Kaf dağından kar

A+
A-

Kim Kaf dağından kar bağışlayabilir?

Kaf dağından kar bağışlamak, rahmetli annemin kullandığı deyimlerden biriydi. Kendisinden maslahat istenen birinin vermemek için kırk dereden su getirmesini ifade etmek için söylerdi. İstenen şey çok kıymetli imiş gibi saklayıp vermek istemeyenlerin durumunu bundan daha güzel izah etmenin bir yolu var mıdır, bilmiyorum.

Kaf Dağı’nın masallarda geçen efsanevi bir dağ olduğunu bilirsiniz. Orayı gidip gören kimse yoktur. Uzaklarda bir yerdedir ve halkın muhayyilesinde cennet gibi bir yerdir. Anka kuşunun, meleklerin ve perilerin yaşadığına inanılan zümrütten yaratılan Kaf Dağı bağlık bahçeliktir ve orada kar, kış soğuk olmaz. Mutluluk ve zenginlik yurdudur. Bu deyimi kullanan kimsenin gidemediği bir dağdan olmayan karı bağışlaması, olması iki kere mümkün olmayan bir şeyi vermesi, verilecek şeyin çok değerli olduğuna işaret eder. Kendisinden bir şey istenen kişinin gözünde malının ne kadar kıymetli olduğu çok güçlü bir şekilde ifade edilmiş olur. Ayrıca olmayacak vaatlerde bulunanların durumunu ifade etmek için de söylendiği vakidir.

Peki, bize böyle ele geçirilmesi ve bulunması imkânsız bir şeyi kim bağışlayabilir? Kaf Dağı’ndan kar bağışlamak gerçekten imkânsız mıdır? Dilim döndüğünce, aklım erdiğince açıklamaya çalışayım.

Mantıkta kavramların ve nesnelerin üç özelliği olduğundan bahsedilir: Mâhiyet, hakikat ve hüviyet. Mahiyet, bir nesnenin varlığını veya cevherini meydana getiren şey, nesnenin hakikatidir. Tümel bir kavramın yalnız zihindeki fertleridir. Hakikat ise zihindeki tümel nesnenin dış dünyadaki fertlerdir. Mahiyetin gerçeklik kazanmasıdır. Öğrenci tümel bir kavram olarak zihinde iken üniversite öğrencisi denildiğinde bir hakikate bürünür. Hüviyet ise hakikati olan kavramın temel niteliklerini belirleyerek diğerlerinden ayırmaktır. İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğrencisi gibi.

Bir kavramın veya eşyanın mahiyeti yani ne olduğu önce zihinde tasavvur edilir. Öğrenci kavramı zihinde olmasa idi üniversite öğrencisi anlaşılmaz idi. Çünkü bir nesnenin mahiyet bilinmeden hakikati bilinmez. Kaf Dağı’nın mahiyetini biliyoruz ancak hakikatinden haberdar değiliz, gidip gören kimse olmamış.

Her insan bir Kaf Dağı’dır

Hikâye ve masallar tasavvuf söz konusu olduğunda bir eğitim ve bilgilendirme metodu olur. Sıradan insanların mahiyeti olup hakikat ve hüviyeti olmayan varlıkları idrak için onlara bir hüviyet verirler ve bunu öğretiler. Kurnazlığı tilki, ahmaklığı ayı, bilgeliği leylek ve bunun gibi birçok kavramı hayvanların hüviyetine büründürerek hakikat dünyasının ferdi yaparlar. Kaf Dağı da böyledir. Bir masalda geçtiğinde çocuklar onu muhayyilelerinde canlandırırken yani hakikati olmayan bir varlık iken bir mutasavvıfın anlattığı masal ve hikâyede Kaf Dağı mahiyeti, hakikati ve hüviyeti olan bir şeydir. Anka’nın, Simurg’un, Kaf Dağı’nın mahiyetini ona hüviyet vererek hakikati ile kavranmasını sağlar. Mürşid-i kâmillerin yaptığına afakta olanı enfüse indirmek diyoruz. Mürşid-i kâmillerin yaptığı budur.

Kaf Dağı’nın tasavvuf ehlinin dilinde birkaç hüviyeti vardır. Bunlardan biri insandır. Son devrin önemli mutasavvıflardan Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu isimli eserinde Kaf Dağı’nı insana benzetir. Her mürit, Kaf Dağı’nın insan olduğunu yani kendisi olduğunu bilerek kendi dağını kazıp su çıkartmayı amaç edinmelidir. Derin kazdığı takdirde çıkan su bollaşacak, hatta zamanla bir artezyen halinde fışkırmaya başlayacaktır. Kuyu, dervişin zihni ve gönlüdür. Su ise dervişin zihninin derinliklerinde saklı olarak bulunan ancak farkında olmadığı hakikat bilgisidir. Mürşit, dervişin kendi hakikatinin farkına varması için ona kuyusunu kazdırır, yani gönlünün derinliklerine daldırır. Artezyen gibi fışkırması ise hakikatini bilen ve öğrenen dervişin nutkunun açılması, kemâle ermesidir. Böylece Kaf Dağı’nın kendisinde olduğunu anlar ve bilir.

İnsân-ı kâmil

Kendisinin aynı zamanda Kaf Dağı olduğunu bilen derviş insan-ı kâmil olma yolunda en büyük engeli aşmıştır. Böylece Kaf Dağı insân-ı kâmilin remzi olmuştur.

Kaf Dağı kâmil mürşittir, kâmil mürşidin gönlündekilerdir, bildiği ilm-i ledündür. İlm-i ledünden anlattıkları için de sözleri bitmez, ilimleri sonsuzdur.

Müridin Kaf Dağı olduğunun farkına varması “Cebel recül oldu” denilerek ifade edilir. Dağ adam, adam da dağ olmuştur. Kâmil mürşitler dağ gibi sağlam ve yüksektirler. Onlara yaslananlar yıkılmaz, güvenenler pişman olmaz. Onlar suyu bitmeyen kuyu gibidir, ilim sahibidirler ve sözleri tükenmez.

Kaf Dağı kafadır

Eski tıp anlayışına göre insan bedeni üç kısımdan oluşur. Eller ve ayaklar, gövde ve kafa. Kaf Dağı dünyanın en yüksek yeri olduğu gibi kafa da bedenin en yüksek bölümüdür. Kafa içindeki beyin de kafanın en yükseğindedir. Kaf Dağı mecaz yoluyla kafa denilip beyin kastedilir. Kaf Dağı’nın karı ise o beyindeki bilgilerdir. Kâmil mürşitler kafalarındaki kar gibi tertemiz ve bembeyaz ilm-i ledün bilgisini bağışlarlar, anlatırlar, öğretirler. Ancak bunu bilmek ve anlamak herkesin kârı değildir. Bu hakikatin farkında olmayanlar kâmil mürşidin sözlerini anlamazlar, masal ve hikâye anlatıyormuş gibi dinlerler, hakikati olduğunu yani gerçek olduğunu bilmez ve anlamazlar, inanmazlar. Ama hakikatini bilenler, yani afaktaki bilgileri enfüslerine indirebilenler o sözlerin Kaf Dağı’ndan kendilerine bağışlanan kar olduğunu bilirler. Dolayısıyla çok değerli olduğunu idrak ettikleri için son derece önem verirler ve mucibince amel ederler.

Niyazî-i Mısrî hazretlerin şu beyti de son sözümüz olsun:

Kâf-ı dil ankâsıyım sırrın âşinâsıyım
Endişeler hasıyım ad oldu insan bana

Sırra âşina gönül Kaf’ın ankası olan insanlardan olmak niyazıyla….

İsmail Güleç

 

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2024/01/21/kim-kaf-dagindan-kar-bagislayabilir