KARAHİSAR ÇELEBİLERİ – 2) Sultan Abâpûş-ı Bâlî

A+
A-

Betül SAYLAN*

SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN’DA BAHS OLUNAN DİĞER ÇELEBİLER

2) Sultan Abâpûşı Bâlî (d. 751 h./1350 m.   ö.   8120 h./1485 m.)

Gerek Abâpûş-ı Bâlî ve gerekse oğlu Dîvâne Mehmed Çelebi, Mevlevî tabakāt eserlerinden hangisine başvurulursa başvurulsun, haklarında uzun fasıllar bulunan isimlerdir. Mustafa Sâkıb Dede, eseri Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’a Sultan Abâpûş-ı Bâlî ile başlamış ve bütün çelebilerin önüne geçirmiştir.

Başta Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân ve kaynaklık ettiği birçok eserde Abâ-pûş-ı Bâlî’nin babası Hızır Paşa olarak gösterilmektedir. Ancak Abâpûş-ı Bâlî, Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hâtun’un Süleyman Şâh Germiyanî763 ile olan evliliğinden doğan Hızır Paşa’nın oğlu Mehmed Paşa’nın oğlu Ahmed Paşa’nın oğludur.764 Dolayısıyla, Sultan Veled’in 5. kuşaktan, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin 6. kuşaktan torunudur. 765 Doğum târihini Sahîh Ahmed Dede’nin 751 h./1350 m.766 olarak verdiği Abâpûş-ı Bâlî’nin asıl ismi “Bâlî”dir. “Abâpûş” olarak tesmiyesinin sebebi ise, Germiyanoğulları saltanatını terk edip, Mevlevîliğe intisâb etmesi, abâ ve külâh giymesidir.767 Germiyanoğulları’ndan, Mevlevîliğe intisâb eden ilk kişinin Abâpûş-ı Bâlî olduğu rivâyet edilir.768

Babası Ahmed Paşa’nın gayretleriyle iyi bir eğitim görmüştür. Ancak kendisi 10 yaşında, kardeşi Emir Âdil Çelebi (III) 5 yaşındayken Ahmed Paşa’nın vefâtı netîcesinde, babalarının dedeleri olan Çelebi Hızır Paşa’nın himâyesine girmişlerdir.769

Büyük dedeleri Çelebi Hızır Paşa ve büyük dedelerinin erkek kardeşi Çelebi İlyas Paşa, zaman zaman ziyâret ettikleri Karahisar civârında Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’ye nisbet edilen770 ve halk arasında “Hızır (a.s.)Makāmı/Makām-ı   Hızıriyye” ve “Dede İni” olarak bilinen çilehânede, Abâ-pûş-ı Bâlî Çelebi’nin babası Ahmed Paşa’nın vefat ettiği sene (761 h./1360 m.) Hızır ve İlyâs (a.s.) ile mülâkātları netîcesinde, Germiyanoğulları’nın saltanatının Yâkub Hân’ın şehâdetiyle sona ererek, kendilerininse Mevlevîliğe nisbetleri sebebiyle isimlerinin bâkî kalacağını haber almalarının akabinde; Çelebi Hızır Paşa torununun oğlu Bâlî Efendi’nin küçük yaşlarda, Çelebi İlyâs Paşa da oğlu Celâleddin Ergūn Çelebi’nin Mevlevîliğe intisâbını gerçekleştirmişlerdir. 771 Bu karar netîcesinde Bâlî Çelebi, dünyâ saltanatını terk ederek abâ-külâh-tennûre giymiş ve bu sebeple “Abâpûş” olarak anılmıştır.772

Kaynaklarda, Abapûş-ı Bâlî Çelebi’nin intisâbından sonra Karahisar Mevlevîhânesi’nin binâ edildiği ve orada Abâpûş Bâlî şeyhliğinde semâ merâsimleri icrâ edilmeye başlandığı ve halkın ilgi göstermesinden ziyâde, devlet adamlarının ve dönemin ilim adamlarının mevlevîhâneye devam ettiği rivâyet edilmektedir. 773 Yukarıda bahsettiğimiz çilehâne de ihmâl edilmemiş, zaman zaman bu çilehânede uzlete çekilmişlerdir.774

Tîmûr’un Karahisar civârını ele geçirmesi esnâsında, Abâ-pûş-ı Bâlî’yi ziyâret ettiği, kendisine hediyeler sunduğu rivâyet edilir. Abâ-pûş-ı Bâlî’nin bu görüşmeye iltifat etmemesi, Timur’un sunduğu hediyeleri “Abamız, elbisemiz, terk ve ihtiyaçsızlık elbisesidir  775” buyurarak kabul etmemesi ve Timur’un hâlini izhar eden bir beyit776 inşâd etmesi Timur’u etkilemiş ve etrâfındakilere; “Bu pîrin mehâbet ve celâleti beni hirâsân ve hayrân etti” demiştir. O döneme kadar Timur’dan “hayranlık” ve “korku” ifâdelerinin sâdır olmamış olması, Abâpûş-ı Bâlî’nin mânevî etkisinin delîlidir.777 Bu   olay   netîcesinde   Timur;   “Sizin    bulunduğunuz    bu    yerler,    vîrân olmaktan emîndirler” fermânıyla, Karahisar ve civârının talan edilmemesini emretmiştir. 778

Sefîne’de, Abâpûş-ı Bâlî’nin ömrünün son zamânlarında, pâdişah II. Bâyezid’in (Velî) (ö. 918/1512) ise saltanatının ilk zamânlarında, pâdişah Bâyezid’in Abâpûş-ı Bâlî ile görüşerek, o dönemde yaşanan isyânlar için himmet talep ettiği rivâyet edilmektedir. Esâsen Sefîne’de de, o dönemde yaşanan ve Anadolu’yu baştanbaşa kana bulayan isyânların âlem-i gaybdan gelen bir yardım olmaksızın kontrol altına alınamayacağını nakledilmektedir. Abâpûş-ı Bâlî’nin devlet işlerindeki himmeti fehm edildikten sonra, birçok devlet adamının sikke giyerek Mevlevî tarîkine girmiş ve Abâpûş-ı Bâlî de devlet erkânı tarafından ömrünün sonuna kadar hürmet görmüştür.779

Abâpûş-ı Bâlî, vefâtından bir sene önce, Dîvânî Mehmed Çelebi’ye makāmını terk ederek; vefatlarına 3 gün kalana kadar halvette kalmışlardır. Vefatlarından 3 gün önce halvethâneden çıkarak dergâhda va’z u nasîhatlerde bulunmuşlardır. 780 8120 h./1485 m. târihinde 120 yaşındayken; Sahîh Ahmed Dede’nin naklettiğine göre de 872 h./1467 m. târihinde 121 yaşındayken vefat etmiştir. Kabri, mevlevîhâne içerisindeki türbede amcası İlyas Paşa’nın ayak ucundadır.781 Vefâtından sonra, birkaç gün boyunca kabir ve civârından âlem-i gaybdan gelen kudüm vurulması eksik olmamış; bu durumu müşâhede eden bâzı dervişlere   tecessüs   edenler   ise,   bu   mânevî   hâli   izlemek   istedikleri   esnâda,   gözlerinin   kör olduğu,   dillerinin  tutulduğu   ve   baştan  ayağa  bütün   vücûdlarının  tâkâtinin   çekildiği  rivâyet edilmektedir.782

Abâpûş-ı Bâlî’nin 3 evlâdı dünyâya gelmiş, Mehmed Çelebi’den gayrısı 857 h./1453 m. târihinde, Karahisar’da vukū bulan bir vebâ salgını esnâsında vefat etmiştir. Bu vâka esnâsında, Abâpûş-ı Bâlî’nin halvette bulunduğu ve kendisine evlâtlarının vefat haberi getirilmesi üzerine techiz ve tekfin işlerinin yapılmasını emrettiği rivâyet edilmektedir. Ertesi gün, hayatta kalan son evlâdı Mehmed Çelebi’nin de “Bu da aynı şekilde geçti” denilerekvefat ettiği haberinin gelmesi üzerine Abâ-pûş-ı Bâlî; “Geçmedi, belki uyumuş olabilir” buyurmuş ve hânelerine giderek evlâdını kucağına almış ve “Ayağa kalk! Uyanıklık vaktidir ve uyanıkların seninle işi vardır” buyurmuştur. Bu esnâda koma hâlinde bulunan Mehmed Çelebi uyanıp kendine gelmiştir. 783 Daha sonra, Mehmed Çelebi’yi elinden tutarak Karahisar Mevlevîhânesi’ne götüren Abâpûş-ı Bâlî Çelebi, uzun bir müddet oğluyla sohbette bulunmuştur.784

Yetiştirdiği talebeler arasında, Gülşen-i Esrâr müellifi Şâhidî İbrâhim Dede’nin babası, Hüdâyî Sâlih Dede785 de bulunmaktadır.

Hayâtı   boyunca,   yazdığı   şiirlerde   “Bâlî”   mahlasını   kullanan   Abâpûş-ı   Bâlî   Çelebi, şiirlerini Farsça kaleme almıştır.

در دل ما حق دهد اول خيال آرزو
پس دهد كامش بفضل و بيقصور آبرو
در حقيقت خواهش و بخشش از و باشد همان
ليس فى مرآتنا المجلوة الَ وجه هو

[Kalbimizde Hak önce arzu hayâlini yeşertir. Sonra fazîletle arzuya ulaştırıp yüz suyu verir. Gerçek de, istek de, bağış da hep O’ndandır. Bizim parlak aynamızda ancak O’nun yüzü vardır ] 786Ve;

سماع ما صفاى و جد و حالست
چه غم كر گویشد منكر و بالست
فراغ بال از و مي یافت بالى
به مىرغ جان او كویا كه بالست

[Bizim semâ etmemiz, vecdin ve hâlin safâsıdır. Eğer inkârcı ona “vebâl” derse ne gam! Gönül hoşluğu ondan kanat bulurdu. Onun can kuşuna sanki kanattır787 Ve;

ندارد تيغ عریان از زدن باد
مقابلرا مبارك مردنش باد
چو منكر سر كشد از پاي بالى
و بال خون خود بر كردنش باد

[Yalın kılıcın vurmaktan korkusu yoktur. Karşıdakine kutlu olsun ölüm. Çünkü kötülüğü inkâr eden kimse, ayakbağından kurtulur. İşte kendisinin canlılık dolu kanatları kendisinin önündedir ] 788 kıt’alarını şiirlerine birer örnek olarak verebiliriz. İkinci ve üçüncü kıt’a, semâ’ı ile istihzâ edenlere karşı inşâd edilmiştir. Nitekim, Çelebi’nin semâ’ı ile istihzâ edenler, birkaç gün geçtikten sonra fecî şekilde can vermişlerdir.789


763 Eflâkî’de, Mutahhare Hâtun’un kiminle evlendiğine dâir bir bilgi bulunmamakla berâber, Sahîh Ahmed Dede’de, Mutahhare Hâtun’un 673 h./1275 m. senesinde, 18 yaşındayken Germiyanoğlu Süleyman Şâh ile evlendiği belirtilmiştir. Ancak, bazı târihçiler Mutahhare Hâtun’un evlendiği zâtın aradaki zaman farkından ötürü Germiyanoğlu Süleyman Şâh değil de (Zira, Süleyman Şâh 789 h./1387 m. senesinde vefat etmiştir. Mutahhare Hâtun’un 18 yaşındayken kendisiyle evlendiği varsayıldığında aralarında 150 yıllık bir yaş farkı ortaya çıkmaktadır) Yâkub Çelebi’nin babası Germiyanlı Savcı Bey oğlu Umur Bey’le evlenmiş olmasının mümkün olduğu kanâatini taşımaktadırlar.

(ayrıntılı bilgi için bkz: Daşdemir, Latif, “Afyonkarahisar’da Mevlevîlik”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 180-181; İlgar, Yusuf, “Afyonkarahisar Mevlevîhânesi Postnişînleri ve Mevlevî Meşhurları”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 271-272)

764 Esrâr Dede, a.g.e., s. 325

765 Abâ-pûş-ı Bâlî’nin şeceresi: Bâlî Çelebi bin Ahmed Paşa bin Mehmed Paşa bin Hızır Paşa bin Mutahhare Hâtun binti Sultan Veled bin Mevlânâ Celâleddîn (Uzluk, Feridun Nâfiz, “Germiyanoğlu Yâkub II. Bey’in Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi, sy. VIII., s. 78, Ankara, 1969)

Bazı kaynaklarda, Bâlî Çelebi’nin “Ben Mevlevî merhûm Ahmed Paşa’nın oğluyum/oğlu Balı’yım” şeklinde imzâsı bulunduğu rivâyet edilmektedir.

(bkz: İlgar, Yusuf, “Sultan Dîvânî Mehmed Çelebi”, Sultan Dîvânî ve Afyonkarahisar’da Mevlevîlik, (haz: Yusuf İlgar), AKÜY, Afyon, 2002, s. 12; Sarı, Mehmet-İlgar, Yusuf, Mevlevî Dîvân Şâiri Semâî Mehmed Çelebi Hayatı-Edebî Kişiliği-Eserleri, ABY, Afyonkarahisar, 2008, s. 43)

766 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 220

767 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 9; Ali Enver, a.g.e., s. 147

768 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 9; Abâ-pûş-ı Bâlî’nin kime intisâb ettiği husûsunda kaynaklarda net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Mevlevîliğe intisâb eden babasının kuzeni, İlyâs Paşa’nın oğlu Celâleddin Ergūn Çelebi’nin Konya’da seyr ü sülûkünü tamamladığını nazar-ı îtibâra alırsak, Abâ-pûş-ı Bâlî’nin de aynı şekilde bir eğitim aldığını söyleyebiliriz.

769 Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 222

770 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 6

771 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 6-7; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 222-223; Eğer Abâpûş-ı Bâlî ve Celâleddin Ergūn Çelebi’nin intisâblarının Ahmed Paşa’nın vefat târihi olan 761 h./1360 m.’de gerçekleştiğini nazar-ı dikkate alırsak, Abâpûş-ı Bâlî 10 yaşında, Celâleddin Ergūn Çelebi de 60 yaşındayken mevlevîliğe intisâb etmişler demektir. Ancak Sefîne’de, Celâleddin Ergūn Çelebi’nin daha erken yaşlarda Konya’da bulunduğu ve Hüsâmeddin Vâcid Çelebi’nin (ö. 742 h./1342 m.) ve Emir Âlim Şehzâde-i Muazzam Bahâülmille’nin (ö. 751 h./1350 m.) sohbet meclislerinde bulunduğu rivâyet edilmektedir.
(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 60-61)

772 İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, s. 270

773 Kaynaklar,   Afyonkarahisar’da   Mevlevîliğin   temellerini   Sultan   Veled   dönemine   kadar   dayandırmaktadırlar.
(bkz: Eflâkî, a.g.e., c. I, s. 331; c. II, s. 288-2120)

Ulu Ârif Çelebi döneminde de, dönemin devlet adamlarından Sâhipoğlu Ahmed Bey’in Ulu Ârif Çelebi’ye muhabbetinden geniş bir arsayı bağışlayarak ahşap bir mevlevîhâne binâsı inşâ ettirdiği; Alişiroğlu I. Yâkub Çelebi’nin de Ulu Ârif Çelebi ve evlâdlarına ve mevlevîhâneye birtakım köyler vakfettiği elimizde kesin bilgi ve belgeler olmasa da, rivâyet edilmektedir. Hızır Paşa da bu mevlevîhânenin ilk şeyhi olarak kabul edilir. (İlgar, Yusuf, “Afyonkarahisar Mevlevîhânesi”,s. 107; Özönder, Hasan, “Afyon Mevlevîhânesi, s. 97-98 İlgar,“Sultan Dîvânî Mehmed Çelebi”, s. 12)

774 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 9-10; Esrâr Dede, a.g.e., s. 325-326

775 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14

776
بتير شه شهى باید نشانه
گدا ویران ده است اندر ميانه
[Şâhın okuna şahlık nişân olmalıdır. Yoksul ise, arada kapının virânıdır] Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14

777 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14; Esrâr Dede, a.g.e., s. 326-327; Ali Enver, a.g.e., s. 147

778 Afyon târihiyle   ilgili  kaynaklar  ise,   Afyonkarahisar’ın  Timur  askerlerince  yağma  edildiği bilgisini nakletmektedirler. (ayrıntılı bilgi için bkz: Emecen, Feridun, “Afyonkarahisar”, DİA, c. I, s. 444)

779 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 14-15

780 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 15

781 Esrâr Dede, a.g.e., s. 327; Ali Enver, a.g.e., s. 146-147; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 247

782 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 15

783 Esrâr Dede’nin eseri Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’de, Abâ-pûş-ı Bâlî’nin, Mehmed Çelebi’ye uyanması için;

Aşk ile yâr ol ki vâr olasın Hızır-veş zinde ve pâyidâr olasın beyitini terennüm ettiği de rivâyet edilir. (Esrâr Dede, a.g.e., s. 164)

784 Ayrıca Abâ-pûş-ı Bâlî Çelebi’nin Mehmed Çelebi komaya hâlindeyken;

Yâ Rab! Harem-i hazret-geh-i râhı bağışla
Ya derd ile bir âh-ı seher-gâhı bağışla
Aldın dil-i gümrâhımı koydun beni bî-dil
Bâri yerine bir dil-i âgâhı bağışla

mısrâlarını terennüm ederek kederini dile getirdiği rivâyet edilmektedir. Daha sonra bu kıt’anın, mukābele esnâsında okunmak üzere Osman Dede tarafından bestelendiği bilgisine ulaştık. Yaptığımız   araştırmalarda karşılaştığımız bilgiler, besteyi yapan Osman Dede’nin Galata Mevlevîhânesi Şeyhi olan Nâyî Osman Dede (ö. 1142 h./1729 m.) olabileceği kanâatini oluşturmuştur.

Ayrıca, bâzı kaynaklarda, Mehmed Çelebi koma hâlinden uyandıktan sonra, Abâ-pûş-ı Bâlî’nin kendisini mevlevîhânede kırk gün halvete soktuğu bilgisi bulunmaktadır. Ancak biz Sefîne’de böyle bir ifâdeye rastlamadık. Sefîne’de, baba-oğulun yalnızca uzun müddet sohbet ettikleri bilgisi bulunmaktadır.

(Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 10-11; Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 244; Esrâr Dede, a.g.e., s. 163;Ali Enver, a.g.e., s. 62; Sarı, Mehmet – İlgar, Yusuf, “Sultan Dîvânî Mehmet Çelebi”, s. 14, dpnt: 105; Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, s. 457; Yazıcıoğlu, Fikri, Hz. Mevlânâ’nın Torunlarından Sultan Dîvânî, İleri Basımevi, Konya, 1963, s. 8)

785 Hüdâyî Sâlih Dede: Sahîh Ahmed Dede’nin naklettiği bilgilere göre, Hüdâyî Sâlih Dede, 785 h./1383 m. târihinde Mısır’da dünyâya gelmiştir. Babasının Gāzi Pehlivan adında, yiğit bir asker olduğu ve bir Mısır seferi esnâsında hânesinde misâfir olduğu âilenin kızının kendisi vesîlesiyle müslüman olduğu ve bu hanımla evlendiği ve bir süre Mısır’da iskân eylediği rivâyet edilir. Bu evlilikten dünyâya gelen Hüdâyî Sâlih Dede, 1,5 yaşındayken annesi vefat eder ve babası Gāzi Pehlivan kendisine annelik etmesi için bir Arap hanımla evlenir. Bir seyahat esnâsında babasının sebep olduğu bir kazâ sonucu hanım vefat eder. Kadının akrabâlarını şikâyetçi olması üzerine babası Gāzi Pahlivan ve Hüdâyî Dede Arapların elinde esir olurlar ve 1,5 sene süren bir zindan hayâtı yaşarlar. 1,5 senenin sonunda âzâd olduklarında, babası Gāzi Pehlivan oğlunu alarak memleketi olan Muğla’ya getirir ve 40 gün sonra vefat eder. Hüdâyî Sâlih Dede, 3 yaşında amcasının elinde kalır. Hüdâyî Sâlih Dede 10 yaşına geldiğinde, Bursa’da medfûn bulunan Emir Sultan’ın yeğeni olan Seyyid Kemâl’in tedrîsine verilir. 1 sene netîcesinde, icâzet alan Hüdâyî Sâlih Dede, Konya Dergâhı’na gönderilerek postnişîn Şemseddin Emir Âbid Çelebi’nin küçük oğlu Emir Âlim-i Sânî’nin hizmetine dâhil olur. 3 sene devam eden bu eğitim netîcesinde Hüdâyî Sâlih Dede, 798h./1395 m. târihinde “Arab ve Acem” memleketlerine seyâhat eder. 14 sene süren bu yolculuktan sonra 813 h./1410 m. târihinde geri döner. Seyâhat sonunda, 28 yaşında olan Hüdâyî Sâlih Dede, bu târihten sonra da, 8 sene Abâpûş-ı Bâlî’nin hizmetinde bulunarak “hırka-külah-arakiyye giyerek” Mevlevîliğe intisâb etmiştir. Daha sonra Muğla’ya dönen, Fâtih Sultan Mehmed’in saltanatı döneminde kendisiyle görüşerek Muğla’da bulunan Seyyid Kemâl zâviyesinin hizmetini talep etmiştir. Talebi kabul gören Hüdâyî Sâlih Dede, Muğla’ya dönüşünde Sâliha Hanım adında zâhide bir hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten Gülşen-i Esrâr müellifi Şâhidî İbrâhim Dede ile birlikte toplam 3 oğlu 4 kızı dünyâya gelmiştir. 887 h./1482 m. târihinde, 97 yaşındayken, 2 kızı ve 1 oğluyla birlikte tâun hastalığından vefat etmiştir. Vefâtından önce, 83 yaşındayken de Karahisar’a giderek Abâpûş-ı Bâlî ve oğlu Dîvânî Mehmed Çelebi’nin sohbetinde bulunmuştur. Birçok nazım ve nesir kaleme aldığı rivâyet edilen Hüdâyî Sâlih Dede’nin;

Ey dil istersen eğer kâmil ola noksânın
Secdegâh et eşiğin Hazret-i Mevlânâ’nın

Beyitiyle   başlayan   gazeli    meşhurdur   ve    Abâpûş-ı   Bâlî’nin   sandukası   üzerinde   bulunan   beytin   bu   gazelden mülhem kaleme alındığı rivâyet edilmektedir.

(Sahîh Ahmed Dede, a.g.e., s. 227, 229-231, 234-235, 242-243, 248; Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 13-15; Şimşekler, Nuri, Şâhidî İbrâhim Dede’nin Gülşen-i Esrâr’ı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyâl Bilimler Enstitüsü, Konya, 1998, s. 5-6

786 Mustafa Sâkıb Dede,a.g.e., c. I, s. 11; Ali Enver, a.g.e., s. 147-148

787 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 11; Ali Enver, a.g.e., s. 148

788 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 11; Ali Enver, a.g.e., s. 148

789 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 11; Ali Enver, a.g.e., s. 148-149; Esrâr Dede, a.g.e., s. 328-329

 

ETİKETLER: