Makale 4

A+
A-

Makale 4

Bu makalede şu zikredilecektir:

Her ne kadar rebabdan herkesin dinlediği aynı ses ise de anladıkları mana aynı değildir.

(SAYFA 13) Herkes onda kendi derdinin ifadesini bulur. O bir tek sesten birbirine benzemeyen yüzbinlerce mana anlaşılır. Tıpkı bahar mevsiminin, maddesi ve dili olmadığı hâlde onun feyziyle ağaçlarda, meyvelerde türlü türlü renkler ve lezzetlerin meydana gelmesi ve Cenabı Hakk’ın kusursuz güzelliğinin o muhtelif suretlerde kendisini göstermesi gibi.

Cenabı Hak bütün âlemleri yarattı ve terbiye etti. Karıncadan Süleyman’a varıncaya kadar her mevcut, kabiliyetlerinin seviyesine göre, ondan özellikler ve nitelikler devşirirler.

Bundan dolayı Sani-i Teâlâ Hazretlerinin yüzünün seyrini sanatında aramak, bulmak ve görmek gerekir.

Fakat bu görüş hissi değil, ilmi ve aklidir; enbiya ve evliya Cenabı Hakk’ı bizzat kendisinden tanıdılar ve o tecellide fani ve tasarruf sahibi oldular. Denize dökülen bir testi su gibi… Bu su, denize karışır gider, belirsiz olur; fakat yok olmaz. Belki derya ile birleştiği için deryanın kendisi olur. İşte O’nun didarı, bir testi suyun denizle birleştiği gibi ilim ve marifette insanı öyle bir mertebeye eriştirir ki kişi eserin aracılığına gerek kalmaksızın sanatçıyı görür.


Onun (Rebab’ın yahut Hüda’nın) tizi, göze öyle keman çeker ki sadasının tizi de, pesi de insanı mest eder. Büyük küçük bütün cihan halkı onun inlemelerinden neşeyle coşmuştur.

235

Herkes onun sesinden kendi mutluluğunu, kendi derdini dinler. Her biri sırdaşını ayrı görür. Herkes o sesten ayrı bir hisse alır, kulağı başka bir kıssa dinler. Herkes, yüz binlerce halk onun sesinden –söze gerek duymadan- kendi emelini anlar. İlkbaharın yüzbinlerce çeşit ağaç, ekşi tatlı meyveler vermesi gibi. Onun verimliliğiyle her tarafta yüzlerce gülşenler, dikenler meydana gelir, dünyada bağların ve meyvelerin ardı arkası kesilmez.

240

Dikenden hurmaya kadar, her şey, ilkbaharın gelişiyle neşe dolar. Hüda’nın nurundan da yeryüzü ve gökyüzü gibi insan ile cinin akılları ve nefisleri de aynı suretle faydalanır. Cenabı Hak, âlemi -gerek iyi gerek kötü- herkesi pay sahibi etmek için yarattı.

Herkese ayrı bir varlık, başka bir özellik verdi. Kiminden şarap, kiminden sarhoşluk meydana getirdi. Semadaki aylar, güneşler, yıldızlar; yerde bulunan büyük küçük bütün mahlûklar,

245

hepsi de varlığı ondan devşirdiler, her biri layık olduğu mertebeye erişti. Cenabı Perverdigar,1 herkesi liyakatları derecesinde ve kabiliyetleri nispetinde besliyor, her birine muhtelif işler gördürüyor: Alfabenin farklı harfleri gibi.

Her şeyin gelişimi ve canı ondandır, hareket ve durgunluk hepsi onun emriyledir. Kimi dev gibi yerin altında saklanmış, kimi Hazreti İsa gibi göklere çıkmıştır.

250

Her şeyde onu gör ki bu varlık hep onun ihsanıdır. Canda ve tende ondan başkası yoktur. Bu, sizin anlayacağınız kadar bir örnektir. Hakiki görüş ise ancak aşktan doğar.

(SAYFA 14) O, bakışın önünde bu, bir tılsım gibidir; o, isimlenen; bu, isimdir. Ey doğru yolu arayan! İsimle isimlenen arasındaki fark, ırmakla deniz arasındaki nispet kadar büyüktür. Sen ilkbaharı bağdan, ağaçlıklardan, gül bahçelerinden ve çimenliklerden bilirsin.

255

Bu nerede, ilkbaharın sen olup da meyve ve ağaçların, hayatlarını senden almaları nerede! Sani-i Teâlâ Hazretleri sana cemalini sanatı ve aracısı olmaksızın gösterir. Celâl-i nuru ruhunu temizlesin de onu, ondan gör, kendinden değil. Bu görüşte iyilik-kötülük söz konusu olamaz. Çünkü Hüda, kendini görmektedir. Bu hâldeyken din ve mezhep farkı kalmaz. Küfür ile din bu halkın vasıflarıdır. Rahman’a has olan sıfat, vahdettir.

260

Mimarı, eserlerinden tanımakla bizzat kendini görmek arasında büyük fark vardır. Şükrü yaratanla şükrün zevki bir midir?

Göz hakkında söylenen sözler nerede, gözün kendisi nerede? Fakat sen, o oluncaya kadar buna kanaat edeceksin ki o uzun yolu ancak bu suretle kısaltırsın! Bu kadar bilgi seni nihayet cihanda Hakk’a kavuşturur, ben sana ufacık bir işaret verdim, ötesini kendin anla! Hatır kuşunu, yönden bağımsız olan Cenabı Hak tarafına doğru uçur!

265

Bundan da geçerek tekrar rebabı dinle! O ayrılığı, o yanıp yakılışı anlat! Rebabın çemberiyle ibrişimi der ki: “Biz, ilm-i ezelîde beraberdik. O zaman huzur-u Hak’ta can ve dertlere derman idik. Şimdi öyle bir vuslattan ayrılmış bulunuyoruz. Bu âlemde dilenciler gibi zavallı kaldık.” Havaya dönüşmekle mana deryasından ayrılan su gibi,

270

rebab da başlangıçtaki hâline dönmek için feryat edip duruyor ve o arzuyla vücudunu yaralamak istiyor. Eski hâline dönmek arzusuyla gözlerine uyku girmiyor. Sana, rüzgârı, suyu bir temsil olmak üzere söyledim. Maksadım Cemal-i İlahi’dir. Su, manayı, rüzgâr sureti temsil eder. Manaya meyleden, mutlu ve memnun olur. Aslına dönerek cismanilikten kurtulur, vücut metaını can hazinesine ısmarlar.

275

Başlangıçta nasıl idiyse gene öyle olur, canını ten kaydından azat eder. Ey bu sözleri dinleyen! Suyu, havayı bırak. Perişan aklını başına topla da kendine gel! Sen de o manaya meyledip heva, bela ve musibetlerden kurtulmak için aslına dönmek isteyenlerin istediğini iste. Madde âlemine gelmeden önce sen de mana idin, makbul ve övgüye layık olayım dersen aslına dönmeyi iste. (SAYFA 15)

Notlar

  1. Perverdigâr: Rızıklandıran, besleyen. Rezzak.

 

ETİKETLER: ,