Kuş Avlamak İçin Kuş Sesi Çıkarmak
Kuş Avlamak İçin Kuş Sesi Çıkarmak
Mesnevi’nin ikinci cildinde İblis’in hile amacıyla “namaz vakti geçiyor, kalk” diye seslenmesi hikâye edilir. Namaza kalkan Emir, iblis’i tanımıştır. “Senden doğru bir söz sadır olmaz, beni namaza kaldırmaktaki asıl amacın nedir?” diye sorgular. İblis kendini savunur, böyle lanetlenmesinden önceki hâlinden bahseder, birçok kötünün yaptığı gibi, “ben aslında iyi biriydim, bu kötülükleri yapmaya beni şartlar zorladı” demeye getirir. İyilik ve güzellikle ilgili söyledikleri doğrudur. Fakat Emir şöyle cevap verir:
“Bu sözlerin hepsi de doğrudur” dedi emir
“Ancak bunlardan senin hissene düşen nedir?”
Söylenen sözler doğru olabilir. Esas olan o doğruluğun seninle irtibatı, senin ne kadar doğru olduğundur. Doğru sözler bir kötülüğe hizmet edebilir. Bu yüzden, sadece sözün doğruluğuna bakmak yanıltıcı olur. Sözün doğru olması gerekir, bu şarttır, ancak o sözü kimin söylediği en az sözün doğruluğu kadar önemlidir. Bu yüzden Emir, sözün doğruluğunu tasdik etmekle beraber, söyleyenin kimliğini öne çıkarıyor ve onu ne kadar tanığını açıklıyor.
“Nice dahi insanın yolunu kesen eşkıyasın”
“Çok hazinelere girecek tüneller kazmaktasın”
İblis’in yol kesen eşkıya gibi, insanın bütün birikimini gasp ettiği malum. Her insan hayat denilen karmaşık ve güvensiz bu yolculuğun, menziline ulaşıncaya kadar sayısız tehlikelerle karşılaşması muhtemel bir yolcusudur. Birikimi menziline ulaşmak için biriktirdiği iyilikler, güzellikler, uyduğu emirler, kaçındığı yasaklardır. İblis işte bu birikimine göz diker insanın. Yolunu keser, onu soyar, soğana çevirir. Yolun ortasında çaresiz bırakır. Yol kesmekte ki doğrudan ve cepheden saldırıdan fazlasıdır aynı zamanda. Gizlice, bir gece vakti, uyku gibi bir gaflet anında yapabilir melanetini. Hatta gizli ve ulaşılması zor hazinelere ulaşacak tüneller kazacak becerisi de vardır. İnsanın en değerli hazinesi kıyamet gününde yanında getirilmesi istenen kalbi selimidir. İblis tam da oraya saldırır. [insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin] (Nas Suresi/5) İnsanın o en gizli, en ulaşılmaz yerde saklı hazinesine gidecek yolları bilir. Tabiatı böyledir. Var oluşu, var oluşunun mayasından gelir bu özellikleri.
“Neft ve ateşsin sen, yakmasan olmaz”
“Hilenden kurtulmayan bir insan kalmaz”
“Tabiatın ateş senin hep yakacaksın”
“Yakmandan kurtuluş yok, bırakamazsın”
“Seni yaratan yakıcı yarattı aksi mümkün değil”
Hırsızların reisi olman da senin lanetindir”
“Kibrinle isyan ettin, akıl yürüttün, boş konuştun”
“Ey en büyük düşman! Hilen haber verildi, duydum”
Tabiatının ateş oluşu da, hileciliği de, insanın en gizli hazinelerine ulaşabiliyor oluşu da, onun asıl lanetinin işte bu kötülüklerin başı oluşu da haber verilmiştir. Emir de duymuştur. Herkes de bilir. Verilen haber kendi ağzından anlatır olanı biteni. [“Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi] (Araf Suresi / 12) Bütün bunlar onun insanın üzerinde bir yaptırım gücü olduğu yanılgısına düşürmesin. Evet, o böyledir ama yine de gücü insana istediğini yaptırmaya yetmez. İnsanın aklı ve iradesi onun gücünün sınırıdır. İşte bu sebepten yanıltan odur fakat sorumlu olan insanın kendisidir. O aldatır insan aldanırsa cezasını kendisi çeker. O yanıltır, şaşırtır, unutturur, oyalar, göz boyar, işaret levhalarının yerini değiştirir. İşin nihayetinde hesaplaşırken, “tamam, aldattım, ama aldanmasaydın, kanmasaydın, zorla yaptırmadım ya yaptıklarını” diyecektir. Onun fısıldaması kuş sesini taklit eden avcıya benzer.
“Senin becerin bilgin hep kuş sesi çıkarmak”
“Sesin kuş sesi amma amacın kuş avlamak”
“O ses binlerce kuşa tuzaktır düşerler belaya”
“Aldanır zannedince duyduğu sesi aşina”
“Havadadır, uçmakta ve güvendeyken sesi duyar”
“Ses kendine benziyor diye toprağa doğru koşar”
Avcının yaptığı mertliğe sığmaz belki, kuş avlayacaksa daha başka becerilerini kullanması daha iyi olabilir. Fakat zararı çekecek olan kuşa bu davranışın mertlik dışı oluşunun bir faydası olmaz. Sonuçta avlanan, avcının tuzağına düşen, avcıya yemek olan kuşun kendisidir. Havada uçabiliyor olmak gibi üstün bir yeteneği varken hangi avcı onu avlayabilir? Havada uçarken, toprağa meyletmesi, ya aç gözlülüğünden, ya şehvetinden, ya hırsından, ya öfkesindendir. Bunlar olmasa duyduğu sesin kendi dilinden bir sesleniş olmadığını anlayabilir, tuzağa düşmeyebilirdi. İnsan da böyledir. Manevi âlemlere yükselecek kabiliyeti vardır. Basit seslerle tuzağa düşmeyecek aklı ve iradesi. Ama aklına ve iradesine bir bulut gibi çökünce hırsı, aç gözlülüğü, bencilliği, şehveti, öfkesi duyduğu sesleri kendinden zanneder. Aldanır. Ateşe düşer. Kendisini avlayan avcının maskarası olur. Bu toplumlar için böyledir. Hep böyle olmuştur.
“Nuh’un kavmini senin hileli sesin ağlattı”
“Gönülleri yandırdı, göğüsleri parçalattı”
“Ad kavmini helak eden rüzgâr da hilen yüzünden”
“Harap oluşları da azaba duçar oluşları da hep senden”
“Lût kavminin başına senin yüzünden taş yağdı”
“Hilenden hepsi o siyah denizde boğuldu, battı”
Nuh kavmi tufan ile Ad kavmi kahreden bir rüzgârın savurmasıyla, Lût kavmi gökten yağan taşlarla helâk olmuşlardı. Onları felâkete sürükleyen kendi yapıp ettikleri, inkârları, kibirleri, azgınlıklarıydı. O inkârı, kibri, azgınlığı kulaklarına fısıldayan İblisti. Kuş avlamak için kuş sesi çıkarması çekmişti hepsini tuzağına. Toplumlar gibi bireyler de bu tehdit ve tehlikenin dehşeti altındadır.
“Nemrut’un beyni senin yüzünden parçalandı”
“Senin hilen nice insanları fitnelere attı”
“Firavun’un aklı çoktu, zekiydi, filozoftu hatta”
“Senin hilen döndürdü şuursuz vukufsuz bir aptala”
“Ebu Leheb iken nar oldu hâli, senin na-ehilliğinle”
“Ebu Hikem derlerdi, zekâsından, döndü Ebu Cehil’e”
Nemrut tarihin en güçlü hükümdarlarından biriydi. Firavun aklını, dehasını, gücünü “ben tanrıyım” deme derecesine yükseltmişti. Ebu Leheb Hazreti Peygamber’in s.a.v. amcası olmak gibi bir şerefe namzetti, Mekke’nin ileri gelenlerindendi. Ebu Cehil akıl ve yetkinlikte şehrin gözdesiydi. Şehir meclisine girebilmek için belirli nitelikleri yokken, zekâsıyla daha yirmi yaşındayken oraya kabul edilmişti. Bu yüzden lakabına saf bilginin babası anlamına Ebu’l-Hikem denmişti. Bu üstün özelliklerine rağmen onun kuş sesini taklit eden fısıltısına kandılar. Göklerden aşağıya, toprağa meylettiler. Nemrut gücüne rağmen bir sivrisineğin beynine girmesiyle helak oldu. Firavun suda boğuldu. Ebu Leheb, ebedi kelamın içinde “odun hamalı” olarak kaldı. Ebu Cehil ise hikmetin değil, cehaletin ve karanlığın babası lakabıyla anıldı.
Hepsi de oyuna oturdukları rakiplerinin gücünü göremeyecek derecede gaflet ve kibir içindeydi. Onunla oyun olmayacağını, mutlaka onun galip geleceğini, yenileceklerini görmemişlerdi.
“Bu fitne satrancının ustası sensin”
“Yüzlerce üstadı mat edip yenensin”
“Ey gönlü kara! Senden dolayı çok gönül yandı”
“Hileli oyunların, tuzaklarınla çok insan battı”
“Halk bir katre oysa sen hile ve fitnenin deryasısın”
“Temiz gönüller zerre oysa sen bir koca dağsın”
Eğer söz konusu fitne ve kötülükse insan ona karşı savunmasızdır. Çünkü güçleri dengesizdir. Katre nerede derya nerede, zerre ne kadar koca bir dağ ne kadar?
“Ey büyük düşman! Hilenden kim kurtulabilmiş”
“Hak korumazsa herkes tufanında kaybolup gitmiş”
“Nice umut veren yıldız seninle sönmüş”
“Nice ordular, nice toplumlar dağılmış, gitmiş”
Bu tehlikenin büyüklüğünü ve düşmanın gücünü bilir de unutmazsan işin tahmin edemeyeceğin kadar kolay. Sığınacağın güvenli kucak, affıyla, merhametiyle, rahmetiyle, mağfiretiyle seni davet ediyor. Oraya sığın. Kuş sesini taklit eden fısıltılara kulaklarını tıka.