkânına nisbetle ise “gussa” târihi düşülmüştür. Târîhçe-i Aktâb müellifi Ahmed Remzi Dede ise eserinde semâ yasağının kalkışını şu mısrâlarla kaydetmiştir:
Açıldı tekyeler başlandı nağme
Bunun devrindedir târîh-i “nağme” (1095 h.)
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 180; Târîhçe-i Aktâb, s. 10)
512 Mustafa Sâkıb Dede, semâ’ın serbest bırakıldığı esnâda Dergâh’daki dervişler arasında bulunduğunu; bu vesîleyle kaleme aldığı bir şiiri de Çelebi Efendi’ye takdim ettiğini belirtmektedir. Şiir, Sefîne’de yer almaktadır.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 192)
513 Sefîne’de nakledildiğine göre, seferden önce “cümleye lüzûm-ı cihâdı nâtık” bir fermân yayınlanmış ve herkes sefere çağırılmıştır.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 188)
514 Derviş topluluğunun çok kalabalık olmasının yanı sıra, askerî eğitim görmemiş olmaları; bu eğitimsizliğin de bir kargaşaya sebep olabileceğinden de endîşe edildiği ve dervişlerin orduya ilhâkına müsâade edilmediğini düşünmekteyiz.
515 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 189-1120
516 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 184
517 Teyâlisî, Müsned, 1494 no’lu hadiste لَ تذكروا موتاكم الَ بالخير olarak geçmektedir.
518 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 184-185
519 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 185
520 Aşçı Dede: “Ser-tabbâh” da denilen “aşçı dede”, tarîkate yeni intisâb etmiş dervişlerin (nev-niyâz) tahsil ve terbiyeleriyle görevli olan Dergâh zâbitânındandır. Matbahtaki mânevî eğitimin, çilenin sorumlusu olan kimsedir. Çilesini tamamlamış dedelerin terbiye ve tahsillerine karışamaz. Bu “ser-tarîk”, “tarîkatçı dedeler”in vazîfesidir.
(“Aşçı Dede” için bkz: Arpaguş, Mevlevîlik’te Mânevî Eğitim, s. 114-115)
521 Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa hakkında bilgi için bkz: Özcan, Abdülkadir, “Köprülüzâde Fâzıl Mustafa
Paşa”, DİA, c. XXVI, s. 263-265
522 Ebû Saîdzâde Feyzullâh Feyzi Efendi için bkz: İpşirli, Mehmet, “Feyzullâh Feyzi Efendi, Ebû Saîdzâde”,DİA, c. XII, s. 526
523 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 185-186
524 Sultan II. Ahmed hakkında bkz: İlgürel, Müctebâ, “Ahmed II”, DİA, c. II, s. 33-35
525 Emîr-i Hac: Haccın kurallarına uygun şekilde ue emniyet içinde edâ edilmesini sağlamak üzere görevlendirilen kimse. (Emîr-i Hac için bkz: Atalar, Münir, “Emîr-i Hac”, DİA, c. XI, s. 131-133
526 Emîn-i Surre: Her yıl hac zamânında pâdişah tarafından Mekke ve Medîne’ye gönderilen para ve hediyeleri götürmekle vazîfeli kişi.
527 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 187-188
528 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 188
529 Sefîne’de, II. Bostân Çelebi’nin hac ziyâreti esnâsındaki fütûhât ve müşâhedâtın Sefîne’nin ayrı bir cildi olması gerektiği kaydedilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 188)
530 Mustafa Sâkıb Dede, Vânî Mehmed Efendi meselesinden sonra, memleket-i Osmâniyye’nin hâlini ve kargaşasını, یَوْمَ یَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ أَخِيهِ (Abese, 80/34)[İşte o günde kişi kardeşinden kaçar] âyeti ile misâllendirmiştir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 189)
531 Vânî Mehmed Efendi’nin talebesi iken, hocasının hüsn-i şehâdetiyle önce Şehzâde Mustafa’nın hocası olan, daha sonra da hocası Vânî Mehmed Efendi’ye dâmat olan Seyyid Feyzullâh Efendi, daha sonra ilmiye basamaklarını hızla tırmanarak 1099 h./1687 m. târihinde şeyhülislâm olmuştur. 17 gün süren ilk şeyhülislâmlık vazîfesinden askerî bir kargaşa sebebiyle azledilmiş ve önce Kuzguncuk’taki yalısında oturmaya mecbûr edilmiş, daha sonra da memleketi Erzurum’a sürgüne gönderilmiştir. Öğrencisi olan pâdişah II. Mustafa, babası IV. Mehmed’in vefâtının ardından tahta çıkmasının akabinde, büyük muhabbet beslediği ve hürmet duyduğu hocası Seyyid Feyzullâh Efendi’yi Edirne’ye dâvet ederek şeyhülislâm tâyin etmiştir. İşte bu ikinci şeyhülislâmlığı zamânında, Feyzullâh Efendi’nin mevlevî dergâh ve müesseseleriyle alâkalı fetvâlarının bulunduğu rivâyet edilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 189; Tayşi, Mehmet Serhan, Feyzullah Efendi, Seyyid”, DİA, c. XII, s. 527- 528)
532 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 1120
533 Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın (ö. 1095/1683), çeşitli devlet kademelerinde vazîfe yapmış, kaynaklarda “Maktûlzâde Ali Paşa” olarak anılan bir oğlu bulunmaktadır. Sefîne’de bahsi geçen Karaman vâlisinin Maktûlzâde Ali Paşa olabileceğini düşünmekteyiz.
(Özcan, Abdülkadir, “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa”, DİA, c. XXIX, 246-248)
534 Baltacı Mehmed Paşa hakkında bkz: Aktepe, Münir, “Baltacı Mehmed Paşa”,DİA, c. V, s. 35-36
535 Baltacı Mehmed Paşa’nın mevlevîler arasında hayırla yâdedilen bir kimse olduğundan bahseden Mustafa Sâkıb Dede, Kalaylıkoz Ahmed Paşa ile Baltacı Mehmed Paşa’yı kıyaslayarak قُلْ كُلٌّ یَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ (İsrâ, 17/84) [De ki: Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar] âyetini delil getirmiştir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 191)
536 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 191-192
537 Mustafa Sâkıb Dede, II. Bostân Çelebi’nin Kıbrıs sürgünü avdetinde, karşılayan dervişler arasında hazır bulunduğunu kaydetmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 192, 193)
538 Köprülü Mehmed Paşa için bkz: İlgürel, Müctebâ, “Köprülü Mehmed Paşa”, DİA, c. XXVI, 258-260
539 Kārî Ahmed Dede: (ö. 10120 h./1679 m.) Mevlevî kaynaklarına göre, Kastamonu’lu Halvetî meşâyıhından bir zâtın evlâdı olan Kārî Ahmed Dede, ilim tahsîlinde bulunup Konya’ya gitmiş ve burada III. Muhammed Ârif Çelebi’ye intisâb etmiştir. Bir müddet Konya Mevlânâ Dergâhı’nda hizmet ettikten sonra, İstanbul’a gönderilmiş, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde, Sabûhî Ahmed Dede’nin nezâretinde seyr ü sülûkünü tamamlamıştır. Sabûhî Ahmed Dede’nin vefâtının ardından, postnişîn olan el-Hâc Ahmed Dede’nin mesnevîhanı olan Kārî Ahmed Dede, bu vazîfesi sebebiyle “kārî/okuyucu” olarak anılmıştır. 30 sene kadar bir zaman boyunca mevlevîhâneden dışarı çıkmayarak ilim tahsil eden Kārî Ahmed Dede, el-Hâc Ahmed Dede’nin 1078 h./1668 m. târihinde vefâtının ardından Pîr Hüseyin Çelebi tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi tâyin edilmiş, 10120 h./1679 m. târihinde vefat eden kadar bu vazîfeyi devam ettirmiştir.
(Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 309; 313; 316; Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyye’den Yenikapı Mevlevîhânesi, s. 108-112)
540 Sefîne’de nakledildiğine göre, esâsen Hüseyin Paşa, Konya Mevlânâ Dergâhı’na hizmette bulunmak bâbında, Kubbe-i Hadrâ’yı tecdîd etmek arzû etmekteymiş. Ancak meseleyi gündeme getirip, teklif etmekte zorlanıyormuş. Tâmirât için istenen müsâade Saray’a ulaştığında ise, tâmirât mesârifini karşılamak için pâdişahın iznini almış. Bu müsâadeyle Dergâh-ı Mevlânâ’ya yaptığı hizmetten duyduğu saâdeti ömrü boyunca duyduğu saâdetlerle kıyaslayarak, hayâtı müddetince tâmirâtı gerçekleştirdiğinde duyduğun hazzın 1/10’unu bile duymadığını ifâde ettiği rivâyet edilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 196)
541 Nezr-i Mevlevî: Mevlevîlik’te hediyeye “nezr” denir. Mevlevîler, birbirlerine verdikleri hediyeyi “nezr-i Mevlânâ” diyerek takdim ederler. Mevlânâ’nın hediyesi de reddedilmeyip alınır. Mevlevîlik’te nezr sayısı ise, Mesnevî’nin ilk onsekiz beyitinden mülhem olmak üzere 9 ya da 18’dir. Ya da 9’un katları da nezir sayısı olarak kabul edilir. Dergâh’a bağışta bulunmak isteyen, dede ve dervişlere yardımda bulunmak isteyenler, bu sayılar miktârınca parayı, görüşme esnâsında postun altına koyarak takdîm ederdi.
(Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, s. 150-151)
542 Kubbe-i Hadrâ’nın geçirdiği bu tâmirât için birçok târihler de düşülmüştür. Sefîne’de Mustafa Sâkıb Dede,
kendisinin kaleme aldığı,
Dedi târîhini bâdî nazardan Sâkıb-ı hayrân
Görün kâmilde olmuş nüh-kıbâb eltaf-ı mînâ (1110 h./1698 m.)
mısrâıyla biten oldukça uzun târihi kaydetmektedir. Bunun hâricinde, kaynaklarda Nesîb Dede’nin düştüğü;
Nesîbâ mülhim-i gaybî dedi târîh-i cedîdin
Yine mînâ yapıldı kubbe-i pür-nakş-ı Mevlânâ
ve şâir Nâbî’nin düştüğü;
Etdi nüzûl mısra’ târîh-i gaybdan
Ta’mîr olundu künbed-i ulyâ-yı Mevlevî
târihler bulunmaktadır. Ayrıca bâzı kaynaklarda, bu tâmirâtın Kadızâde meselesinin vukū bulduğu zamânda gerçekleştiğinden bahsetmektedir. Ancak, Kadızâdeliler meselesi, Ebûbekir Çelebi zamân-ı meşîhatinde yaşanmış; Hz. Mevlânâ’nın sandukasının açılıp, cesedinin çürüyüp çürümediği görülmek istenmiştir. Bu sebeple de pâdişah IV. Murâd, inci tesbihini sandukanın kenarından, aşağı düşürmüş ve sandukayı açmak için hamle yapmıştır. Bunu gerçekleştirememişse de, sandukada küçük çapta bir hasar meydana gelmiştir. Yine aynı kaynakta, tâmirâtın II. Bostân Çelebi’nin malvarlığıyla gerçekleştirildiği, Saray’ınsa az bir miktâr katkıda bulunduğu yazılıdır. Yukarıda da ifâde ettiğimiz gibi, II. Bostân Çelebi böyle bir talepte bulunmuş, ancak Saray buna müsâade etmeyerek, tâmirâtın devlet eliyle gerçekleştirilmesini emretmişlerdir. Ayrıca, II. Bostân Çelebi’nin bütçesinin tâmirât masraflarını karşılamaya yeterli gelmediği ve Amcazâde Hüseyin Paşa vâsıtasıyla pâdişah II. Mustafa’ya mürâcaat edildiği de verilen bilgiler arasındadır. Ancak, Sefîne’ye göre, pâdişaha Amcazâde Hüseyin Paşa vâsıtasıyla mürâcaat edilmemiş; Amcazâde Hüseyin Paşa kendisi defâatle pâdişaha mürâcaat ederek, tâmirâtı üstlenmek için müsâade istemiştir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 194-195; Özönder, “Mevlânâ Türbe ve Külliyesinin Tâmir ve İlâveler Kronolojisi”, s. 20-22)
543 Önder,Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 196
544 Târîhçe-i Aktâb’da Çelebi’nin vefat târihiyle ilgili şu mısrâlar bulunmaktadır:
Olub târîh bin yüz on yedi hem
Bekā dergâhına azm etdi hurrem
(Târîhçe-i Aktâb, s. 10; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 323)
545 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 197