Bu makalede şu açıklanacaktır:
İnsanın aşkı arttıkça isteği de o nispette artar. Aşk, manadır. İnsanda talep, aşkının kuvveti derecesinde olur.
Şu da ifade edilecektir ki: Kâbe ‘nin şerefi ve büyüklüğü şu sebepledir ki; onu İbrahim aleyhisselam bina etmiştir. Vücut, candan dolayı aziz olduğu gibi, Kâbe de Hazreti Halil’in binası olmak itibariyle azizdir. Kâbe’nin bütün yönleri kıble olduğu gibi, can kâbesinin de böyle olması kaçınılmazlığı açıkça ortadadır. Ve şunu da şerh edecektir ki Hazreti Allah Celle Şanühü kendi şerefli isimlerinden ayrı değildir. Her kim ayrı görürse kör demektir. Şöyle ki: Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin manaları onun ayet ve sözlerinden ayrı değildir. Manayı ayette görmeyen, cahildir. O cehalet, bir âlimin eğitmesi ile yok olunca ondan sonra manayı (SAYFA 296) ayetin lafzında görür. İşte bunun gibi, bir şahsın Hüda’yı isimlerinden tanıyamaması, evliyanın sohbetinden mahrum kalması ve Hakk’ı isimlerinde görememesi cahillik ve körlük sebebiyledir.
Cisimlerin ruha sahip olduğu gibi, sözler de manaya sahiptirler.
Gönül sazıyla demsaz olmak üzere, bu defa da başka bir şekle başlıyorum. Gönül sazı, can içinde gizli olan aşktır. Ne bemolu var, ne diyezi. Her ses o sazdan duyulduğu hâlde o, sessizdir. Gönül kilidi ona anahtarsız olarak açılır.
7815
Kendi suretten arınmış olduğu hâlde bütün suretler ondandır. Rengi, kokusu olmamakla beraber renklerin, kokuların kaynakları da odur. Suret, suretsizden haber verir. Eser der ki sanatkâra, bak onu gör! Nasıl ki nakışlarda nakkaşı, boyamalarda boyacıyı görürsün. Kesin olarak bilinir ki eser sanatkârın göründüğü yerdir. Sanatkârı daima eserde görmeye bak! Yön faktörü o yönlerden münezzeh olandan meydana geldi. İyilerin kabul edilip kötülerin reddedilmesi de ondandır.
7820
Bu cihan yokluktan varlığa gelmiştir. Bundan dolayı yokluk, her varlığın aslıdır. Âşık olacaksan, yokluğa (gaip olan Allah) âşık ol ki ondan yüzlerce lütfa nail olasın. Yokluğa git, çünkü varlık yokluktan gelir, onun zevk ve neşesi şarapsızdır. Her kim yokluğa giderse ebediyet bulur, yokluk ona hem şarap, hem sakidir. Her kim ten günahlarından geçerek can deryasına giderse, balıklar gibi orada gezinirse,
7825
o, yokluk gibi varlığın aslı olur. Âlem halkına lütuf ve cömertlik ondan erişir. Haydi, isteğini yokluktan iste, o, fakirleri zengin eder. Ey Kâbe arayan, git, yokluğu kıble edin, tâ ki sana Kâbe perdesiz olarak görünsün. Hakikâtte Kâbe, yokluktur. Kıble o tarafadır. Böyle Kâbe’de olanın kıble aramasına lüzum var mı? Değil mi ki Kâbe’de namaz kılmak kolay olur. Çünkü neresine yönelsen kıbleye yönelmiş olursun.
7830
Orada ön ve arka, her taraf kıbledir. Yüz gibi ki neresinden istersen öpebilirsin! Yanak, alın, dudak, çene her yeri öpücük yeridir. Kesinlikle bil ki Kâbe’nin canı Hak eridir. Can Kâbe’sini can gözüyle gör! Gerçi vücudun da kıymeti vardır. Fakat onda ruhtaki güzellik ve letafet nerede! Belki tendeki güzellik de candandır. Yoksa cansız vücut saksıdan farksızdır
7835
belki ondan da aşağıdır. Çünkü saksıdan kimse tiksinmez, fakat cansız cesetten herkes ürker. Şu hâlde vücuttaki güzellik candan gelerek orada yerleşmiştir. Git, öyleyse cana talip ol ve onu sev! Çünkü can, o menzil köşkünün kapısıdır. Candan geçtiğin zaman, canan gönül derdine derman olur. Kâbe’nin canı merd-i Hüda olunca, artık ondan eğri ortaya çıkmaz. Ancak doğru gelir. (SAYFA 297)
7840
Onun sözü, fiili Hak’tandır, ondan değil. O ancak Hakk’ın elinde bir alettir. Onun zatı, boydan boya kıble ve Kâbe’dir. Onu fena görme ki Hüda onu iyi yaratmıştır. Dünyada Kâbe, bir merd-i Hüda eliyle yapılmış olmasından dolayı azizdir. Hazreti İbrahim, onu Muhammet Mustafa’nın (s.a.v.) işleri için bina etmiştir. Tâ ki müminlere kıble olsun, namazlarını o tarafa kılsınlar, secdelerini o yöne yapsınlar.
7845
Kâbe o yüzden aziz oldu, âdemoğullarına canın aziz olduğu gibi. Kâbe, kurucusu yüzünden bu kadar izzet ve şerefe mazhar olursa, acep bizzat kurucusunun ne kadar aziz ve şerefli olması lazım gelir? Çünkü o, can gibi bakidir. Hâlbuki Kâbe cisimdir (fanidir). Bu (Kâbe), isim, o (kurucusu), isimlendirilen gibidir. Onun hâli dil ile şerh olunamaz, onu Hak’tan başka kimse bilemez. Onu (merd-i Hüda’yı) herkes kıble edinemez. Bu, derdi olanların nasibidir.
7850
Dertten maksadım, aşk-ı Hüda derdidir. Ekmek, su derdi değil. O âşıkların Hak’tan başka maksudları yoktur. Hak yolundaki engelleri yok edecek şey, yalnız derttir. Bu yolda ancak dert iş görür. Her kimin derdi yoksa ölmüştür (cemattır). Diri göründüğüne bakma, ölüdür. Dertsizliği, Hakk’a karşı perdedir (dünyanın perde olduğu gibi). Perdenin Hakk’ın güzelliğinden ne haberi olur? Güzel yüze talip olan, o gönül çelenden başkasını istemez.
7855
Yanında Hak’tan başka her şey, “la” (yok) olur. Hak Teâlâ, yüzünü perdesiz ondan gösterir. Onda gerek iyi, gerek kötü, gerek hakir, gerek aziz, Hüda’dan başka bir şey bulunmaz. Allah’tan gayrısı aradan çıkınca yalnız Allah kalır, kul, varlığından fani olunca şah olur. Talibin makamı bu mertebeye erince, söz de söyleyeni görür. Yerde gökte ne kadar mevcut varsa. Adları alanlar, adlarından ayrıdır.
7860
Her isim, adlandırdığının aynı olamaz. Mesela, ekmek ismi, ekmeğin kendisi değildir. Bütün eşya böyledir. İsimleri ile isimlendirdikleri ayrı ayrı iki şeydir. Fakat ilahi isimler böyle değildir. İsimle isimlendirdiği birdir. Bunda şüphe yok. Zat-ı ilahi, esmasından ayrı değildir. Kendi isminin içinde görünür. Nasıl ki sözün manası sözün içine dolmuştur, gemiye yükletilen meta gibi.
7865
Tende can dolu olduğu gibi her ayetin manası lafzında doludur. Manayı tanıyanlar için, ayetten manasını anlamamak mümkün değildir. O, ayeti mealsiz okur. Çünkü manasını tam olarak bilir. Sözden anlamı çıkaramayan kimse, zarfın içindekinden gafil kalır, zarf gibi o lafızdan, o kelamdan mahrum olur, mana ona kapalı kalır.
7870
Bir kimse ona, o lafzın manasını söylediği vakit derhâl gül gibi açılır. Ondan sonra o sözden fayda görür ve o faydadan yemeğe başlar.
(SAYFA 298) Şiirler ve diğer lafızlar da böyledir. Okuyan kimse ne demek istediğini anlamazsa, şaşar kalır. O şiiri, o ibareyi papağanın okuduğu gibi, kendi aklı yettiğince birleştirme ve düzenleme hataları bulmaya yeltenir. Hata ve cehaletin kendinde olduğunu ve o delip geçen bakışlara sahip olmadığını fark edemez.
7875
Sözdeki manayı görebilmeli yahut fazla ve noksanını anlayabilmelisin. Eğer gözün varsa, isimle müsemma arasında hiçbir şekilde ayrılık görmezsin. Gözünü aç, kendine gel! İsimlerde isimlendirilenin güzelliğini seyret, ad verileni bizzat isimde gör! Eğer böyle görmezsen senin körlüğüne verilir. Gönlü diri olanı, ruhu ölü olan nasıl görebilecek? Bir şeyhin yanına git de sana öğretsin, tâ ki her isimde müsemmayı göresin.
7880
Tâ ki Hakk’ın, kendi isminde olduğu açıkça belli olsun da hiçbir ismine sitem etmeyesin. Hakk’ın isimleri isimlendirilensiz değildir. Şeyhin ihsanlarında da Hakk’ın eli vardır. Öyleyse, sen isimleneni isimlerde gör. Dinin yüzünü namazda, zikirde (ibadette) gördüğün gibi. Ayetin tefsirini âlimlerden öğren ki onun sırrından haberli olasın. Üstat, sana onu şerh ettiği zaman, manayı kelimelerde görürsün.
7885
Müşkülleri üstatlar hâlleder. Cahil adam, o büyükler sebebiyle değişime uğrar. Cehaleti ilme dönüşür. Fakat ilahi isimleri evliyadan iste ki sana layıkıyla çareler sunsun. Sana bir nur bahşetsin ki onunla, Hüda’yı açıkça isimlerinde göresin. Ondan sonra, artık Hüda’nın, isimlerinden ayrı olmadığını, o cemalin isimde apaçık olduğunu görürsün! Halkın cisimleri ruhların elbiseleridir. Ruh bir şahıs, vücut onun elbisesi gibidir.
78120
Nur-ı Hakk’ın kıyafeti de Hakk’ın isimleridir. Hakk’ı gören kimse, onu isimlerinde görür. Cisim, candan ayrılmadığı gibi, Hüda da isimden ayrılmaz. Bu, bu kadar izah olunabilir. Eğer idrak sahibi isen, bu ilginç sır, sana açılır. Merdan-ı Hüda’nın ilmine herkes nerede yetişebilecek? Bu mertebe, değme adamlara nasip olmaz.