Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî’de Mevlâna

A+
A-

Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî’de Mevlâna

Şems-i Tebrîzî, son yıllarda fikirleriyle bilim ve kültür çevrelerini, daha çok ilgilendirir hale gelmiştir. Bu ilgide, onun daha önceleri gizemli ve sırlı bir kişilikle tanıtılması da etkili olmalıdır. Bugün Tebrizli Şems’in fikirleri nedeniyle öne çıkması ve hakkında yapılan araştırmaların artması, birçok açıdan anlamlı olmuştur. Bunlardan biri de, Hz. Mevlâna’nın tavır ve düşünceleriyle ilgili bilgilere, onun aracılığıyla yakınlaşma yolunun ortaya çıkmasıdır. “Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî” adıyla elimize ulaşan, Şems’in konuşmaları ve sohbetleri, Mevlâna’yı tanıma anlamında önemli bir kaynaktır. Eser, onun Konya’da geçirdiği Kasım 1244 ila 1247 (Cemâziyelâhir 642 ila 645) yıllarındaki konuşmalarını içermektedir. Eldeki metin, üç yıl kadar sürede yaklaşık 22 ay devam eden, bu bir arada bulunuşun mahsulüdür. Konuşma ve sohbetleri, ikinci bir kişi not alıp, metne dönüştürmüştür. Bu eserin mevcut yazma nüshalarından birinin, Şems-i Tebrîzî hayattayken yazıldığı, diğer birinin ise, onu yakından tanıyan, Sultan Veled zamanına ait olduğu, belki de onun kalemiyle, yazıya aktarıldığı belirtilmektedir.[1] Dolayısıyla bu eser, ilk dönem Mevlevîlerce bilinen ve okunan ilk kaynaklardandır. Eserdeki bilgiler bu nedenle, birçok açıdan önem taşırken, Mevlâna’nın kişiliği hakkında da, dikkat çekici bilgiler vermektedir.

“Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî” burada, öncelikle iki açıdan ele alınacaktır. İlk olarak, Mevlâna hakkındaki ifadeler değerlendirilecek, ikinci olarak Mevlâna’nın eserlerinde de görülen, hikâye ve fikirlere, imkân ölçüsünce işaret edilecektir. Şems-i Tebrîzî Makâlât’da, Mevlâna’yı çokça anmaktadır. Bunların bir kısmı, Mevlâna hakkında ilave bilgi taşımayan anışlardır. Burada bunlara değinmeden, Mevlâna’yı öven ifadelerle, onun çeşitli özelliklerini ortaya koyan, Şems hazretlerinin cümlelerine yer verilecektir. Tebrizli Şems’in ifadelerinde, Mevlâna velidir. Bu tespitini, ona olan yakınlığıyla birlikte, şu şekilde dile getirmektedir:

Bana veli diyorlar. Dedim ki haydi öyle olsun, bana bundan ne kıvanç olabilir? Belki ben bununla övünürsem çok çirkin düşer, ancak Mevlâna, Kur’ân ve hadiste yazılı vasıflardan anlaşıldığına göre, velidir. Ben de velinin velisi, dostun dostuyum; bu bakımdan daha sağlamım (Makâlât, II, 32).[2]

Şems-i Tebrîzî, Mevlâna ile buluşmadan önceki yıllarda, gerçek velilerle buluşmayı niyaz etmekteydi. Duasındaki veli kişinin, Mevlâna olduğu anlaşılmaktadır:

Allah’a yalvardım: Yarabbi! Beni kendi velilerinle tanıştır, onlar ile yoldaş et! dedim. Rüyamda seni bir veli ile yoldaş edeceğiz dediler. Sordum: O veli nerededir? Ertesi gece bu velinin, Rum diyarında (Anadolu’da) olduğunu söylediler. Bir zaman sonra tekrar gördüğüm rüyada, “Henüz vakti gelmemiştir. Her işin bir zamanı vardır,” dediler (Makâlât, I, 274).

Yine onun deyişiyle Mevlâna, Hak adamıdır (Makâlât, I, 273). Şu cümle de, onun bu üstün kişiliğini vurgulamaktadır:

Dedim ki: “Mevlâna’yı Allah erleri bile göremezler, sen nasıl görebilirsin? (Makâlât, I, 270)

Şems’e göre, Mevlâna’nın bilimde eşi ve benzeri yoktur, bütün fenlerde üstündür:

Mevlâna’ya gelince; onun, bu saatte dünyanın hiç bir yerinde eşi ve benzeri yoktur. Bütün fenlerde, temel bilgilerde, din bilgisinde, gramer, sentaks, mantık ilimlerinde en büyük uzmanlarla kuvvetle konuşur, tartışır. Onlardan daha üstün, onlardan daha zevkli, onlardan daha güzeldir (Makâlât, I, 192)

Şu cümlelerde ise, aynı kanaatini duyarlı bir tarzda dile getirmektedir:

Yolda, çeşitli fenlerden söz açmıştım; Diyordum ki; Yol, ev gibi değildir. Ben, türlü fenlerde yetkili bir bilgin gibi, önemli fen konularından konuşuyordum. Biz, birçok yazma eserlerden daha üstün geldik. Ama Mevlâna, bizden daha üstün. Çünkü her ne varsa, bir kere ondadır. Sen kendini tamamıyla ona vermezsen o da senin olmaz (Makâlât, I, 341).

Ben, akıl yönünden bilinmesi gerekli bu bahislerde, yüz yıl çalışsam, ondaki ilim ve hünerin onda birini elde edemem. O kendisini bilmez sanır ve öyle zanneder. Benim önümde, beni dinlerken; nasıl anlatayım ayıptır söylemesi, babasının önüne oturmuş iki yaşında bir çocuk yahut Müslümanlığa dair hiç bir şey işitmemiş, dönme bir Müslüman gibi, öylesine utangaç bir hal alır (Makâlât, I, 192).

Şems- Tebrîzî’ye göre şeyhliğe Mevlâna yaraşır:

Ben de, kendi şehrimden ayrıldığım günden beri, şeyh görmedim. Eğer yaparsa, şeyhliğe Mevlâna yaraşır. Ancak hırka vermez, biri gelir de zorla, “Bize bir hırka ver” diye direnir, “sakalımızı kestir” der, asılırsa, o zaman o da verir. Şimdi bu suretle hırka vermek başka, bir de Mevlâna’nın, “Gelin bana mürid olun,” demesi başkadır (Makâlât, I, 271).

Bütün bu vasıflarla andığı Mevlâna’yı görmüş olmanın mutluluğunu ise, şöyle kayda geçirmektedir:

Ben de Mevlâna’yı görürüm. Öyle bir hale gelirsin ki, Mevlâna’yı görünce, “Ne mutlu beni görene!” dersin. Ben de, belki yüz kere söylemişimdir. Bende, Mevlâna’yı görebilecek kuvvet yoktur. Mevlâna da benim için böyle söyler. Ama bana göre dostluk, Mevlâna’yı gördükten sonra nefsini öldürmektir. Tâ ki onu bir daha bulamadık, öldü desinler. (Makâlât, I, 155-156).

Şu ifadelerindeyse bu mutluluğun boyutlarını, Hz. Peygamber’i anarak anlatmaya çalışmaktadır:

Ant olsun ki, senin yüzünü görmek, bizim için mutluluktur. Hazreti Muhammed’i (S. A.) görmek dileyen, kolayca gitsin Mevlâna’yı görsün. Rüzgârla dalgalanan çimenler gibi, kendini zorlamadan onun önünde eğilsin. Bunun aksine davranmak isteyen de, dilediği gibi yaşar. Mevlâna’yı bulana  ne mutludur! Ben kimim? Ben bir kere buldum, ben de mutluyum. Eğer inancında kuşkun varsa, o, en kestirme yoldan kuşkularını giderir. Biz şüphemizden dolayı bunu istiyoruz ki, bir zaman ondan hoşlanasın; bir zaman da sana soğukluk gelsin. Bu bir iş hesabı değildir, dostluk hesabı da değildir. Bu yol o tarafa giden kestirme yoldur. Mev-lânâ’ya karşı günün hayırla geçsin, gecen saadetle! Demenin manası nedir? (Makâlât, I, 249-250).

Mevlâna ile olan beraberlikleri onu şu duaları yapmaya sevk etmiştir: Ben, “Ulu Allah, Mevlâna’ya uzun ömür versin!” diyeyim; sen de, “Âmin!” deyiver. Allah onu bize, bizi de ona bağışlasın. Hepimize de uzun ömürler versin! Âmin! (Makâlât, I, 187).

Allah, Mevlâna’ya uzun ömürler versin; o kadar uzun ömürler versin ki, sonsuz ve ebedi anlamına gelen uzun ve mutlu bir yaşantı olsun onun hayatı. (Makâlât, I, 298).

Tebrizli Şems’in gözünde Mevlâna alçak gönüllü bir kişidir:

Diyorum ki, Mevlâna ilimde, fazilette deryadır. Ama asıl gönül alçaklığı ve cömertlik, zavallıların sözlerine kulak vermektedir. Ben de biliyorum, herkes de bilir ki, o, düzgün konuşması, üstün bilgisi ile ünlü bir kişidir (Makâlât, II, 14).

Mevlâna’nın, bu davranış biçiminin kaynağına, Şems bir konuşmasında şöyle işaret etmektedir:

Hazreti Peygamber (S.A.) “Size helâl olan sihir sanatından haber vereyim ki, onunla özgür kimseleri parasız pulsuz kendinize köle yaparsınız” buyurdu. Sahabeler, “Ey Allah elçisi bize bildir,” dediler, “iyi davranış, tatlı dildir,” buyurdu (Makâlât, I, 321).

Alçakgönüllülük, Mevlâna’nın şeyhlerden miras aldığı bir özelliktir, Şems’in anlattığına göre:

Evet, hangi gün olduğunu iyice hatırlamıyorum, bir söze başlamıştım. Mevlâna’ya gerekirdi ki, o sözden dolayı bana öfkelensin. Çünkü benim onunla, aramızdaki dostluğa yaraşan da, o konuda hiç bir söz konuşmamaktı. Mevlâna da, gönül alçaklığı gösterir; hayır derdi. Mevlâna, benim üzerime farz veya vacip olanı, ben yerine getiririm, diye cevap verirdi. İşte o gönül alçaklığı, şeyhlerden kalma bir töredir. Bu, onların yapacakları bir iş, onlara yaraşan bir erdemdir. Bu, eskiden beri böyledir. Ezelden ebede kadar da, Allah ile birlikte ayakta kalacaktır (Makâlât, I, 252).

Sultan Veled’in, kendisini Şam’dan Konya’ya, geri getirmek için, gösterdiği çabaları anlatırken Şems, sözü Mevlâna’ya getirmektedir:

Delikanlının bu sözlerinden anladım ki, o güzel bahaneleri ona Mevlâna öğretmiştir. O sözleri, o alçak gönüllüğü, Mevlâna öğretmiştir. O sözler, o incelik o lâtif cevaplar hep, Mevlâna’nın öğretmesi ile olmalıdır ki, bana bu hususta olağanüstü bir ilgi gösterdi. (Makâlât, I, 201)

Mevlâna’nın temel özelliklerinden biri de açık, anlaşılır ve ikna edici bir anlatıma sahip olmasıdır. Şems’in ifadelerinde, onun bu yönü de, yer almaktadır:

Ulu Allah’ın yüce zatına ant içerim ki, Mevlâna eğer benim sözümü başkalarına aktarmak isterse, benden daha iyi aktarır. Bunu daha güzel nükteler ve manalarla süsler. Ama Mevlâna yine de, benim sözümü nakletmiş olmaz (Makâlât, I, 308).

Hak bahsinde Mevlâna hiç kapalı konuşmaz. Çünkü onunla çok derinlere daldım, ona her şeyi açıktan açığa anlattım. Bu nasıl olur? Mevlâna konuşmaya başlayınca kabul ederler, özür dilerler, dervişçe başlarını eğer giderler (Makâlât, I, 196).

Mevlâna’nın sözlerindeki tatlılığa, gençler ve yaşlılar âşık olmaktadır.

Şems anlatıyor:

Mevlâna, hararetli konuşmadığı zaman da onu severler. Fakat onda «(o zaman için) fesahat (düzgün konuşma) neşesi yoktur,» derler. Ama daha sıcak konuşmaya başladı mı, o vakit onun gerçek değeri anlaşılır; sözlerindeki tatlılığa, gençler de yaşlılar da âşık olur. Onu severler (Makâlât, I, 182).

Şu ifadeler de aynı değerlendirmeyi içermektedir:

Ama Mevlâna’nın, şaşırtıcı ve yorum isteyen sözleri, her konuya uygun düşer. (Makâlât, I, 2120).

Mevlâna, yaradılıştan hazırcevaptır. Karşısındakini susturur (Makâlât, I, 180)

Muhtemelen 60 yaşlarındaki Şems ile Konya’da, 37 yaşındayken karşılaşan Mevlâna, ona olan muhabbetini bütün eserlerinde ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu husus, izaha muhtaç değildir. Şems’in ona olan ilgi ve muhabbetine ise, burada sıralanan her alıntı birer şahit niteliğindedir.

Bu yakınlığa, şu alıntılar da açıkça işaret etmektedir:

Mevlâna alnımdan öptü. Ben benim, ama şimdi, ben sen oldum. Tıpkı öyle görmüyor musun? Bu birliği, bir kaynaşma farz et. Kalk gidelim (Makâlât, I, 256).

Bir kimse başka birini gerçekten sevdiğini iddia ederse, ondan delil istenir. O delil ise, mal vermek, bağışta bulunmaktır. Nasıl ki, Mevlâna da, beni sevdiğini iddia etti, geldiğim zaman binlerce ihsanda bulundu, beni korudu. Bunların hepsini, Allah’ın bir lütfü sayarım. (Makâlât, I, 262).

Şems için de Mevlâna ile bulunmak ilahi bir lütuftur, hoş bir durumdur: Eğer Mevlâna’nın dileği o ise, bana ne devlet ki, yüzümü o dilek tarafından çevirmişken, Allah tekrar beni o tarafa yöneltti (Makâlât, I, 263).

Benim için, sizinle birlikte bulunmak daha hoştur. Gerçi Tebriz’e gidersem, orada bana mal, mülk, mevki ve yüce makamlar verirler. Ama sizinle beraber kalmak, bana onlardan daha hoş geliyor. Bana mal ve makam vaat edenler, sözümü dinlemez ve anlayamazlarsa bundan nasıl hoşlanabilirim? (Makâlât, I, 264)

Tebrizli Şems’in şu sözleriyse, hem Mevlâna sevgisini hem de, insanlarla olan mesafeli duruşunu ve son macerasını ortaya koymaktadır: İçimden birçok büyükleri severim. Onlara karşı muhabbetim vardır, ama açığa vurmam. Bir iki kere açıkladım: Bende, geçim hayatımdan bir tecrübe kaldı. Bir muhabbet vardır ki, asla soğumaz. Fakat bu dostluğun değerini kimse bilmez ve takdir etmez. Hâlbuki benim, Mevlâna’ya açıkladığım sevgi arttı ve eksilmedi, doğrusunu söyleyemiyorum. Ben doğruluğa başladıktan sonra, beni dışarı attılar. Eğer tam doğruluk gösterecek olsaydım, beni bir hamlede bütün şehirlerden sürer, kapı dışarı ederlerdi (Makâlât, I, 84).

“Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî”de Mevlâna, yukarıdaki örneklerin dışında çeşitli vesilelerle, defalarca anılmaktadır.[3] İlave olarak Şems ile Mevlâna arasında bulunan fikir ve tercih beraberliğine tanık gösterebileceğimiz, çok sayıda ifade ve hikâye, bu eserde yer almaktadır. Bunlardan sadece, ilk sayfalardaki birkaçı şu şekildedir. Ok-define hikâyesi, (Makâlât “Makâlât”, I, sayfa 41; Mesnevî, Defter: VI,  sayfa: 132 ve devamı)[4]; Döndüren vardır (Makâlât, I, 46, II, 152; Mesnevî, I, 83, 167 başlıktaki ifade, II, 367, VI, 261-263); İbrahim Ethem (Makâlât, I, 49-50; Mesnevî, IV, 306, 312 ve devamı); Mahmut, Ayaz ve inci, (Makâlât, I, 52-53, 58; Mesnevî, V, 230 ve devamı); Halife ile Leyla (Makâlât, I, 70; Mesnevî, I, 61); Deve ile katır (Makâlât, I, 74; 130; Mesnevî, III, 106-107).

Burada vereceğimiz son örneği, Makâlât’tan ve Mesnevî’den aktarmak daha anlamlı olacaktır. Tebrizli Şems anlatıyor:

Adamın biri berbere: “Bıyıklarımdaki şu beyaz kılları ayıkla” diyordu. Berber, adamın bıyıklarında beyaz kılların, siyahtan daha çok olduğunu gördü. Önce sakalını makasla keserek, eline verdi ve “Artık bunu sen ayıkla! Çünkü benim işim var” dedi.

Sen aslı yakala! Elbise, yiyecek, düşmandan korunma için seçtiğin şeyler nedir? Nasıl, “Beni, hor görüyorlar yahut filan bana yabancı geliyor” dersin? Sen dalı budağı bırak da, asıl ve kök için ağla. Aslı düşünerek üzüntü duymaya bak! İnle, feryat et ki, o dal ve budağın filizlendiğini, ayağına serpildiğini göresin (Makâlât, I, 141–142).

Mevlâna, aynı bakışı şu şekilde dizelere döküyor:

Sakalına kır düşmüş bir adam aceleyle iyi bir berbere geldi.

“Ey yiğit! Sakalımdaki beyaz kılları temizle; yeni gelin aldım” dedi.

Sakalını kesti ve hepsini önüne dökerek “Sen seç, benim işim çıktı” dedi.

Bu soru, o da cevaptır; onu seç; bunların başında din derdi yok.

Mevlâna konuyu ilave bir örnekle aydınlatmaktadır:

Biri, Zeyd’e bir sille vurdu; o da karşılık olarak ona saldırdı.

Tokat vuran dedi: “Sana soru soracağım, sonra bana cevap ver ve o zaman bana vur.

Kafana vurdum, “Şak” diye ses geldi. Burada iyi niyetle bir sorum var. Ey padişahın övüncü! Bu şak benim elimden miydi, yoksa senin kafandan mıydı?

-Zeyd- dedi: “Sillenin acısından kurtulmadım ki, bu düşünce ve düşünmede bulunayım.

Sen dertsizsin, bunu düşün; dert sahibinin bu düşüncesi yoktur, kend ine gel!(Mesnevî, III, 86-87)”

Böylece iki bilge de, dert sahibi olmayı ve aslı aramayı öğütlemede aynı örnek ve düşüncelerde buluşmuştur. Şems-i Tebrîzî Makâlât’da “Mevlâna dedi”, “Mevlâna anlattı” gibi girişlerle Mevlâna’dan, nakiller de yapmıştır.[5]Mevlâna’nın babası Baha-i Veled, hocası Muhakkik-i Tirmizî, yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Şems-i Tebrîzî ve ilave edersek oğul Sultan Veled, eserlerindeki ifade ve düşünceleriyle, büyük bir yakınlık ve uyum içerisindedir. Onların bu uyumu ve beraberliği 150 yıllık bir zaman dilimine uzanmaktadır. Onlardan herhangi biri için bu ortak tavrın ve geleneğin dışında bir kişilik tahayyül etmek makul değildir. Yalnız bu bakış tarzı, bu büyük simaların her biri için, ayrı inceleme ve araştırmalarda bulunmak, hatta farklılıklarını tespite çalışmak yolunda, elbette engel görülmemelidir.


[1] Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlâna Celâleddîn, İstanbul, 1985 (4. baskı), s. 29; Makâlât-ı Şems-i Tebrîzî, tashîh ve ta’lîk, Muhammed Alî-i Muvahhid, Tahran, 1377hş, (2. baskı), s. 42-43.

[2] Alıntılar için bk: Şems-i Tebrîzî, Konuşmalar “Makalât”, I-II, Çeviren. M.

Nuri Gençosman, İstanbul, 1974.

[3] Örnek olarak ilk sayfalarda: Şems-i Tebrîzî, Konuşmalar “Makalât), I, 34, 36, 39, 44, 46, 47, 54, 65, 80, 81, 84, 120, 95, 98, 99….

[4] Mevlâna, Mesnevî, I-III, Çev. Adnan Karaismailoğlu, Ankara, 2007 (Akçağ Yay.)

[5] Örnek olarak bk. : Şems-i Tebrîzî, Konuşmalar “Makalât), I, 66, 157, 177, 187, 220, 222, 229, 245, 286, 2120, 315…

 

ŞEMS – GÜNEŞLE AYDINLANANLAR SEMPOZYUMU