Kemâl Ahmed Dede – Yenikapı Mevlevîhânesi’nin İlk Şeyhi

A+
A-

Kemâl Ahmed Dede (ö. 1024/1615)

(Yenikapı Mevlevîhânesi’nin İlk Şeyhi)

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ilk şeyhi olan Kemâl Ahmed Dede, Sahîh Ahmed Dede’nin bildirdiğine göre 933/1526-1527, diğer birçok kaynakta belirtildiğine göre ise 966/1558 yılında, Akşehir’de dünyaya gelmiştir. Babası, yine Sahîh Ahmed Dede’nin kaydettiğine göre Şeyh İmâmeddin-i Akşehrî’nin oğlu Şeyh Cemâleddin-i Akşehrî, aralarında Sâkıb Dede’nin de bulunduğu diğer kaynaklara göre ise Şeyh Sinâneddin-i Mevlevî evlâdından Şeyh İzzeddin Dede’dir.50 Sâkıb Dede’nin belirttiğine göre, daha dünyaya gelmeden önce babası tarafından ismi Kemâleddin olarak konulan; dolayısıyla bazı kaynaklarda Kemâleddin Ahmed Dede şeklinde de anılan51 Kemâl Ahmed Dede, yine Sahîh Ahmed Dede’nin belirttiğine göre, babası 947/1540-1541’de ve doksan sekiz yaşında iken vefat ettiğinde Akşehir’de olup on dört yaşında bulunmaktadır.52 Kemâl Ahmed Dede, daha Konya’ya gitmeden önce ve yirmi yaşında iken Akşehir’de Şâhidî İbrahim Efendi’ye hizmet etmiş,53 bilâhare Şâhidî vefat ettiğinde, yirmi sekiz yaşında iken Akşehir’de dersiâm olmuş,54 964/1556-1557’de ve otuz bir yaşında iken medresedeki hocalık vazifesini yeterli bulmayarak Akşehir’den ayrılıp Konya’ya gitmiştir. Burada Hüsrev Çelebi’ye bağlanıp hizmetinde bulunan55 Kemâl Ahmed Dede, onun 969/1561-1562 yılında vefat etmesinin ardından yerine geçen oğlu Ferruh Mehmed Çelebi’ye hizmet etmek sûretiyle Konya’da kalmıştır. Yine Sahîh Ahmed Dede’nin bildirdiğine göre o yıllarda otuz altı yaşında olan56 Kemâl Ahmed Dede, hem Hüsrev Çelebi’ye, hem de Ferruh Mehmed Çelebi’ye beşer yıl hizmette bulunmuş,57 bu arada Konevî Derviş Mahmud Dede, Derviş Abdülkerim Dede ve Derviş Abdüllatif Dede’den Mesnevî-i şerîf okuyup 1 Muharrem 974 (19 Temmuz 1566) tarihinde ve kırk bir yaşında iken icâzet almıştır. Ferruh Mehmed Çelebi’nin 1000/1591 yılında pâdişâh tarafından azli üzerine Konya’dan ayrılmak zorunda kalan ve seyahate çıkan 58 Kemâl Ahmed Dede, yirmi beş yıl gezip dolaştıktan sonra 999/15120-1591’de ve altmış altı yaşında iken İstanbul’a gelmiş, Yenikapı dışında boş bir arâzide bulunan suffe üzerine teşrîf edip iskân eylemiştir.59

Kemâl Ahmed Dede, diğer bazı kaynaklarda belirtildiğine göre ise bugünkü mevlevîhânenin bulunduğu yerde, sebze bahçelerinin içinde bulunan bir çınar ağacının kovuğunda altı-yedi yıl kadar yaşamış ve bu süre zarfında arazi sahibi, Mevlevî muhibbânından ve aynı zamanda azledilmiş bir yeniçeri kâtibi olan Malkoç Mehmed Efendi ile tanışmıştır. Malkoç Mehmed Efendi, Kemâl Ahmed Dede’nin sergilediği olgun tavırlar ile kerâmetlerinden etkilenmiş ve kendisinden yardım talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine Ahmed Dede, bir kâğıt parçasına bir şeyler yazarak Mehmed Efendi’ye vermiş ve arzusu gerçekleştiği gün açmasını tenbihlemiştir. Mehmed Ziyâ’nın bildirdiğine göre Malkoç Mehmed Efendi’nin asıl arzusu, azledildiği görevine tekrar dönmektir. Dolayısıyla bu emeline nâil olması hâlinde Konya’ya giderek Mevlânâ hazretlerinin türbesini ziyaret edeceğini ve dönüşünde İstanbul’da bir mevlevîhâne yaptıracağını adamıştır. Kaynaklarda müridi ve halîfesi olarak da gösterilen Malkoç Mehmed Efendi, Kemâl Ahmed Dede’nin verdiği yazıyı başının üzerinde canı gibi saklamış ve tekrar yeniçeri kâtipliğine tâyin olununca açıp okumuş, tâyin zamanının yıl, ay ve günüyle yazılı olduğunu görünce şaşırıp kalmış, şeyhine olan hürmet ve muhabbeti daha da artmış, gerek burada değinilen, gerekse daha önce yer verilen rivâyetler çerçevesinde bir Mevlevî dergâhı inşasına karar vermiştir. Dergâhın bânîsi Malkoç Mehmed Efendi’nin de isteği üzerine, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ilk şeyhi olarak atanan Kemâl Ahmed Dede, Sahîh Ahmed Dede’ye göre dergâhta on sekiz yıl mesnednişîn olduktan sonra 1 Safer 1024 (2 Mart 1615) tarihinde ve doksan bir yaşında iken60; aralarında Esrar Dede ve Mehmed Ziyâ’nın da bulunduğu birçok kaynağa göre ise dergâhta dört yıl şeyhlik hizmetinde bulunduktan sonra 1010/1601-1602’de, kırk üçkırk dört yaşlarında iken vefat etmiş ve Yenikapı Mevlevîhânesi bitişiğindeki Mevlevî Tekkesi Sokağı’nın hemen karşı tarafında bulunan ve kaynaklarda Çınaraltı Kabristanı, Muhipler Kabristanı veya Hâmûşân-ı Fukarâ olarak anılan, günümüzde ise Hâmûşân Mezarlığı olarak adlandırılan Hâmûşân’a defn olunmuştur.61

Kalenderî-meşrep, riyâzata düşkün, maddî unsurlara zerre kadar değer vermeyen ve tam bir mahviyyet sahibi olan Kemâl Ahmed Dede, zamanını çoğunlukla mutfak hizmetlerinde geçirmiş, şeyhlik görüntüsü veren elbise ile destarlı sarıktan olabildiğince uzak durmaya çalışmış; hatta kendisini kılık kıyafeti nedeniyle eleştirenlere “der-în kâr medhal-i cây u câme nîst” demek sûretiyle bu işte makam ve elbisenin yerinin olmadığını dile getirmiş; ancak Çelebi Bostân Efendi destârlarından birini hediye edip “Başına sarsın” diye emir buyurunca, destârı sarmağa mecbûr kalmıştır.62

Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı- Mevlânâ adlı eserinden (Süleymaniye Kütüphanesi, Hâlet Efendi ilave kısım, nr. 82)

Hüseyin Vassâf, Kemâl Ahmed Dede’nin kerâmetlerine bir örnek olarak Mehmed Es‘ad Dede’nin kendisine naklettiği şu anekdota yer vermektedir: Kemâl Ahmed Dede, daha çınar ağacı kovuğunda yaşarken dergâh yapılacak olan araziye civardaki oyun-bâzlar gelip kadın erkek, çoluk çocuk toplanır ve eğlenceler tertip ederlermiş. Bu duruma hayli canı sıkıldığı anlaşılan Ahmed Dede, “burası Mevlevîlere cilve-gâh olacak” diyerek oyuncuları oradan kovmuştur.63

Kemâl Ahmed Dede’nin evladı olmadığı için yerine kimseyi bırakamayacağına üzülen dervişlerine ve yakınlarına söylediği “Her ne kadar bizim evlâd u ahfâdımız mefkûd ve ağaç gibi fenâ-pezîr olmuş ise de, beis yokdur. Lâkin yediye kadar Ahmed nöbetini savacakdır.” sözleri gerçekleşmiş ve Yenikapı Mevlevîhânesi’nde kendisinden sonra Ahmed isimli altı şeyh daha görev yapmış,64 tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar ise toplam yirmi şeyh postnişîn olmuştur.65

Ölümüyle ilgili olarak kaynaklarda şu mânidar kayda yer verildiği görülmektedir. Kemâl Ahmed Dede bir gün kürsüde Mesnevî okuduğu esnada âniden vecd içinde semâ etmeye başlamış ve bu hâli, ölümüne dâir manevî bir işaret olarak değerlendirmiş, sabaha kadar ibâdet ve zikir ile meşgul olmuş, sabah olunca da önce abdestini tazelemiş, ardından da rûhunu teslim etmiştir.66 Kaynaklarda, âşıkâne ve sâlikâne şiirleri ile ârifâne eserleri bulunduğu kaydedilen, sûfîliğinin ve şairliğinin yanı sıra, aynı zamanda mütercim ve tarih bilgini bir zât olan Kemâl Ahmed Dede, yine kaynaklarda belirtildiğine göre Farsça ünlü Mîrhand Tarihi’ni tercüme etmiş, Mehmed İbn-i Hasan EşŞâfiî’nin Arapça ve tabakalara ayrılan Menâkıbü’l-Ahbâb ve Merâtibu Uli’l – Elbâb adlı eserini Tuhfetü’l-Müştâkîn alâ-Menâkıbi’s-Sahâbeti ve’t-Tâbi‘în adıyla tercüme etmiştir. Kemâl Ahmed Dede’nin kaynaklarda zikredilen üçüncü eseri ise Eflâkî’nin Farsça mensur eseri Menâkıbü’l-Ârifîn’in Türkçe manzum tercümesi durumunda olan Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ adlı eseridir. Ahmed Dede’nin mesnevî nazım şekliyle ve Eflâkî Dede kısmına kadar yazmak sûretiyle nazmen tercüme ettiği ve aynı zamanda Mevlevî kültürü içindeki yerini borçlu olduğu bu eseri, birçok açıdan değerli bir eser durumundadır. Bu tercüme öncelikle, yüzyıllardır çok okunan ve içeriği bakımından hayli zengin olan bir menâkıbnâmeyi tekrar gündeme getirmiştir.

Eser, Kemâl Ahmed Dede özelinde de olsa, 16. yüzyılın dil özelliklerini, şiir ve çeviri anlayışını göstermesi bakımından değerli olmakla birlikte, özellikle tasavvuf ve edebiyat tarihimiz bakımından önemlidir. Genelinde mesnevî nazım şekli kullanılmakla birlikte, birçok farklı nazım şekline ve de vezne yer verildiği görülen 4755 beyitlik bu eserin bilinen tek nüshası, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi Mülhâkı, 82 numarada kayıtlıdır.67

Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’dan

Ol gönül bâğında olan göz gözü
Ya‘ni Mevlânâ buyurur öz özü
Der yedi yaşımdayiken ol kamer
Gün gibi görsem namâz etsem seher
Sûre-i Kevser okurdum ağlayu
Sûziş-i cândan ciğerler dağlayu
Hak bana nâ-geh tecellî eyledi
Ben kulun ol şeh tesellî eyledi
Şöyle kim bî-hod özünden mest-vâr
Gitdi mey başdan çün oldum hûş-yâr
Geldi bir âvâz gördüm Hakk’ı çün
K’ey Celâleddin celâlim hakkıçün
Cehdi ko yeter mücâhid ol yürü
Şimdiden gerü müşâhid ol yürü
Ol inâyet şükrüne ben kûşişem
Artık etdim eksimedim cûşişem
Okuyup “abden şekûra” âyetin
Kulluk etdim komadım şeh hizmetin
Tâ meger ashâbımı ahbâbımı
Şol akîbimce gelen a‘kâbımı
Hep hevâmiyyetleridir dirgürem
Komayam nâkıs kemâle irgürem
Bu Kemâl-i nâkısı dahi koma
Geldi ey Îsî-nefes anı uma68
…………………………………
…………………………………
Birisi dahı rivâyet eyleyüp
Didi yârâna hikâyet eyleyüp
Bana Mevlânâ idüp bir gün hitâb
Var getür didi iki sini hutâb
Ben de tîz vardum o sâ‘at ol zamân
Vardum u aldum hemîn geldüm hemân
Aldı bir bize sarup oldı revân
Arkun arkun oldum ardunca revân
Vardı bir vîrâneye girdü’çeri
Bir iki adım varınca ilerü
Bir bucakda kuzlamış bir it meger
Varup ol bî-çâreye ol çâreger
Ol iki sini hutâbı götürüp
Bir bir ol ite yidirür oturup
Ben de hayrân kalmışam ol şefkate
K’itdi ol şîr-i ner ol mâde ite
Buyurur kim yidi gün yidi gice
Yimedi nesne ne gündüz ne gice
Enüceklerini koyup gitmedi
Ârzû-yı nefse uyup gitmedi
Ol kim ana hoş gelür bî-çârelik
Eyleyüp bî-çâreye gam-hârelik
İstimâ‘ idüp zebûnun nâlesin
Sem‘üme irgürdi bunun nâlesin69

Beyit
Yokdurur âşıklar üzre hîç Azrâîl’e el
Aşkının âşıkların hem aşk u sevdâ öldürür70

 


50 Sahîh Ahmed Dede ayrıca, şeyh efendi dünyaya geldiğinde babasının seksen dört yaşında olduğu bilgisine yer vermektedir (bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 143); Sâkıb Dede, Kemâl Ahmed Dede’nin doğum tarihiyle ilgili herhangi bir bilgi vermezken, doğumuyla ilgili olarak, Kemâl Dede henüz ana rahmindeyken akrabalar arasında, doğacak çocuğa takılması düşünülen kız ve erkek adları konusunda ihtilaf çıktığını ve bunun üzerine babası İzzeddin Dede’nin, “Nâm-ı nâmeş Kemâleddin Ahmed est” demek sûretiyle çocuğunun adını daha doğmadan koyduğu rivâyetine yer vermektedir (bk. Sâkıb Dede, a.g.e., II, 64); Esrar Dede, a.g.e., vr. 98b; Ali Enver, a.g.e., s. 202; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 199; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 80; Ekrem Işın, a.g.m., s. 477.

51 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 143.

52 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 145.

53 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 145.

54 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 147.

55 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 147.

56 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 148.

57 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 148-149.

58 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 149.

59 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 64; Esrar Dede, a.g.e., vr. 98b-99a; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 149; Ali Enver, a.g.e., s. 203; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 199; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 80.

60 Sahîh Ahmed Dede, Kemâl Ahmed Dede’nin vefatıyla ilgili bilgi verdiği kısmın hemen üstünde ve aynı zamanda bu şeyh efendinin 1010’da hayatta olduğunu gösteren şu kayda yer vermiştir: “Ve hicret-i nebeviyyenin 1024 sâlinde, Muharrem gurresinde sâhibü’l-hayrat mîr-i âlem kendi mülk-i bostânını Yenikapı Mevlevîhânesi’ne vakfedip, tevliyetini Şeyh Cemâleddin-i Akşehrî merhûmun oğlu Şeyh Kemâl Ahmed Dede cenâbına şurûta edip ba‘dehu, makâmlarında kâim olan şeyhlere şart edip, Arabî vakfiye tahrîr ve imzâ olunup mütevellî Şeyh Kemâl Ahmed Dede cenâbının yed’ine teslîm eyledi” (bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 160-161).

61 Sâkıb Dede, eserinin genelinde de görüldüğü üzere, Kemâl Ahmed Dede hakkında da gerek dergâhtaki hizmet süresi, gerekse vefat tarihiyle ilgili herhangi bir tarih vermemekle birlikte, ölümüne dâir bazı ayrıntılara yer vermiş ve vefat ettiğinde doksan bir yaşında olduğunu belirtmiştir (bk. Sâkıb Dede, a.g.e., II, 64, 66); Esrar Dede, a.g.e., vr. 70b, vr. 99a; Ali Enver, a.g.e., s. 204; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 200-201; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 80, 85-86; Mehmed Süreyyâ ise vefat tarihini 1011/1602-1603 şeklinde bildirmektedir (bk. Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 189); Zâkir Şükrü Efendi, a.g.e., s. 31; Ahmed Eflâkî, Menâkıbü’lÂrifîn, haz. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1989, I, 143; Nezihe Araz, a.g.e., s. 306-308; “Kemâl Ahmed Dede”, TDEA, İstanbul 1982, V, 270; Ekrem Işın, a.g.m., s. 477; Hasan Özönder, a.g.m., s. 157; Serap Sekendiz, Yenikapı Mevlevîhânesi Mezar Taşlarına Sanatsal Eleştiri Açısından Bir Bakış, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Ü, SBE, Ankara 1998, s. 225-226; Kemâl Ahmed Dede’nin ölüm tarihi ve medfeni konusunda ayrıntılı bilgi ve değerlendirme için bk. Betül Sinan Nizam, a.g.t., s. 39-44.

62 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 65; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 158; Ali Enver, a.g.e., s. 204; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 200; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 82-83.

63 Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 88; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 201.

64 Sâkıb Dede, Kemâl Ahmed Dede’nin kendisinden sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’ne şeyh olacağını bildirdiği Ahmedleri şu şekilde sıralamıştır: “Doğânî Ahmed Dede, Sabûhî Ahmed Dede, Hacı Ahmed Dede, Kãrî Ahmed Dede, Nâci Ahmed Dede ve Ârifî Ahmed Dede” (bk. Sâkıb Dede, a.g.e., II, 66). Sahîh Ahmed Dede ise, bu kayda şu şekilde yer vermektedir: “Sâdık muhibbânı tarafından Şeyh Kemâl Ahmed Dede’ye zürriyet için evlenmesi teklifinde bulunulduğunda onlara cevâben, ‘Benden sonra altı Ahmed ismi ile şeyh olacaktır. Onlar benim mânevî evlâdımdır’ demiştir” (bk. Sahîh Ahmed Efendi, a.g.e., s. 160); Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 84; Zâkir Şükrü Efendi, a.g.e, s. 31.

65 Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., I, 228-229; Sezai Küçük, a.g.e., s. 105.

66 Sâkıb Dede, a.g.e., II, 66; Ali Enver, a.g.e., s. 204; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 200; Mehmed Ziyâ,a.g.e., s. 85-86.

67 Esrar Dede, a.g.e., vr. 99a; Sahîh Ahmed Dede, Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ adlı eserin ismini, Kitâbu Menâkıbi’l-Ârifîn ve Meârifi’l-Kâşifîn şeklinde vermektedir (bk. Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 160); Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 87; Ekrem Işın, a.g.m., s. 477; Kemâl Ahmed Dede’nin hem bu, hem de diğer eserleriyle ilgili daha geniş bilgi için bk. Betül Sinan Nizam, a.g.t., s. 45-58, 62; Şerife Akpınar, a.g.m., s. 37-42.

68 Kemâl Ahmed Dede, Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi Mülhâkı, nr. 82, vr. 22a; Esrar Dede, a.g.e., vr. 99a. Başta Esrar Dede olmak üzere, birçok kaynakta yer verilmekle birlikte bazı kelime ve mısralarında farklılıklar bulunan örnek beyitlerin metninde büyük oranda, Betül Sinan Nizam tarafından hazırlanan doktora tezindeki (bk. Betül Sinan Nizam, a.g.t., s. 248-250) şekil esas alınmıştır (HN); Ali Enver, a.g.e., s. 203-204; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 200; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 87; “Kemâl Ahmed Dede”, TDEA, s. 270; Betül Sinan Nizam, Esrar Dede’nin “Bu kıt‘a-i garrâ dahi eş‘âr-ı bedîü’l-âsârlarındandır” (bk. Esrar Dede, a.g.e., vr. 99b) şeklinde şiirlerine örnek olarak verdiği ve kıt‘a olduğunu belirttiği “Dün aşk dedi bana ki ben nâzikâneyem” mısraıyla başlayan şiirin, aslında Kemâl Ahmed Dede’ye âit olmayıp Mevlânâ’nın Dîvân-ı Kebîr’inden alınan bir gazelin iki beyitinin çevirisinden ibaret olduğunu bildirmektedir (bk. Betül Sinan Nizam, a.g.t., s. 49).

69 Kemâl Ahmed Dede, a.g.e., vr. 61b-62a; Betül Sinan Nizam, a.g.t., s. 327-328.

70 Esrar Dede, a.g.e., vr. 99b.

ETİKETLER: