MAKAM ÇELEBİLERİ – 11) Hüsrev Çelebi

A+
A-

Betül SAYLAN*

MEVLEVÎLİK’TE ÇELEBİLİK MAKĀMI VE MAKAM ÇELEBİLERİ

11) Hüsrev Çelebi (d. 886 h./1481 m. – ö. 968 h./1561 m.)*

Cemâleddin Çelebi’nin oğlu Kādı Mehmed Paşa’dan (ö. 913 h./1507 m.) olan torunu olan Hüsrev Çelebi’nin annesi Karahisar çelebilerinden Hızır Paşa’nın (ö. 773 h./1371 m.) uzak akrabâlarından Âbide Hanım isminde bir hanımdır.371 Kādı Mehmed Paşa 20 yaşındayken, 880 h./1475 m. târihinde evlenmişler ve Hüsrev Çelebi, bu evlilikten 886 h./1481 m. târihinde dünyâya gelmiştir. Babası Kâdı Mehmed Paşa’nın 53 yaşındayken, 913 h./1507 m. târihinde vefat etmesiyle dedesi Mevlânâ Dergâhı postnişîni, makām çelebisi Cemâleddin Çelebi’nin taht-ı terbiyesinde yetişmiştir.372

Cemâleddin Çelebi’nin, sağlığında kendisinde postnişîn tâyin etmesi ve akabinde vefâtının ardından, 915 h./1509 m. yılında Konya Mevlânâ Dergâhı postnişîni olmuştur.373 Hüsrev Çelebi’nin meşîhatının ilk dönemleri, Sultan II. Bâyezid’in (ö. 918 h./1512 m.) saltanatının son dönemine rastlamaktadır. Bu dönemde Sultan-Çelebi arasında oluşturulmaya çalışılan huzursuluklar daha sonra açıklığa kavuşmuş; II. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kānûnî Sultan Süleyman dönemlerinde Osmanlı Devleti’nin çeşitli kademelerinde görev yapan birçok isim, Mevlevîliğe intisâb etmiştir.374

Yavuz Sultan Selim (ö. 926 h./1519 m.) zamân-ı saltanatında, Yavuz, Arabistan ve Mısır seferlerine gidiş ve dönüşlerinde Hz. Mevlânâ türbesini ziyâret etmiş ve hürmet göstermiş, ayrıca bir şadırvan yaptırmıştır. Saltanat zamânı çok uzun olmayan Yavuz Sultan Selim’in hangi tarîkata müntesib olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte, meşâyıh ile münâsebetleri samîmî bir seyir izlemiştir.375

Kānûnî Sultan Süleyman (ö. 974 h./1566 m.), Osmanlı Sultanları arasında, meşâyıh ile münâsebeti en fazla olanlardandır. Saltanat döneminde yüzden fazla şeyhle görüştüğünü; Nakşibendiyye, Halvetiyye, Mevleviyye ve Bayrâmiyye’ye intisâb ettiğini kaynaklar bildirir. 376 Irak Seferi (1533-1535 ) sırasında, Konya’ya uğramış ve burada bir müddet istirâhat ederek Konya Mevlânâ Dergâhı’nda, Hüsrev Çelebi ile görüşmüş, semâ’ meclislerine Çelebi Efendi ile birlikte iştirâk etmiş ve Dergâh’a birçok ihsanda377 bulunduktan sonra sefere devam etmiştir.   Seferin   muzafferiyetle   netîcelenmesi   üzerine   Kānûnî,   birçok   hediye   ve   ihsanlarla çelebiye kırk hizmetkârını göndermiştir. Hüsrev Çelebi ise kaynaklara göre, gönderilen hediyelerin bir tekini bile şahsı için kabul etmeyerek, dervişler arasında taksim edilmesini, bir kısımının da dergâh mutfağı masrafları için aşçıdedeye teslim edilmesini irâde buyurmuştur.378 Gönderilen hizmetkâr, pâdişah tarafından gönderilen hediyelerin bu şekilde tasarruf edilmesini yadırgamış; pâdişahın gönderdiği hediyelere bir hürmetsizlik ve isrâf olarak değerlendirmiştir. Hizmetkârın bu zannı Hüsrev Çelebi’ye bir semâ’ merâsimi esnâsında mâlum olmuştur. Bu durum karşısında şaşkınlığa düşen hizmetkâr ise, Çelebi’den affını istemiş ve Mevlevî dervişleri arasına katılmıştır.379 Hizmetkârının intisâb ettiğini öğrenen Kānûnî, bu olay üzerine şu beyiti kaleme almıştır:380

Peyk-nâme olıcak behre-ver-i yümn-i eser
Bu Muhibbî dahi kalmaz ola bî-hüsn-i nazar

Kānûnî, Hüsrev Çelebi ile birlikte iştirâk ettiği semâ merâsimleri ve Mesnevî sohbetleri esnâsında, daha önce hiçbir mecliste müşâhede etmediği hâller müşâhede ettiğini ve işitmediği hikmetler işittiğini beyân etmiş, bunun hikmetini Çelebi’den suâl ettiğindeyse Hüsrev Çelebi; كل شئ یؤثر فى ملایمه [Herşey kendisiyle münâsib olanı etkiler] yâni, kāli ve kālıbı olan âsâr-ı müessir havâs-ı zâhire; ve hâli ve kalbi olan evzâ’-ı münevver havâs-ı bâtıne; ve kulûb ve ukūl ve ervâhdır” buyurarak pâdişahın hâlini açıklamıştır.381 Çelebi’nin pâdişah ile bu sohbetinin devamında Çelebi; “ilim talebi”ni, “ilme’l-yakîn”, “hakke’l-yakîn”, “ayne’l-yakîn” ve “mârifet-i hâl”, “mârifet-i fenâ” ve “mârifet-i bekā” mertebelerinde ilerlemeyi teşvîk ederek, bu konularda basit insanları taklidden sakınılması gerektiği husûsunda ihtârlarda bulunmuştur.

Kānûnî’nin şehzâdeleri, Şehzâde Selim (Sarı Selim) ve ağabeyi Şehzâde Bâyezid (ö. 969 h./1562) arasında Konya Ovası civârında bir muhârebe meydana gelmiş ve bu muhârebe esnâsında Şehzâde Bâyezid’in yenilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu muhârebe esnâsında Şehzâde Selim’in, Hüsrev Çelebi ile yakınlık kurduğu; kerâmet ve himmetlerini müşâhede ettiği Hüsrev Çelebi’ye intisâb ettiği rivâyet edilmektedir. Bu muhârebe esnâsında Şehzâde Selim dergâha bir şadırvan ve bir câmi yaptırmış ve vakıflar tâyin etmiştir.382

Bu muhârebe esnâsında, Şehzâde Selim’in, tebdîl-i kıyâfet ile Mevlânâ Türbesi’ni ziyâret etmek için Türbe’ye geldiğinde, Abdülvehhâb Hemedânî’nin (ö. 953 h./1546 m.) Sevâkıbu’l-Menâkıb isimli eserini Kānûnî’nin emri üzerine Türkçe’ye tercüme eden ve Mesnevîhan Mahmud Dede (ö. 1011 h./1602 m.) olarak bilinen Mahmud Dede ile karşılaşmıştır. Mahmud Dede, Şehzâde Selim’e hitâben “Temiz ve pâk Sultanların huzûrunda, temizlik (abdest) ve alçakgönüllülük gerekir” buyurmuş ve ziyâret âdâbı hakkında şehzâdeyi uyarmıştır. Bunun üzerine, abdest alarak nâfile namaz kılan şehzâde, bu esnâda ecdâdının Hz. Mevlânâ’ya, Türbesi’ne, âilesine ve Mevlevîliğe   olan hürmetlerinin ve ihsanlarının sebebini düşünüp, “Acabâ,   bu   mezaristânda   onlar   ne   müşâhede  etmişler ki, bu makūle zâidü’l-vasf tezyîn ve tekrîm olunmuş” diye içinden geçirirken, Hz. Mevlânâ’nın sandukası tarafından iki amansız aslanın kendisine doğru hücûm etmeye teşebbüs ettiklerini görünce, Mesnevîhan Mahmud Dede’den emân dilemiş ve Mahmud Dede de şehzâdeyi “Bu sultanların pâyitahtı gerçektir. Aslanlar olmadan mûcizeler olmaz; fakat onların parçalaması edeb perdesini parçalayanla olur” buyurarak teselî etmiştir. 383

Ertesi gün yine ziyâretlerinin akabinde, Hüsrev Çelebi ile de mülâkatta bulundukları ve bu sohbet esnâsında, aklında sürekli kardeşi Şehzâde Bâyezid ile tutuşacağı muhârebenin hesaplarını yapan şehzâdeye Çelebi; “Bir âsî, iki hüsrevin arasında ne yapabilir?” buyurarak gönlünü ferahlandırdığı ve ertesi gün gerekleşen muhârebe esnâsında da, Hz. Mevlânâ’nın türbesi tarafından, âşıkların yanmış gönlünün dumanı misâli bir duman semâya yükselerek karşı tarafın göz açmasına fırsat vermeden onların dağılmalarını sağladığı rivâyet edilmektedir. Bu zaferin sevinciyle ve teşekkür hisleriyle Çelebi’nin huzûruna çıkan Şehzâde Selim’e Çelebi; “İki âsî, yüzünden başkaldırmış dumanıyla, bir pehlivan ortaya çıkardılar” buyurmuştur. Böylece Şehzâde ve Çelebi arasındaki muhabbet ziyâdeleşmiş ve Şehzâde Selim’e bu muhabbetin bir nişânesi olarak arakiyye tekbirlenmiş ve Şehzâde Selim de hem çelebiyâna, hem dervişâna ve hem de Dergâh’a çeşitli ihsan ve vakıflarda bulunmuştur.384

Hüsrev Çelebi’nin postnişînliği zamânında, Çelebi ve dervişlerinin şöhretlerinin arttığı ve husûsen sürmekte oldukları debdebeli hayat ile konuşulur oldukları rivâyet edilmektedir. Bâzı kötü niyetli kimselerin bu meyândaki dedikoduları 385 kulağına gelen Çelebi ise dervişânına nasîhatlerde bulunarak, onları teskin ve tesellî etmiştir:

Hiçbir makam çelebisine nasîb olmayacak kadar uzun bir müddet (54 sene, 915 h./1509 m. – 969 h. /1561 m.) postnişîn olarak vazîfe yapan Hüsrev Çelebi, 969 h./1561 m.’de 83 yaşında iken   vefat   etmiştir. 386 Vefatlarının   ardından   oğlu   Ferruh  Mehmed  Çelebi (ö.   1010   h./1601   m.) postnişîn olmuş ve babasının vefâtı ardından şu kıt’ayı inşâd etmiştir:

Hüsrev-i devrân-ı sırr-ı Mevlevî
Etti azm-i taht-gâh-ı ma’nevî
Terk edip sohbet-serâ-yı şeş deri
Türbe-i ceddinde oldu münzevî387

Kaynaklarda,    Hüsrev    Çelebi’ye    âid    bâzı    Farsça    kıt’alara 388   ve    şu    beyitlere    yer verilmektedir:

Kıble-i rûy-ı niyâz-ı cân-ı âdemdir gönül
Maksad-ı sahrâ-yı nûrdân-ı dü âlemdir gönül

Rûy-pûş-ı izzet olmuştur süveydâ kadrine
Rûy-i ma’nîde velî arş-ı muazzamdır gönül

Üsbüayn-i lutf u kahrın gûyiyâkalbidir ol
Rif’at-i taklîb-i hikmetle mükerremdir gönül

Sırr-ı her sâhib-zamânın dest-i hall ü akdine
Vefk-i gavsiyyet-nihâde la’l-i hâtemdir gönül

Def’-i jengâr-i men ü mâ eyleyelden Hüsrevâ
Mazhar-ı feyz-i cemâl-i İsm-i A’zam’dır gönül389


371 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 143; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 248

372 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 248, 254; Târîhçe-i Aktâb’da Hüsrev Çelebi’nin doğum târihi;

Cenâb-ı Hüsrev’e sâl-i velâdet
Sekiz yüz seksen altı idi hicret
(Târîhçe-i Aktâb, s. 7)

373 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 142-143; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 255

374 Sefîne’de, bu anlaşmazlığın sebebinin, Hüsrev Çelebi zamân-ı meşîhatinde, Dergâh evkāfının hayli artması olduğu ve bu varlık ve debdebenin de Osmanlı Hânedânı’na karşı bâzı kötü hesapları bulunan kimseler tarafından dedikodu malzemesi yapılarak pâdişaha aktarıldığı rivâyet edilir. Ancak, bu durum daha sonra açıklığa kavuşmuş ve başta Sultan II. Beyâzid başta olmak üzere Mevlevîlik, devlet erkânı arasında rağbet görmüştür. Pâdişahın, her seferine Mevlevî büyüklerinin himmetini talep ederek çıktığı ve muzafferiyetle döndüğü rivâyet edilir. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 144; Esrâr Dede, a.g.e., s. 140-141)

375 Yavuz Sultan Selim’in tasavvufî yönü için bkz: Öngören, Reşat, Osmanlılar’da Tasavvuf- Anadolu’da Sûfiler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), s. 247-250; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 259

376 Kānûnî Sultan Süleyman’ın tasavvufî yönü için bkz: Öngören, a.g.e., s. 250-256

377 Kānûnî, bu ziyâreti esnâsında dergâha bir mescid binâ ettirmiş ve Sultan Veled Medresesi’ni tâmir ettirmiş; Mesnevîhân Mahmûd Dede’den Abdülvehhâb Hemedânî’nin kaleme aldığı Sevâkıbu’l-Menâkıb adlı eseri tercüme etmesini istemiştir. Pâdişahın bu arzusu üzerine Sevâkıbu’l-Menâkıb tercüme edilmiştir. Bu ziyâretler sırasında Türbedâr Osman Dede’nin de sohbetinde bulunmuş ve müstefîd olduğunu beyân etmiştir. Hattâ, Hz. Mevlânâ’ya ve Mevlevîliğe muhabbetinin bir nişânesi olarak, kaleme aldığı şiirlerinde “Muhibbî” mahlasını kullandığını beyân ettiğini Mustafa Sâkıb Dede rivâyet etmektedir. (Bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 145- 146; Esrâr Dede, a.g.e., s. 141-142; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 263)

378 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 147; Ali Enver, a.g.e., s. 49-50

379 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 147; Ali Enver, a.g.e., s. 50-51; Esrâr Dede, a.g.e., s. 142-143

380 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 147; Esrâr Dede, a.g.e., s. 143

381 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 146

382 Bâzı târih kaynaklarında ve Abdülbâki Gölpınarlı’nın Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik eserinde, yapılan bu şadırvan ve câminin Yavuz Sultan Selim’in ihsânı olduğu kaydediliyorsa da, Sefîne’deki rivâyete göre Şehzâde Selim tarafından yaptırılmıştır. Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 145; Konyalı, İbrahim Hakkı, Konya Târihi, s. 646; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 154

383 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 145-146

384 Yukarıda bahsi geçen câmi ve şadırvanın bu ziyâret esnâsında ve iki şehzâde arasındaki muhârebenin zaferinin ve Şehzâde Selim’in Mevlevîliğe olan muhabbetinin bir nişânesi olarak inşâ edildiği rivâyet edilmektedir. Sefîne’de, Mesnevihân Mahmud Dede’ye, hâlen kabrinin bulunduğu ve Hz. Mevlânâ’nın türbesi karşısında bulunan bir bahçe ihsan edildiği zikredilmekte ve bidâyette Şehzâde ile Dede arasında meydana gelen tatsızlıkla Dede’nin kırılan hatırının bir nebze yumuşatıldığı rivâyet edilmektedir. Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 146

385 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, 148; Abdülbâki Gölpınarlı, bu mevzû ile ilgili olarak, Hüsrev Çelebi’nin sürmekte oldukları debdebeli hayâtı ve gösterişi husûsen dervişlerine tavsiye ettiğini ve bu vesîleyle de kendilerini gizleme yoluna gittiklerini kaydetmektedir. Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 155

386 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 270; Târîhçe-i Aktâb’da Hüsrev Çelebi’nin vefat târihi;

Cemâlüddîn Efendi’nin hafidi
Tokuz yüz altmışaltı Adn’e gitdi
(Târîhçe-i Aktâb, s. 7)

387 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 149; Ali Enver, a.g.e., s. 52; Esrâr Dede, a.g.e., s. 145

388 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 147

389 Ali Enver, a.g.e., s. 52; Esrâr Dede, a.g.e., s. 145

 

ETİKETLER: