Ruşen Eşref Ünaydın’ın, Mütâreke yıllarında kaleme aldığı ve kendine “İstanbul seyyahı” ve “çeşmeler kâşifi” unvanlarını kazandıran yazılarından oluşan zevkle okuduğum bir kitabı var. Bu kitapta, İstanbul’da zamanla teşekkül eden ve hayatı zenginleştirilen örf ve adetleri ve mimarî eserleri anlatır. Morallerin dibe vurduğu bir dönemde yazılan makaleler, halka ümit ve moral vermenin yanı sıra ne kadar büyük bir millet olduğumuzu hatırlatır ve makus talihin değişeceğine ve güzel günlerin geleceğine dair inançları tazeler.
Ruşen Eşref’in, kitabında anlattığı şeylerden biri de “Kadir gecesinde Mevleviler” başlığını altında, 100 yıl öncesinin İstanbul’unun bir köşesinde, Yenikapı Mevlevihânesi’nde ihyâ edilen Kadir gecesidir. Ruşen Eşref’in belîğ ve selîs ifadeleriyle olan metni okuyunca bana hak vereceksiniz.
Yenikapı Mevlevihânesi’ndeyiz. Terâvih kılındı. Fakat bu gece ibâdet sabaha kadar. Zîrâ âyet-i celîle: “Leyletü’l-kadri hayrü’m-min elfi şehr” (Kadir gecesi bin geceden daha hayırlıdır. Kadir 3) buyuruyor.
Semâhânede dervişler şeyhin karşısında diz çöktüler. Mürşidle müritleri “ism-i celâl” zikrine başladılar. “Allah” diyen nefesleri sikkelerini bir vakûr ittirâdla harekete getirdi. Bir havuzu andırır yuvarlak meydanın yeşim taşı rengi parmaklıkları arkasına dizilmiş bir cemâat da hafif bir salıntıyla bu ma’neviyât dibâcesine iştirâk ediyor, yalnız kandillerin altında -yıldızlı bir fezâ ufkunda gibi- yarı görünen heybetli sandukalar cemâati, ruh olmuş eski şeyhler kâfilesi, karşıda hareketsiz duruyor. Bir kubbe gibi müdevver tavanın ortasındaki müzehheb toptan sarkan avîze ne rûhânî bir neşve dağıtıyor. Sandukaların boyunlarından sarkan çevrelerin sarmaları, kafeslerdeki yaldız nakışları ve duvarlarda pervâz teşkil eden yeşil zemînli ta’lîkaların – Mesnevî beyitlerinin- altınlarını bir bir pırıldatıyor!.. Ervâh u ecsâd hepimiz, bu tasavvuf meydânında ruhânî bir raksın seyrine hazırlanıyoruz.
Zikir gittikçe tîzleşdi. “Allah” adı anarak uğuldayan bir rüzgâra benzedi.
Ve birdenbire dindi. En derin bir sükût içinde kaldık. Fakat işte bu sessizlikten yeni bir nidâ, çok uzaklardan, zamanların ve mesâfelerin ötesinden kulağa çarpar gibi bir nidâ doğuyor. Şeyh duâ ediyor. Bir murâkebenin lezzeti içindeyiz… Meydân sesten ve sükûtdan boşaldı. Dervişler birer tayf gibi kenarlara süzüldüler, yumrulmuş vücûdlarla yere eğik başlarından bir huşû’ halkası teşekkül etdi.
Şimdi bu boş meydana mutribden dâvûdî bir ses dökülüyor. Elinde Mesnevî, süzgün bir derviş ayağa kalkmış, Pîr’in “na’t”‘lerinden birini okuyor. İnzivâ ve gurbet içinde rastdan en coşacak birer aşk sayhasını andırır bu ledünnî hitâba Celaleddin Rûmî’nin Rabbânî cezbelerini yâd etdiriyor.
Artık dünyâ kelâmı nihâyet buldu. Nây hafif ve mâverâî nağme gölgeleri hâlinde neşîdeye başladı:
Bişnev ez ney çün hikâyet mî koned
Ve’z cüdâyihâ şikâyet mî koned
Bu sesin ardı sıra ebediyyet yoluna urûc ediyoruz! Birkaç “kudüm” damlası güyâ fâni arzın son demlerine işâret etdi. “Nefîr” çalındı. Dervişler ellerini şiddetle semâhâne tahtalarına vurdular. Sanki kalıpları ve ruhları ayıldı; ba’se ba’de’l-mevte mazhar oldular. Peşrevle berâber “Sultan Veled” devrine kalkdılar. Güyâ bu tarîkat kâfilesi “arş-ı Hüdâ”da mübârek makamları ziyâret ede ede, postun önünde, “Makâm-ı Mahmûd”da baş eğerek semâhâneye üç defa döndü, sırât yoluna düzüldü. Ve nihâyet cenân ravzasına girildi. Zîrâ âyîn-i şerîf başlayınca hepsi birer birer, omuzlarında bağlı kollarıyla şeyhin huzurunda baş kesdiler. Mürşidin ağzıyla sırra erince neşveden pervâz edecek gibi kollarını açdılar; semâa başladılar. Meydân bir sikke ve tennûre bahçesi hâline inkilâb etdi. Her derviş, dönen birer mahrût idi. Ve bunlar titremiş kandillerle küçücük küçücük mum alevler hep birden neylerin rüzgârına tutulmuş, uçuşuyorlardı.
Ebediyet âlemini resm eden bu nâsûtî cezbe manzarası şu meydandan artık kenara çekilmiş seleflerde Mevlevî silsilesinin son neslini kırâatin nâzil olduğu gece suyu hürmetine, o ilâhî çerğa etrâfında pervâne gibi dönerken seyr için tekrâr diriliyorlar sanılırdı. Zîrâ ilk bânîlerin burma kavukları ve son şeyhlerin yüksek sikkeleri ihtizaza gelmiş gibiydi.
Âyin ilerledikçe gözler öyle kamaşıyordu ki âdetâ menâm âleminde gökde uçuşan bir küme ervâh-ı tayyibe görür gibi olurduk.
Bu “selâm” manzarası dört def’a tekrarlandı. Dört kitâbı ve çehâr yâri tanzîr ediyordu. Zîrâ efdal olan dördüncüsünde yalnız neyler inliyor ve şeyh de semâvî cünbüşe karışıyordu.
Nihâyet murâda erdiler. Tekrar kenarda puşîdelerine bürünüp sır oldular.
Şeyhin – sükût ortasında uhrevî ve bir ses gezintisini andıran – son kısa gülbankı üzerine huşû verici bir muazzam rüzgârıyla inildedi sanılırdı.
Böylece dervişler bütün mâsivâdan boşaldılar. Hakk’a vâsıl oldular.
Bir Kadir Gecesi, Yenikapı Mevlevihânesi’nde mukâbele-yi şerîfe katılan Ruşen Eşref gördüklerini ve hissettiklerini böyle ifade etmiş.
Kadir gecesinde yaşadıklarımızı ve hissettikleirmizi Ruşen Eşref gibi anlatmaya, tarif etmeye muktedir olamayacağımızı biliyorum. Öyle bir şey de isteyemeyiz. Ancak onun gibi samimi ve sahici idrâk ve ihyâ etmeyi dileyebilir ve yapabiliriz.
Kadir geceniz, kadrinizin yükseldiği, Hakk’a vâsıl olduğunuz bir gece olsun inşallah.
https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2021/05/07/kadir-gecesinde-mevleviler