[KENDİNİ YÜREKTEN İSTE]
Her insanın yaptıklarını (veyâ kaderini) uzağa değil kendi boynuna doladık, kendi çabasına bağlı kıldık. [İsrâ:13]
Kendini fakir sanan bir dilenci, tam kırk yıldır bir yol kenarında oturmaktaydı. Bir gün onun önünden bir yabancı geçer. Dilenci, eski şapkasını, her zaman yaptığı gibi ona doğru uzatır:
– Allah rızâsı için bir sadaka
– Benim sana verecek hiçbir şeyim yok!
– Hem sen neyin üzerinde oturuyorsun öyle?
– Hiçbir şey… Sadece eski bir sandık. Kendimi bildim bileli onun üzerinde oturuyorum.
– Onun içine hiç bakmadın mı?
– Hayır… Niye bakayım ki, onun içinde hiçbir şey yok.
– Sen yine de aşk ile bir bak!
diye ısrar eder yabancı. Dilenci yerinden kalkar ve biraz gayret ettikten, ısrarla uğraştıktan sonra sandığın kapağını açmayı başarır. Ve o, şaşkınlık ve sevinç içinde, sandığın altınla, varlığın ışık saçan sevinciyle dolu olduğunu görür.
Çünkü kutsal sandık insandı. Bilinmesi istenen gizli hazîne yâni “büyük sır” insanın gözüne sokularak saklanmıştı; gözü önünde ama ulaşılması zor bir derinlikteydi.
Bilgin sana kıymet, talebin neyse o’sun sen!
Bunca zamandır misâfirsin bu tende,
Yazıktır onu bilmez isen sende, sen de, sen de!
Kader, gayrete âşıktır ve bilmeyi gerçekten taleb etmek, hak edişin ta kendisidir!
Gerçeğini hatırlaman ümidiyle.