Kayıp Gece

A+
A-

Kayıp Gece

Gece denizin mûsikîsini dinliyorum. Gece bir başka oluyor denizin şarkısı; gündüzden farklı, ses renkle buluşuyor. Siyah ve o siyaha vuran ışıklar, yakamozlar. Birden, esasen denizi değil geceyi dinlediğimin ayrımına varıyorum. Denizden ve dalgalardan bağımsız olarak bizatihi gecenin mûsikîsi var; onu dinliyorum.

Gönül kulağımı dalgalardan, rüzgârdan, yapraklardan ve cırcır böceğinden kopup gelen gecenin şarkısında. Bir başka mûskikî… Başka bir ahenk. İnsanı alıp halden hale eviriyor. Bir vecd hali… Bir coşku. Hattı zatında gece de mahlûktur. Tıpkı gündüz gibi… Karanlığı ve gündüzü yaratana şükür. Geceyi dinlence kılan, ayı yol aydınlığı ve yıldızı işaretler olarak verene şükür.

Şükür, şükür de yıllar oldu gece geceliğini kaybedeli. Bir örtü gibi hala örtse de zaaflarımızı, saklasa da sırlarımızı ve yüzümüzde beliren çilleri; gece mesaisi, vardiya ve eğlence gibi bin bir bahaneyle mahrem köşesinden alındı, gündüze ulandı. İnsan bu; gece kuşu oldukça oldu. Artık şehrin sokaklarında sadece gece bekçileri, karakollarda polisler ve vatan sınırında asker nöbet beklemiyor; ayyaşlar, âlemciler, karanlığa sığınıp bin bir çeşit dümen çevirenler, serseriler, kumarbazlar ve hilebazlar geceye akıyor. Sokağa koşmayanların çoğu da, mahremiyet ve huzur ülkesi olan evlerini ya sihirli kutuya yahut bilgisayara teslim ediyorlar. Dinlenmeden, dinginleşmeden ve derlenip toparlanmadan mahmur gözlerle gündüz sokağında seyre çıktılar. Velhasıl gece geceliğini yitirdi.

Bir de şehir yuttu geceyi. Tıpkı bir hap gibi… Gece yıldızdır, aydır, karanlıktır ve en önemlisi sessizliktir. Lakin şehrin gecelerinde yıldızları artık gökte arama devri çoktan bitti. Artık çocuklarımız yıldız deyince, neon ışıkların eşliğinde gece hayatına akanları cezbeden bir aşüftedir. O, gece devşirdiği şöhreti gündüz gazetelerin magazin eklerinde ve akşam sihirli kutunun paparazzi programlarında tüketir. Ay ise, aşüftelerin dillerinde bir nezaket sözcüğü; “ay, pardon şekerim!”, o kadar… Karanlık, lacivert yahut siyah takımların içine sıkıştırılmış poker masasındaki siyah gözlük “sözde” bey. Sözde bey; zira beyliği de efendiliği de bir maske. Onun yegâne amacı, akla ziyan entrikalarla rakibini alt etmek, aksi takdirde yok etmektir. Ya sessizlik… Nerede kaldı sessizlik? Ara ki, bulasın. Bir kayıp ilanı vermeli çok satan gazetelere: “Sessizlik kayboldu, hükümsüzdür!”

Turizmi bendeniz biraz da kayıp arama faaliyeti olarak görürüm. Kayıplarımız var, aramak için yola çıkıyoruz. Şimdi kayıplarımızı sıralayacak değilim ya! Herkesin kaybı kendine. Her kes ne kaybettiğini ve onu nerede bulacağını bildiği için kalkar bilinmedik bir şehirde, bir antik kentin ören yerinde, sahilde, yaylalarda dolaşır durur. Bu dolaşma süresi, şehirde biriktirdiği para kadardır. Esasen o parayı, biriktirirken kaybetmiştir, her ne kaybetmiş ise. Gezer dolaşır, görür tanır, konuşur dertleşir birileriyle… Güya aradığını bulmuş gibi, rahatlar, mutlu olur ve evine döner. Fazla değil, belki bir, belki de iki hafta sonra hakikatin farkına varır: Kaybı bulmadan eve dönmüştür. Ancak elden ne gelir? Yeniden, hemen oracıkta kara verir seneye katılacağı turu. Öncelikle evvelki yolculuktan kalan borcunu öder. Hemen ardından yeni seyahate dönük bütçe oluşturmanın telaşına kapılır. Geceleri gündüze tebdil etmenin, orada burada ek işler aramanın, sürekli yeni projelerin ve imkânların peşinde koşmanın sebebi bu işte.

Elbette seyahati sadece kayıp geceyi, huzuru ve sessizliği arama gayretine bağlamıyorum. Lakin orta yerinde şehrin, gece mehtap seyrine çıkmak, yıldızlara bakıp dilek tutmak, karanlığın dili olan sessizliğin sesine kulak vermek, rüzgârın, dalgaların ve böceklerin şarkısına eşlik etmek ne mümkün. Şehir, geceyi almışsa insanın elinden, huzuru da almıştır. Hele sessizlik, hele sessizlik… Gürültünün yanında abus çehreli şehrin insanı da konuşma hastalığına tutuldu. Her şeyi bildiğine kani, her konuda söyleyecek sözü ve önerisi olduğu zehabına kapılan şık giyimli bey ve zarif bayanın sükûtun kollarında kendi gerçeğine ermesini beklemek nafile. Kaldı ki, memlekette demokrasi var. Demokrasi, benim memleketimde, bilip bilmediğin her konuda sana verilen konuşma hürriyetini kullanman olarak anlaşılmıştır. Öyle ki, konunun uzmanlarına da ders vermeyi bilir şehrin insanı. Haddizatında geceyi gündüze ulamak, sınırları kaldırmaktır; sınırını, haddini, hududunu, kadrini ve kıymetini bilmemek… Zira geceyi kaybetmek, biricik bilgiyi, içe doğan, gönlü şenlendiren ve aklı aydınlatan bilgiyi kaybetmektir.

Gece bilgelerin istasyonudur. Bilge gece istasyonunda tefekkür trenine biner, nice şehirlerde seyahat eder. Uğradığı şehirlerde sessizliğin sesiyle konuşur bilge; tefekkür eder, dinler, anlamaya çalışır… Şurası açık: Gündüz ilgiyi dağıtır, gece toplar. Gece ilgiyi derler toplar ve bir noktaya sabitler: Nereye bakmak istiyorsan, oraya bakarsın. Bu bakış, bilgeyi akıl ve fikir zenginliğine eriştirir. Bu bakımdan asıl seyyah, gecenin kucağında tefekkür ibadetini eda eden bilgelerdir. Onlar aydan, yıldızlardan ve karanlıktan akıveren bilgiyi derleyip toparlarken, kâh Kafdağı’na çıkıp Anka’ya eşlik etmek, kâh Zulumât ülkesinde âb-ı hayat içmek mümkündür. Mana kapıları birer birer açılır… Şiir, bu seyahatte demlenir; ufuk açan, yol veren bilge sözler, bu seyahatte doğar; gönlü şenlendiren şarkılar, bu seyahatte notaya dönüşür. Evet, geceyi kaybeden şehrin insanı, bilgiyi de bilgeyi de kaybetti.

Şu karşı sahilden, tepelerdeki köylerden, uzakta giden tekneden kopup gelen ışık, gecenin bir başka yönünü ele veriyor: Gece uzakları yakınlaştırıyor. Bilmem; ama şık hızı bu olsa gerek. Uzaklar yakına daha da yakına geliyor. Orada şu karşı sahildeki Narlı Köyü, balıkçı iskelesi ve sahilde çay içtiğim kahvehane. Onlar sanki buradalar, yanı başımda. Gündüz uzaktaki sevgili hatırımıza gelince, ekseriyetle gözümüzü yumup hayal etmemiz bu yüzden olsa gerek. Gözümüzü yummak, ihtiyari olarak geceye eriş anlamına gelir. O kendi gecemizdir, biriciktir. O geceyle hatıralar canlanır, mazi hale tebdil eder.

Bütün bu anlattıklarımı bana, saatlerce seyrettiğim şu çoban yıldızı söyletti. Çoban yıldızını unutalı yıllar oldu… Dile gelmişti çoban yıldızı ve sanki orada şöyle diyordu: “İnsanlar, aya ve yıldıza bakmayı, gecenin bir mahlûk olduğunu ve bir nimet olduğunu unuttu. Geceyi kaybetti…”

Ah çoban yıldızı, ah ki ah! İnsan neyi unutmadı ki? Evvela kendini unuttu; beton binalara hapsolmuş hayatlar içinde, evvela kendini unuttu. Neyi kaybetmedi ki… Üç günlük dünya için neyi vermedi?

Bir hayli dertleşmiş olmalıyız çoban yıldızıyla, vakit de mahlûk, su gibi akıp gitti. Vedalaştım çoban yıldızıyla, selam verdim diğer yıldızlara, aya ve dalgalara… Birer birer selam verdim sükûnete ve huzura. Huzurdan ayrılırken dilimden dökülen şu cümleciklerdi: Velhasıl gece de mahlûktur; tıpkı gündüz gibi… Geceyi ve gündüzü yaratana şükür. Geceyi dinlence kılan, ayı yol aydınlığı ve yıldızı işaretler olarak verene şükür.

http://www.iyibilgi.com/artikel.php?artikel_id=27287

bkemikli@gmail.com