KARINCAYLA ÇIKTIM YOLA

A+
A-

KARINCAYLA ÇIKTIM YOLA

Râm-ı emr-i Mevlevîdür mâr-ı nefs ü mûr-ı âz
Şâh-ı mutlakdur o kim kayd-ı künûzı olmaya
Sâkıb Dede

Geçen gün hanımla öğle yemeği için sofradayız. Masada bir karınca dolaşmakta. Aklıma Hz. Süleyman’la karıncanın hikâyesi geldi. Hanıma anlattım, size de arz edeyim:

Hz. Süleyman bir gün karıncaya sorar:

– Senin bir yıllık yiyeceğin nedir?

– Bir buğday tanesi, benim bir yıllık yiyeceğimdir.

Bu söz üzerine Süleyman Peygamber denemeye karar verir ve karıncayı bir kavanoza koyar ve içine de bir buğday tanesi bırakır. Kavanozun ağzını da hava alacak şekilde kapatır. Aradan bir yıl geçtikten sonra bakar ki karınca ancak buğday tanesinin yarısını yemiştir.

– Hani senin bir yıllık yiyeceğin bir buğday tanesiydi. Yarısını yemiş yarısını bırakmışsın.

– O normal şartlar altındadır. Rızkım Allah’ın elindeyse yarın kaygısı çekmem. Bir buğday tanesini yerim. Ertesi yıl Allah’ın bana bir buğday tanesini daha göndereceğini bilirim. Ama bu durumda iş değişti. Rızkım senin eline geçti. Bir yılın sonunda ya bana yiyecek vermeseydin veya beni unutsaydın… Bunu düşünerek buğdayın yarısını ertesi yıla sakladım.

diye cevap verir.

Belki ilk bakışta karıncanın bu hareketi hoşumuza gitmiştir. Kanaatkârlık etmiş, yarınını düşünmüştür. Elindekiyle yetinmiş, gelecekte kimseye muhtaç olmamak için tasarruflu davranmıştır. Acaba gerçekten öyle mi? Hz. Mevlânâ, yarın kaygısı taşıyan kişileri, bulduğu kemiği götürüp toprağa gömen köpeklere benzetir. Gelecek kaygısı vardır. Yiyecek bulamama zehâbı vardır. Düşünmeyiz ki Allah deldiği boğazı aç bırakmaz. Az veya çok herkese tayin edilmiş bir rızık vardır. Diyarbakırlı ümmî bir şâir olan Nigâhî Baba’nın da dediği gibi

Tâ ezel “nahnü kasemnâ”da yazılmış kısmetin
Âlemün rızkını halk eyler Hudâ Allâh Kerîm

Ey Nigâhî  cîfe-i dünyâya etme iltifât
Terk-i dünyâ terk-i ukbâ ol gedâ Allâh Kerîm

Günümüz Türkçesine aktarırsak “Senin kısmetin Nahnü kasemnâ:Dünya hayatında onların maişetlerini bile aralarında (onlar değil) biz taksim etdik.’ (Kurân; Zuhruf, 43/32) ayetinde belirtildiği gibi tâ ezelde yazılmış, belirlenmiştir. Âlemin rızkını Allahü Zülcelâl hazretleri yaratmıştır. (Üzülme) Allah cömerttir.

Ey Nigâhî, kokmuş bir ceset haline gelmiş dünyaya heveslenme, rağbet etme, onunla ilgilenme. (Gel) dünyayı da, ahireti de terk edip yoksul bir derviş ol, Allah kerimdir. Sana ne güzel kapılar açacaktır, ne lütuflar ihsan edecektir.”

Klasik şiirimizde de karınca tamahkârlığıyla bilinir. Mustafa Sakıp Dede’nin (1652-1735) yazımızın başına aldığımız beytinde de görüldüğü üzere karınca tamahkâr olarak belirtilmiştir. Günümüz Türkçesiyle söylersek:

“Mevlevî, tamahkârlık karıncası ile nefis yılanını emrine râm etmiştir. Gerçek şahların (gönül adamlarının) zenginlik gibi bir derdi yoktur, gelecek kaygısı çekmezler.” Nigâhî Baba’nın söylediğini bir başka şekilde Sakıb Dede söylemiştir. Derviş olan kişi nefis yılanını emrine ram etmiştir. Tamahkârlıktan geçmiş, yarın kaygısından âzâde olmuştur. Dünyayı terk etmişler, ahiretten de bir beklentileri yoktur.

Yukardaki hikâyeyi anlattıktan sonra hanım bana:

– Sen de hz. Süleyman gibi hayvanların dilinden anlamak istemez misin? Ne konuştuklarını ne dediklerini anlamak zevkli bir şeydir. Onların dünyasına girmek güzeldir herhalde.

– Hayır, ben bir insanım. Allah beni insan olarak yarattı. Eğer onların dilinden anlamamı isteseydi bana öğretirdi. Hem onların dilinden anlamak için Süleyman olmak gerek. Süleyman olmadığıma göre o külfeti taşıyamam demektir. Kuş dilini bilmek için Hz. Yunus’un dediği gibi “Süleyman kuş dilini bilir amma, o Süleyman’ın içinde bir başka Süleyman vardır.” İçinde bir başka Süleyman yoksa, kuş dilini bilmek külfetten başka bir şey değildir. İnsana ağır gelir. Bu durumda insanoğlu haddini aşmış demektir.

Mesnevî-i Şerîf’ten bir hikâyeyi hatırladım, yine Süleyman Peygamberle alakalı:

“Adamın biri Süleyman Aleyhisselâm’a gelir ve hayvanların dilini öğrenmek istediğini söyler. Adama her ne kadar bunun mümkün olamayacağını anlatsa da adam diretir. Hz. Süleyman durumu Allahü Teâlâ’ya arz eder. Adamın çok istekli olduğundan bahseder. Sözü uzatmayalım Allah’ın izni ile adam hayvanların diline aşina olur ve ne söylediklerini anlamaya başlar.

Eve gider, hayvanlara yiyecek olarak bir parça ekmek atar ve horoz hemen ekmeği kapar. Köpek “sen küçük taneleri de yemektesin, ben onları yiyemiyorum. Ekmeği bana ver.” deyince “Merak etme yarın evin atı ölecek, ben et yiyemem. Sen onun etinden yersin, karnını güzelce doyurursun.” Der. Bunu duyan adam hemen atı alır pazara götürür ve satar. Sonra da takip etmeye başlar. Bakar ki ertesi gün at gerçekten ölür.

Eve gelip tekrar hayvanlara ekmek atınca yine horoz kapar ve köpeğe bir şey bırakmaz. Benzer konuşmalar tekrarlayınca Horoz, “Merak etme, yarın evin ineği ölecek. Sen onun etinden nasiplenirsin.” Deyince adam yine ineği alır ve pazara götürüp satar. Takip eder. İnek de ölür.

Adam, “Yahu Süleyman Peygamber bana öğretmek istemiyordu. Bak ne güzelmiş. Bir sürü zarara girmekten kurtuldum.” der ve eve gidip tekrar hayvanlara ekmek atar. Evvelkinde olduğu gibi yine horoz ekmeği kapar. Bu defa köpek diklenir. “Dur arkadaş, geçen gün ekmeği bana vermedin, at ölecek dedin, efendi götürüp atı sattı. Dün inek ölecek dedin, efendi onu da sattı. Artık rızkımı sana kaptırmam.” der. Horoz bu defa “İnan bana yarın efendi ölecek ve onun için birçok hayır yapacaklar, yiyecek dağıtacaklar. Sen de onlardan nasibini alacaksın.” der. Bu sözleri duyan adam hemen Hz. Süleyman’a koşar. “Aman, kapına geldim, hal mesele böyle böyle. N’olur beni kurtar.” deyince, Süleyman Aleyhisselâm “Sen insansın, hayvanların dilini öğrenmene gerek yoktu. İlk yanlışı burada yaptın. Fıtratında olamayan şeyler sana yük getirir. Öğrendikten sonra atının ölmesi ineğine kefaret olacaktı, sen götürüp bunu sattın. İneğin ölmesi sana kefaret olacaktı. Kurt kuş bu hayvanlardan nasibini alacak, sadaka yerine geçecek ve sen de bu kaza oklarından kurtulacaktın. Ama sen, sana siper olacak tüm nesneleri ortadan kaldırdın. Yapacak bir şey yok.” der.

İnsan fıtratı üzerine hareket etmeli ve dışına çıkmamalıdır. İnsan olarak yaratılmışsak insan gibi davranmalıyız. Onun ötesine gitmemeliyiz. Allah’ın koyduğu -suyun boğduğu, ateşin yaktığı- kurallar dışına çıkmak doğru değildir. Ateşe girebilmek için İbrahim olmak, bıçağın altına yatmak için de İsmail olmak gerek. Hayvanların dünyasına girebilmek için de Süleyman olmak gerek.

Benim gibi sade kullar için de “İslam’ın şartı beş, altıncısı da haddini bilmektir.” sözü neme yetmez vesselâm.