MAKAM ÇELEBİLERİ – 13) I. Bostan Çelebi

A+
A-

Betül SAYLAN*

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

13) I. Bostan Çelebi (d. 961 h./1551 m. – ö. 1040 h./1630 m.)*

Ferruh Çelebi’nin 4. oğlu olan I. Bostan Çelebi, 961 h./1551 m. târihinde dünyâya gelmiştir.409 Babası Ferruh Çelebi’nin 1010 h./1601 m. târihinde vefâtıyla boşalan postnişînlik makāmına I. Bostan Çelebi geçmiştir.410

Aynı sene Sultan III. Mehmed de (d. 973 h./1566 m. – ö. 1012 h./1603 m.) vefat etmiş ve ardından oğlu Sultan I. Ahmed (d. 998 h./15120 m. – ö. 1026/1617) tahta geçmiştir. Böylece, I. Bostan Çelebi’nin posta, pâdişah I. Ahmed’in de tahta geçmesi aynı târihe rast gelmiştir.411

Bostan Çelebi, Osmanlı tahtındaki bu devir-teslim sonrasında İstanbul’a gelmiş ve Eyüp’te bir evde misâfir olmuştur. O dönemde Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi olan Kemâl Ahmed Dede412 I. Bostan Çelebi’nin İstanbul’a gelişinin akabinde, misâfir olduğu hânede kendisini ziyâret ederek tecdîd-i biât ve tecdîd-i meşîhâtnâme eylemiş; bu ziyâretin şerefine sikkesi yeniden tekbirlenmiştir. Bostan Çelebi, bu İstanbul ziyâreti esnâsında, Sultan I. Ahmed’in sarayda misâfiri olmuş, huzûrunda Mesnevî okumuş ve semâ’ merâsimi icrâ etmiştir.413 Bu olay, babası Ferruh Çelebi döneminde yaşanan huzursuzluğun çözümü için de atılmış bir adımdır. Esâsen, Sefîne’de Ferruh Çelebi’nin bu huzursuzluğunu giderilmesi ve münâsebetlerin düzelmesi husûsunda Bostan Çelebi’ye vasiyette bulunduğuna işâret etmektedir.414

Rivâyete göre, I. Bostan Çelebi, Eyüp’teki hânede mihmân iken, Sultan I. Ahmed ile görüşmeden evvel, pâdişah bir rüyâ görür. Rüyâsında, saray dâhilinde bulunan hânesi civârında kalabalık bir mevlevî derviş alayı görür. Dervişân, kendisine, “Pâdişahım! Hazret-i Mevlânâ  sarayınızı  teşrîf buyurmuştur,  görmüş  olduğunuz  kalabalık da kendisinin  eteğine tutunmuş fukarâdır”

diyerek izâhât vermişlerdir. Rüyâsında bu ziyâretten son derece hoşnut olan Sultan I. Ahmed, Hz. Mevlânâ’yı hânesi olan kasra dâvet edip, kendisine tahta buyurmasını teklif ettiğinde Hz. Mevlânâ;   “Yüce arşın gölgesinin tahtında oturanlar, altı tahtadan yapılmış  o  tahttan inmezler. Bu taç  ve taht sizindir” cevâbını vermiş, pâdişah I. Ahmed bu cevaptan son derece hoşnut olmuştur. Bunun üzerine, Hazret-i Mevlânâ’nın “Eğer sen zâhirde bizim evlâdımızın isyânına gālip gelme derdinin devâsını arıyorsan, biz de onun karşılığı olarak sizin memleketinizden fitneyi def ederiz. Bizim Bostânımız’ı ve Bostânımız’ın himmetini anla” buyurduğu ve pâdişahın dikkatini, Bostan Çelebi’nin İstanbul ziyâretine çektiği rivâyet edilir. Bu rüyâ akabinde, pâdişah I. Ahmed, Eyyûb el-Ensârî’nin türbesini ziyâret eder ve bu ziyâret esnâsında, Bostan Çelebi’yle de görüşür ve görüşmeyi sonlandırırken “Benim Bostân’ım budur” diyerek iltifat eder ve kendisini Saray’a dâvet eder. Saray’daki kabul esnâsında da, pâdişahın rüyâsında gördüğü taht sahnesi cereyân etmiştir. Pâdişah, Çelebi’ye kendi tahtını teklif etmiş, Çelebi de bu teklifi “Birincinin/Aslın   yerine, ikinciyi/fer’i koymak edebsizliktir” buyurarak reddetmiştir. 415

Pâdişah ve Çelebi arasındaki bu mülâkāt akabinde, pâdişahın da etkili olması netîcesinde, çelebiler ve mevlevîler hilâfına hareket eden âsîlerden “Bûstân-ı Dûstân-ı Hüdâvendigâr-ı Ekberî” temizlenmiş ve Sâkıb Dede’nin ifâdesiyle eskisi gibi “her kûşesi cilvegâh-ı bülbülân-ı uşşâk ve tûtiyân-ı urefâ ve mecrâ-yı zülâl-i semâ’ ve safâ” olmuştur. Hattâ, Sefîne’de nakledildiğine göre, Sultan I. Ahmed ve I. Bostan Çelebi arasındaki imtizâc, bütün Osmanlı memleketine sirâyet etmiş ve muhibb-i Mevlevî olmadık bir kimse kalmamıştır. Sefîne’de bahsi geçen İstanbul seyâhatinin netîcesinde, I. Bostân Çelebi huzûr-ı Mevlânâ’dan ayrılığa tahammül getiremeyip, Sultan I. Ahmed’den müsâade talep etmiş, pâdişah da gönülsüz de olsa müsâade etmiştir. I. Bostân Çelebi, bir derviş gibi, Konya yollarına düşmüş ve Konya ile Lâdik arasında, dervişler tarafından semâ’ eşliğinde karşılanmıştır. I. Bostân Çelebi’nin, Mevlânâ’nın türbesine vâsıl olduğunda ise, büyük bir saâdet ve heyecanla türbeye yüzünü sürdüğü,   türbe   civârındaki   yolların   tozunu   bir   “atiyye”   kabul   edip   gözlerine   çektiği,   Hz. Mevlânâ’nın sandukası karşısına geldiğinde ise sevinç gözyaşları döktüğü rivâyet edilmektedir. I. Bostan Çelebi’nin avdetinden sonra, Konya civârında mevleviyâna ve çelebilere hased edenler ise, hummâ başta olmak üzere çeşitli hastalıklara mâruz kalarak fecî sûrette can vermişlerdir. Bir sene içerisinde de, mevlevîler ve çelebilere muârız olanlardan Konya’nın temizlendiği rivâyet edilir.416

Sefîne’ye göre I. Bostan Çelebi zamân-ı meşîhati bereketli bir dönemdir. Seyyid Ahmed Paşa Kıbrıs’ta bir mevlevîhâne inşâ ettirerek Çelebi’den şeyh niyâz etmiş, Bostan Çelebi Kıbrıs’a Karamanlı Derviş Hamza Dede’yi;417 Lala Mustafa Paşa’nın Şâm’daki küçük tekkenin yerine inşâ ettirdiği mevlevîhâneye Karamanlı Kartal Derviş Muhammed Dede’yi; 418 Tokat Mevlevîhânesi’ne Niksarlı Ramazan Dede’yi; 419 Isparta’ya da Ispartalı Teberdâr Muhammed Dede’yi,420 Bursa’ya Cünûnî Ahmed Dede’yi421 göndermiştir. Bunun dışında, öğrencilerinden Gelibolulu Ağazâde Muhammed Efendi’yi, 422 Abdürrahim b. Muhammed Ağa tarafından inşâ edilen Gelibolu Mevlevîhânesi’ne göndermiştir. Hem talebesi olan hem de çelebilerden bulunan, Ferruh Çelebi (ö. 1010 h./1601 m.) oğlu Muhammed Çelebi (ö. 1010 h./1601 m.) oğlu Şâh Çelebi’nin (ö. 1045 h./1635 m.) oğlu olan Zincirşiken Muhammed Çelebi’yi de Antalya Mevlevîhânesi’nin ihyâsı için, 18 dervişân ile Antalya’ya postnişîn tâyin etmiştir.423 Çelebi’nin talebeleri arasında, Sabûhî Ahmed Dede,424 Doğānî Ahmed Dede,425 Rusûhî İsmâil Efendi426 gibi isimler de bulunmaktadır.427

Sefîne’de, Çelebi’nin gençliğinden îtibâren, bir “irfân bahçesi” ve dertlilere kol-kanat geren, onlara gölge olan bir “tûbâ ağacı” olduğunu ve alnında parlayan bir nur olduğunu tasvîr ederek; dış görünüşe ehemmiyet vermeyip, elbisenin süsünden nefret ettiğini belirtir. Çelebi’nin bir lokma kuru ekmekle kanâat eden, çeşitli yemeklerle mîdesini doldurmaktan imtinâ eden ve zamânının mühim bir kısmını ibâdet, halvet ve sükûnet üzere geçiren zâhidâne tavırlı olduğunu da nakleden Mustafa Sâkıb Dede;428 Çelebi’nin şöhretinin en uzak beldelerde bile bilindiğini ve çok kıskanıldığını, bu sebepten de Çelebi’nin, bu kıskançlığı engellemek için bir nazar boncuğu kullandığını nakleder. Ancak, hased edenlerin bütün kıskançlıklarına rağmen Çelebi’ye hased edenlerden daha fazla sayıda, bayağı derece insanın, Çelebi sâyesinde Mevlevîliğe intisâb ederek, mürîd olma saâdetine eriştiğini müşâhede eden Doğānî Ahmed Dede; “Eğer küçük bir ava meyletmeseydin, işi yerine getirmek, bizler gibi zor olurdu” buyurmuştur. Bunun üzerine Bostan Çelebi ise; “Bizim işimiz, avı irfânla yola getirmektir. Bizim büyük ve küçükle ne işimiz olur” buyurmuş ve Mustafa Sâkıb Dede’ye göre, ومن الناس من یعجبك أجسامهم [İnsanlardan öyleleri vardır ki, onların dış görünüşleri senin hoşuna gider]429 ve ان اللَّ لَ ینظر الى صوركم ) ولَ الى اعمالكم ( بل )ینظر( الى قلوبكم و نياتكم [Allâh sizin ne dış görünüşünüze ne de amellerinize bakar. O sâdece sizlerin kalplerinize ve niyetlerinize değer verir]430 ifâdeleri tecellî etmiştir.431

Sefîne’de, I. Bostan Çelebi’nin kerâmetleri zikredilirken, Melâmî-meşrep bir zât olduğu ve zâhirî tavırlarının cümlesinin rumûz ihtivâ ettiğinden bahsedilmektedir. Meselâ, avcılıkla iştigāl etmelerinin mürîdânın çoğalmasına; savaş malzemeleriyle ilgilenmesinin cihâd alâmeti olmasına; tebdîl-i kıyâfet eylemesinin düzenin bozulmasına; normal kıyâfeti üzere bulunmasının ise rahat ve refâha kavuşmalarına; perhiz üzere olmalarının kıtlık ve pahalılığa; bol sadaka vermeleri ise vebâ salgınına işâret ettiği rivâyet edilmektedir. Yolcu olan bir kimse hakkında korkutan bir hâl olup olmadığı suâl edildiğinde ise, eğer soruyu soran kimseye “Akşehir’dedir” ya da “Yenişehir’dedir” derse, yolcunun selâmette olduğuna işâret olduğu; eğer soruyu sorana “Karacaşehir’dedir” ya da “Eskişehir’dedir” derse ya da sükût üzere bulunursa, o yolcu hakkındaki endîşenin sahîh olduğuna işâret ettiği rivâyet edilmektedir.432

Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatinde Şam Mevlevîhânesi meşîhatine tâyin edilen Kartal Dede ve önce Şam, sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’nde postnişîn bulunan Sabûhî Ahmed Dede ile ilgili olarak Sefîne’de şu menkabeye yer verilir: Bostan Çelebi zamânında, devlet erkânından bir zât Mevlânâ Dergâhı’nı ziyâret etmiş ve ziyâret sonrasında da dervişânın hırka masrafı olması için 1000 dînar kadar bir para bağışlamış. Vezîrin uğurlanması merâsimi esnâsında ise 300 kadar dervişin bulunması, bağışlanan miktârın dervişin hırka masrafı için yeterli olmayacağı söylentisini ortaya çıkarmıştır. Bu söylenti Çelebi’nin kulağına gittiğinde ise Çelebi; “Ol mikdâr dînâr onların hırka-i kem-bahâlarına kifâyet eder” buyurmuştur. Ancak, devlet büyüğünün bağışta bulunduğu merâsim esnâsında Kartal Dede ve Sabûhî Ahmed Dede’nin dervişler arasında bulunmadığı dikkat çekmiş, nerede oldukları suâl edildiğinde ise;

Dedeler’in 1000 dinârı duyduklarında Meram’a gittikleri söylenmiştir. Devlet büyüğü ziyâretini tamamlayıp yola çıktığında, Kartal Dede ve Sabûhî Ahmed Dede Meram’dan dönmüş ve hisselerine düşen para kendilerine takdim edildiğinde ise “Eyâ bu âzmâyîş, bendelere aynü’l-cem’den kenâre-gîr olduğu küstahlık mukābelesinde midir?” diyerek ve kendilerine verilen parayı meydana koyarak hatâlarının affını niyâz etmişlerdir. Bunun üzerine dervişlerin sikkeleri, sikkehânede 18 gün boyunca rehin tutulmuştur. 18 günün sonunda ise, iki dervişin tekrar aflarını niyâz etmeleriyle, sikkeler dervişlere iâde edilmiştir. Bu menkabenin uzun müddet mevleviyân arasında ibret vesîlesi olduğu ve bu menkabeden çıkarılan netîceyle bir ziyâret esnâsında bütün dervişlerin bir arada bulunmaları, kimsenin mahallini terk etmemesini sağlamak için anlatılageldiği rivâyet edilmektedir.433

Bostan Çelebi, 28 sene çelebilik makāmında bulunduktan sonra, 79 yaşında iken, Sefîne’nin beyân ettiğine göre, herhangi bir sıkıntı ve hastalık yaşamaksızın, 1040 h./1631 m. senesinde vefat etmiştir. Türbe derûnuna defnedilen Çelebi, vefâtından önce “Hilâfet, Ebûbekir içindir” ifâdesiyle kardeşi ve halefi Ebûbekir Çelebi’yi halîfe tâyin etmiştir. Ebûbekir Çelebi tarafından şu kıt’a vefâtına târih olarak kaleme alınmıştır:

Dâmân-ı tecerrüdden olup cânı miyâne
Oldu harem-i Hazret-i cânâna revâne
Yâni sene-i “gam”dan edip hâtırı vahşet
Azm eyledi Bûstân Çelebî bâğ-ı cinâne
( 1040 )434

Sefîne’de ve Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’de, Mesnevî’den ve Dîvân’dan şu beyit ve kıt’alarla Bostan Çelebi medhedilmiştir:

بوستان عاشقان سر سبز باد
آفتاب عاشقان تابنده باد

[Âşıkların bahçesi yeşillik olsun. Âşıkların güneşi parlak olsun]435

چه باغست آن زیك سيبش دل هر خسته به گردد
مگر بستان خلد است و بدیده مشتبه گردد
زلَل زندگى آبش هوایش نفحه رحمن
ازوبى بهره زرد و تيره رو آخر چوبه گردد

[O ne bahçedir; bir elmasından her yorgunun kalbi iyileşir.  Yoksa Cennet bahçesi midir de göze yanlış gözükmektedir. Suyu hayat suyu, nefesi Rahmân ’ın esintisi. İsâbetsiz vurunca sararır solar, çöpe döner ] 436

1. Bostân Çelebi, “Hilmî” mahlasıyla şiirler kaleme almıştır ve Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’de şu şiirlerine yer verilmiştir:

Sâlik-i râh-ı Hudâ’ya pîşvâdır Mesnevî
Cümle erbâb-ı tarîka reh-nümâdır Mesnevî

Dîde-i câna dilerse âşinâlık el vere
Gāfil olma aç gözün kim tûtiyâdır Mesnevî

Hasta diller n’ola bulursa semâ’ından şifâ
Hikmet-i hakkıyla her derde devâdır Mesnevî

Bu ne sözdür kim olur a’lâ vü ednâ hisse-dâr
 Şâh ile şehdir gedâ ile gedâdır Mesnevî

Nûruna döymezse münkirler n’ola huffâş-vâr
Hilmiyâ çün matla’-i şems-i Hüdâ ’dır Mesnevî437

Ve;

Âteş-i aşkın başımda tâc-ı izzetdir bana
Kaddimi ham kıldı cevrin dâl-i devletdir bana

Gözüme görünmez ey hûrî benim Bâğ-ı İrem
Kûyunun her köşesi gülzâr-ı cennetdir bana

Yer yer dâğlar koyup kendü elinle sînemi
Göz göre yakdığın ey mâh ayn-ı râhatdır bana

Bâş açup meydâna ben merdâne girdim dönmezem
N’ola aşkından ölürsem hoş saâdetdir bana

Hilmiyâ dilberlerin cevr ü cefâsı gûyiyâ
Şehd ü şekkerden lezîzdir hân u ni’metdir bana438


409 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 265; Târîhçe-i Aktâb’da;

Tokuz yüz ile altmış bir olunca
Gülistân-ı sıyâdet açdı gonca
Târîhçe-i Aktâb, s. 8

410 Sahîh Ahmed Dede’nin naklettiği bu bilgiye göre, Ferruh Çelebi vefâtından 7 gün öncesinde, Konya Mevlânâ Dergâhı’nda I. Bostan Çelebi’ye hilâfet vermiş, nasîhat etmiş ve 7 günün sonunda da vefat etmiştir. 1012 h./1603 m. târihinde de mürîdân ve muhibbân “Çelebi Ferruh Mehmed Efendi merhûmun ma’zûliyet-i meşîhat ve ihtiyâr-ı halvet ve müdâvemet-i uzlet buyurduğu günden bu âna gelince 18 senedir” demiş ve tecdîd-i biât eylemişlerdir. (Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 282-283) Burada, Mevlevîlik’te 18 rakamının önemine vurgu yapılmaktadır. Hz. Mevlânâ’nın, Mesnevî’nin ilk 18 beytini hatt-ı destiyle kaleme almasından neş’et eden bu ehemmiyet, 18’in yarısı olan 9 sayısı ve onun katlarına da sirâyet etmiştir. Bu sayıların bereketli olduğu fikrine ve sayılara verilen ehemmiyete binâen, Mevlevî dergâhlarında 18 hizmet kolu bulunmakta (mevlevî matbahlarındaki 18 görev: I. Kazancı Dede, II. Halîfe Dede, III. Dışarı Meydancısı, IV. Çamaşırcı Dede/Câmeşû, V. Şerbetçi, VI. Âbrîzci, VII. Dolapçı, VIII. Bulaşıkçı, IX. Pazarcı, X. Somatçı, XI. İçeri Meydancısı, XII. Yatakçı, XIIII. İçeri Kandilcisi, XIV. Tahmisci, XV. Taşra Kandilcisi, XVI. Süpürgeci, XVII. Çerâğcı, XVIII. Ayakçı) ve bir hediye özellikle de para hediye verileceği zaman da, bunun da 9 ve 18’le münâsebetli olmasına dikkat edilmektedir. 18 rakamına atfedilen bu ehemmiyet; 1 akl-ı küll, 1 nefs-i küll, 9 burç, anâsır-ı erbaa (hava, ateş, toprak ve su) ve mevâlid-i selâse (cemâdât, nebâtât ve hayvânât) ile de münâsebetlendirilmiş; Arap belâgātindeki en büyük rakam olan 1000 ve bundan hareketle her bir âlemin 1000 sayılmasıyla ve Hz. Peygamber’in de “18000 âlemin peygamberi olması” meşhûr tâbiriyle de îzâh edilmiştir.
Top, a.g.e., s. 40; Arpaguş, Mevlevîlik’te Mânevî Eğitim, s. 132-153

411 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 283

412 Yenikapı Mevlevîhânesi ilk postnişîni Kemâl Ahmed Dede (ö. 1010 h./1601) ha kkında ayrıntılı bilgi için bkz: İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyye’den Yenikapı Mevlevîhânesi, Dâru’l-Hilâfeti’l- Aliyye, 1329, s. 80-84; Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, c. II, s. 64-66; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 278,287, 2120; Ali Enver, a.g.e., s. 202-204; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 105-106

413 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 284; Yılmaz, Necdet, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 254

414
نجم ثاقب حارث آمد دیوران
هين بهل دزدى ز احمد سرستان

Sefîne’de, I. Bostan Çelebi’nin, vasiyetini Mesnevî’nin III. cildinde yer alan 4519. beytiyle taçlandırdığı rivâyet edilmektedir ki beyitte [Hırsızlığı bırak, sırrı Ahmed’den al diye, Necm-i Sâkıb/Parlak bir ışık (Sâffât, 37/10) şeytan sürücü bekçisi olmuştur] ifâdesiyle, Hz. Peygamber’den mülhem olarak Sultan I. Ahmed’e vurgu yapmış ve I. Ahmed’in, Hz. Peygamber gibi ins ve cinnin “mürâcaâtgâh”ı olarak nitelemiştir. Ayrıca I. Bostan Çelebi zamân-ı meşîhatinde, önceki zamanlarda, çelebiler arasında çıkan fitne ve huzursuzluk sebebiyle, bilhassa o zaman Mevlevî vakfı olan, bugün Afyonkarahisar’ın Sinanpaşa (o zamandaki adıyla Sincanlı) kazâsına bağlı Tazlar Köyü’ne hicret etmek durumunda kalan dervişler ve çelebiler ile Ferruh Çelebi’’nin İstanbul sürgünü esnâsında kendisine refâkat eden ve İstanbul’da devlet erkânı arasına katılan oğlu Ebûbekir Çelebi’nin Konya’ya avdetleri Çelebi’nin kerâmetlerinden sayılmıştır. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 153-154, 163-164; Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. VI, s. 565-566)

415 Ayrıca “Bahtî” mahlasını kullanarak şiirler kaleme alan Sultan I. Ahmed, iltifâtına mazhar olan Çelebi için şu gazeli kaleme almıştır:

Mesnevîsin işidip Hazret-i Mevlânâ’nın
Gûş-vâr oldu kulağımda kelâmı ânın
Def ü ney nâle edip mevlevîler etti semâ’
Eyledik yine safâsını bugün devrânın
Cedd-i a’lâlarıma himmet edegelmiştir
Ben de umsam ne aceb himmetin ol Sultânın
Emr-i Mevlâ ile bir himmet ede Mevlâna
Gele ayağıma hep kelleleri a’dânın
Bahtiyâ bendesi ol der-geh-i Mevlânâ’nın
Taht-ı ma’nîde odur pâdişahı dünyânın

Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 154-155; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 285; Esrâr Dede, a.g.e., s. 412

416 Mustafa Sâkıb Dede, Fetih Sûresi’nin فَمَنْ نَكَثَ فَإِنَّمَا یَنْكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْ هُ اللَََّّ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا (Fetih, 48/10) [Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allâh ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allâh ona büyük mükâfât verecektir] âyetinin bu hâdisede tahakkuk ettiğini ifâde eder. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 154-156)

417 Hamza Dede hakkında bkz: Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 284-301; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyye’den Yenikapı Mevlevîhânesi, s. 98

418 Kartal Dede hakkında bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 160; c. II, s. 21-26; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 283, 287-289

419 Ramazan Dede hakkında bkz: Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 291-292; Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 308

420 Teberdâr Muhammed Dede hakkında bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 66-69; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 291)

421 Ahmed Cünûnî Dede (ö. 1030 h./1621 m.) için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 57-64; Kara, Mustafa, “Cünûnî Ahmed Dede”, DİA, c. VIII, s. 130

422 Ağazâde Muhammed Dede için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 162-163; c. II, s. 26-37; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 289, 292, 295, 296, 310; Ali Enver, a.g.e., s. 8-9; Seyyid Fâzıl Mehmed Paşa, Mevleviyye Silsilesi, s. 145-147; Duru, Necip Fâzıl, “Mevlevî Şeyhi Ağazâde Mehmed Dede ve Mesnevî’nin İlk Onsekiz Beytini Şerhi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 4, sy: 11, s. 151-175, Ankara, 2003

423 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 225-226; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 297

424 Sabûhî Ahmed Dede için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 76-81; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 283- 308; Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyye’den Yenikapı Mevlevîhânesi, s. 95-104

425 Doğānî Ahmed Dede (ö. 1040 h./1631 m.) için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 71-76; Mehmed Ziyâ, Merâkiz-i Mühimme-i Mevleviyye’den Yenikapı Mevlevîhânesi, s. 88-94; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 287-304; Ali Enver, a.g.e., s. 140-142; Yılmaz, a.g.e., s. 272-274

426 Rusûhî Dede (ö. 1040 h./1631 m.) için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 161, 162; c. II, s. 37-44; Ali Enver, a.g.e., s. 80-83; Yetik, Erhan, İsmâil-i Ankaravî Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, İşaret Yayınları, İstanbul, 1992, s. 51-58

427 Sefîne’de, I. Bostan Çelebi’nin 80.000 civârında mürîdi bulunduğu ve mürîdânının önemli bir kısmının postnişîn olarak vazîfe yaptıkları rivâyet edilmektedir. Hattâ, Mustafa Sâkıb Dede mevlevîler arasında meşhur isimlerin I. Bostan Çelebi’nin taht-ı terbiyesinde yetiştiklerini bildirmektedir. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e, c. I, s. 163)

428 Mustafa Sâkıb Dede, I. Bostân Çelebi’nin gerek âilesinden gelen, gerekse şahsına âid önemli bir servetinin bulunduğunu, mal varlığıyla akrabâlarının ve dervişânın maîşetini temin ettiğini nakletmektedir. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 157-158)

429 Bu ifâdenin, Bakara Sûresi وَمِ نَالنَّاسِ مَنْ یُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (Bakara, 2/204) [İnsanlardan öyleleri vardır ki, onların dünyâ hayâtı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider] ifâdesinden mülhem olabileceğini düşünmekteyiz.

430 Müslim, Birr, 10; İbn Mâce, Zühd, 9

431 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 156- ان اللَّ لَ ینظر الى صوركم ) ولَ الى اعمالكم ( بل )ینظر( الى قلوبكم و نياتكم ; 157 [Allâh sizin ne dış görünüşünüze ne de amellerinize bakar. O sadece saizlerin kalplerinize ve niyetlerinize değer verir] hadîsi, Mesnevî’de ve şerhlerinde de yer bulmuştur. Mesnevî’nin I. cildi 1037. beytinde; “Mâdem ki onun cânı nûr deryâsına gark oldu, o menfûr bakıştan ona ne ziyân vardır” beytinin şerhinde, Ahmed Avnî Konuk, hadîsten bahisle, sûrete îtibâr edilmediğini, îtibârın mânâya olduğunu belirtmiştir. Hattâ, Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr’in nûr-ı ilâhî deryâsına gark olduktan sonra, onun sûretinin hiç öneminin ve zarârının kalmadığını; hattâ arslanların onun karşısında aşağı kalarak, Kıtmîr’in hepsinden âlî olduğunu beyân etmiştir. Mesnevî’nin V. cildinin 867. beytinde ise aynı hadis başka bir zâviyeden ele alınmıştır; “Buyurdu ki; “Sizin tasvîrinize nazar etmez, tedbîrinizde kalp sâhibi talep edin” beytinde, Hakk’ın istediği ve nazargâhı olan kalbin insan-ı kâmilin kalbi olduğundan bahsedilmiştir. Böyle kâmil ve selîm bir kalbe sâhip olamayanlar içinse, kalb-i selîm sâhibi, kâmil insanlarla birarada olmaları ve onları talep etmeleri tavsiye edilmiştir. Çünkü böyle bir kalp sâhibi olmak herkes için elzemdir. Nitekim, Şuarâ Sûresi’nde, یَوْمَ لََیَنْفَعُ مَالٌ وَ لََ بَنُونَ إِلََّ مَنْ أَتَى اللَََّّ بِقَلْ ب سَلِي م (Şuarâ, 26/88-89) [O gün, ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allâh’a kab-i selîm ile gelenler (o günde fayda bulur)] buyurulmuştur. (Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. I, s. 327; c. IX, s. 295) Ayrıca Mustafa Sâkıb Dede, bu bahsi Mesnevî’nin IV. cildi, 723. ve 726. beyitleriyle netîcelendirmiştir: “Ey ehl-i reşâd! “es-salâ!” dedik; zîrâ, bu zamân, Rıdvân cennet kapısını açtı” ve; “Ey devlet tâlibi âgâh ol! Acele gel! Zîrâ, bu zaman fütûh ve feth-i bâb vardır” beyitlerinde de, insanlara dâvet vardır. Îmân etmeye, doğru yolu bulmaya bir dâvet bulunduğunda insanların uyanık olmaları ve acele etmeleri tavsiye edilmektedir. Çünkü bu dâvet zamanlarında, dâvete icâbet edenler için, Hak katında bir rızâ bulunduğu, en büyük kapı olan Hakk’a vusûl kapısı da dâhil olmak üzere, birçok kapının fethinin bu zamanlarda gerçekleştiği anlatılmaktadır. (Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. VII, s. 217)

432 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 157

433 Mustafa Sâkıb Dede, bu menkabenin akabinde, tasavvuf literatüründe daha çok Hacı Bayrâm Velî’ye atfedilen bir kıssaya da Mevlevîler’e nisbetle yer vermiştir: Önceki postnişînlerin biri zamân-ı meşîhatinde, vergi memurlarının, vergileri tahsil edememeleri üzerine defterler gözden geçirilmiş ve vergi ödemekten kaçınanların çoğunun mevlevî olduğu tesbit edilmiştir. Bu vaziyet zamânın pâdişahının kulağına gittiğinde ise, pâdişah Konya Ovası’na bir çadır kurdurmuş ve zamânın mevlevî şeyhi, bir münâdî vâsıtasıyla “Ey Allâh’ın yoluna kurbân olanlar, geliniz! Şeyh hazretleri sizleri murâdınıza eriştirecek” diye dâvette bulunmuştur. Bu dâvete/emre ise bir erkek ve bir kadın mürîd icâbet ederek mevlevî şeyhinin bulunduğu çadıra girmişlerdir. Onlar çadıra geldiklerinde ise çadırda gizlenmekte olan iki koyun hemen kurban edilmiş ve kanları çadırdan dışarı akıtılmış. Meydanda bunu müşâhede eden diğer müridân ise, korku içerisinde kaçışınca mevlevî şeyhi “Onun üzerine dîvânın vergilerini al ki bizim dervişimiz, bu ândan îtibaren bir buçuktur, biri erkek yarısı da kadındır” buyurmuştur. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 158-159)

434 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 164; Târîhçe-i Aktâb’da I. Bostan Çelebi’nin vefat târihi olarak;

Meşîhat eyleyip yigirmi sekiz sâl
Bekāya gitdi bin kırkda o hûş hâl
(Târîhçe-i Aktâb, s. 8)

435 Bu beyit, Sefîne’de II. Bostan Çelebi bahsinde geçmektedir. Sakıb Dede, a.g.e., c. I, s. 192; Esrâr Dede, a.g.e., s. 46

436 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 163; Esrâr Dede, a.g.e., s. 46

437 Esrâr Dede, a.g.e., s. 48

438 Esrâr Dede, a.g.e., s. 48-49

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.