Lokman’ın Hikâyesi
Lokman’ın Hikâyesi
Hazreti Lokman temiz bir kul idi
Kulluğunda gece gündüz gayretliydi
Efendisi ondaki aklı ve erdemi gördü
Kendi oğlundan daha üstün tuttu
Gerçi Lokman köle çocuğu olarak doğdu
Ama gönlünü hevadan temizleyip hür oldu
Lokman, Kuran-ı Kerim’de adı geçtiği hâlde peygamberlerden olup olmadığı konusunda ihtilaf olan tarihi bir şahsiyettir. Halk arasında “Lokman Hekim “olarak bilinen ve tıbbın kurucusu olarak kabul edilen, ölüme çare aradığı anlatılan kişi olduğu sanılmaktadır. Mesnevi’de anlatıldığı üzere bir köle olduğu rivayet edilmektedir.
Hazreti Lokman bir kölenin çocuğu olarak dünyaya geldiği için köleydi. Efendisi onu köle olarak yanında tutmuyordu. O kadar değer veriyordu ki nazarında oğlundan bile üstündü. Gerçek efendiler kendilerine hükmeden -nefis, heva, heves, öfke, şehvet gibi- şeylerden kurtulanlardır. Eğer insan bunların tasallutundan ve işgalinden kurtulmuş ise köle olsa bile hürdür. Bunlardan kurtulamayanlar hür bile olsalar köledir.
Lokman köle suretinde bir efendiydi
Görünüşü katışıksız bir köle gibiydi
Efendisi bir yere gidecek olsa
Elbisesini kölesine giydirir
Kendisi de onun elbisesiyle gider
Kölesi önden yürürdü
O da daima köleyi takip eder
Ta ki kimse bunu anlamasın
Lokman gönlünü bunlardan temizlediği için dıştan görünüşü köle gibi olsa da içinde, özünde hürdü. Ama insanlar onu dış görünüşüyle tanıyabildiğinden köle olarak görürdü. Efendisi ise durumun farkında olan birisiydi. Efendi gibi görünse de asıl efendinin Lokman olduğunun farkındaydı. Kendisi efendiliği de köleliği de aşmış bir bilgeydi. İnsanın özünde ne ise o olduğunun bilincindeydi. Yoksa efendi gibi görünen köle veya köle gibi görünen efendi olmanın insanın kendi gerçeği karşısında çok da önemi yoktu. Bu yüzden Lokman ile kılık değiştirirdi. Lokman’ın elbisesini kendi giyer, kendi elbisesini Lokman’a giydirir, onu önüne alır, kendi arkasında yürür gidecekleri yere öyle giderlerdi. Üstelik işi sadece görüntüde kalmasın diye Lokman’a nasıl davranacağını da tembih ederdi.
Ona “sen baş köşeye otur” derdi
“Ben de ayakkabılarını gözeteyim köle gibi”
“Sert davran, bana sövüp say”
“Asla bana karşı hürmetli olma”
“Bu an senin hizmetin hizmeti terk etmektir”
“Bu hikmetin aslı hile tohumu ekmektir”
Bazen hiç bir şey yapmamak da hizmet etmek, bir görevi yerine getirmektir. İnsanın özü esas alındığında kölelik-efendilik gibi en üst noktadaki ayrımın hiç bir önemi yoksa dünya hayatını önemseyen insanların indindeki diğer sosyal ölçütlerin ne denli önemsiz olduğunu bir düşünmeli. İnsanların dünya hayatının devam etmesi için kurduğu -ve çoğunu kendi uydurduğu- makam sıralamasının insanın kendi gerçeğiyle hiç bir alakası yoktur. bu yüzden dikkatlerin yoğunlaştırılması gereken, önem sıralamasında en üste koyulması gereken insanın kendi gerçeğidir; özünde esasında ne olduğu, ne olacağıdır. Dış görünüş çoğu zaman yanıltıcıdır. Dış görünüşü efendiden çok köleye benzeyen, dış görünüşü gerçeği yansıtmak yerine gizleyen ve hâliyle kimsenin bilmediği efendiler vardır.
Efendiler, köleler gibi başlarını örtmüşlerdir
Ahali onları köle sansın diye böyle etmişlerdir
Efendiliğe gözleri ve gönlü doymuştur
Hükmü geçer, işlerini yoluna koymuştur
Ama bu arzu kullar için aksinedir
Onlar efendiliğin tavırlarının peşindedir
Efendinin kulluk etmesi mümkündür amma
Kuldan kulluk olur, bir şey olmaz başka
O âlemden bu âleme gizli yansıyan
Nice tertipler var, aksine cihan
Özünde efendi olan, hür ve yetkin olanların bazıları köleler gibi giyinip öyle karışırlar halkın arasına. Bunu bilerek ahali öyle zannetsin diye yaparlar. Onların ahalinin kendilerine saygı göstermesine, boyun eğmesine ihtiyaçları olmadığından öyle yaparlar. Emir sahibi olmaya gözleri ve gönülleri tok olduğundan önem vermezler. Fakat köleler böyle değildir. Onlar tam aksine efendi gibi görünmeye ihtiyaç duyarlar. Kölelikten kurtulmanın tek yolunun kendilerine ait köleler edinmek olduğunu düşünürler. İşte sırf bu yüzden kölelikten başkası gelmez ellerinden. Efendilik onlara göre değildir. Bütün bunlar bu âlemin işlerindendir. Hâlbuki âlem bir tane değildir. Diğer âlemlerden bu âleme yansımaktadır işler. İşlerin çoğu ise böyle tersinedir. Bu âlemde önem ve değer verilmeyen, efendiliği bilinemeyen nice büyükler vardır. Önem verilen nice değersiz şeylerle insanlar ömür geçirir.
Lokman’ın efendisi bu hâle vakıf olmuştu
Lokmanda tam bir istidat bulmuştu
Sır bilen birisiydi, uzun boylu düşünüp
Hakkında hayırlı olması için öyle hareket etti
Gerçi onu daha önce de azat ederdi
Maksadı Lokman’ın en güzel şekilde hoşnutluğuydu
Böylece Lokman’ın muradı olmuş oldu
Sırrına hiç kimse vakıf olmasın istiyordu
Lokman’ın efendisi bu duruma düşmeyenlerden birisiydi. Duruma vakıftı. Lokman’ın niceliği hakkında kendisinde tam bir kanaat oluşmuştu. Bu kanaat ve şuur hâline birdenbire aniden geçmemişti. Uzun zamanlar boyu düşünmüş, tefekkür etmiş, akıl yürütmüş ve nihayet kölesi Lokman’ın herhangi biri olmadığını anlamıştı. Sır tutabilen, uzun boylu düşünüp öyle karar veren, her işin sonunu düşünen bilge bir kişiydi. Onun için mesele kendinin efendi Lokman’ın köle olması değildi. Lokman’ın meselesi de zaten köle olmak veya hür olmak değildi. Bu yüzden durumu olduğu gibi korudular. Birbirlerinin sırrını sakladılar. Aralarında efendiliği ve köleliği de aşmış dostluk mertebesine yükselmiş beraberliklerini hikmet ve bilgiyle süslediler. Bazen efendi köle kılığına, Lokman efendi kılığına girdi. Bazen Lokman köle o efendiydi. Böylece Lokman kölelik kisvesi altına sakladığı sırrını korumuş oldu. Lokman efendiler efendisine boyun eğmişti. Artık ondan sonrası, nasıl olduğu ve nasıl göründüğü önemli değildi.
Bunlar diğer âlemden yansıyan ince işler olduğu için fazla kafanı yorma. Bazen tersine görünür, bazen düzüne. Sen kolayca yaşamanın yolunu bulmaya bak. Doğrusunu yaptıktan sonra mesele yoktur. Bazı şeyleri anlamasan da olur.
Kendini ücret tuzağına teslim et, bağla,
Kendin olmaksızın yine kendine fayda
Yaralı bir ilaç içer de uyuşur kendinden geçer
Vücudundaki temren’in ucu işte böyle çıkar
Ölüm vakti gelince dertler belirir
Onlarla meşgulken Azrail canını alıverir
Mesela kendini ücret tuzağına teslim et istersen. Yapılan işin karşılığı aslında o işi yapman için sana kurulmuş bir tuzak gibidir. Hani çocuklara “ödevini bitir seni parka götüreyim” denir ya işlerin ücreti de böyledir. Çocuk parka gitmek sevdasıyla ders çalışır. Sonuçta parka da gider. Ama mesele onun ücreti hak edip etmediği meselesi değildir. İbadetlere verilecek sevap ta böyledir. İbadetten hâsıl olacak fayda yine o ibadeti yapanadır. Başkasına faydasını olacağını zannediyorsa büyük bir yanılgı içindedir. O fayda ondan alacağı sevap değildir. Sevap onu yapması için kurulmuş bir ücret tuzağından başka bir şey değildir.
Birçok iş’te durum böyledir. İnsanın bir ok ucu gibi kalbine saplanmış ve kalbinde kalbin asıl sahibine yer bırakmamış bütün duygu ve düşüncelerinden kurtulması gerekir. Oraya yerleşmiş bir demir parçası kadar sert ve sağlam alışkanlıkların sökülüp atılması kolay değildir. Acı verecektir. O acıyı hafifletecek çarelere başvurulur, mesela ilaçla bedeni uyuşturmak mesabesinde olan doğru işleri yapması emredilir. Mesele temren’in içerden çıkarılması meselesidir. O doğru işlere verilecek ücret de hatta o doğru işlerin bizzat kendileri bile asıl meseleden sonra gelir.
Her işin birden çok gerçek sebebi olur. O sebepler zincirleme birbirini takip eder. Asıl sebebe ulaşamayan insan görünen sebeplerle yetinirse yanılır. Ölüm de böyledir. Ölüm bir lahza geciktirilemeyecek ve bir lahza erkene alınamayacak kesinliktedir. Buna ecel denir. Ölümün asıl sebebi eceldir. Diğerleri ölümün bahanesidir. O bahaneler olmasa ölüm acısı daha şiddetli olurdu.
Anlamak daha zor, kabul etmek daha sancılı olurdu. Ecel yaklaşınca dertler çoğalır. Her dert ölüme bir bahanedir. İnsan o bahanelerle meşgul olurken Azrail canını alıverir.