Bu makalede şunlar açıklanacaktır:
Aşk, bir taraftan şükrü, diğer taraftan şikâyeti gerektirir. Vücudu tahrip etmesi, yürek yakması, tutkununu rüsva etmesi yüzünden şikâyeti; hoşluğu, sarhoşluğu, iki âlemden feragatı, nurlar ve sırlar ummanını dalgalandırması, sonsuz hayat ve bitmeyen zevke aracı olması yönlerinden şükrü gerektirir. Bakışın hangisine düşerse ona göre. Eziyet ve mihnet cihetine düşerse şikâyeti, hazine ve saadet safhasıyla ilgilenirse şükrü gerekli kılar. Dikkat edersen görürsün ki her şey böyledir. Hurufat, sanat vesaire hep böyle iki taraflıdır. Sevilir, sevilmez tarafları vardır. Mesela ilim tahsili zahmet ve meşakkat bakımından şikâyeti, fayda ve zevk bakımından da şükrü icap ettirir. Mesela şarap; acılığı, fena kokusu ve haram olması, içenleri rezil etmesi yüzünden şikâyeti; zevk ve neşe vermesi yüzünden şükrü icap ettirir. Mesela ilaç; tatsızlığı, kokusu, tiksindirici olması cihetinden şikâyete; hastalığın giderilmesi ve sıhhati iade etmesi bakımından şükre zemin hazırlar. Bu misalleri dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Fakat âşıklar nazarında böyle iki taraflı şey yoktur. Onlara her şey şükür sebebidir.
(SAYFA 8) Yanlarında iyi, kötü; iman, küfür eşittir. Her iki hâl de onları Hakk’a ulaştırır. Çünkü onlar bizzat Hakk’a alet olmuşlardır. Onların hareketleri Hak’tandır, kendilerinden değil. Ama âşık olmayanlar böyle değildir. Şükür onlar hakkında kemal, günah ise noksandır. Şükür onları Hakk’a yaklaştırdığı gibi günah da Hak’tan uzaklaştırır.
Aşk âlemine dair birçok söz ve sır vardır ki ifade ve anlatımlara sığmaz. Hak Teâlâ onları rebab gibi sazlardan ortaya çıkarır. Âşıklar bu esrarı onların seslerinden anlayarak dertlerine derman ederler.
Ey şöhret sahibi, dünyada iyi, kötü, yaş, kuru ne varsa
110
cümlesinde şükürle şikâyet gizlenmiştir. Kiminde az, kiminde çok. Bir kısmı zevk ve neşe bir kısmı da keder ve mihnettir.
Yarısı tatlı ve iyi, yarısı da acı ve kötüdür. Bunlardan hangisi gözüne ilişirse ondan haber verirsin. Eğer iyi tesadüf ederse şükür, fenaya rast gelirsen şikâyet edersin.
115
Bazen iyi tarafını görerek memnun, bazen de fena tarafını görerek dertli olursun. Çünkü bulunan her şeyin yarısı neşe, yarısı kederdir. Mutluluk kısmı, cennet ağaçlarından kopmuş bir dal, keder kısmı da cehennem ateşinden ve dumanından bir parçadır. Cenabı Hak bu dünyada her ikisinden de örnekler vermiştir. Tâ ki faydanı, zararını anlayasın. Bütün eşyada bunu görürsün. Bazen kabul, bazen red.
120
Dünyada zahmetsiz hazine (emeksiz nimet) yoktur. İlim de tekrar tekrar okumakla elde edilir. Dikkatin bizzat ilme yönelince sever, imrenirsin. Nasıl elde edileceğini düşününce de, kolay olmadığını anlayarak, vazgeçmek istersin. Yalnız ilim değil, her şey böyledir. Bir taraftan kabul, diğer taraftan red. Fakat bu hâller aşktan doğarsa, aşk bir şahıs, âşık da onun aleti olursa, o vakit her iki tarafa da şükür gerekir. Âşığı her ikisi de vuslata erdirir.
125
Hastalık da sağlık da aşkı visale erdirmek hususunda beraberdir. Bu sıfat âşıkların özelliğidir. Başkalarında bulunmaz. İstenmeyen şeylerin aynı zamanda istenmesi gariptir fakat iyi de kötü de her şey âşık için ilerleme vasıtasıdır. Âşık olmayanlar için ise fena, fenadır. Âşık olmayanlar için iyi şeyler faydalıdır, fakat fena şeyler onu visalden men eder. Eğer bu noktada nurlu bir şuur elde edebilirsen, dikenler, yanında gülşen olur.
130
Artık bunları bırak da rebabı dinle! Bak ne diyor! Birçok nükteler…
(SAYFA 9) Bazen der ki: “Büyüklük nimettir.” bazen de der: “Cehennemdir, beladır.” bazen der: “Şan ve büyüklükte ben Süleyman gibiyim.” bazen de der: “Karıncadan da değersizim.” bazen der: “Hakikâtte iki âlem benden ibaret.” bazen de der: “Ben fani bir vücudum.” bazen der: “Ondan (Cenabı Haktan) iki yüz hazineye sahibim.” bazen de der: “Çeyrek hazineye bile sahip değilim.”
135
Bazen der: “Ben, suyu tatlı bir ummanım.” bazen de der: “Susuzluktan ölüyorum.” Bazen vuslattan, görmekten dem vurur bazen de ayrılıktan şikâyet eder. Bazen sevinçten kabına sığmaz olur bazen de dosttan uzak düştüm diye yaslara batar. Bazen şükür bazen şikâyet eder, onların her birini en ince ayrıntısına kadar anlatabilir. Rebabın derisi der: “Ben etten ayrıldım. Lütfen, germeyin, bana acıyın!”
140
Kılları der: “Ben kuyruktan kesileli beri hicran atının ayakları altında çiğneniyor, mahvoluyorum.” Demiri (telleriyle çubukları) der: “Hükm-ü kaza beni madenden ihraç edeli her dem gam ateşlerine atılırım. Ateşten çıkınca da mütemadiyen dövülürüm, başıma, sırtıma, enseme her taraftan çekiç darbeleri yağar. Tâ ki rebab üzerine ben de deri gibi gerileyim de şükür ve şikâyette onunla bir olayım.
145
Tâ ki aziz dostlardan ayrı düştüğümüz için gurbet ellerde hazin hazin birlikte ağlayalım. Her birimiz kendi cinsiyle sohbet temennisinde bulunsun ki Cenabı Hak’tan derdimize derman erişsin.” Rebabın ahşab kısmı da şöyle der: “Biz ağaç üzerinde taze, yaş dallar idik, her sene meyveler verirdik. Şimdi garip düştük de onun için ağlayıp inleriz. Bizim boyanıp yakılmamız cihanı tutuşturdu. Canlar içinde yeni bir cihan meydana getirdi.
150
Çünkü Cenabı Hak bize ruhun sırlarını buldurttu ki o ne lisana sığar, ne de açıklamaya. O esrar, âşıklara, bizden, dilsiz olduğumuz hâlde, nağmelerimiz vasıtasıyla erişir. Cenabı Hak, rebab gibi, âşıkların dertlerine derman olacak yüz çeşit saz ortaya çıkarmıştır. Tâ ki onlar bu sırları onların nağmelerinden dinleyerek anlasınlar. Bir âlimi, bizim inlemelerimizden dolayı ağlar görürsen, elini göğsüne koy, dilini başına çek.
155
Biz, özlem ateşinin şerhini dinleyecek kulak, ayrılık ateşiyle yanmış sine isteriz. Bu hâle kendinden geçmiş olanlardan başkası dâhil olamaz. Hak yolunda gidenlerden başkasında akıl yoktur. Hüda’nın aşkında Türk, Arap, Rum bizim yanımızdadır. Gerek mümin gerek kâfir gerek iyi gerek kötü herkes kendi sırlarını bizden öğrenir. Herkesle hemdem olduk. Yârimiz hepsini de bizim kârımıza ortak etti.
160
Aşka yönelince hepsi de bizim gibi aşk tuzağına tutuldu. Biz, aşk tellalıyız. Salâ! Çabuk olun! Rahatı terk edin, belaya gelin! Çünkü rahat, mihnettedir. Davayı bırak da derdin tadını çıkar!
(SAYFA 10) Cananın mahallesindeki at izlerini gör de gayret atını o dergâha doğru sür! Bu figân ve feryatlar şunun bunun için değildir.
Demir ne, tahta ne? Onları bırak!
165
Ben onları hakiki derdimi açıklamaya vesile olsun diye söyledim. Ey oğul! Haberdar isen bizim hâlimize bak! Biz zaten Allah’ın bilgisi dâhilinde mevcuttuk. Şimdi cisim olduğumuza bakma, o zaman saf ve temiz bir ruh idik. Bizim vatanımız o sonsuz visal iken kaza ve kader gerektirdi, ayrılık ortaya çıktı. Şimdi o visale hasretimizden inler, her zaman ta yürekten onun için ağlarız. Bizim feryadımız kervanın göç zamanını ilan eden çanlara benzer.” Hâl diliyle durmaksızın deriz ki:
170
“Ey yolcu, yoluna devam et! Konak yerinde kalma ki orası varılacak yer değildir. Dünyada geçip gittiğin bu kadar menzilden hangisi hatırında kalmıştır?”