Lefkoşa Mevlevihanesi
Kıbrıs Lefkoşa Mevlevihanesi
İbrahim Numan
Lefkoşe’de fetihten kısa bir süre sonra kurulan Mevlevî tekkesi.
Fethin tarihini anlatan Ârif Dede’nin Mevlevî oluşu dikkate alınarak Mevlevîliğin Kıbrıs’a 1571’de fetihle birlikte girdiği söylenebilir. Bazı kaynaklarda, dergâh binalarının Lefkoşe’de tekkede medfun Emine adlı bir hanımın bağışladığı arazi üzerine XVII. yüzyılda yapıldığı belirtilmekte, çeşitli arşiv belgelerinde ise tekke Arap Ahmed Paşa’nın vakıfları arasında zikredilmektedir. Mevlevîhâneden bahseden en eski belgelerden biri olan 1003 (1595) tarihli şer‘iyye sicilinden, Girne Kapısı yakınlarındaki tekkenin Arap Ahmed Paşa vakıfları arasında bulunduğu, burada bir mesnevîhanın görevli olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı belgede vakıf sahibinin tekkenin bahçesini halka mesire yeri olarak vakfettiği kaydedilmektedir. Bu bahçenin bir bölümü 1960’lı yıllarda şehitliğe dönüştürülmüşse de çarpık kentleşmeden burası da payını alarak beton yığını haline gelmiştir. 1016 (1607) tarihli diğer bir belgede ise mevlevîhânenin yerinin şehid Seyyid Ahmed Paşa’nın malı olduğu ve buraya Ferhad Paşa’nın emriyle mevlevîhâne inşa edildiği belirtilmektedir. Bu belgeye göre Ferhad Paşa’nın başvurusu üzerine Konya Âsitânesi seccâdenişini Şeyh Ebûbekir tarafından Derviş Sâdeddin Lefkoşe Mevlevîhânesi’ne şeyh tayin edilmiştir. Bunun yanında mesnevi okuyan şeyhe 3 akçe, imama 2 akçe, müezzine 1 akçe ve diğer fukaraya 8’er akçe günlük vazife verilmesini şart koşan diğer bir vakfiye ile görev dağıtımı merasiminden bahseden bir başka belge de göz önüne alınarak Lefkoşe Mevlevîhânesi’nin XVII. yüzyılın başında teşkilâtını tamamlamış olduğu söylenebilir.
Tekkeye ilk şeyh olarak tayin edilen Sâdeddin Efendi’nin ardından sebebi bilinmeyen bir aradan sonra 1132’de (1720) Şeyh Sadri Dede postnişinliğe getirilmiş ve arkasından sırasıyla Kıbrıslı Şeyh Mustafa Siyâhî Dede, oğlu Ârif Efendi (ö. 1138/1726), Lefkoşeli Hızır Dede (ö. 1140/1727), Konya’dan Ârif Dede (ö. 1179/1765), Kıbrıslı Seyyid Abdullah Dede (bir yıl süre ile), Lefkoşeli Şeyh Mustafa Dede (ö. 1228/1813), Feyzullah Dede (ö. 1267/1851), Derviş Ali Dede ve Mustafa Saffet Dede (ö. 1311/1893-94) postnişin olmuştur. Adanın 1878’de İngilizler’e kiralandığı dönemde mevlevîhâneye yapılan şeyh tayinlerinde usulsüzlükler görülmeye başlanmıştır. 1894’te Saffet Dede’nin oğlu Mehmed Celâleddin Efendi’nin tayininde geleneğe aykırı olarak İstanbul’dan berat çıkarılamamıştır. Mevlevîhâneye büyük hizmetler veren Şeyh Mehmed Celâleddin Efendi 12 Eylül 1931’de vefat ettiğinde Kıbrıs İngiliz idaresine geçmiş, adadaki Türk vakıflarının yönetimi de İngilizler’in denetimine girmişti.
Celâleddin Efendi’nin ölümünden sonra Türkiye’de diş hekimliği öğrenimi gören oğlu Saffet Bey adaya döndü. Saffet Bey, şeyhlik talebinde bulunmayıp sadece babasının idaresindeki vakıfların yönetiminin kendisine verilmesini istedi. Zamanın evkaf murahhası, yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine İngiliz kraliyeti tarafından “sir” unvanı verilen M. Münir Bey, tekke vakıflarının gelirlerini İngiliz valisine bağlı Vakıflar İdaresi’nde tutmak için Saffet Bey’in isteğini reddetti. Bu sırada, Türkiye’de tekke ve zâviyelerin kapatılması üzerine Konya’dan Halep’e nakledilen çelebilik makamında bulunan Muhammed Bakır Çelebi mevlevîhânenin postnişinliğine Selim Dede Efendi’yi tayin etti. Ancak M. Münir Bey dergâhı mühürleterek Selim Dede’nin posta oturmasına engel oldu. Konunun Masum Millet gazetesinde millî mesele haline dönüştürülmeye çalışılması üzerine Selim Dede’nin dergâhtaki görevi maaş karşılığı üstlenmesine izin verildi. Tekkenin vakıflarının yönetimi ise İngiliz idaresinde kaldı. Selim Dede Efendi 1953 yılında vefat edince çelebilik makamı onun yerine oğlu Cemaleddin Efendi’yi tayin etmek istediyse de İngiliz idaresi görevi Kıbrıslı Hâfız Şefik Efendi’ye verdi. Ancak mevlevîhâne esasen dervişlerini kaybetmiş ve Kıbrıs Türk toplumu da Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını benimsemiş bulunduğundan Kıbrıs’ta Mevlevîlik Selim Dede’nin vefatıyla sona ermiş oldu.
Şehrin eski kesiminde Girne Kapısı’nın iç tarafında yer alan mevlevîhâne bugün, semâhâne ve buna bitişik, kuzey-güney istikametinde ilerleyen birbiri yanında altı kubbe altında yer alan türbe kısmından ibarettir. 1960 öncesi derviş odaları, mutfağı ve misafir odalarının ayakta olduğu, meşrutasının 1970’lere kadar kimsesiz çocuklar yurdu olarak kullanıldığı bilinmektedir. Mevlevîhânenin en eski halini, 1880’li yılların başlarında İngiliz kaptanı Kitchener tarafından çizilen Lefkoşe planından öğrenmek mümkündür. Dergâh, belgelerde müştemilâtı ile birlikte mesire yeri olarak tekkeye vakfedildiği kaydedilen geniş bahçenin kuzey kısmındaki külliye olmalıdır.
1934, 1962, 1967, 2002 yıllarında tamir gören ve günümüzde Lefkoşe Türk Etnografya Müzesi olarak kullanılan mevlevîhâneye Girne caddesine bakan basık kemerli bir taçkapıdan girilmektedir. Süslemesiz kesme taştan iki çerçeve içine alınmış kapının iki yanındaki taşlara birer sütunçe yapacak şekilde profil verilmiştir. Kapının basık kemerinin üst kısmında alçı sıvalı bir çerçeve içerisine celî ta‘lik yazı ile “Yâ Hazret-i Mevlânâ” ibaresiyle iki Mevlevî sikkesi nakşedilmiştir. Giriş, yanındaki sivri kemerli bir niş içerisine yerleştirilmiş çeşme ile âdeta bütünleşmiştir. Çeşmenin ta‘lik kitâbesi çok yıpranmış olduğundan ancak bazı kelimeleri okunabilmektedir.
Taçkapıdan, aslî hali daha geniş olması gereken bir alanın “T” şeklinde bir parçası durumunda bulunan avluya girilmektedir. Mevcut bazı kemer kalıntıları yanında daha önce yapılan çeşitli planlarda avlunun güney tarafında gösterilen kemer duvar izleri burasının daha büyük bir külliye olduğunu düşündürmektedir. Avlunun kuzeybatısındaki basık kemerli bir kapıdan dergâhın harimine girilmektedir. Harim muhibban mekânı, semâhâne ve mescid olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Binanın taşıyıcı sistemi bu bölünmeyle uyuşmaktadır. İki dikdörtgen pâyeyi bağlayan üç kemer, kuzey-güney istikametinde girişi ve aynı zamanda âyin izleyicilerine ait mekânını semâhâneden ayırmaktadır.
Pâyeleri dış duvarla bağlayan iki kemer kuzeydeki yükseltilmiş mutrıp mahfiliyle semâhâneyi, aynı istikamette ilerleyen üçüncü kemer ise güneyde yer alan mescidle semâhâneyi ayırmaktadır. Diğer kısımlardan iki basamak daha aşağıda bulunan dairevî semâ meydanının etrafı diz boyu yüksekliğinde ahşap parmaklıkla çevrilidir. Tamamen ahşaptan inşa edilen kuzeydeki mutrıp mahfiline yine dik ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır.
Mescidde basit bir niş teşkil eden mihrabın üzerinde zeytin dalı çelenk motiflerinin oluşturduğu boyalı nakışlar bulunmaktadır. Mescidin kıble duvarındaki bir kapıdan Girne caddesi boyunca kuzey-güney istikametinde bir aks üzerinde uzanan türbelere geçilmektedir. Birbirinden geniş kemerle ayrılan altı kubbe ile bir tonozun örttüğü sekiz gözlü hacim doğu ve batıda pencerelerle dışarıya açılmaktadır. Türbe kısmında on altı kabir bulunmaktadır. Mevlevîhâne şeyhlerinden Siyâhî Dede, Ârif Dede, Mustafa Dede, Feyzullah Dede, Mehmed Celâleddin Efendi ve Selim dedelerin dergâha defnedildikleri bilinmektedir. Diğer kabirlerin kimlere ait olduğu tam olarak bilinmemekteyse de kuzeyden itibaren birinci kabrin Selim Dede’ye, ikinci kabrin Arap Ahmed Paşa’ya, üçüncü kabrin Şeyh Celâleddin Efendi’ye, onuncu kabrin bir şeyhin lalası olduğu bilinen Arap Abdullah Efendi’ye, on altıncı kabrin şeyh hattat Feyzullah Dede’ye ve eşine ait olduğu kabul edilmektedir.