KALBİ İLETİŞİM İMÂNİDİR
Günümüzün en büyük sorunlarından birisi birbirimizle doğru iletişim kuramamaktır. Evde, sokakta, okulda, işte ve diğer sosyal hayatta doğru iletişim kurulamamaktadır. Oysa iletişim kurmanın özünde tevhîd anlayışı olması gerekir, yâni İslam Tasavvufu’ndaki, İslam âdâbındaki hoşgörüden bahsediyorum. Yani bunun adı ‘tolerans’ olmayıp ‘hoşgörü’ dür. Tolerans; Batı’nın getirdiği ve kendisinin eğitimden dolayı etrâfındakileri ‘tolere’ ettiği bir anlayış çeşididir.
Ama ‘hoşgörü’; “Yaratılmışı severim yaratandan ötürü” diyebilecek kadar Allah’la ilişki kurmuş varlığın ve çevresindeki bütün yaratılmışlara hürmet ve sevgi göstermesi, onları anlamasa bile, onların konuşma tarzlarını onların meşrepleriyle alâkalı ve ezelî nasipleriyle alâkalı olduğunu bilerek onlara iyi gözle bakabilmesidir. işte o zaman bu tür bir davranış, insanın başkalarıyla konuşarak anlaşmasını sağlayabilir. Yâni insanların birbiriyle anlaşabilmesi için, mutlaka “Yaratılmışı severim yaratandan ötürü” fikrinin onun kalbine yerleşmesi lâzım. Bu da akla yerleşen bir şey değildir. Tolerans; akılla olur, insan kendini zorla tolere eder. Fakat bizim söylediğimiz ‘hoşgörü’ akılla değil, gönülle olur. Yâni Allah’ın insana nasîp ettiği tevhîd anlayışına erişmiş kişilerin yaptığı iştir. Bu durumda herkes herkesle anlaşabilir, çünkü her seviyeden insana hürmet etmeyi öğrenmiştir. Onun fikri kendisine hoş gelmese bile, o fikri hoşgörü ile karşılar. Ondan dolayı da Allah’ına şükreder.
Ancak doğru iletişim kurarak birbirimizi anlarız. Fakat insanın mutâbık olduğu şey îman ve inançtır. Dolayısıyla ortak fikir, ortak payda üç şeydir. Birincisi; İnanma ve îman etmedir. İkincisi; Allah’ın ahlâkıyla ahlaklanmak, dolayısıyla bu ahlakla ahlaklananlara hürmet ve saygı göstermek. Üçüncüsü ise; ibâdette birlik ve beraberlik içinde olmak. İnsanın mutâbık olduğu noktalar budur. Eşi ile bile berâber olma sebebi budur, çünkü insanın eşiyle berâber olması, zevç ve zevce olarak, yâni ayakkabının iki teki olarak Allah’a doğru yürümesi anlamındadır. O halde insanın bâzı konularda anlaşamadığı kişilerle bile ortak bir paydası vardır ki, o da; Allah’a îman ederek, Ona beslenen muhabbet ve ünsiyettir. Bu noktada birleşirsek ve ibâdetlerde birleşirsek, o zaman insan ‘mutâbık’ kelimesine uygun şekilde hareket eder ve karşısındakinden zevk alabilir.
Her mümin, mümin kardeşiyle doğrudan kalbi bir iletişim kurar. Çünkü “Mümin müminin aynasıdır” hadîs-i şerifine bakarsak; Mümin; kendi hakîkatini karşısındaki müminde görür, yâni karşısındakine muazzam bir sevgi duyar, onun güzelliğini görür. Aslında onda gördüğü güzellik te kendine âittir. Dolayısıyla insanların îmanda birleşmesi, aynı Allah aşkında birleşmesi ve bunu kalbiyle hissetmesi, aklıyla o kişiden çok zevk almasa bile, kalbiyle o kişiye duyduğu sevgi Allah’a olan îman ve aşkla alâkalıdır. Bu yüzden müminin müminle iletişimi çok kolay, müminin münâfıkla iletişimi zordur. Ama o zoru başarmayı da becerebilen mümindir.
Peygamberimiz ashabıyla kalbi bir iletişim içindeydi. Ayetlere göre Peygamberimiz; tebliğ edici, tebliğ ettiğini ‘hikmet’ olarak öğretici ve karşısındakinin kalbini tezkiye ederek, temizleyerek, onun Allah tarafından sevilmesini, yâni Allah’ın onun aynasında kendi ismini seyretmesini sağlayacak şekilde hareket etmesi öngörülmüştür. Kurân-ı Kerim’e bakarsak, Peygamber birebir bu vazîfeleri aynen yapmış, bu yüzden de Allah’ın en sevdiği mahbûbu olmuştur ve dünyâ onun bu vazîfeleri yapabilmesi için yaratılmış, karşısına da tezkiye etmesi için diğer yaratılmışlar getirilmiştir. Peygamber Efendimiz ashâbıyla konuşurken, nefsini ve aklını koymadan önce tebliğ etti, sonra o tebliğ ettiğini, mânâsını, iki şekilde öğretti. Birincisi; kitap olarak. İkincisi; hikmet olarak. Yâni ‘kitap’ olarak; tebliğ ettiğinin hakîkatini anlattı. ‘Hikmet’ olarak ta; o hakîkatin özünü kalplere aşıladı, zerk etti. İşte bu zerkten sonra vücutlar temizlenip tezkiye olmaya başladı. Vücutta kalp aydınlanırsa, vücut temizlenmeye başlar ve idrak başlar. Yani hakîkî idrak başlar. Peygamber bunu sağladı, sonuçta da kul o kadar temizlendi ve güzelleşti ki; kulun kendi ezelî nasîbi ölçüsünde Allah onları sevmeye başladı.
İbadetleri hakkıyla eda etmek, hayır hasenat içinde olmak, gülümsemek, bir yetimin başını okşamak, içten iyi dilekte bulunmak, dua etmek kalbi bir iletişim şeklidir. İmanidir. İhlasla yapılır. Hepsi hayra işaret eder. Bütün bunlar ‘nâfile ibâdet’ kapsamına girer, yâni nâfile ibâdetle Allah bize yaklaşır, hattâ bizim varlığımızda tecellî ederek bizi kendine yaklaştırır. Bu yüzden Peygamber Efendimiz ahlâk-ı Muhammedî, yâni Allah ahlâkı çerçevesinde insanlara bâzı yollar göstermiştir. Karşılık beklemeden sevmek ve hizmet etmek ne güzel şeydir!.. Zaten Allah sevgisi ve rızası da bunu gerektirir. Gülümsemek, ne büyük ibâdettir!.. Gülümsemek Batı’nın anlattığı şekilde zorla olmaz; gülümsemek, sabahleyin kalktığı an insan o kadar mutludur ki; yaratılmış olmaktan, Allah’ı sevmekten ve dünyâda hizmet etmekten o kadar mutludur ki, kendi varlığını gülümsemeye çevirir. Yetim başı okşamak ve yetime hürmet etmek te, kendi çocuğunun zekâtıdır. Dolayısıyla kul bu zekâtı zevkle, huşû ile yapar ve diğer bütün ibâdetleri de bu şuurla yapar. O zaman ibâdet mecbûriyet olmaktan çıkar. Evet kalbi iletişim; iman ve ihlasla yapılır vesselam.