MAKAM ÇELEBİLERİ – 16) Pîr Hüseyin Çelebi

A+
A-

Betül SAYLAN*

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

16) Pîr Hüseyin Çelebi (d. 988 h./1580 m. – ö. 1077 h./1666 m.)*

Ferruh Çelebi (ö. 1010 h./1601 m.) oğlu Celâleddin Hasan Çelebi’nin (ö. 1003 h./1594 m.) küçük oğlu olan Pîr Hüseyin Çelebi, 988 h./1580 m. târihinde dünyâya gelmiştir.474 Sefîne’de, babası Hasan Celâleddin Hasan Çelebi’nin, babası Ferruh Çelebi’nin huzûrunda iken “Ey âlemlere iyilikler bağışlayan Allâh’ım! Hasan’a Hüseyin ihsân et!” diye duâda bulunduğu ve duâsının kabul olunduğu; ancak doğum esnâsında bebeğin ve annenin vefat etmeleri ihtimâli bulunması  üzerine  Celâleddin  Hasan  Çelebi’nin  yine  babalarının  huzûruna  çıkarak  himmet dilediği;    Ferruh    Çelebi’nin    ise;    “Kulun   gözünün    aydınlığını   istedim,    şimdi    gönül    huzuru    gidecek” buyurduğu; bebeğin ve annesinin de kurtulduğu rivâyet edilmektedir.475

Ayrıca Sefîne’de, III. Muhammed Ârif Çelebi’nin vefâtının ardından, çelebiler beyninde, postnişînliğe en münâsip kimsenin, en yaşlı ferd olması hasebiyle Pîr Hüseyin Çelebi olduğu kanâatinin hâsıl olduğu ve çelebilerin oybirliği ile Hüseyin Çelebi’yi postnişîn seçtikleri rivâyet edilmektedir.476

Pîr Hüseyin Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, çelebiler beyninde bir nifâk zuhûr etmiş ve Derviş Çelebi isminde bir kişi Pîr Hüseyin Çelebi yerine posta geçirilmek istenmiştir. Bu arzûları doğrultusunda bir grup mevlevî İstanbul’a gelmiş ve meseleyi Saray’a iletmişler. Ancak bu talep hüsn-i kabul görmemiş ve Derviş Çelebi bir müddet sonra Galata Mevlevîhânesi postnişînliğine tâyin edilerek mesele kapatılmış. Derviş Çelebi taraftarları İstanbul’a hareket ettiklerinde, Konya’da Pîr Hüseyin Çelebi’nin mürîdânı bu kargaşaya mâni olmak için Hüseyin Çelebi’den müsâade istediklerinde Hüseyin Çelebi; “Siz büyük hünkârın yüce kapısına teşekkür ediniz ve eğer onlar pâdişâhın dergâhına şikâyetçi olurlarsa üzülmeyin, hangi makāmdan olduğuna bakınız” buyurarak قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ (Âl-i İmrân, 3/26) [Rasûlüm şöyle de: Ey mülkün sâhibi Allâh’ım!]   âyeti   gereğince   “Tarîkatta  şikâyet  nefstendir,  başkasından değil”   buyurarak   ihvânı   teskîn etmiştir.477

Sefîne’de pâdişah İbrâhim’in (ö. 1058 h./1648 m.) 478 zamân-ı saltanatında yaşamış olduğu bâzı rûhî sıkıntılar için birçok tıbbî çâreye başvurulduğunu, en nihâyetinde ise pâdişah İbrâhim’in cülûsu esnâsında tekbirlenen arakiyyeden meded umulduğunu rivâyet etmektedir. Bu sebeple Pîr Hüseyin Çelebi saraya dâvet edilmiştir. Diğer mevlevî meşâyıhının da iştirâkıyla sarayda tertiplenen semâ meclisinin akabinde, arakiyye tekbirlenmiş ve pâdişah İbrâhim’e ilbâs edileceği esnâda pâdişahın “Arakiyye-i şerîfe büyük efendiye ilbâs olunsun” fermânı sâdır olmuş ve Şehzâde Mehmed’in (IV. Mehmed) (ö. 1104 h./1693 m.) bütün karşı koymalarına rağmen kendilerine ilbâs olunmuştur. Merâsimin hemen akabinde saraydan ayrılmak için müsâade isteyen ve süratle yola çıkan Çelebi ve yanındakiler Üsküdar’a vâsıl olduklarında Çelebi’den bu acelenin hikmeti suâl olunmuş; Çelebi de pâdişahın fermânına işâret ederek, bu fermânın yakın bir zamânda pâdişahın intikāline ve Şehzâde Mehmed’in tahta geçeceğine dalâlet ettiğini beyân etmiştir. Nitekim, Çelebi ve yanındakilerin Konya’ya vâsıl olduklarında Şehzâde     Mehmed’in      tahta      geçtiği haberi kendilerine ulaştığı da Sefîne’de rivâyet edilmektedir.479

Yine Sefîne’de aktarıldığına göre, Pîr Hüseyin Çelebi ve yanındakiler, İstanbul’dan avdet ederlerken Bursa-Kütahya-Karahisar güzergâhını izlemişler, güzergâh üzerinde bulunan evliyâ kabirlerini ve dergâhları ziyâret etmişler, tâmire muhtâç olanların tâmirine yardımcı olmuşlar ve fukarâya ihsânda bulunmuşlardır. Kütahya ve Karahisar Mevlevîhâneleri’nde birkaç ay misâfir olmuşlar ve Karahisar’ın Tazlar Köyü’nde ikāmet eden çelebilerı de ziyâret etmişlerdir.480

Osmanlı Devleti’nde uzun müddet huzursuzluk meydana getiren Celâlî İsyanları’ndan (XVI.  ve  XVII.   yüzyıllar)481 mevlevîler ve Pîr Hüseyin Çelebi de nasîbini almıştır. Konya’yı bir karargâh olarak kullanan  Abaza Hasan Paşa’ya  (ö. 1069 h./1659 m.)  nasîhatte bulunan Hüseyin Çelebi’nin nasîhatleri netîcesinde Abaza Hasan Paşa berâberindekilerle Konya’dan ayrılmıştır.482

Pîr Hüseyin Çelebi’nin bu meseledeki arabuluculuğu halkı rahatlatmış, büyük-küçük, zengin-fakir her kesimden insan Çelebi Efendi’ye teşekkür etmiş ve minnetdârlıklarını ifâde etmişler. Ancak Çelebi’nin halk nazarında bu kadar teveccüh görmesi, Konya’da mesnevîhan olan bir zâtı rahatsız etmiş ve berâberindeki bir kimseyle birlikte Pîr Hüseyin Çelebi hakkında Abaza Hasan Paşa’yı Konya’ya dâvet ettiği, kendisine arakiyye tekbirlediği dedikodusunu yaymıştır. Bu dedikodu Saray’a ulaştığında ise, pâdişahın ferâset göstererek إِنْ جَآءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأ فَتَبَيَّنُوٓا (Hucûrat, 49/6) [Ey inananlar! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse, doğruluğunu iyice araştırın!] âyeti gereğince dedikodunun kaynağını araştırdığı, araştıran kişilerin Çelebi için hüsn-i şehâdette bulunduğu ve dedikoduyu çıkaran kimselerin de tesbit edilmesiyle, dedikoduyu çıkaran iki kişi aynı iple boğdurularak idam edilmişlerdir.483

1052 h./1642 m. târihinde postnişîn olan Pîr Hüseyin Çelebi, 27 sene vazîfe yaptıktan sonra, 89 yaşında vefat etmiştir. Vazîfesinin son demlerinde, Vânî Mehmed Efendi’nin fetvâsıyla semâ’ın men edildiğine şâhit olmuştur.484 Ömrünün son zamanlarında yatağa düşüp dergâha gidemeyen Çelebi, huzûruna dergâh zâbitânını dâvet ederek onlara nasîhatlerde bulunmuştur. Nasîhatte bulunduktan bir süre sonra, ihvânın Kur’ân tilâveti ve Mesnevî takrîrleri eşliğinde vefat eden Çelebi’nin bıraktığı mîrastan, Konya Sur’u hâricinde, (Sefîne’de “Atpazarı” olarak ifâde edilen mahalde) bir câmi binâ edilmiş, ayrıca birçok ihtiyaç hâlindeki mahalleye de çeşmeler tahsîs edilerek sadaka-i câriyeler tesis edilmiştir. Pîr Hüseyin Çelebi’nin bu hayır-hasenâtının halk beyninde “Hasenât-ı Hüseyniyye” olarak anıldığını Sefîne rivâyet etmektedir.485

1060 h./1650 m. târihinde dünyâya gelen ve Mehmed Bayram Çelebi’nin (d. 1092 h./1681 m. – ö. 1155 h./1742 m.) babası, Mustafa Sâkıb Dede’nin de hemdemi olan Abdülehad Çelebi (ö.   1111   h./1699   m.)486, Pîr   Hüseyin Çelebi’nin oğludur. Pîr   Hüseyin   Çelebi’ye   ölüm döşeğindeyken,   postnişîn   olarak   kimi   tâyin   ettiği    suâl   edildiğinde   “Cezbe  sâhibine  itâat  edin!” buyurarak   Abdülhalim   Çelebi’ye   işâret   etmiştir. Halefi   Abdülhalim   Çelebi,   Pîr   Hüseyin Çelebi’nin vefâtı için şu kıt’ayı inşâd etmiştir:

Pîrâne-i sırr-ı rubûde-i hüsn-i sülûk olup
Düştü pey-i hocaste-i pîrân vahdete
Geçti pül-i vücûdu ve girdi Hüseyin Pîr
Rahmet-serâ-yı türbe-i ceddinde halvete487


 

474 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 275; Târîhçe-i Aktâb’da Ahmed Remzi Dede Pîr Hüseyin Çelebi’nin doğumunu;

Efendi Pîr Hüseyin bin Hasen’dir
Cenâb-ı Ferruh’a sıbt-ı hasendir
Dokuz yüz sâl-i seksen sekizinde
Tevellüd eyledi ol pîr-i zinde
(Târîhçe-i Aktâb, s. 9) kıt’asıyla kaydetmektedir.

475 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 174

476 Mustafa Sâkıb Dede, Pîr Hüseyin Çelebi’nin bebekliğinde bile beşiğinde ism-i Celâl’i zikrettiğini; mübârek gecelerde ise, o zamanları ihyâ etmek istercesine rahat uykusunu terkettiğini kaydetmektedir. Pîr Hüseyin Çelebi’nin bebekliğinde gösterdiği bütün bu emârelerin, istikbâl ile işâretler olduğunu da belirten Mustafa Sâkıb Dede, bedenin küçüklüğünün kişinin kemâline perde teşkil etmediğini ve Hak dostlarının çocukluklarında bu gibi işâretler bulunmasının sıradan meseleler olduğunu ifâde ederek, رِجَالٌ لََ تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلََ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللََّّ (Nûr, 24/37) [Nice adamlar vardır ki, ne ticâret ne bir alış-veriş onları Allâh’ı anmaktan alıkoyamaz] âyetini delil gösterir. Bu âyet, Ahmed Avni Bey’in Mesnevî şerhinde de yerini bulmuş, Mesnevî’nin V. cildi, 3706. beyiti olan; “Hak Kur’ân’da kime “ricâl” ta’bir etmiştir? Bu cisim için orada ne mecâl olur?” beyitini şerhederken, رِجَالٌ لََ تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلََ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللََّّ (Nûr, 24/37) [Nice adamlar vardır ki, ne ticâret ne bir alış-veriş onları Allâh’ı anmaktan alıkoyamaz] âyetinden, ve رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللََّّ (Ahzâb, 33/23) [Allâh’a verdikleri sözde duran nice erler var] ve رِجَالٌ یُحِبُّونَ أَنْ یَتَطَهَّرُوا (Tevbe, 9/108) [Temizlenmeyi seven adamlar vardır] âyetlerinden yola çıkarak “ricâl”in özelliklerini dünyâ gāilesiyle Hak’tan gāfil olmamak, Allâh’a karşı ahdine sâdık olmak, zâhirini ef’âl-i mahmûde ve bâtınını da ahlâk-ı hasene ile tezyîn etmek olarak sıralamıştır. Yine Mesnevî’nin V. cildi, 163. beyiti olan; “Onu yap ki Nebî’nin muhtârıdır. Onu yapma ki deli ve çocuk yaptı” beyitinde de Hz. Peygamber’in dünyâ ve âhiret işlerinde ihtiyâr ettiği yol tavsiye olunmuştur. Hz. Peygamber’in bütün işlerinin âhirete yönelik olmakla berâber, dünyâ işlerini de büsbütün terk etmediği belirtilerek, âhireti unutup tamâmen dünyâya yönelmenin delilik olduğu; diğer yandan dünyâ işlerini tâtil edip tamâmen âhirete yönelmenin de çocukça bir tavır olduğu ifâde edilmiştir. Ahmed Avni Bey, Hz. Peygamber’in tavrının en mükemmel رِجَالٌ لََ تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلََ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللََّّ (Nûr, 24/37) [Nice adamlar vardır ki, ne ticâret ne bir alış-veriş onları Allâh’ı anmaktan alıkoyamaz] âyetinde ifâde bulduğunu belirtmiştir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 174; Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. X, s. 482; c. IX, s. 65-66)

477 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 175

478 Pâdişah İbrâhim’in hayâtı ve yaşadığı rûhî sıkıntılar için bkz: Emecen, Feridun, “İbrâhim”, DİA, c. XXI, s. 274-281)

479 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176

480 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176

481 Celâlî İsyanları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: İlgürel, Müctebâ, “Celâlî İsyanları”, DİA, c. VII, s. 252-256

482 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 176-177; İlgürel, Müctebâ, “Abaza Hasan”, DİA, c. I, s. 10-11; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 165; Önder, a.g.e., s. 194

483 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 177

484 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 313-314; Târîhçe-i Aktâb müellifi Ahmed Remzi Dede Pîr Hüseyin Çelebi’nin vefâtıyla ilgili şu kıt’ayı kaydetmiştir;

Civân-ı himmet idi ihsânı mevfûr
Kapu Câmii evkāfıyla ma’mûr
Civâr-ı ceddine olmakla hâzır
Ânın târihi bin yetmiş beşdir
(Târîhçe-i Aktâb, s. 9)

485 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 178

486 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 309

487 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 178

ETİKETLER: