KUTSALI OLMAYAN AYDININ AÇMAZI
KUTSALI OLMAYAN AYDININ AÇMAZI
Son zamanlarda, bir ideolojik ve siyasi düşünceye kapılanmış bazı aydınlarda, dine ve dinî hayata karşı bir nefret tavrı görüyoruz. Hatta bazıları ‘Bu ülkede yaşamaktan utanıyorum’, diyerek ülkesine yabancılaşma riskini bile göze alabilmektedirler. Bunda, belki dış güçlerin organize edip kullandığı bazı uluslararası terör örgütlerinin İslam adına ortaya çıkışına duyulan tepkinin payı vardır. Ancak, buradan hareket ediyorlarsa, önemli bir yanılgının altını çizmekte fayda vardır:
Tarihi boyunca hep savunmada kalmış olan İslam’ın savaş stratejisinde masuma saldırı kesinlikle yoktur ve bu tür saldırılarda öldürenler; ‘Bir insanı haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir’, (Maide; /32.) hükmüyle yargılanırlar. Sonra, İslam adına yola çıkanlar suçlu da Hıristiyanlık adına yola çıkanlar masum mudur? Asırlar boyu ‘Haçlı Seferleri’ ile hem kendilerinden, hem de Müslümanlardan milyonlarca günahsız insanın kanına girenleri böyle bir değerlendirmede nereye koyacağız? Hatta bunu yaşadığımız bu asırda, Cezayir’de, Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, özellikle de Filistin’de, devam ettirenler için hangi dili kullanacağız?
Böyle bir kefeye Türkiye’yi koyma acımasızlığına sürüklenenler yerli aydınların ihanetini anlamak için bize karşıdan bakanların kanaatleri bir uyarıcı olabilir mi acaba? Bakınız dışımızdaki insanlar bu meselelere nasıl bakıyor? Bir küçük örnek vermek istiyorum:
“Ben Mısır’a, Fas’a, Tunus’a, Afganistan’a, Pakistan’a bakıyorum, oradaki fakirliğin dışarıda İslam’dan kaynaklandığı yolunda bir algı var. Bu defa, Türkiye’ye bakıyorum, çalışkan bir millet, zengin bir ülke, kalkınmış, medeniyeti yakalamış ve Müslüman bir devlet. Demek ki, gerilik İslam’da değil. İnsanların İslam’ı anlamalarında ve yorumlamalarındadır. Türkiye’ye ilk defa 1978’de gelmiştim. Konya’yı, Kayseri’yi, Sivas’ı o yıllarda görmüştüm, küçük şehirlerdi ve doğru dürüst kaldırımları bile yoktu. Şimdi bakınız 2012’de, bu şehirler modern bir kimlik kazanmış ve çok da gelişmişler. Bu şehrin insanı o yıllarda da Müslüman’dı, bugün de Müslüman. Bunları düşündüğünüz zaman anlıyorsunuz ki, geriliği getiren din değil, İslam değil. İnsanların dini algılama ve yaşama biçimidir. Türk insanı zeki ve çalışkan olduğu için başardı bunu diye düşünüyorum. Çünkü o günkü dindarlığı bugün gerilemiş olsaydı, o zaman diyebilirdiniz ki; ‘bunlar İslam’dan uzaklaştıkları için medeniyete yaklaştılar.’ Hâlbuki öyle bir şey yok. İnsanlar o zaman da dindardı, bugün de dindarlar. Hatta bugün biraz daha dini meselelerde hassasiyetleri artmış durumdalar. Sonra benim ilgi alanım Selçuklu medeniyetidir, Selçukluların muhteşem başarılarının altında da bugünkü Türk insanının atalarından gelen zekâ ve çalışkanlığını görüyorum, dindarlığı görüyorum. Türkler, Selçukludan aldıkları merak duygusu, gelişme azmi ve yücelme idealini devam ettirdikleri sürece yarınlarda daha ilerilere gideceklerdir, bunda hiç kuşkum yoktur!” (Katharine Branning, İdeal Bir Edebiyat Adamı, Yedi İklim Dergisi, Kasım 2014)
Bu ifadeleri yalnızca Branning mi kullanıyor? Hayır! Batıda yüzlerce aydın böyle düşünüyor ve eserler yazıyorlar. (Meraklıları, ‘Batı Türk’ü Tanıdıkça’ ve ‘Batı İslam’ı Tanıdıkça’ isimli eserlere bakabilirler) Hatta belki en ilginci, Marksist terörün öncülerinden, bizdeki Marksistlerin bir zamanlar İdol’ü olan Çakal Karlos adıyla tanıdığımız Ilıch Ramırez Sanchez, İslam’ı kabul etmekle kalmadı, benzer şeyleri söylüyor. Üç asır öncesinden Woltaire, Goethe, peşlerin de Tolstoy, Garudy, Maxime Rodinson gibi Batı’nın büyük düşünürleri de benzer ifadelerle kendi toplumlarına yön vermek istiyorlar.
Mesele bu! Bu önemli tespitleri kavramaktan uzaklaşmış içimizdeki talihsiz insanların, dışarıdaki, belki zaman zaman da içimizdeki Müslüman’da gördüğü eksikliği, İslam’ın kendisinde araması gibi vahim bir idrak körlüğüne sürüklenmesi anlaşılacak şey midir?
Bir insan herhangi bir değere inanmayabilir. Hatta kendisine hayat veren, yaşama hakkı veren Yaratıcısını da inkâr edebilir. Yüce Yaratıcı, böyle insanlar için Peygamberine bile uyarıda bulunuyor: ‘De ki, ey kâfirler! Sizin dininiz size, benim dinim bana!’ (Kafirun/ 109/1-6.) Bize verilen talimat da budur; bunu söyleyecek ve ötesine karışmayacağız.
Uzatmayacağız; inanç kabul olayının ötesinde, bir yaşama biçimidir. Kutsalı olmayan aydın böyle bir yaşama tarzına tahammül gösteremiyorsa; ‘Bu ülkede yaşamaktan utanıyorum’ demek yerine, gidip yaşayabileceği bir ülkeye çekilmelidir! Branngin’in olağanüstü yorumuyla, diyelim; ‘anlıyorsunuz ki, geriliği getiren din değil, İslam değil. İnsanların dini algılama ve yaşama biçimidir. Türk insanı zeki ve çalışkan olduğu için başardı bunu diye düşünüyorum. Çünkü o günkü dindarlığı bugün gerilemiş olsaydı, o zaman diyebilirdiniz ki; ‘bunlar İslam’dan uzaklaştıkları için medeniyete yaklaştılar.’ Hâlbuki öyle bir şey yok. İnsanlar o zaman da dindardı, bugün de dindarlar!’ Bunu kavramaktan uzaktaki insanın ufkunun nelerle sınırlı olduğunu düşünün!