KÜTAHYA ÇELEBİLERİ – 1) Celâleddin Ergūn Çelebi
Betül SAYLAN*
SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN’DA BAHS OLUNAN DİĞER ÇELEBİLER
1) Celâleddin Ergūn Çelebi (d. 700 h./1300 m. – ö. 775 h. /1373 m.)
a) Hayâtı
Hayâtı hakkında tafsîlatlı tek mâlûmat kaynağı Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân olan Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hâtun’un oğlu Germiyanoğlu İlyas Paşa’nın ve Âbide Melek Hanım’ın oğlu olan Celâleddin Ergūn Çelebi, 700 h./1300 m. târihinde Karahisar’da doğmuştur. 960 Alâeddin isminde bir erkek kardeşi ve Tâhire Hanım (d. 706 h./1306 m. – ö. 751h./1350 m.)961 adında bir kız kardeşi bulunmaktadır. 962
Babası İlyâs Paşa’nın, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin doğumuyla ilgili olarak, bir gece rüyâsında, âile büyüklerinden Ergūn Hân’ı evlerine gelmiş gördüğünü, uyandığı vakit de, kapıyı çalmakta olan uşağın kendisine oğlunun velâdetini müjdelediğini ve “Ergūn’umuz şimdi geldi” buyurarak işâret etmesi üzerine, oğlunun ismini, bu rüyânın işâretiyle “Ergūn” koyduğunu naklettiği rivâyet edilmektedir.963
Gençlik döneminde, âilesinden intikāl eden saltanat ve serveti İbrâhim Edhem gibi terk ederek, babası İlyâs Paşa, amcası Hızır Paşa’nın taht-ı terbiyelerinde ilk eğitimini aldığı; 964 gençlik zamânlarında da, bir dönem Bursa’ya giderek Bursa’nın mânevî büyüklerinden Geyikli Baba’nın (ö. 763 h./1362 m.) 965 sohbetlerinde bulunduğu rivâyet edilmektedir. Bu sohbet esnâsında Geyikli Baba’dan himmet talep etmek üzereyken, âlem-i mânâda Hz. Mevlânâ’yı müşâhede etmiş; Hz. Mevlânâ da kendisine himmeti Konya Mevlânâ Dergâhı’nda aramasını ve yüzünü ecdâdına çevirmesini emretmiştir. 966 Bunun üzerine Konya’ya yönelen Celâleddin Ergūn Çelebi, 739 h./1339 m. târihinde, dönemin Konya Mevlânâ Dergâhı postnişîni makam çelebisi Hüsâmeddin Vâcid Çelebi’nin (ö. 742 h./1342 m.) sohbetlerinden istifâde etmiş; ayrıca makam çelebisi Emir Âlim Şehzâde-i Muazzam Bahâülmille’nin (ö. 751 h./1350 m.) de meclislerinde bulunmuştur. 967 Bu zâtlardan hilâfet alan, Hz. Mevlânâ’nın esrârına vâkıf olan Celâleddin Ergūn Çelebi, Kütahya’da o dönemde İmâdüddin Hezâr Dinârî Mescidi olan Kütahya Mevlevîhânesi’ne postnişîn olarak vazîfelendirilmiştir. 968 Kütahya Mevlevîhânesi’nin bilinen ilk şeyhi Celâleddin Ergūn Çelebi’dir.
a) Kerâmetleri, Mürîdânı ve Mevlevîliğe Hizmetleri:
Celâleddin Ergūn Çelebi, Konya’da postnişîn olarak vazîfelendirildikten sonra Kütahya’ya doğru yola çıkmış; mevlevî zâviyeleri beyninde önemli bir yeri hâiz Şems Zâviyesi’ni ziyâret etmiştir. Burada, kendisine yedi dilimli, “Şemsî” olarak isimlendirilen külâh hediye edilerek giydirildiği rivâyet edilmektedir. Celâleddin Ergūn Çelebi, bu külahı berâberinde Kütahya’ya götürmüş; her ne zaman bu külâhı telebbüs etse, ayın güneşin ışığıyla parlaması gibi Hz. Şems-i Tebrîzî’nin rûhâniyetinin mânevî bir aynası olduğu müşâhede edilmiştir. Ve bu “Şemsî” külâhın vefatlarının akabinde gayb âlemine çekildiği; sandukası üzerinde bulunan sikkesinin altında, bu külahı temsîlen bir Şemsî külâh bulunduğu rivâyet edilmektedir. Temsîlen dahî olsa, baş ağrısından muzdarib olanların bu külahı telebbüs ettikleri takdirde, dertlerinden halâs buldukları; ancak, herhangi bir sıkıntısı yok iken, sâdece meraktan külahı başına geçiren bir kendini bilmezin ise günden güne artan bir baş ağrısı sıkıntısına mübtelâ olarak, birkaç gün içersinde aklını yitirip kendini kaybettiği de rivâyet edilmektedir.969
Celâleddin Ergūn Çelebi, Şems Zâviyesi’nde ziyâretini tamamladıktan sonra, Karahisar Mevlevîhânesi’ni de ziyâret ederek, burada bulunan amcası Hızır Paşa’nın torunu Abâ-pûş-ı Bâlî’nin mihmânı olmuştur. 970 Mevlevîhâneye vâsıl olurken, Karahisar sokaklarının insanlarla dolup-taştığı; Celâleddin Ergūn Çelebi’nin ney ve kudüm eşliğinde mevlevîhâneye vâsıl olduğu ve mevlevîhânede mihmân olduğu zamân zarfında da, mevlevîhânede muazzam bir kalabalık oluştuğu; halkın da Celâleddin Ergūn Çelebi’ye çok teveccüh gösterdiği; bu vesîleyle hikmet ve feyz dolu sohbet ve meclislerin gerçekleştirildiği rivâyet edilmektedir. 19 gün süren mihmânlık netîcesinde, yine muazzam ihtirâm ve ikrâm eşliğinde Celâleddin Ergūn Çelebi Kütahya’ya yolcu edilmiştir.971
Celâleddin Ergūn Çelebi, Kütahya’ya vâsıl olduğunda, Kütahya eşrâfı ve halkının onu muhabbetle karşıladığı; atının üzengisini öpebilmek için izdihâm yarattıkları rivâyet edilmektedir. Ayrıca, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin hânesi, türlü ikrâmlarla dolup-taşmış; Kütahya halkı neleri var-neleri yoksa Çelebi için sarfetmişler ve onun hizmetine kabul edilebilmek için mevlevîhânenin etrâfında pervâne misâli olmuşlardır.972
Celâleddin Ergūn Çelebi, kanâatkârlığıyla, postnişîn bulunduğu zamân içerisinde, gerek dergâhın, gerek dervişlerin maddî-mânevî ihtiyaçlarını aslâ isrâfa kaçmadan, dışarıdan herhangi bir kaynak bulunmaksızın, Allâhu Teâlâ’nın gizli hazînelerinden karşılamış ve bu konuda kendisinin bir vekilharç mesâbesinde bulunduğunu; dergâhın ve postun kendisine emânet bulunduğunu beyân etmiştir.973
Celâleddin Ergūn Çelebi’nin, zamânının büyük bir kısmını ibâdet, irşâd, zikir ve murâkabe ile geçirmekte olduğu rivâyet edilmektedir. Bunun hâricindeki zamânı ise, büyüklerin eserlerini mütâlaa etmeye sarf etmiş. Celâleddin Ergūn Çelebi’nin bu tavrı, Kütahya eşrâfından bâzı kimselerin ve Kütahya’da vazîfeli bâzı devlet adamlarının kulağına gittiğinde, Celâleddin Ergūn Çelebi hakkında dedi-kodu etmeye başlamışlar. Celâleddin Ergūn Çelebi ise kendisi hakkındaki bu dedi-kodulardan âlem-i mânâda haberdâr olmuş. Tâifenin elebaşıları, bir zamân avlanmak için mevlevîhâne civârına gittiklerinde, mevlevîhanenin kıble tarafından bir toz bulutunun yükseldiğini; büyük bir sel meydana geldiğini ve bu tûfanla birlikte mevlevîhânenin etrâfında kalabalık bir asker mangasının mevlevîhânenin etrâfını kuşatarak korumaya aldıklarına şâhit olmuşlar. Böylece ava giderken avlandıklarını anlayan hâinler topluluğu, şâhit olduklarının şaşkınlığını üzerlerinden atamadan, büyük bir mahkemenin kurulduğunu görmüşler. Tâife, asker-i gayb arasından tâyin edilen bir çavuşla, şehir mahkemesine sevkedilmiş. Yaptıklarından son derece pişman olup, boyunlarını büken topluluğa, mahkeme reisi; “Ey gürûh-ı bî-şefkat ve şerm ve ey hıyel-i gümrâh, âzerm-i Hazret-i Hallâk-ı Mennân, cümle-i rûzî-horân-ı çerende-gân ve perende-gân ve kâffe-i sâkinân-ı hıtta-i imkânî-i memnûn-ı elvân ihsân edip; benî nev’-i insâna et’ime-i lezîze ve elbise-i nefîse ve emkine-i refî’a in’âm olunup; ve derd-mendân-ı hayvâna berg ü bîh-i giyâh ve künâm ve sûrâh-ı hak-ı siyâh taksîm ve ta’yîn olunmuş iken; yine, kadr-i ni’met-i âsâyîş-i bî-minnet idrâk olunmayıp, vakten-vakt ve gürûhâ-gürûh, sâlik-i râh-ı ta’zîb-i hayvân-ı bî-sûd ve târik-i resm-i insâf-ı behbûd olu; küfrân-ı âlâ ve niamâ-yı na-ma’dûd ve tehâvün ve teâmî-i şükrân-ı izz ve rif’at-i nâ-mahdûd ile ber-âlay-ı bî-çâre-i deşt ü kûh ve âvâre-i zelîl ve sütûh üzerine asker-keş-i teğallüb ve sitem ve taraf taraf kemîn-güşâ-yı gadr ve elem ve kifâh-rân-ı endûh ve gam olu; haserât-ı beçe-gân-ı bî-dest ve pâlerin yâd etmeyip ve âh u enîn-i firâk ve hicrânlarından bî-endîşe olan tâife-i tâgıyye-i cezâ-yı a’mâl ve sezâ-yı ahlâk-bîn olmadıkça mütenebbih ve mütteaz olmak muhâldir. Pes, ol nehc-i rân-ı mahsûrâtı teng-nây-ı helâkdan ıtlâk; ve sayyâdân-ı bî-insâfı onların giriftâr olduğu hisâr-ı demârda habs ve tîr-i bârân olunmağla ibret- nümâ-yı meydân-ı mücâzât ve nümû-dâr-ı âkibet-i adem-i mübâlât etmek gerekdir” buyurarak; türlü nimetler içersindeyken, nankörlük ederekçâresiz hayvanlara yaptıkları eziyetle cezâlandırılmalarına hükmetmiştir. Avlanan zavallı hayvanlar serbest bırakılmış; avcılar ise o çâresiz ve günahsız hayvanlar için kurdukları tuzağa hapsedilerek onların yerine geçmişler. Bu duruma düşmekten son derece mahzûn ve pişmân olan avcılar bir anda Celâleddin Ergūn Çelebi’nin himmetiyle, sanki rüyâdalarmış gibi bulundukları durumdan kurtulmuş ve yeniden dünyâya gelmişçesine sevinmişler. Daha sonra, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin huzûruna çıkarak mâcerâlarını iletmişler; Çelebi hakkındaki kötü düşünceleri ve çıkardıkları dedi-kodular sebebiyle bu kötü duruma düçâr olduklarını idrâk ettiklerini beyân etmişler; Çelebi’den af dileyerek kendilerine nasîhat etmesini niyâz etmişler. Celâleddin Ergūn Çelebi ise, sâdece mevlevîhânede bulunanların değil, mevlevîhâne civârında yaşayan hayvanların dahi Çelebi’nin himâyesinde bulunduğunu izâh etmiş. Avcılar arasından birçoğu avlanmaya tevbe etmişler ve ömürleri müddetince bir daha ava çıkmamışlar ve Çelebi’nin müridânı arasına karışmışlar, hizmetinde bulunmuşlar. Avcılar arasında, av sevdâsından vazgeçmeyenleri ise birçok musîbete dûçâr oldukları rivâyet edilmektedir.974
Celâleddin Ergūn Çelebi’nin müridânından Ahî İzzeddin ismindeki bir zât, bir bahar gününde, mevlevîhâneden çıkarak, arkadaşları ile birlikte kırlarda zamân geçirmek hayâline dalmış. Bu arzûsunu da ileterek izin istediğinde “hayır” cevâbıyla mukābele edilmiş. Bir müddet sonra, Ahî İzzeddin hayâl âlemine dalarak kendisini mevlevîhânedeki dervişlerle birlikte kırlarda, büyük bir ziyâfetin başında tahayyül etmeye başlamış. Bu esnâda, bu hayâlden haberdâr olan Celâleddin Ergūn Çelebi; “Hayâl ettiğin şey, bizim ârifâne sohbetimizin sîretidir” buyurarak, Ahî İzzeddin’in hayâlinden geçenlere tasarrufunun bulunduğunu beyân etmiştir. Hattâ, hayâtta olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kabirlerinin Celâleddin Ergūn Çelebi’nin kabri civârında bulunmasını dervişlerine tavsiye etmiştir. Bu tavsiyeye uyan Ahî Mustafa, Ahî Erbasan ve Ahî Abdülvâhid isimli müridânının kabirlerinin Celâleddin Ergūn Çelebi türbesi civârında bulunduğu rivâyet edilmektedir.975
Celâleddin Ergūn Çelebi, Kütahya Mevlevîhânesi postnişîni bulunduğu zamânda, Germiyanoğulları Beyliği’nin başında, SüleymanŞâh Germiyanî’nin bulunduğu rivâyet edilmektedir.976 Lâkin, Germiyanoğulları’nın başına gelecek tâlihsizlikler ve devletin zevâli çelebiler beyninde âlem-i mânâda mâlum olunca, çelebiler bu durumu isitşâre etmek maksadıylabir araya gelmişler. Herkes aklından ve gönlünden geçenleri serdederken, Celâleddin Ergūn Çelebi; “Yıldırım, İbn Muâviye’ye yakınlaştığında felâketten sakının. Birinci ikinciyi tahttan indirecektir” buyurmuş ve yaklaşan felâketlere işâret etmiş. Nitekim, önce II. Yâkub Çelebi’nin (ö. 832 h./1429 m.) vefâtı, 977 daha sonra da Timur istilâsı Celâleddin Ergūn Çelebi’nin söylediklerini teyid etmiştir. Ancak, وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ (Bakara, 2/216) [Olur ki nefret ettiğiniz bir şey sizin hayrınıza olabilir] âyeti gereğince, bu felaketler Germiyanoğulları Devleti’nin akabinde, mânevî bir mevlevî devletinin zuhûruna imkân vermiş ve Germiyanoğulları Âilesi’nden mevlevîliğe müntesib olan âile efrâdı bu felâketlerden kendilerini kurtararak, isimlerinin devamını sağlamışlardır.978
Kütahya’nın önemli âlimlerinden olan İshak Fakih,979 Celâleddin Ergūn Çelebi’nin zamân-ı meşîhatinde, Çelebi’nin şöhretini ve kerâmetlerini işiterek huzûruna gelmiş; Çelebi’yle, kendi hâiz olduğu ilim meyânında musâhabe etmek niyetindeymiş. Ancak, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin huzûruna çıktığında, kendisinde gālib olan bir hâl ile, Çelebi’de şerîat, tarîkat ve hakîkatin meczolunduğunu; O’nun insan-ı kâmil olduğunu idrâk ederek, hiç münâkaşasız Çelebi’nin hizmetine girmiş. Hattâ daha sonra, vakfettiği bâzı âsârı önce Celâleddin Çelebi, sonra da onun evlâdına şart koştuğu rivâyet edilmektedir.980
Sefîne’de, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin mürîdânı arasında, Âhîlik Teşkilâtı’nın kurucusu sayılan Ahî Evran981 da zikredilmektedir. Sefîne’nin rivâyetine göre, Celâleddin Ergūn Çelebi, mürîdi bulunan Ahî Evran’a bâzen “Ahî Evran”,982 bâzen de “Ahî Enver” diye hitâp buyurmaktaymış. Bunun hikmeti Çelebi’den suâl edildiğinde Çelebi; “Kardeşim, Mûsâ (a.s) izindedir. Çünkü O, bâzen yılan sûretinde asâ; bâzen de yed-i beyzâ gösterirdi. Yâni, onun mübârek, temiz ayağı, Firavun tabîâtlıların gözünde bir yılandır. Yed-i beyzâ temiz kalbi ise, münevver sâf sînesinin cebindendir” 983 buyurarak Ahî Evran’a bâzen “Ahî Evran” bâzen de “Ahî Enver” diye hitâp etmesinin sebebini açıklamış.984
Esâsen de, Timur Kütahya’yı muhasara ettiğinde 985 , Ahî Evran’ın, “Ahî Evran” teşbîhine binâen bir ejderha sûretiyle Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi’ni müdâfaa ettiği; Timur’un Ahî Evran’ın mehâbetinden son derece korktuğu ve Ahî Evran ile görüşüp kendisinden özür dilediğinde ise Ahî Evran’ın Timur’a; “Allâh’ın ikrâmı, pâdişahın ikrâmından zengindir” buyurarak “Ahî Enver” teşbîhi gereğince “yed-i beyzâ” misâli Timur’un özrünü kabul ederek Timur’un Kütahya’yı yağmalamasına mâni olduğu rivâyet edilmektedir.986
Sefîne’de, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin mürîdânı arasında, Ahî Erbasan isimli bir zâttan daha bahsedilir. Timur istilâsı esnâsında, memleketlerini terk ederek emîn bir memleket arayarak Anadolu’ya hicret eden ve Anadolu şehirleri arasında Kütahya ve Ergūniye Mevlevîhânesi’nin emniyetini duyanlar, mevlevîhânede misâfir olmuşlardır. Burada konaklayanların hizmetine Celâleddin Ergūn Çelebi, Ahî Erbasan’ı tâyin etmiştir. Misâfirlerin cümlesine, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin himmetiyle hâlen ve kālen mükemmelen hizmet ettiği rivâyet edilir. Bu durum, Çelebi’ye arzedilerek Ahî Erbasan’ın hizmetleri nakledildiğinde, Çelebi; “Muhlis Erbasan” buyurmuştur. Celâleddin Ergūn Çelebi’nin bu iltifatına mazhar olan Ahî Erbasan; “Bu bende-i nâ-çîze hâk-pây-ı lâ-mekân-peymâları olmak ma’nâsıyla erbasânlık aksâ’l-merâtib-i teşrîf-i cân-ı nâ-tüvândır. Yoksa, her ne ki bu bî-ser ü pâdan cilve-ger-i sâha-i bürûz ola, bi’l-cümle Hazret-i Sultanım’ın eser-i hüsn-i teveccüh-i gavsâne-i bende-i pür-viraneleridir” ifâdeleriyle, hizmetinin ardında Celâleddin Ergūn Çelebi’nin himmetinin bulunduğunu itirâf etmiştir.987
Celâleddin Ergūn Çelebi, birgün mecliste dervişleriyle birlikteyken, sokaktan açık arttırma ile ev satan ve kaybolmuş paha biçilemez mücevherini bulan için müjde vaad eden bir tellâl geçmekteymiş. Çelebi dervişlerine tellâlı meclislerine çağırmalarını emretmiş. Çelebi’nin huzûruna çıkan tellâla Çelebi, 20.000 dirhemlik ev için 2 dirhem verdiğini söylemiş. Çelebi’nin alay ettiğini düşünen tellâla Çelebi, kaybolan mücevherinin değerini suâl etmiş. Tellâl da, aslında kendinin bir mücevheri bulunmadığını itirâf etmek zorunda kalmış. Bunun üzerine Celâleddin Ergūn Çelebi, إِنَّ اللََّّ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَ أَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّة (Tevbe, 9/111) [Şüphesiz Allâhu Teâlâ mü’minlerden mallarını, canlarını kendilerine verilecek Cennet karşılığnda satın almıştır ] 988 âyetini tefsir etmiş ve dünyâ ve içindekilerin Allâhu Teâlâ indinde hiçbir değeri olmadığını izâh etmiştir. Mâmâfih, bir dirhemlik bir sadaka mukābilinde ise, bâkî kazançlar elde edilebileceğini; ebedî âlemin saraylarını iki dirhemlik bir eve tercih eden nefsinin aldanmış olduğunu da ifâde ettikten sonra, iki dirhemlik bir ev için tellâllık ederek, nefsini de harâb ettiği için de tellâlı azarlamıştır. Bunun üzerine hatâsını anlayan tellâl, Çelebi’nin mürîdânı arasına katılmış; tellâllığını Celâleddin Ergūn Çelebi’den öğrendiklerini ilân etmek için istimâl etmiştir.989
Vefatlarından önce, Kütahya’da bulunan bütün çelebileri mevlevîhânede cem’ etmiş; büyük bir ziyâfet tertip edilmiş; mukābelenin ardından ise, Hz. Mevlânâ’nın;
یك كلاهى داشتم ازلبلبو كم شد زمن
در ميان دفتر قلب سليمان یافتم
beytini okuyarak şerhettiği ve “ ‘Başa dönmek dışında son yoktur” ilkesince- sondan başa döndük, zamanın ihtiyaçlarından kurtulduktan sonra, sınırlamaları ortadan kaldırmakla uğraştık. Velîahdımız, zâtımızın mahsülü, ömrümüzün meyvesi, zamanımızın hulâsası ve dinimizin burhanı olanı, kardeşlerimizin ve dostlarımızın işlerinde halîfe kıldık. Bildirdiklerimize yaptığımız uyarılara şahit olun” buyurarak oğlu Burhâneddin İlyâs Çelebi’yi velîahdı tâyin ettiğini ilân etmiştir. Çelebilere nasîhatte bulunduktan sonra, hırkasını giyip, sikkesini oğluna teslîm etmiş ve halvethânesine çekilmiştir. Bir müddette halvette kalan ve bu müddet içerisinde hastalığı ziyâdeleşen Celâleddin Ergūn Çelebi’nin, vefâtından bir müddet önce hastalığı hafiflemiş ve bu sayılı günleri değerlendirmek isteyen çelebiler kendisinden bir semâ meclisi talep etmişler. Üç gün müddetince semâ, sohbet ve mârifet dolu bir meclis tertip edilmiş. Üç gün sonunda tâkatsiz kalan Celâleddin Ergūn Çelebi, ölüm hoşluğunun akabinde tekrar rahatsızlanmış ancaksekerât-ı mevt hâlindeyken bile dervişân ve çelebiyâna nasîhatte bulunmaktan uzak durmamıştır. İşte bu mecliste, Çelebi’nin son nasîhatleri olan bu sözler, Mustafa Sâkıb Dede tarafından Sefîne’de nakledilmiş ve şerhedilmiştir.9120
Celâleddin Ergūn Çelebi, 775 h./1373 m. târihinde vefat etmiştir. Vefatlarının ardından, oğlu Burhâneddin İlyas Çelebi postnişîn olmuştur.991 Celâleddîn Ergūn Çelebi’nin vefâtından önce ihvâna قَدْ جَآءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ (Nîsâ, 4/174) [Ey insanlar! Size Rabbiniz’den mûcizelerle peygamberler geldi] âyetini okuduğu ve bu âyetle oğlu Burhâneddin İlyâs Çelebi’yi postnişîn tâyin ettiği rivâvet edilmektedir.992
b) Eserleri
Sefîne’de Mustafa Sâkıb Dede, Celâleddin Ergūn Çelebi’ye âid olan eserlere yer vermiştir.
* Gencnâme: 40 beyitten müteşekkil bu mamnzûm eser, insan-ı kâmili anlatmaktadır.993
* İşâretü’l-Beşâre: Mevlevî mukābelesinin ihtivâ ettiği 18 rumûza işâret edip, bunları şerhetmektedir.994
* Çihil Kelime-i Tayyibe: Ayrıca Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne’de, Celâleddin Ergūn Çelebi’ye âid olan Arapça ve Farsça 45 hikmetli sözü şerhleriyle nakletmiştir. Ancak bu hikmetli sözlerin şerhlerinin Mustafa Sâkıb Dede tarafından mı yapıldığını ya da Celâleddin Ergūn Çelebi’den mi nakledildiğini tesbit edemedik. Bu şerhler de müstakil bir risâle meydana getirebilecek hacimdedir.995
960 Sahîh Ahmed Dede, Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye, s. 207; Ali Enver, Semâ’hâne-i Edeb, s 28; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 236
961 Tâhire Hanım: İlyâs Paşa’nın kızı ve Celâleddin Ergūn Çelebi’nin kızkardeşi olan Tâhire Hanım 706 h./1306 m. târihinde Karahisar’da doğmuştur. 20 yaşına geldiğinde, 726 h./1325 m. târihinde amcası Hızır Paşa’nın oğlu Çelebi Mehmed Paşa’nın eşinin vefâtı üzerine Çelebi Mehmed Paşa’yla evlenmiştir. Çelebi Mehmed Paşa’nın vefat eden eşinden olan ve 7 yaşında annesiz kalan oğlu Çelebi Ahmed Paşa’ya annelik etmiş ve bu evlilikten 729 h./1328 m. târihinde Yakûb Hân Germiyanî dünyâya gelmiştir. Tâhire Hanım, 751 h./1350 m. târihinde, 45 yaşında vefat etmiştir. (Sahîh Ahmed Dede,a.g.e., s. 209, 214, 215, 221)
962 Sefîne’de, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin künyesi; “Hazret-i Ergūn Celâleddin bin Hazret-i Burhâneddin İlyâs Paşa bin SüleymanŞâh-ı Germiyanî” şeklindedir. Ancak, İlyas Paşa’nın “Burhâneddin İlyas” olarak anıldığına rastlamadık. Celâleddin Ergūn Çelebi’nin oğlu olan Burhâneddin İlyâs Çelebi’den yola çıkarak, Mustafa Sâkıb Dede’nin bu isimlendirmeyi tercih ettiğini düşünmekteyiz.
(Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, c. I, s. 60, 107; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 236; Doğan, Abdurrahman, Kütahya Ergūniyye Mevlevîhânesi, s. 57)
963 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 60; Esrar Dede, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, s. 96; Ali Enver, a.g.e., s. 28; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 236
964 Babası Çelebi İlyas Paşa veamcası Çelebi Hızır Paşa’nın zaman zaman ziyâret ettikleri, Karahisar civârında Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’ye nisbet edilen ve halk arasında “Hızır (a.s.) Makāmı/Makām-ı Hızıriyye” ve “Dede İni” olarak bilinen çilehânede, 761 h./1360 m. târihinde Hızır ve İlyâs (a.s.) ile mülâkātları netîcesinde, Germiyanoğulları’nın Yâkub Hân’ın şehâdetiyle sona ererek, kendilerininse Mevlevîliğe nisbetleri sâyesinde isimlerinin bâki kalacağını haber almalarının akabinde; Çelebi Hızır Paşa torununun oğlu Bâlî Efendi’nin küçük yaşlarda, Çelebi İlyâs Paşa da oğlu Celâleddin Ergūn Çelebi’nin mevlevîliğe intisâblarını sağlamışlardır. Sahîh Ahmed Dede, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin, Hz. Hızır ile gerçekleşen görüşmeden önce, 739 h./1339 m. târihinde, Konya’da Hüsâmeddin Vâcid Çelebi’nin meclislerinde bulunduğunu kaydetmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 6-7; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 218, 222-223)
965 Geyikli Baba:Vefâiyye tarikatına mensup bir Türkmen şeyhi olan Bursa’nın mânevî büyüklerinden olan Geyikli Baba için bkz: Ocak, Ahmet Yaşar, “Geyikli Baba”, DİA, c. XIV, s. 45-46
966 Bu meyânda Mustafa Sâkıb Dede, mevlevî dervişlerinin diğer tarîkatların meşâyıh ve mürîdânından himmet talep etmelerinin kesinlikle yasak olduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte, diğer tarîkatlardan mevlevîliğe müntesib olarak seyr ü sülûkünü tamamlamış bir çok derviş bulunmaktadır. Ancak mevlevî dervişlerinin başka tarîkat mensûblarının önünde diz çökmeleri menedilmiştir. Zîrâ, bu şekilde davranıp başka tarîkata meyledenlerin, Hz. Mevlanâ’nın rûhâniyetinden aslâ istifâde edemedikleri rivâyet edilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 75-76)
967 Mustafa Sâkıb Dede, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin babası ve dedesinin nazarlarındaki ilk eğitiminden sonra Konya’ya giderek orada hizmet ve eğitimine devam ettiğini; burada da postnişîn olan Şehzâde-i Muazzam Emir Âlim ve sonrasında da Hüsâmeddin Vâcid Çelebi’nin meclislerinde bulunduğunu belirtmiştir. Sahîh Ahmed Dede ise, Hüsâmeddin Vâcid Çelebi’nin meclislerine devam ettiğini beyân etmektedir. Ayrıca, Emir Âlim Çelebi’nin, postnişîn olarak vazîfelendirildiğinde Konya’da bulunmadığı; hattâ vazîfesi müddetince Konya dışında bulunduğu ve başka bir memlekette vefat ettiği kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak, Sahîh Ahmed Dede’nin naklettiği, 735 h./1335 m. târihinde, Emir Âlim Çelebi’nin 42 yaşındayken Konya’da İsmet Hâtun adında bir kızı dünyâya geldiği bilgisini göz önünde bulundurursak, Çelebi’nin zaman zaman seyâhat hâlinde olduğu ortaya çıkabilir. Celâleddin Ergūn Çelebi’nin de Emir Âlim Çelebi Konya’da bulunduğu zaman zarfında meclislerine devam etmiş olabiliceği kanâatini taşımaktayız.
(KMMA, dosya no: 51, belge no: 29; Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 60-61; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 217-218)
968 KMMA, dosya no: 51, belge no: 29; Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 60; Esrar Dede, a.g.e., s. 97; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 218
969 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 61-62
970 Aralarında bir hayli yaş farkı bulunan Celâleddin Ergūn Çelebi’nin, Konya’dan Kütahya’ya giderken Abâ- pûş-ı Bâlî’yi ziyâret etmesi mümkün görünmemektedir. Abâ-pûş-ı Bâlî 751 h./1350 m. târihinde dünyâya geldiğinde Celâleddin Ergūn Çelebi 50 yaşında bulunmaktadır. Celâleddin Ergūn Çelebi’nin vefâtı olan 775 h./1373 m. târihinde de Abâ-pûş-ı Bâlî 23 yaşında bulunmaktadır. Esâsen Sahîh Ahmed Dede’nin verdiği bilgiye göre de Celâleddin Ergūn Çelebi 39 yaşındayken Abdülvâcid Çelebi’nin sohbetinde bulunmuştur. Bütün bu hesaplamalar netîcesinde, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin 40’lı yaşlarından önce postnişîn olarak Kütahya’ya gönderilmediğini söyleyebiliriz. Böyle olsa bile, Celâleddin Ergūn Çelebi – Abâ-pûş-ı Bâlî mülâkātının gerçekleşmesi muhâldir. Belki, Celâleddin Ergūn Çelebi, Karahisar ziyâreti esnâsında amcası Hızır Paşa’nın iltifatına mazhar olmuştur diyebiliriz.
971 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 62-63
972 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 63
973 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 64
974 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 65-66
975 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 76; Kütahya’da, Ergūn Çelebi’nin zikredilen mürîdânının adını taşıyan, Ahî İzzeddin, Ahî Mustafa ve Ahî Erbasan mahalleleri bulunmaktadır. Bu da, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin mürîdânı olarak zikredilen bu zâtların hayâlî kimseler olmadığını ispatlar mâhiyettedir. Ancak bu zâtların Celâleddin Ergūn Çelebi’nin mürîdânı olup olmadığını tesbit edemedik. (Varlık, Mustafa Çetin, “Kütahya”, DİA, c. XXVI, s. 580-584)
976 Sefîne’de bulunan bilgi Süleyman Şâh Germiyanî’nin mevlevî kaynaklarındaki 699 h./1300 m. târihinde vefat ettiği bilgisiyle çelişmektedir. Germiyanoğulları Beyliği ile ilgili bâzı kaynaklarda ise, Süleyman Şâh Germiyanî’nin 788 h./1387 m.’de vefat ettiğini, yerine II. Yâkub Bey’in tahta geçtiğini haber vermektedirler. Bu bilgiyi göz önünde bulundurduğumuzda ise, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin SüleymanŞâh Germiyanî zamân-ı saltanatında postnişîn olduğunu söylemek mümkün görünmektedir.
(Sahih Ahmed Dede, a.g.e., s. 206; Varlık, Mustafa Çetin, “Germiyanoğulları”, DİA, c. XIV, s. 33-35)
977Germiyanoğulları’nın son hükümdârı II. Yâkub Bey ile ilgili târih kaynakları ve mevlevî kaynaklarının verdikleri bilgiler farklılık arzetmektedir. Sahîh Ahmed Dede’ye göre, II. Yâkub Bey, 803 h./1401 m. târihinde, dâmâdı Yıldırım Bâyezid tarafından şehîd edilmiştir. Germiyanoğulları târihi ile ilgili kaynaklarda ise, II. Yâkub Bey, 831 h./1428 m.târihinde Edirne’ye giderek II. Murad ile görüşüp memleketini ölümünden sonra ona bıraktığını bildirmiş, daha sonra Kütahya’ya dönen Yâkub Bey bir yıl sonra,832 h./1429 m. târihinde, vefat etmiş ve yaptırmış olduğu imâret mescidinin içine defnedilmiştir.
(Sahih Ahmed Dede, a.g.e., s. 232; Varlık, a.g.m., “Germiyanoğulları”, DİA, c. XIV, s. 33-35)
978 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 84-85, 93-94
979 Hayâtı hakkında sağlıklı bir bilgiye ulaşamadığımız İshak Fakih’in, Kütahya’nın Germiyanoğullan ile Osmanlılar arasında el değiştirdiği dönemde kadılık yapan İshak Fakih Halil olduğu kanaatini taşımaktayız. Günümüzde, Kütahya’da İshak Fakih Mahallesi olarak bilinen mahallede kendisi adına bir câmi, medrese ve kütüphâne inşâ ettirmiştir. Düzenlenen vakfiyede 825 h./1422 m. târihi; bugün mevcûd olmayan çeşmenin Kütahya Müzesi’nde muhâfaza edilen kitâbesinde ise 823 h./1420 m. târihi mevcuttur.
(Altun, Ara, “İshak Fakih Külliyesi”, DİA, c. XXII, 532-533)
980 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 85
981 Gerek târih kaynaklarını, gerekse mevlevî kaynaklarını göz önünde bulundurduğumuzda, XIII. yüzyılda yaşadığı tahmîn edilen, Hz. Mevlânâ ile görüşen ve Hacı Bektâş-ı Velî’nin (ö. 669 h./1271 m.) de talebesi olan Ahî Evran’ın Celâleddin Ergūn Çelebi’nin mürîdi olması mümkün görünmemektedir.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Ahî Evran nâmına ziyâretgâhlar bulunmaktadır. Kütahya’da da, Ahî Evran Zâviye ve Türbesi olarak tesis edilmiş bir ziyaretgâhdan kaynaklar bahsetmektedir. Mustafa Sâkıb Dede’nin, halkın çokça teveccüh gösterdiği bu makāmdan yola çıkarak Ahî Evran ile Celâleddin Ergūn Çelebi’yi münâsebetlendirdiği düşüncesindeyiz.
(Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 161, 192; Şahin, İlhan, “Ahî Evran”, DİA, c. I, s. 529-530; Ocak, Ahmet Yaşar, “Hacı Bektâş-ı Velî”, DİA, c. XIV, s. 455-458; Karakaya, Ebru, “Kütahya”, DİA, c. XXVI, s. 584-587)
982 “Evran”; “yılan”, “ejderha” anlamlarına gelmektedir.
983 Bu teşbîh, Mesnevî ’de de yer bulmuştur. Mesnevî ’nin III. cildi, 4244, 4246-4247. beyitlerinde;
“Âdemî, âsâ-yı Mûsâ gibidir. Âdemî Îsâ’nın füsûnu gibidir. Onun zâhiri bir sopadır; lâkin boğazını açtığı vakit, kevn onun önünde bir lokmadır. Sen Îsâ’nın efsûnundan havf ve savt görme; onu gör ki, ondan ölüm kaçıcı oldu” insan-ı kâmilin sûretinin cisim ve beşer olduğu; bâtını ve mânâsının ise yalnızca Hak olduğu açıklanmıştır. Nitekim, Hz. Mûsâ’nın âsâsının sûreti bir değnek iken, onun mânâsı bütün cihânı yutabilecek büyüklükte ve kuvvette azîm bir ejderhadır. Bunun gibi, insan-ı kâmilin bâtını Hak’dır. Şahiyâtıyla meşhûr Ebû’l-Hasan Harakānî (ö. 425/ لو عرفتمني لسجدتمني ( 1033 [Eğer siz beni bilse idiniz, bana secde ederdiniz] buyurarak, bâtınının Hak olduğunu izhâr etmiştir. Bu meyânda Hz. Mevlânâ’nın da bir beyitini nakletmek yerinde olacaktır: “Bu heykel-i âdem nikābdır. Biz bütün secdelerin kıblesiyiz” (Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, , c. VI, s. 495-497)
984 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 86
985Sahîh Ahmed Dede, Timur’un, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin vefâtından 30 sene sonra, 805 h./1403 m. târihinde, Konya’dan Kütahya’ya geldiğini ve kışı burada geçirdiğini nakletmektedir. (Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 233)
986 Mustafa Sâkıb Dede, Ahî Evran’ın kabrinin ziyâretçisi çok mübârek bir mekân olduğunu belirtmektedir. Hattâ, bu zâtın zâviyesinin erzaklarının, Ergūniye Mevlevîhânesi’ne ilhak edildiği; zâviyede hizmetli bulunanların da mevlevî dervişlerinin hizmetinde bulundukları da rivâyet edilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 86)
987 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 89
988 Tevbe Sûresi’nin 111. âyetine Mesnevî’de de temâs edilmiş ve III. cildin 4101. beyitinde;
“Mal ve ten, fenânın dökülücüsü olan kardırlar; onun müşterisi Hak’dır ki Allâhu Teâlâ satın aldı” ifâdeleriyle yer bulan âyeti, Ahmed Avni Bey, mal ve tenin izâfî varlık meydanında eriyip yol olmaya mahkûm kar tâneleri gibi olarak ifâde eder. Allâhu Teâlâ da bu kemâl-i keremiyle o mal ve tenin müşterisidir.
Yine Mesnevî’nin I. cildinde, 2743-2759. beyitleri arasında nakledilen bir hikâyede de, Bağdat’a halîfeyi ziyârete giden bir bedevînin, halîfeye, evinde ve hayâtındaki kendince en kıymetli şey olan bir testi yağmur suyunu götürmesi anlatılır. Bedevî, halîfenin memleketinde kendi evlerindeki yağmur suyundan daha kıymetli ve lezîz Dicle Nehri’nin aktığını bilmediği için, kendi elindeki en kıymetli şeyi halîfeye götürmek istemiş ve halîfenin de bu hediyeye hayran kalacağını düşünmüştür. İşte dünyâ hayâtındaki insan da, Allâhu Teâlâ’nın ihsânı olan bir testi yağmur suyuyla gururlanan bedevî gibidir. Oysa, insanoğluna ihsân edilen o bir testi su, Allâh’ın ilim ve mârifet deryâsından bir katre bile değildir. Şu durumda insanın üzerine düşense, vücûd testisinden Allâhu Teâlâ’nın yüce deryâsına bir yol açmaktır. Bunun için de, Allâhu Teâlâ’nın ilim ve mârifet deryâsından, vücûd testisine saf ve berrak suyu doldurabilen Hak dostlarıyla hem-meclis olmak esâstır.
Bu sebeple de, Mesnevî’nin VI. cildin 4454. beyitinde de;
“Evvelen sana Cennet isti’dâdı gerekir; tâ ki Cennet’ten sana dirlik doğsun” ifâdeleriyle, Allâh yolunda malını ve nefsinin arzularını fedâ edip; Allâhu Teâlâ’yı cennet mukābilinde kendine müşteri edip; bu sûretle de kişinin rûhuna bir dirlik doğup; insan-ı kâmillerin ilim ve irfanlarını fehm etmek isti’dâdı kazanabilmesi tavsiye edilmiştir.
(Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, c. VI, s. 452; c. XIII, s. 175; Rifâî, Şerhli Mesnevî-i Şerîf, s. 395-396)
989 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 88
9120 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 89-92
991 Esrâr Dede, a.g.e., s. 104; İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 236; Ali Enver, a.g.e., s. 29; Ergun, “Ergūn”, c. III, s. 1310
992 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 102; Esrar Dede, a.g.e., s. 51
993 Gencnâme’nin, bâzı ifâdeleri sebebiyle Celâleddin Ergūn Çelebi’ye âid olmadığını; büyük bir ihtimâlle Yûsuf Sîneçâk’ın (ö. 953 h./1546 m.) mürîdânından “Fâizî” mahlasını kullanan biri tarafından kaleme alındığını; şiirin sonundaki Celâleddin Ergūn Çelebi’yi öven beyitin ise şiire sonradan dâhil edilerek şiirin Celâleddin Ergūn Çelebi’ye mâl edilmeye çalışıldığını iddiâ etmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 67-68; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 123)
994Abdülbâki Gölpınarlı’ya göre, bu risâle, mevlevî mukābelesi son şeklini aldıktan sonra kaleme alınmıştır ve Celâleddin Ergūn Çelebi’ye âid olması mümkün görünmemektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 77-83; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 123)
995 Abdülbâki Gölpınarlı, Celâleddin Ergūn Çelebi’ye âid bu ifâdelerin asıllarının da Mustafa Sâkıb Dede’nin üslûbunu taşıdığını iddiâ etmekte ve bu ifâdelerin Celâleddin Ergūn Çelebi’ye âidiyetinden şüphe duyduğunu beyân etmektedir. (Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 67, 68-75; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 123)