Bu makalede şu açıklanacaktır:
Fakirin sözü birdir her ne kadar çeşitli yöntem ve ibare ve örnekler ile söylenmişse de. Dikkat edilirse (SAYFA 248) görülür ki hepsi bir sözdür. Bu çeşitlemeden amaç şudur: talip, o biricik sözün değişen üsluplarından başka başka zevk alarak istekli olsun. Çok çeşitli renkte ve biçilen birçok modelde elbisesi olursa her birini giydiğinde seyredenlere başka zevk, başka güzellik arzeder. Nitekim şair demiştir: “ ‘İbârâtunâ şettâ ve husnuk vâhid” Meali: “Sözlerimiz başka başka olsa da mevzu birdir (senin hüsnündür).”
Şu da ifade olunacaktır ki:
Manayı olduğu gibi “hakikât-i vechle” anlatmak mümkün değildir. Ancak benzetme ve dışardan misallerle ifade olunur. Teşbihle, temsiller arasında da farklıklık bulunması doğaldır. Şu kadar ki temsiller güzel ve istenilene uygun yapılırsa dinleyen der ki: “Benzetme güzel, benzetilen de böyle olsa gerek.” İşte bu yolla o manaya talip olur. Mesela bir çocuğa mahbubun dudaklarındaki zevki duyurabilmek için “şeker gibi tatlı”dır dersiniz. Çocuk şekeri tatmış ve biliyor olduğu için kendisinde dudağa karşı bir meyl, bir istek oluşur.
Hak Teâlâ Hazretleri de cenneti anlatırken insanların bildiği ve çok sevdiği şeyleri (ağaçları, meyveleri, çiçekleri, hurileri, sündüs ve ipek…) öne sürer ki cennet hakkında bir fikir edinerek talip olsunlar. Hakikâtteyse cennetteki güzellik, nimetlerindeki fevkaladelik hatır ve hayale sığmaz.
6480
Bu bir tek söz yüz misalde, yüz şekilde söylendi, çünkü şiirini, hakikâti olduğu gibi anlatacak şekilde söylemek mümkün değildir. Nasıl ki sen sevgilini güzel görünsün diye her dem başka türlü bir elbiseyle süslersin, güzel görünsün diye bazen ipekli, bazen yünlü kumaşlar giydirirsin. Söz de şiirin elbisesi hükmündedir, şair manayı süslemek için türlü üsluplara girer. Gerçi lisandan çıkan sözler, hesapsızdır. Fakat cümlesinden maksut olan mana birdir.
6485
Şunu da bil ki o cemalin güzelliği, ne misale sığar ne de söze. Mademki onun sıfatı açıklamaya gelmiyor, o hâlde, her ne söylersem Hak onun ötesindedir. Fakat anlayabildiğin kadar söylemeliyim ki sen de ilm-i ledünden bir koku olsun alasın. O koku, sana vuslat yolunda rehberlik edebilir. Yoksa onun gibi nerede olacak? O hüsnü sana ancak benzetme yoluyla söyleyebilirim. Mesela, o güzelin çenesi elmaya,
64120
dudakları lâle (kıymeli bir taş) veya şekere, yanaklarıyla, çehresi (yüzü) kamere benzer, derim. On yaşlarındaki bir çocuğun damağında şekerin lezzeti mevcut olduğundan o, bu teşbihle dudaktan hoşlanır. Der ki: “Dudak, her hâlde tatlı bir şey olacak.” Hakikâtte ise dudakla şeker arasında hiç münasebet yoktur. Hiçbir kimse inciyi taşa benzetir mi? Eğer benzetirse sana anlatmak için söyler. Canın, o gülzarın kokusunu alsın diye.
6495
Cenneti anlatmak için ağaçlardan, köşklerden, hurilerden bahsetmek de böyledir. Sündüs, ipek, akarsular, şarap, süt ve bal ırmakları vesairenin ruhani zevklerle hiç alâkası yok. Cennet zevki nerede, gönül sefası nerede. O kalpler ki Hüda’nın baktığı yerlerdir, onların sıfatları ne kitaba sığar, ne sayfalara.
(SAYFA 249) Sana ne söyleseler (ne türlü anlatsalar) onun üstündedir. Ruhun özellikleri ruh yoluyla anlaşılır.
6500
Canan tarafına can yoluyla gidersen, oraya tensiz, harfsiz, sessiz gidersin. Fani olur, akıldan fikirden kurtulursun, o tarafı başsız, kulaksız dinlersin. O saklı hazine (kenz-i mahfi), sana zahir olur. Engin, yüksek kayıtları olmaksızın canın yücelir. Onu, vücutsuz olarak yoklukta müşahede edersin, ne gök, ne yer, ne boşluk, ne doluluk hiçbir şey yok olmaz. Bu visale ermek için fani olmakta gecikme ki zararların aynen kâr olsun.
6505
Nitekim kimya vasıtasıyla bakır altın oluyor, itaat yüzünden beşer, melek oluyor. İyi, kötü, bismil, mundar (murdar), tuzlaya düşen şeyler, bütün parçalarıyla baştan ayağa tuza dönüşüyor ki bunda şüphe yok. Bir cahilin cehaleti, âlimden her gün yeni yeni şeyler öğrenmekle ilme dönüşür. Bunu anla ki tamamlanasın.
6510
Hak ehlinin “fena fillah” olması da böyledir. Git, fani ol ki bu dersi anlayasın. Bunu anlamaya uğraşma, amele gayret et! Bu anlayış amele yakın olursa, bakır olsan da işin altın gibi olur, duyularla algılanmanın dışına çıkarsın. Bir cihanda ki orada yüksek, alçak gibi şeyler yoktur. Orada şevk ve neşeyle felekleri geçersin. Bir sema üstüne çıkarsın ki bu sema yanında, bir bulut parçası gibi kalır, ilimler öğrenirsin ki kitaplar ona bir satır bile olamaz.
6515
Bu ilimler, Hakk’ın ilminden pek az bir şeydir, o ilm-i celilden bir koku duyarsın. O ilimlerin bir miktarı dünyaya onun için geldi ki bu azdan o çoğa geçiş ile isteyen ve rağbet eden olasın. Eğer bu nimetlerden biraz olsun koku hissetmezsen, senin zindeliğin üfürükle şişirilmiş tuluma benzer. Tulumun da az çok bir mevcudiyeti vardır, fakat sen onu yok say! Çünkü hava ile dolmuştur.
Onun şişkinliği yemekten (beslenmekten) değildir. O, hastalığı yüzünden şişen bir hastaya benzer.
6520
O hastalıktan kurtulduğu takdirde, bir hazine gibi gıdayla, sıhhatle dolardı. Git, kendinden boşal, aşktan dol! Tâ ki bu deryada sedefsiz inci olasın! Haydi! Benliğinde kalma, tâ ki Merdan-ı Hüda gibi vahdet deryasında zuhur edesin. Kötü nefsin başını vur ki sağırlıktan, suçtan, fısktan ve yolsuzluktan kurtulasın. Çünkü o sağ kaldıkça bütün bu fenalıklar ondan doğar. Ondan, suçtan ve itaatsizlikten başka bir şey bekleme.
6525
Alçak nefsin ölmedikçe emin oturma! Onu durmadan tırmala ve hırpala! Tâ ki yavaş yavaş kökünü kazasın. Öldü mü, artık ilm-i ledün yüz göstermeye başlar. Nefsin ölmesi ruhun yaşaması demektir, fani olduktan sonra gelen hayat ebedidir. Her kim, burada ecelden evvel ölürse canını kurtarır, ebedi hayat onda meydana gelir. Her kim, Cenabı Peygamber’in “mutu kable en temutu”1 emr-i şerifini iyi dinler ve candan kabul ederse
6530
gece gündüz nefsini kahra çabalar ve bu gayrette de Hak’tan yardım talep eyler. (SAYFA 250)
Notlar
- Hadisi şerif. Mutu kable en temutu “ölmeden önce ölün”