Bu makalede şu açıklanacaktır:
Âdem evlatları evvel toprak idi. Latif su, o toprağı bitki etti ve bitkiyi hayvan, hayvanı da insan eyledi. Ana rahminden itibaren lütfunu dem-be-dem artırdı, büyüttü, nihayet dünyaya getirdi, sonra akil ve baliğ oldu, ona emir ve yasak geldi, eline irade ve tercih kabiliyeti verildi.
Buraya kadar başkaları tarafından taşınıyordu bundan sonra taşıyıcı oldu. Şöyle ki çocuk iken (SAYFA 70) babası onu besler, omzunda, sırtında taşır, her yere götürür. Akil ve baliğ olunca onu kendi başına bırakır. Hayvanlar da vahşi, kanatlı hepsi bu düzenleme üzeredirler.
Ama enbiya ve evliya taşınmanın tadını aldıktan sonra kudret ve güçlerini terk ettiler, varlıklarından soyutlandılar.
İrade ve tercihi bırakıp cansızlar, bitkiler gibi aciz, elsiz ve ayaksız oldular. Günahsız olarak Hakk’ın taşıdığı oldular. Hamallıktan kurtuldular.
İnsanlara irade ve seçme hakkı verilmeden evvel zahmetlerini başkaları çekerdi. Seçildikten sonra, sıkıntı, bela, mihnet gibi ağırlıklar hep kendi omuzlarına yüklendi.
Bu neye benzer, bir adam rüyasında yola gitse yorgunluk duymaz. Bıçakla, sopa ile dövülse darbe yerlerinde yara bere meydana gelmez.
Çünkü rüya hâlinde iken iradesiz olmuştur.
Halk, bu belalı, sıkıntılı iradeden ancak rüyada kurtulabilir. Ama seçkinler, uyanıkken kavuşurlar.
İlahi cömertlikten dolayı yerdeki otlar, gül ve yasemin gibi taptaze oldu. Bu gelişimden hayvan meydana geldi. Şu şekilde ki:
Evvela cenin oldu, sonra hayata sahip oldu. Ana rahminde an-be-an büyüdü, lütf-ı Hüda onu orada besledi. Dokuz ay sonra dünyaya geldi, noksandan kurtularak tamlığa erdi.
1660
Vasıtasız Hakk’ın elinde yaşadı, Hakk’ın dilsiz lütfu ona yardımcı oldu. Şevkle dem-be-dem yiyecek içecek buldu. Hakk’ın keremiyle, lütfu ona bakıcılık etti. Her yere götürmek üzere ona hamal oldu. Çünkü gitmek için ne irade vardı, ne de ayağı. Nasıl ki küçük çocuğa babası yolculuk ederken hamallık eder, sırtında taşır, fakat kuvvetlenip delikanlı olunca artık onu evvelki gibi taşımaz.
1665
Ona der ki: “Benim gibi, senin de iki ayağın vardır. İstediğin yere kendin gidebilirsin.” Acz zamanında ona babası hamallık ederdi, büyüyüp de kuvvet kudret elde edince hamalı kendi oldu. Evvel taşınan iken şimdi taşıyıcı oldu. Lütuf ve yardım devri geçti.
Bu kuvvet ve kudret ona sıkıntı ve zorluk oldu, o, büyüdüm, kuvvetlendim diyerek sevinedursun. O, başlangıçta ayaklar altında sürünen bir avuç toprak idi. Lütf-ı Hüda
1670
onu bu zamana kadar besledi, büyüttü, emeline nail etti, delikanlı oldu. Öyle zanneder ki “Ben kuvvet, kudret elde ettim, dünyanın iyisini kötüsünü gördüm (tecrübe sahibi oldum). Benden çok şeyler vücuda gelebilir, çünkü kâdirim, nâdirim, âlemde bir tekim.” Bu düşünceler ki onu Hak’tan uzaklaştırdı, bu fikir, onu kavuşmadan ayırdı. Öyle zannetti ki eksiğim kalmadı, noksan iken kemale erdim.
1675
Fakat o, işin bir aksi olduğunu bilmiyor. Elindeki gülşeni bıraktı da dikene sarıldı. Haberi yok o bildiği şeyler bildiği gibi gerçekleşmiş olsaydı keder ve sıkıntı içinde boğulup kalmazdı. O biçare, cehaletinden dolayı yanlış fikre sapmış, bu nedenle yolunu yitirmiştir.
(SAYFA 71) Eğer onun ruhu güçsüzlüğünü idrak etseydi, şüphesiz, Hak Teâlâ tarafından büyük yardımlara nail olurdu. Kadir-i mutlak onu yakinen bilir, herkesin aczi ona aşikârdır.
1680
Kendisinin elsiz ayaksız olduğunu (tam bir acziyet içinde bulunduğunu) itiraf ederse, Hüda onu gizlice yanına davet eder.
Bu bilinmektedir ki bütün işler ona ısmarlanmıştır, o bir kaynak, insanlar ırmaktır. Su kaynağından çıkarak ırmakta akmaya başladı mı, bağlara, bostanlara, kırlara doğru koşar. Kaynak olmasa, bu tatlı su ağaçlara gidebilir mi? Bağlar, çimenlikler dinçlik bulabilir mi?
Gülbahçeleri, yaseminler suya nasıl kanardı?
1685
Ölmeden evvel ölmek, bu bilgiden (kendini tam acz içinde görmekten, işleri Hakk’a ısmarlamaktan) ibarettir.
Bu ölüm, ruhu diriltir. İrade ve tercih edebilme yetisinden soyutlanan kimsenin işleri, Allah’ın işleri olur “Ve men yetevekkel alellah”1.
Bundan dolayı onda cennet, cehennem düşüncesi kalmaz, çünkü o Hakk’ın belirtilerinin göründüğü yer olmuştur. Kavuşma devleti ona gerçek olunca, tereddütten, hayalden temizlenir. Bil ki irade ve ihtiyar (tercih) insanlar için sıkıntı sebebidir. Onlar bu sıkıntıdan ancak uyku hâlinde kurtulabilirler.
16120
Fakat havas (seçkinler) için bu kurtuluş, uykuda olduğu gibi, uyanık iken de mümkündür. Çünkü onlara böyle yüzlerce fetihlerin kapısı açılmıştır. Onların hepsi de taşınanlardır, onlar için, hamallar gibi gam keder çekmek üzüntüsü yoktur. Senin çektiğin sıkıntılar onun içindir ki kendini kervanbaşı zannediyorsun (çünkü uykudasın). Uyandığın zaman, amirin kim olduğunu, eşyanın mahiyetinin neden ibaret bulunduğunu görürsün! Sen, kudret selinin elinde bir saman çöpü gibisin, onun yolunu tutsan da tutmasan da ondansın!
1695
Kudret çevgeninin halkasında (eğri ucunda) bir top gibisin! Onun darbeleriyle yuvarlanarak oraya buraya koşuyorsun!
Gücün yetmez ki onu defedesin, onun kararının karşısında hareket eyleyesin! Kendini onun huzurunda yarı ölü say! O zindeliği, o dedikoduları (her şeyi) ondan bil! Hareket ve durgunluğunu da ondan bil! İyide, kötüde (her şeyde) açıkça onu gör!
Tâ ki o hidayetten dolayı tâbi olan olasın! Tabi olduğun Hak olsun, sen de ona tâbi ol.
1700
Böyle olunca sen, artık o olursun, yerde olsan da göğe çıksan da. Bu sebepten o sırların incisi (Cenabı Mevlana Kuddusi sırrıhu el-esni) tam bir içtenlik ve yakarış ile buyurmuşlardır ki: Ya Rabbi! Bana o devleti göster ki yerde gökte bulunan şeylerden, hayalden, şüpheden (her şeyden) kurtulayım, cemalini vasıtasız seyredeyim. Malik olduğum bu ilim doğru değildir. Sevap ise de hata ise de çabuk göster ki
1705
canım hayalin arından (gereksiz sıkıntıdan) kurtulsun da hakikâte vasıl olayım.
O hayaller gözümün önünde gece gibi karadır. Rabbimin lütfuyla, onu aydınlatacak, hakikât nurudur.
(SAYFA 72) Bu zulmetler o mumun nuruyla yok olsun! Tâ ki ayrılıktan kurtularak bir olsunlar. O şüpheyle o hayal farklılıktır. Onları kalp ile birleştirecek, celâl nurudur. Özetle, kendini yok bil! Var olan, yalnız Hak Teâlâ Hazretleri’dir.
1710
Böyle bildiğin zaman Hakk’ı görür, Hak’tan, öğretmensiz olarak (bizzat) ders alırsın. Ebedi cennette dinç kalırsın, daima emniyet içinde korkusuz olarak yolculuk edersin. Kul isen o yüzden şah, süha isen o hediyeler sebebiyle ay olursun. Mahkûm isen hâkim olursun, her ölünün yanına, ona can bahşetmek üzere gidersin. Dünyada Halik’in belirdiği yer olursun. İnsan ve cin Hakk’ın cemalini senden seyrederler.
1715
Hüda ila ahbap olmak isteyen, alçakta, yüksekte (her yerde) seninle oturur. Senden her ne dinlerlerse, vasıtasız Hak’tan dinlerler. Senin sözün, fiilin şeksiz şüphesiz Hak’tan olur, yer, gök senin kontrolün altına girer. Suretin her ne kadar beşer ise de, manan, Hüda-yı adil olur. Çünkü Hak’tan başka her şey boştur. O boşlukları dolduracak, Hakk’ın nuru, ışığı ve haşmetidir.
1720
Ten küpü (testi) denize doğru akarsa onu deniz say! Azlığına, çokluğuna bakma! O, zahiren (görüneniyle) testidir, fakat bâtınen (görünmeyen tarfıyla) deryadır.
Sen görüntüsüne bakma, içine bak! O, dış görünüşüyle size testi görünürse de, görünmeyen tarafıyla denizle bağı vardır. Sır gözünü aç! Ser gözünü değil.
Tâ ki ondan kıl kadar olsun haberdar olasın. Dış görünüş o yolun perdesidir. Manasız (suretperest) insan dergâhın dışındadır.
1725
Eğer mana olursan, manaya kavuşursun, yoksa sen, o önderden çok uzaktasın! Aşkı daha çok olan, kavuşmadan daha çok hisse alır.
Âşık olmayan kapı dışındadır. Çok ilim seni beyliğe eriştirir, fakat şeytan gibi çirkin ve zorba da edebilir. İblis gibi gururlu ve kibirli eder. Nihayet reddedilmiş, aldanmış ve kötü olursun. Bencil olan, hakikâti görmekten uzaktır. O, daima karanlık gibi, nurun zıddıdır.
1730
Âşıktan başkası âşık olunana mahrem değildir. İleride giden de, geride kalan da âşıktan başkası değildir.
Notlar
- Enfal suresi 8/49: Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, “Bunları dinleri aldatmış” diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a tevekkül ederse, hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.